(Bu makaleyi Weşana Ray kolektivizmi için yazmıştım ve 24.08.2013 tarihinde yayınlanmıştı. Günümüzde Türkiye ve Kürdistan’ın başat gündemi olan, PKK’nin kendini fesih ve silahları teslim etme kararıdır. Kürd siyasi akımların, politik-teorik, politik-pratik üretiminin kaynağı ulusal siyaset değil, ulusal-azınlık siyaseti olduğundan dolayı, siyasi mücadele süreçlerinde hep nesnel öge durumundadır. Onun için bu makaleyi olduğu gibi yeniden yayınlıyoruz. 10. 06. 2025)
* * *
Türkiye ile Güney Kürdistan Hükümetinin ilişkilerinin yumuşaması ve karşılıklı “Stratejik Müttefik” ilan edilmesi sonrası Sayın Mesud Barzani’nin Türkiye’nin de onayı ile PKK’yi silahsızlandırma içeriğiyle dillendirdiği izlenimi veren, dört parçayı da kapsayan ulusal kongre çağrılarını yaptı. Ancak PKK’nin partizan silahlı mücadelede devam eden duruşu nedeniyle Sayın Mesud Barzani tarafından sürekli ertelendi. Türkiye’nin İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerin bir ayağı da Kandil ve Güney Kürdistan Hükümeti ile birlikte yürütüldü. Sonuçta Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’undaki mesajı ile ortak strateji deklare edildi. Abdullah Öcalan bu bildirisinde Misak-ı Milli’ye sadakatini ve bağlılığını da ilan etmiştir. Aynı zamanda 2013 Newroz bildirisi, PKK’nin Kürdistan’la ilgili geliştirilen yeni bir stratejisinin de açıklanmasıdır. PKK’nin bu yeni stratejisi, Osmanlı İmparatorluğu işgali altında olan Kürdistan parçasının tekrar Türkiye’ye bağlanmasıdır. Yani Güney ve Güneybatı Kürdistan’ın Türkiye topraklarına dönüştürülmesi çağrısıdır. Bu durumda PKK’nin; Güney Kürdistan’ın kısmi kazanımlarına yöneleceğine ve Güneybatı Kürdistan’ın kısmi kazanımlar elde etmelerine engel olmaya çalışacaklarını söylemek kehanet olmayacaktır.
Sayın Mesud Barzani’nin “Sayın Öcalan’ın açıklamalarına katılıyorum ve destekliyorum” beyanı sanki silahların bırakılmasını destekliyor algısı yaratsa bile ulusal siyaset perspektifi ile bakanlar tarafından yadırgandı. Ancak görülüyor ki Sayın Mesud Barzani, A. Öcalan’a açtırılan siyasi perspektifi desteklemektedir.
Ardından A. Öcalan Ankara, Diyarbakır, Avrupa ve Hewlêr’de Kongre yapılmasını ve daha sonra da Misakı Milli komitesinin kurulmasını dillendirdi. Abdullah Öcalan’ın istemi olan Ankara, Diyarbakır ve Avrupa kongreleri yapıldı ve KCK Kongresi’nde Misak-ı Milli komitesini kurma kararı aldı. Şimdi de PKK, YNK ve Güney PDK’nin öncülüğünde 15 Eylül 2013 tarihinde Hewlêr’de Kürd Ulusal Kongresi’nin yapılmasını karar altına alınmıştır. Newroz bildirisi ve kongrelerin tertiplenmesi isteminde, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’nin politikasına tercüman olduğu açıktır. Bu durumda yapılmış olanların ve müstakbel Hewlêr Kongresi’nin öznel öğesi Türkiye ve nesnel öğesinin de kongreye katılan siyasi akımlar ve aktörlerdir.
Kürd Ulusal Hareketinin önemli bir kusuru, sömürgeci devletlerin siyasi krizlerini derinleştirmek yerine krizlerden çıkmasına yardımcı konuma düşmeleridir.
Kürd ulusalcıları, 1918 yılında İstanbul’da Kürdistan Teali Cemiyetini kurarlar. Bu dönemin Kürd ulusalcılarında potansiyel olarak iki siyasi eğilim vardır. Bu siyasi eğilimlerden birinin ulusal ve dünya siyaseti hakkında görüşleri şuydu; savaş sonrası dönemin yeni bir dönem olduğuna ve bu yeni dönemde halkın silahlı başkaldırısının ve mücadelesinin yerini demokrasi, adalet ve bilimin aldığına inanmıştılar. Bu dönemde haksızlığa uğramış halkların sorununun adalet ve insan hakları ilkelerine göre çözüleceğini düşünmüşlerdir. Bunun için de yapmaları gerekenin Kürd sorununu ‘bilimsel’ yollarla yeni dönemin büyük devletlerine sunmak ve çözümü onlardan beklemekten ibaret sanıyorlardı. Bu nedenlerden hareketle, Kürd ulusunun kendi kaderini tayin hakkını emperyalist devletlerden talep ettiler.
Bu anlayıştan ötürüdür ki Kürd ulusunun önde gelen kadroları, Seyyid Abdulkadir, Mir Bedirhan’ın (Ebdurrezak Bedirhan hariç) çocukları ve diğerleri, Kürdistan’da örgütleneceklerine İstanbul’da kalıp emperyalist devletlerin temsilcileriyle görüşmeyi ve Paris’te devam eden Barış Konferansı’na delege yollamayı tercih ettiler. Bu siyasi eğilim, Kürd ulusalcılarının büyük bir çoğunluğunu temsil etmekteydi ve Kürd ulusunun kendi kaderini tayin hakkından maksadı da ulusal egemenlikten yani bağımsız bir devletten ziyade, Osmanlı devleti içinde muhtariyet sahibi olmaktı. Kürd ulusalcıların büyük bir çoğunluğu bu işlerle uğraşırken, İttihat-i Terakki ya da onun devamı olan Kemalistler, Kürdistan’da örgütlenmeye ve Ermeni sorununu kullanarak Kürd aşiret ve ulemasıyla ilişkilerini sağlamlaştırarak Kürd ulusalcılarının Kürdistan’da örgütlenme temelini ortadan kaldırdılar.
Diğer siyasi eğilim ise bağımsızlıkçı eğilim olarak Kürdistan toprağında ve halkının içinde olan ve ulusal egemenlik için direnen kesimlerden oluşmaktadır. Birinci Paylaşım Savaşı’nın öncesinden başlangıcına kadar Şêx Abdulselam Barzani’nin İşçi-Köylü Şura’sının içini dolduracak programının önderliğinde ve savaş süreci içinde Ali Şêr’in önderliğinde Erzincan Şura Hükümeti‘nin kuruluşu ile Kürdlerin Osmanlı devletine karşı çetin bir mücadeleleri olmuştur. Öte yandan emperyalist barış Kürdistan’ı dörde bölerken, 1919’dan itibaren Melik Mahmud Berzencî önderliğinde İngiliz emperyalizmine, Ali Şêr, Ali Şan ve Baytar Nuri önderliğindeki Koçgiri’de Ankara Hükümetine karşı ulusal kurtuluş mücadeleleri verilmiştir.
Kürdistan’daki bu gelişmelere karşın, Mustafa Kemal hareketine destek veren Kürd siyasi eğilimin şahsiyetleri, esasında Kürd ulusal hareketine karşı Osmanlı devletine ya da Ankara Hükümeti’ne taraf olmuşlardır. Ankara hükümetine taraf olan Kürd siyasi eğilimi, kendini öyle tarif etmeseler de esasında ulusal- azınlık siyasi eğilimi temsil etmektedirler. Öte yandan Kürd ulusal-azınlık siyasi eğilimi, Ankara hükümeti ve meclisiyle ilişkileri, öznel bir konumda değil, nesnel konumdadır. Yani siyasi bir organizasyon olarak Ankara siyasi organizasyonuyla ittifak yapan bir müttefik değildirler. Osmanlının bir tebaası olarak Ankara hükümeti ve meclisi içindedirler. I. Paylaşım Savaşı arifesinde ve sürecinde Osmanlı egemenliği altında olan tüm uluslar, ulusal egemenliği için mücadeleye giriştiler. Kürd ulusal-azınlık siyasi eğilimi ise, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı fırsat bilip Osmanlıya karşı Kürdistan’ın bağımsızlığı için harekete geçen Kürd ulusal hareketine destek verme yerine, tam tersine Osmanlıya ve Ankara hükümetine askerlik yaptılar. Daha açık bir ifadeyle Kürd ulusuna ihanet eden işbirlikçi konumundaydılar.
1920’lerden beri Kürd ulusal-azınlık siyasi eğilimi; ulusal-demokratik devrimin amacı doğrultusunda koşulları değiştirme siyaseti değil, nesnel durumun önlerine sunduğu hazır çözümler arasında en gerçekçi (bilimsel) alternatifi seçtikleri iddiasındadırlar. Böylelikle Kürd sorununu tarihsel-kültürel evrim zeminine yani azınlık siyasetine çekmektedirler. Ulusal-azınlık siyaseti; Kürd ulusunun devletleşme siyaseti değil, kültürel-demokratik haklarını talep eden bir siyaset olarak Türkiyelileşme, İranlılaşma, Iraklılaşma ve Suriyelileşme siyasetidir. Ulusal-azınlık siyaseti üzerinde kitleselleşen her siyasi akımın ana hedefi, Kürdlerin temsilcisi sıfatıyla sömürgeci devlet nezdinde kabullenilmesidir.Bu nedenledir ki, ulusal-azınlık siyaseti üzerinde yükselen siyasi akımları, örgüt çıkarlarını esas aldıklarından ötürü ittifak siyaseti; ilkesel değil, taktikseldir. Günümüzde ulusal- azınlık siyasetin önde gelen siyasi akımları YNK ile PKK’dır.
Bağımsızlıkçı siyasetin damarı ise kendisini Doğu KDP ve Güney KDP’de sürdürmektedir. Bununla birlikte bağımsızlıkçı siyaset, Kürd ulusal hareketinin acil ihtiyacı olan ulusal siyaset ile azınlık siyasetin arasındaki ideolojik, siyasal, programsal ve örgütsel ayrım çizgilerini çek(e)mediğinden, Eylül 1960 silahlı başkaldırı süreciyle birlikte bağımsızlık çizgisinden kısmi bağımsızlık çizgisine çekilmiştir. Çünkü ulusal siyasetle ulusal-azınlık siyaseti arasındaki ayrım çizgilerini çek(e)meyen bağımsızlıkçı siyaset, süreç içinde siyasi ufkunu ulus kavramı yerine parça katında kısmi bağımsızlık kavgası ile sınırlamıştır.
Kürd ulusal hareketi, 80 yıl aralıksız mücadeleden sonra 1918–22 döneminin benzeri bir fırsatı ABD- Irak Savaşı’nda ele geçirmiştir. Bu kadar deneyimine karşın genelde Kürd ulusal hareketi ve özgülde Güneyli ulusal güçler, ezen ulus devletlerin içine girdikleri siyasi krizi derinleştireceğine tam tersine siyasi krizden çıkmasına yardımcı olmuşlardır. Gerçi Güneyli ulusal güçler ve özellikle PDK, ABD-Irak savaşı arifesinden 2005 Irak Anayasası’nın kabulüne kadar ulusal siyaset açısından olumlu bir tutum geliştirmişlerdir. ABD’nin bir müttefiki olarak Türk ordusunun Güneye girmesine karşı direndiler ve tüm baskılara karşın Peşmerge birliklerinin korunması hususunda almış oldukları siyasi duruş, Kürd siyasi güçlerinin siyasi başarıları olarak tarihe geçmiştir. Seçimlere ortak listeyle katılmaları, seçimler öncesi Kerkük konusunda direnmeleri ve gerekirse Kerkük’teki seçimleri boykot etmekle tehdit etmeleri ve nihayetinde Kerkük’ten zorla sürülmüş olan Kürdlerin Kerkük’te oy kullanma haklarını elde ederek seçimlere girmeleri seçim öncesi Kürd siyasi güçlerinin siyasi başarılarıdır. Güneyli Kürd siyasi güçlerinin almış oldukları bu siyasi duruş Ortadoğu’nun kirli siyasi ilişkilerine rağmen, Kürdlerin kendi tarihlerinin özneleri olma başarısına işaret etmektedir.
Ancak tüm beyanatlarına karşın, PDK; seçimden sonra, Irak Anayasanın hazırlığı sürecinde, ayrılma hakkına sahip, aynı statüde ve coğrafyasının birliği üzerinde Güney Kürdistan federe devleti konusunda aynı kararlılığı sürdüremedi. Mevcut Irak Anayasası’nda Kürdistan Bölgesel Yönetimi, egemenlik yani yasa yapma yetkisini değil, yönetme yetkisini paylaşmaktadır. Yani ulusal siyasi federasyondan ziyade, ulusal kültürel bir federasyondur. Güneyli siyasi güçlerin aynı statü ve ayrılma hakkı ilkesinden geri adım atmaları, beraberinde demokratikleşme ve küreselleşme gerekçesiyle başta ABD ve Avrupa Birliği olmak üzere sömürgeci devletlerin, Kürdleri, ulusal- azınlık siyasetine doğru itmelerini getirmiştir. Aynı statü ve ayrılma hakkı olan bir siyasi federasyondan geri adım atmasından itibaren Güneyli ulusal güçler, azınlık siyaseti ile ulusal siyasetin yol ayrımında duruyor.
Oysaki paylaşım savaşları, ezilen uluslar için hem yıkımı hem de egemenlik olasılığını ortaya çıkarır. Devrimin nesnel zemini bu süreçlerde oluşur. Ulusal siyaset üzerinde yükselen siyasi özne koşuluna sahip olan ezilen uluslar, bu süreçte kurtuluşunu sağlarlar. İşte içinden geçtiğimiz Üçüncü Paylaşım mücadele sürecinde Kürd ulusal hareketi, ulusal egemenlik ilkesi için ezen ulus devletlerin siyasi krizlerini derinleştirebilme basiretini gösterebilse, emperyalist güçlerin kendi iç çelişkilerinin keskinleşmesinden dolayı, aynı statü ve ayrılma hakkı olan bir siyasi federasyon bir yana, sınırların değişmesini bile kabullenmek zorunda kalacaklardır
Kürd Ulusal Kongresi, çözümü parça katında kültürel ulusal özerklik programı içerisinde aramaktadır.
Ezilen-ulusun siyasi akımları için ulusal kongre, ulusal-demokratik siyasetin ve dolayısıyla devletleşmenin önemli bir aracıdır. Kürd ulusal hareketi de 1920’lerden Kürdistan (Mehabad) Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar ulusal kongre yapma hedefinin takipçisi olmuşlardır. Ancak kongre girişimleri kısmi kalmıştır. Çünkü bu girişimlere hem Kürdistan’ı işgal eden devletler ve hem de emperyalist güçler izin vermemişler ve engellemek için tüm tedbirlere başvurmuşlardır. Kürd ulusal hareketinin siyasi öznelerinin gücü, bu engellemeleri aşmaya yetmemiştir. 1960’larda Mela Mustafa Barzani önderliğindeki Kürd ulusal hareketi döneminde ulusal kongrenin nesnel koşulları oluşmuştu. Ancak bu sefer Kürdistan siyasi özneleri, ulusal siyasetin rehberliğinden mahrum oluşu nedeniyle, kendi aralarında çatışma halinde olduklarından dolayı ulusal kongreyi düzenleyemediler.
Göründüğü kadarıyla, Türk sömürgeci devletinin açık desteğiyle birlikte diğer sömürgeci devletler ve emperyalist güçler, Hewlêr’deki müstakbel Kürd Ulusal Kongresi’ne izin vermektedirler. Egemenlerin değişen bu siyasi tutumunun nedenlerini belirtmek gerekir. Bunun için de kısaca da olsa I. Paylaşım Savaşı’nın akıbetine bakmak gerekir.
I. Paylaşım Savaşı’nın galip cenahı, Balkanlar ve Ortadoğu programını 1917 Ekim Devrimi ve bu devrimin sonucu oluşan Sovyet Rusya nedeniyle istenilen düzeyde gerçekleştiremedi. Sovyet Rusya’ya karşı bir tedbir olarak bugünkü Çek ve Slovakya topraklarında Çekoslovakya, Balkan Yarımadasında da bir Slav devleti olarak Yugoslavya krallığı kurulmuştur.
Ortadoğu’da ise Rusya Sovyet’inin kendisine düşen payını reddedişinden dolayı, Sykes-Picot Antlaşması’nı uygulamaya geçiremediler. Bunun üzerine galip cenahı, bazı değişikliklerle Sevr Antlaşması’nı yaparlar. Ancak Sevr Antlaşması Wilson prensiplerinin yani ABD’nin “açık kapı” siyasetinin etkinliğiyle oluşmuştu. Sevr Anlaşması İngiltere’nin çıkarına değildi. İngiltere, savaş ganimetinin paylaşılmasında ABD ve Fransa ile sorun yaşamaktaydı. Sonuçta savaşın galiplerinin çıkarına uygun bir biçimde Ortadoğu yeniden paylaşıldı. Galip cenah, bu paylaşım sürecinde Osmanlı İmparatorluğu ve İran İmparatorluğu yerine Türkiye ve İran devletlerinin kurulmasına yol verdiler. Kürdistan’ı da zor ve şiddet yöntemiyle dört devlet arasında paylaştırılmıştır. Bu dört devletin ikisi İngiltere ve Fransa olmak üzere emperyalist devletlerdi. Milletler cemiyeti adına yönetilmek üzere Arap halklarının coğrafyasının da birçok manda devletlerine dönüştürmüşlerdir. Bu paylaşım Lozan Antlaşmasıyla tescil edildi.
1918’de öngörülen Doğu Avrupa ve Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesi, ancak SSCB’nin yıkılması ile imkân dâhiline girmiştir. SSCB’nin yıkılmasıyla bir dizi yeni ulus-devlet oluştu. Doğu Avrupa’da ise, Çekoslovakya; Çek ve Slovakya olarak iki devlet biçiminde ayrılmıştır. Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ise iç çatışma ve savaş yoluyla yıkılmış ve aynı topraklar üzerinde; Bosna-Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Sırbistan, Makedonya, Karadağ ve en son olarak da Kosova devletleri kurulmuştur. Bu adı geçen devletlerin AB’ye üyeliğinin tamamlanmasıyla yarım kalan işini bitirmiş olacaklardır.
ABD’nin Irak’a müdahalesi ile yeni bir paylaşım savaşı başladı. Bu paylaşım savaşının 1. ve 2. paylaşım savaşından farkı, toprak ya da siyasi ilhak yani sömürgeleştirme için değil, mali sermayenin çıkarları hedefinde sürüm pazarları, hammadde pazarları ve yatırım alanları üzerinde nüfuz alanlarının genişletilmesi ve bu nüfuz alanları üzerinde de hegemonya kurma rekabetinin paylaşım savaşına dönüşmesidir. Bu paylaşım kavgasının odaklarından biri de Ortadoğu’dur.
Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesi Balkanlar’a göre çok daha sancılı ve kanlı olacağına benziyor. Ortadoğu’daki siyasal güçler iki farklı konumda mevzilenmişlerdir ki, bunlardan bir kesimi Ortadoğu’da emperyalizm tarafından 1920’lerde belirlenen sınırların bekçiliğini yapan ve savunan statükocu devletlerle bu devletlerin yedeğinde olan şoven ve sosyal-şoven siyasi güçlerdir. Bir diğer güç odağı da Kürd ulusal hareketinin de nesnel bir parçasını teşkil ettiği Ortadoğu’nun ezilen ve sömürülen kesimlerin kurtuluş mücadelesidir.
Bu çerçevede Kürdlerin özgürlük ve egemenlik kavgası, Ortadoğu’da sınırları değiştirmeye yönelik bir mücadeledir. Mevcut durumda emperyalist devletler ise, Ortadoğu’da sınırları değiştirmeye yönelik bir siyaset izlemekte değildir. Tam tersine bölgeyi kendi sermayelerinin çıkarları doğrultusunda denetim altına alma siyasetini izlemektedirler; bu ana hedef doğrultusunda sınırların değişmesini de göze alabilecek keskinlikte bir çatışma halindedirler. Kürdlerin kısmi bir bağımsızlık elde etmelerine de kendi iç çelişkilerinin veya Kürdlerin dayatması ile kerhen razı olacak veya boyun eğecek durumdadırlar. Onlar esasolarak başka halkları olduğu gibi, Kürdleri de kendi çıkarları için alet etmeyi hedeflemektedirler. Bu çerçevede emperyalizmin Kürdlere dayattığı siyaset, parça katında kültürel ulusal özerklik programın sınırları içerisinde ulusal- azınlık siyasetidir. İşte emperyalist güçler ve Kürdistan’ı paylaşan sömürgeci devletler, çözümü, parça katında kültürel ulusal özerklik programı içerisinde arama koşulluyla Kürd Ulusal Kongresi’nin yapılmasına izin verilmiştir.
Türkiye’nin bu konuda tutumu açıktır. Çünkü Türkiye’nin alt-emperyalistleşme hedefine varması için, devletin bazı ilkelerini yeniden düzenlemesine ihtiyacı vardır. Bu düzenlemeler de, Türkiye’nin coğrafyası ve devletinin bütünlüğünü savunmak koşulluyla Kürd (Kürdistan değil), komünist ve din kimliğinin tanınmasıdır. Yani Kürd, komünist ve din kimlikli siyasetlerin siyasi görevi; Türkiye’nin coğrafyasının, devletinin bütünlüğü ve Türk ulus kimliği (Türkiyelilik) hedefi doğrultusunda siyaset yapmaları ve kendini düzen sınırları içerinde görmeyen ve düzen sınırları dışına taşan siyasetlere karşı, siyasi ve ideolojik mücadeleyi üstlenmeleri olacaktır. Artık devlet, Kürd ulusunun devletleşmesini hedefleyen siyasi akımlara karşı, ideolojik ve siyasi mücadele vermeyi kendisinden ziyade Kürd ulusal-azınlık siyasi akımlarına ihale etmiş olacaktır. Devlet ise düzen dışı kalmada ısrar eden siyasetlere terör ve ayrımcı hukuk uygulayacaktır. Türkiye bu hedefin doğrultusunda Kürd Ulusal Kongresi’ni teşvik etmektedir. Bu kongrenin öncülüğünü de Güney PDK, YNK ve PKK yapmaktadır. Böylelikle aynı statü ve ayrılma hakkına sahip olmayan bir Kürdistan federasyonunun kabulünden itibaren, ulusal siyaset ile ulusal-azınlık siyasetinin yol ayrımında duran PDK, Kürd Ulusal Kongresi süreciyle birlikte, ulusal-azınlık siyasetinin yoluna sapmış oluyor. Bu kongrenin tertiplenmesinin temel nedeni; kültürel-demokratik haklar programın sınırları içerisinde kalmak koşuluyla, her parçada farklı çözümlerin olunacağının kabul edilmesidir. Böylelikle Kürd Ulusal Kongresi adı altında ulusal-azınlık siyasetini, Kürdistanlılar nezdinde meşrulaştırılmasıdır. Lozan anlaşması da bundan başka bir şey değildir.
Böylelikle Kürd Ulusal Kongresi, Kürdistan’da ulusal siyaset ile ulusal-azınlık siyasetinin ayrışmasının miladı olacaktır. Mevcut koşullarda ulusal ya da devletleşme siyasetin taşıyıcıları, nesnel koşullar bakımından, ulusal-azınlık siyasetin taşıyıcılarına göre kıyaslanamayacak kadar zayıftırlar. Dikkat edilirse kıyaslamayı nesnel koşullar bakımından yaptık. Çünkü Kürd ulusal-azınlık siyasi akımları, Kürd ulusal hareketin öznel öğeleri değiller, sadece egemen güçlerin birer nesnel öğeleridirler. Ancak Kürd ulusunun devletleşmesini hedefleyen siyasi akımları, Kürd ulusal hareketinin siyasi öznelerine dönüşebilirler. Başarısının yolu da; Kürd ulusal hareketinin acil ihtiyacı olan ulusal siyaset ile ulusal-azınlık siyasetin arasındaki ideolojik, siyasal, programsal ve örgütsel ayrım çizgilerinin çekilmesi ve bu ayrım çizgilerini; Kürdistanlılara taşımaktan geçer. Çünkü Kürdistan’da başkaldırılar için, Kürdistani bir siyaset zorunlu değildir. Oysa bağımsız birleşik Kürdistan’ın kurulabilmesi için, Kürdistanlıları ulusal siyasal bilinçle donatacak bir önderliğin varlığı zorunludur. Bu sorun da ancak Kürdistanlı ulusalcıların, devrimcilerin, komünistlerin; bağımsız birleşik Kürdistan’ı hedefleyen siyasi bir program etrafında bağımsız örgütlenmelerinin siyasi koşulu ile çözülür.
AMED/24.08.2013
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazın.