Türkiye ile hemkader olarak dörtyüz seneden beri Osmanlı kanunlarına tabi bulunan Kürdistan ve Kürdler, bu kanuni sahada ne dereceye kadar terfi edildiklerini bahis mevzuu edecek değiliz.
Çünkü şimdiki zaman ve istikbalin ıslah ve imarı için her zaman geçmişin hatalarının tekrar edilmesi taraftarı olamayız. Yalnız birkaç kelime ile ihtar edelim ki Kürdler; gerek Meşrutiyet’ten önce ve gerekse Meşrutiyet sonrası dönemde gayri İslami unsurlar, hatta diğer İslami unsurları bile terfiye ve saadeti için sarfolunan yardımlardan pek az istifade etmişler ve belki de bu yardımdan faydalanmamışlardır.
Faraza, Meşrutiyet sonrasında Arabistan vilayetlerine yerel dil, ahlak ve geleneklere olan vukuf itibariyle, Arap memurların tayini gibi pek isabetli bir karar alınmış ve son devir baskıya kadar kısmen de tatbik olunmuştur.
Hâlbuki Kürdistan vilayetleri hakkında değil böyle bir teşebbüs hatta bir tasavvur bile vuku bulmamıştır. Her nedense Kürd daima ihmal edilmiştir.
Kürd milletini yaralayan bu durumun devam ermesi, teessüfümüzün bakışına çarpmaktan hali kalmıyor.
Savaş felaketiyle duçar olan unsurlara, hükümetin imkan dairesinde yardım ettiğini şükran ve memnuniyetle görüyoruz.
Acaba bu yardımın bir kısmını Kürdlere verilmek üzere ayırmak, müşkül bir iş midir? Bize sorsanız hayır! Hayır!
Esas maksadımız olan Kürdistan’a Kürd memurların tayini noktasına dönelim.
Osmanlı İmparatorluğu’nu teşkil eden İslam unsurları arasında öyle zannediyorum ki resmi dil olan Türkçeyi en az bilen unsur, hemen hemen Kürdlerdir.
Bu hususta uzun uzadıya sebepleri araştırmaya lüzum yoktur. Bu sebepler ve belki de sebep pek aşikârdır! Mektepsizliktir…
Her hususta ihmal edilen Kürd, önemli noktayı oluşturan eğitimde de ihmal olmuş ve sonuç olarak Kürd himayesinde bulunduğu hükümetin resmi dilini bile öğrenmekten mahrum kalmıştır.
Bu mahrumiyet ve geçen günkü bir makalemizde izah ettiğimiz vecihle, memurların Kürdün kalbine bırakmış oldukları müthiş korku, Kürdün bu hususta sair vasıflardan da mahrum kalmasının sonucunu doğurmuştur.
Sözgelişi teşebbüsler ve resmi maslahatlarını takip etmek zorunluluğunda bulunan Kürd, hiçbir zaman köyünden kasabaya gitmemiştir, gidememiştir.
Bu hususta kısmen okuryazar ve resmi dile vakıf bulunan imamlar ve muhtarların aracılığıyla müracaat olunmuştur. Bu aracılık keyfiyeti, Kürdün Türk dilini konuşmasını kısmen olsun öğrenmesine ve memurların hükümetle temasını sağlamak için yapılan teşebbüslerin gelişmeyen kişilerde hayata karşı husule getirdiği uyanıklığı, temine mâni olmuştur.
Velhasıl o, köy ve aşiretinin basit ve ilkel şartları, hayatiyesi dahilinde maddi ve manevi muhite karşı bakir olarak yaşamamış hayat için layıkıyla yıpratılmıştır.
Hâlbuki Kürdistan vilayetlerine eskiden beri Kürd memurların tayini cihetine gidilseydi, acaba neticesi pek farklı olamaz mıydı?
Biz buna tereddütsüz evet diyeceğiz.
Çünkü Kürd memur, dilini bildiği bu milletin derdini daha iyi anlar, devasını daha iyi verirdi. Sonra Kürd, evvelce ve şimdi olduğu gibi memurlara karşı böyle bir garipsemeyle mütehassıs olmazdı. Hatta ondan zulüm ve haksızlık gördüğü zamanlarda dilini bildiği bu adama karşı, hakkını daha iyi ve daha büyük bir şekilde müdafaa eder, adaletin çiğnenmesine mâni olurdu. Çünkü kendisini anlaması itibariyle o memur, onun olmuş olurdu. Bir batılı hekim diyor ki: “Beni anlayan benim olur.”
Geçmişin pek elim ve pek acı derslerinden uyanık olmak zamanıdır. Dolayısıyla öyle ümit ederiz ki artık eski ve paslı zihniyetler terk edilerek incelenmekte bulunan nispi temsil kanunu, bu ihtiyacı kolaylaştıracak şartlara haiz olur.
Bununla birlikte bu yolsuzluğa son vermek için adı geçen kanunun yayınlanmasını beklemek gibi yeni bir gevşeklik dönemine müsaade etmek doğru değildir.
Bilhassa geçirmekte olduğumuz bu buhranlı devirde, imparatorluğu teşkil eden unsurların mevcut ve hatta oluşturulacak vasıtalar ile yükselme sorunu en kesin bir gereklilik olarak tecelli etmektedir.
Hükümetten himmet ve faaliyet bekliyoruz.
[1] Celadet Bedirhan, Kürdler ve Kürdistan: Kürdistana Kürd memurlar, Serbestî, no: 482, 1 Mayıs 1919
Kaynak: Seîd VEROJ, Du Birayên Bedirxanî: Celadet û Kamuran Bedirxan (Ji aliyê xebata sîyasî û çapemenîyê ve) 1913 -1923, Weşanên Dara, Dîyarbekir, 2018
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazın.