Kimseye tarih dersi vermeye niyetim yok.

Fakat bazı şeyler ısrarla hatırlatılmayı gerektiriyor.

Maaelesf Kürd siyasetinde bir hafıza sorunu var.

‘Tarihten ders almak’tan herkes dem vurur. Ama ben ders alındığını hiç görmedim.

Kuzeydeki Kürd siyasetinde yer alanların, tarihten ders alınması gereken konularda analiz yapma, ya da olayları, yaşananları etüt etme yeteneği yoktur.

Bir yandan analiz yapma yeteneksizliği, bir yandan da kendisi dışındakilerin emeğine saygı duyma ve sahiplenme yoksunluğu. Diğer yanda da sekterlik ve kıskançlık. Bunlar benim tesbit edebildiğim eksikliklerdir.

***

1930’da Şeyh Said efendinin oğlu Şeyh Selahaddin Efendi Iraq’tan geldikten bir süre sonra tutuklandı, idamla yargılandı ve yanılmıyorsam 10 yılı aşkın bir süre hapis yaptı.

İddia, Şeyh Selahaddin Efendinin ‘Kürt İstiklal Partisi’ kurduğu şeklindeydi.

***

1959 yılında Kerkük’te Kürtler ve Türkmenler arasında olaylar çıktı ve Türkmenlerden ölenler oldu. Bunun üzerine CHP Niğde milletvekili Asım Eren, dönemin başbakanına verdiği soru önergesinde, “Kürtlerin Türkmenlere baskı ve zülum uyguladıklarını öldürdüklerini söyleyerek Türkiye”de yaşayan Kürtlere mukabele-i bil misil (yaptıkları kadar karşılık) düşünüp düşünmediğini” sordu.

Bunun üzerine 102 (bazı bilgilere göre bu sayı 77’dir) Kürt öğrenci bu soru önergesine protesto telgrafı çektiler. Bu protesto telgrafı Akşam gazetesinde  ”İstanbul üniversitesinde okuyan 102 Kürt öğrenci Asım Eren’i protesto etti” olarak duyurulmuştu.

***

Yıllar sonra Avni Özgürel konuyla ilgili (03/01/2010, Radikal) şunları yazacaktı:

“Kürt sorununda kavşak: 49’lar davası

27 Mayısçıların Kürt meselesini çözeceğini sandıkları bir formül vardı: Kimi aşiretleri Batı’ya göç ettirmek! İhtilal sonrası ’49’lar davasını önlerinde buldular. Dava, Irak’ta bazı Türkmenlerin ölümüne yol açan gelişmelere misilleme olarak tutuklanmış Kürt öğrenci ve aydınları hedef alıyordu…

49’lar soruşturmasını davet eden siyasi baskının gerisinde dönemin CHP milletveli Asım Eren’in DP hükümetine yönelttiği eleştiriler vardı.

Dersim olaylarının doğuda kimsede başını kaldırıp söz söyleyecek cesaret bırakmadığı sır değil. 1938’den sonra 20 yıl Kürt kelimesini kimse ağzına almadı… Ta ki, Mart 1959’a kadar. Sevaf adında Arap ırkçısı bir general Kürtlere otonomi hakkı veren Irak lideri Abdülkerim Kasım’a karşı ayaklandığında hükümet kuvvetleriyle birlikte hareket eden Molla Mustafa Barzani’ye bağlı güçler bir gurup Türkmeni öldürmüşlerdi. Haberinin Ankara’da duyulması ve emekli bir general olan CHP milletvekili Asım Eren’in hükümete ‘Aynıyla mukabelede bulunmayacak mısınız’ diye sormasıyla siyasetin zaten gergin olan dahası daha da gerildi. Eren’i protesto için bildiri yayımlayan Kürt öğrenciler hazırladıkları metnin altına ‘Türkiye Kürtleri’ imzasını koyunca fitil ateşlenmiş oldu. Şayet Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ‘6-7 Eylül olayları dolayısıyla dış dünyada hayli eleştiriye muhatap olduk, itibar kaybettik, onun üzerine yeni bir şeyler eklemeyelim’ demese belki de ilerde hayli sıkıntı verecek olayların yaşanması mümkündü..

Süne zararlısı derken

Başbakan Adnan Menderes Kürt milletvekilleri tarafından az-çok yatıştırılmışken Musa Anter’in kımıl/süne zararlısını metafor olarak kullanıp onun üzerinden siyasete yönelttiği Kürtçe eleştiri ipleri koparttı. Basında yer alan ‘Doğu’daki bu küçük gazeteye kim kâğıt veriyor’ yorumlarının ardından hükümet bir yandan istihbarat birimlerinin 2000-3000 Kürt’ün Batı’ya göç ettirilmesi önerisini değerlendirirken diğer yandan hakkında dava açılan Musa Anter’e destek verdikleri tesbit edilen 50 Kürt genç ve aydını gözaltına alındı…”

***

Bu telgraf protestosundan sonra Menderes iktidari Kürdlere yönelik kitlesel tutuklamalar yapma kararı aldı. Bunun sonrasında ise 1959 (17 Aralık)yılında Menderes iktidarı tarafından tutuklanan 50 Kürd hakkında (49’lar olarak bilinen tevkifat) açılan davada da İçişleri Bakanı Bekata ‘Barzani’ye bağlı Kürd İstiklal Partisi kurulduğu’ iddiasındaydı. (49 lar davasında yargılanan kişiler arasında 7 Rütbeli asker, 16 Hukukçu, 8 Tıpçı, 2 Fabrikatör, 3 Tüccar ve 2 gazetecinin aralarında bulunduğu 50 kişi şunlardı;

Binbaşı Şevket Turan,Dr. Naci Kutlay(TİP içindeki etkin Kürtlerden olup Diyarbakır DDKO’nun kuruluşuna öncülük edenlerden),Ali Karahan(Hakkari’den bağımsız olarak milletvekili seçildi),Koço Elbistan,YavuzÇamlıbel,Mehmet Ali Dinler (TKDP sekreterliği yaptı),Yusuf Kaçar,Nurettin Yılmaz (ANAP’ta milletvekilliği yaptı),Ziya Şerefhanoğlu(Bitlis’ten bağımsız senatör olarak seçildi. Said Elçi ile birlikte 1960’lardaki Kürd aydınlanmasına öncülük etti, 1963’te de tutuklandı. Kıbrıs’ta şüpheli bir şekilde öldü.),Medet Serhat(12 Aralık 1994’te İstanbul’da faili meçhul cinayete kurban gitti,Hasan Akkuş,Örfi Akkoyunlu,Selim Kılıçoığlu,Sahabettin Septioğlu,Said Elçi (Temmuz 1965’te Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ni Diyarbekir’de Gazi Köşkü’nde kurdu. 40 gün sonra başkanlığı merhum Av.Faik Bucak’a devretti. Doğu mitinglerinde hatiplik yaptı. 1968 yılında 13 ay Antalya cezaevinde kaldı ve sözlü siyasi savunma yaptı. 12 Mart darbesinden sonra aranır duruma düştü.1 haziran 1971’de Güney Kürdistan’da öldürüldü),Sait Kırmızıtoprak. ( Dr. Şıvan olarak bilinir. Yazılarında Feridun takma ismini de kullanırdı.Yön,Dicle-Fırat dergilerinde yazıları yayınlandı.4 Ekim 1969’da Reşo Zilan,Nazmi Balkaş,Hikmet Buluttekin ile birlikte TKDP adına Güney Kürdistan’a gitti.28-29 Haziran 1970’de Ankara’da Türkiye’de KDP’yi kurdu..Dil çalışmaları  da yaptı.),Yaşar Kaya (1993’te kurulan DEP başkanı oldu. 1963’te de tutuklandı.Uzun bir süre Avrupa’da yaşadı ve vefatından bir süre önce Türkiye’ye döndü), Dr.Faik Savaş  (Hişyar )takma ismiyle de tanınır. Dr.Şıvan ile anlaşamadıktan sonra Avrupa’ya çıktı ve bir süre önce Güney Kürdistan’da vefat etti),Haydar Aksu,Ziya Acar,Fadıl Budak,Halil Demirel,Ferit Bilen,Esat Cemiloğlu,Mustafa Nuri Direkçigil,Fevzi Avşar,Necati Siyahkan(Ünlü Nataşa şiirinin şairi),Hasan Ulus,Nazmi Balkaş(Soro lakabıyla tanınır. Dr.Şıvan’dan sonra ikinci kişi olarak bilinir.1977 ve 1987 yılında Lice belediye başkanlığı yaptı.),Hüseyin Oğuz Üçok,Mehmet Nazım Çiğdem,Fevzi Kartal,Mehmet Aydemir,Abdurrahman Efem Dolak,Musa Anter(Kürdler arasında Ape Musa olarak bilinir. 20 Eylül 1992’de JİTEM tarafından Diyarbekir’de katledildi.),Canip Yıldırım,Emin Kotan,Ökkeş Karadağ,Muhsin Şavata,Turgut Akın,Sıtkı Elbistan,Şerafettin Elçi(TKDP’nin ilk beş kurucusundan birisidir.12 Mart döneminde KDP davasında yargılandı ve sekiz ay hapis yattı.AP’den milletvekili seçildikten sonra, mebus Pazarı diye bilinen meşhur olayda Ecevit’in azınlık hükümetinde yer aldı ve Bayındırlık Bakanlığı yaptı. Bu sırada ‘Türkiye’de Kürtler vardır ve ben de Kürdüm’ dedi. Bu nedenle de 12 Eylül darbesinde tutuklandı.1991 yılında kurulan Kürt-Kav’ın ilk başkanıdır. 1996 yılında DKP kurucuları arasında yer aldı ve başkanlığını yaptı. DKP kapatıldıktan sonra Katılımcı Demokrasi Partisi’ni kurdu.Hayatının son döneminde PKK  ve kontenjanından milletvekili seçildi, ölümünden sonra ismi Şırnak havaalnına verildi),Mustafa Ramanlı,Mehmet Özer,Feyzullah Demirtaş,Cezmi Balkaş,Halis Yokuş,İsmet Balkas,Sait Bingöl,M.Emin Batu (Göz altında yaşamını kaybetti. Emin Batu ‘hücresinin duvarlarına şu sloganı yazmış:tutsaklık bağında bir gül olmaktansa, özgürlük bahçesinde bir diken olmak daha iyidir’ (Yılmaz Çamlıbel, Kervan yürüyor).

Yılmaz Çamlıbel ise ‘49’lar davası’ olarak bilinen davada ’54 kişinin tutuklandığını’ yazıyor (Kervan yürüyor,Deng yayınları, 2001, s.181-182)

Dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik’ti. Yön gazetesi bu tutuklama ile yazılan bir raporun içeriğini 23 Ekim 1964 tarihli sayısında açıklayınca yargılandı(Dr.Naci Kutlay, 49’lar Dosyası,s231-232,Fırat yay.Kasım 1994).

Emniyet baş müfettişliği tarafından hazırlanan raporda şunlar yazıyordu:

‘Bu tutuklamalar ABD’den gerekli yardımları almakn elde edilmesi için ‘argüman’ olarak kullanılmalıdır,

‘Türkiye genelinde ve Batı Anadolu’da yaşayan vatandaşlara bu tutuklamalar bölücü, Kürtçü kimselerin ele geçirilişi olarak tanıtılmalıdır,

‘Doğu Anadolu’lu yurttaşların ve tutuklu ailelerinin tutuklananlara sempati duymamaları için ‘Kürtçü’ değil de, ‘Komünist’ oldukları şeklinde yansıtılması yararlı olacaktır.(Naci Kutlay, age).

***

İngiltere’nin Ankara Büyükeleçiliğinin 14 Ocak 1961 tarihli mektubuna göre Ağrı-Tutak’tan Kazım Yıldırım ‘Barzani ile Halis Öztürk arasında ilişki olduğunu’ açıklamıştır. İngiliz Büyüeklçiliği, ‘Akış gazetesinde’ bir süre önce yapılan yayınlarda, DP Ağrı milletvekili Halis Öztürk ile Barzani arasında bir ilişki olduğu Kazım Yıldırım tarafından Türk emniyetine açıklanmıştır. İddialara göre Kazım Yıldırım Barzani ile Halis Öztürk arasında kuryelik yapmaktadır ve tutuklandıktan sonra bu ‘ilişkiyi’ itiraf etmiştir.

Buradan da anlaşılacağı üzere Türk istihbaratı Kürdlerle Barzani arasında organik bir ilişki yaratmak veya ‘böyle bir ilişkinin olduğunu ispatlamak için’ büyük bir mesai harcamıştır.
bundan amaçlanan Kürdlere yönelik militer politikalara zemin hazırlamak, Barzani harekatı üzerinde bir baskı oluşturmak, gerekirse ‘manipülasyonlarla’ Barzani liderliğindeki Kürdlere karşı askeri harekat yapabilme gerekçesine ve yeteneğine kavuşmaktır.

***

27 Mayıs askeri darbesinden dört gün sonra Kürdistan’dan toplanan 485 kişi Sivas Kabakyazı’da 5. Er Eğitim Tugayı’nda askeri garnizondaki kampta dokuz ay süren bir sürgüne tabi tutuldular. Bunlardan seçilen 55 Kürd ileri geleni daha sonra sürgüne gönderildiler.

Bu kampta toplanma ve sonrasındaki sürgünlerin ‘gerekçesi’ de yine Barzani önderliğindeki Kürdlerin hak arama mücadelesinin önünün kesilmesiydi.

‘485 kişinin gözaltına alındığı operasyon muhtemel bir Kürt muhalefetini baştan sindirmeyi amaçlıyordu. MBK, Irak ve İran’da yükselen Kürt Ulusal Hareketi’nin Türkiye’deki etkilerini kırmak istiyordu. Çünkü aynı dönemde özellikle Irak’ta Molla Mustafa Barzani önderliğinde yürütülen ulusal mücadele Türkiye’yi de etkilemekte, sınır bölgelerinde Hakkâri, Van, Siirt, Mardin, Diyarbakır gibi yerlerde Barzani’ye fiili destek verilmekteydi. MBK’nın bir yetkilisi o dönem yaptığı açıklamada “Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir” diyordu. (27 Mayıs’ın öteki yüzü, Sivas Kampı, Nevzat Çiçek)

Sivas kampından sonra sürgüne gönderilenlerden bazıları şu şahsiyetlerdi:Hasan Hüseyin Doğan, Sedat  Hakkı Bucak, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kurucu başkanı Faik Bucak , İsmail Hakkı Bucak, Hacı Ali Bucak,Mehmet Celal Bucak,Mithat Bucak,Hasan Abik Buxak,Ali Abik Bucak,Bekir Bucak,İbrahim Abikoğlu,Hacı Topo Aktoprak,Zeki Bayar,Reşit Çeçen,Mehmet Dal,Abdülkadir ekinci,Ebubekir Ertaş,Mahmut Ertaş,Abdülrezak Ensarioğlu,Sait Ensarioğlu,Şeyh Gıyasettin Fırat,Şeyh Ahmet Fırat,Mehmet Fua Fırat,Faruk Fuat Fırat,Mehmetemin Fırat,Halil Fırat,Ömer Fırat,Gıyasettin Fırat,Hüseyin İleri,Zeynel Abidin İnan,Mustafa Işık,ve   Şeyh Said’in efendinin oğulları Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Selahaddin ile Şeyh Ahmed , Ağrı Tutak’dan Kazım Yıldırım,Süleyman Yıldırım,Zeynel Turanlı,Abdülbaki Karakuş,Feyzullah Keskin,Mecit Yalçın,Ferzende,Köroğlu ve Abdullah Öztürk, Van’dan Kinyas Kartal,Bala Kartal,Hamit Kartal, Abdulbaki Kartal, Şeyh Mehmed Emin Karadeniz,,Elazığ’dan Kutbettin Septioğlu,Şamil Peker,, Erzurum’dan Nurcu Mehmet Kırkıncı, Diyarbakır’dan Nurcu Mehmet Kayalar, Bayburt’tan Demokrat Parti Yöneticisi olan Baki Tuğ’un babası Necati Tuğ, Mardin’den  Bahattin Erdem ve avukat M.Necati Kerimoğlu, Malatya’dan Sait Çekmegil, Van CHP Milletvekili Tevfik Doğuışıker,Diyarbakır’dan Bozo Kemal lakaplı Kemal Yıldırım, Cemil Küfrevi,  Sait Ramanlı,  Rıfat Ökten, Turhan Bilgin.

Kürdlerin sürgünü Cumhuriyet gazetesinde huşu içinde savunuluyordu. Şeyh Said efendinin torunlarından Abdülilah Fırat da (o tarihte 14 yaşındaydı) Cumhuriyet gazetesinin politikasına dikkat çekiyor:

‘Sivas Kampı’na gönderilen Şeyh Said’in torunu Abdülilah Fırat kampa gönderilme gerekçesi olarak; Şeyh Said’in torunu olmayı ve Cumhuriyet gazetesinin yaptığı yayınların etkili olduğunu ifade ediyor “27 Mayıs’ın öteki Yüzü: Sivas Kampı” kitabında:

“Cumhuriyet gazetesinin 31 Mayıs 1960 yılında yapılanları alkışladığını görmekteyiz. Cumhuriyet gazetesi şöyle yazıyordu: “Milli Birlik Komitesi’nin neşredeceği vesikalar, bir Kürdistan tesisi için DP Grubu içinde çalışanlar varmış. Sabık iktidarın Rus yapısı bir ciple vatan haini Şeyh Sait’in oğlunun Doğu’daki köylerde dolaşmasına göz yumulduğu tespit olunmuştur. Geliştirilmesine çalışılan gayenin yeni bir Kürdistan olduğu, bu konuda birkaç DP milletvekilinin çalışanlara müzair olduğu vesikalarda meydana çıkmıştır. Milli Birlik Komitesi ve hükümet bu yola sapanların faaliyetlerine son vermiş, memleketi parçalayıcı unsurların tamamen izalesi yolunda zecri tedbirler alma yoluna gitmiştir. Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir” diyordu.(Nevzat Çiçek,age.)

***

Bundan  bir sonraki, ‘23’ler tevkifat’ı olarak bilinen operasyonda da benzeri iddialar vardı.

Merhum Said Elçi  hem 49’lar davasında, hem de 23’ler davasında tutuklanmıştı .Diğer tutuklular ise şunlardı:Nejat Remzi, Cemal Alemdar,Yaşar Kaya,Edip Karahan,Ziya Şerefhanoğlu, Medet Serhat, Doğan Kılıç,Musa Anter,Enver Aytekin, Ali Anagür,İbrahim Mamhıdır,Talat Şerif Muhtar,Fethullah Kakioğlu,Ergun Koyuncu,Hasan Buluş (MİT haberalma elemanı),Mehmet Bilgin,Kemal Bingöllü, Firuz Felahat Hayrat,Fuat Derwiş,Seydi İexhesenanlı, Gazi Dızey, Abdülsettar Hamawandi).

Buna dikkat çekmek isterim.

Gazeteler, Kürdlerin silahlandığını, ‘Bağımsız Kürdistan’ kurmak için ‘çalıştıklarını’ iddialarıyla doluydu.

Kürdleri ısrarla silahlandırmak, silahlı göstermek çabası vardı. 29 Haziran 1963 tarihli Hürriyet gazetesi ‘Oniki Kürtçü tevkif edildi. İçişleri bakanı,Mecliste açıklanan ve kökü dışarıda olduğu bildirilen gizli teşkilata ait bazı mühim vesikaları dün verdi’ haberini, ‘Yakalanan Kürtçüler’ diye duyuruyordu.

29 Haziran 1963 tarihli Cumhuriyet gazetesi ise şöyle duyuruyordu:

“Bölücü ve yıkıcı faaliyetin gerisinde komünist kürtçü teşekküllerin bulunduğu anlaşıldı. Topraklarımızda bir Kürt devleti kurmak isteyen 13 kişi yakalandı. Gizli bir Kürt teşkilatı kurmak üzere yurdumuza giren Kürt lideri Abdülsettar da ele geçirildi.”

İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata mecliste yaptığı konuşmada yine Barzani’yi hedef gösteriyordu:

“Molla Mustafa Barzani, hususi surette Rusya’da yetiştirilmiş, kendisine mareşal rütbesi dahi verilerek, Kürtleri birleştirmek üzere Irak’a gönderilmiş bir şahıstır.“(Bir Kürt devrimcisi, Edip Karahan’ın anısına, Komal, 1977. S.97)

1959’daki tutuklamada olduğu gibi bu tutuklamada da hedef Barzani hareketiydi. ‘Kökü dışarıda bir örgütlenme’ iddiası vardı.

***

Nerede Kürdler varsa Türk istihbaratı da ordaydı. Türk istihbaratı mesela Hoybun’u çok yakından izliyordu.

Kürd aydını Mevlanzade Rifat 1930’da Halep’te refik Halit Karay ile birlikte olduğu anda geöirdiği kalp krizinden ölüyor, ölümü Türk gazetelerinde büyük bir müjde olarak veriliyordu. Ünlü Bozan ağa’dan tutalım da, Bedirhan kardeşlere kadar istihbarat bütün Kürdleri izliyor, hareketlerini günü gününe Fransa’nın Şam elçiliğine, istihbaratına bildiriyordu. Bedirxan kardeşlerin Kemalizme biat etmeleri, Mustafa Kemal Paşa’dan af dilemeleri için ikna edilmesine çalışılıyordu. Bu nedenledir ki Celadet Bedirxan, Mustafa Kemal’e hitaben bir mektup yazıp, bu ‘af’ düzmecesini red ediyordu.

Sadece Kürdler ve Ermeniler değil, aynı şekilde Çerkez Ethem’in  Ürdün’deki hareketleri de izleniyordu.

Şeyh Said efendinin küçük kardeşi Şeyh Abdurahim efendi, 1937 Temmuzunda Dersim’e gitmek için sınıra vuruken yanlarında Yüzbaşı Ziya da vardı. Ziya 1925’te güya hapisten firar etmiş ve Suriye’de Kürtlere katılmış, toplantılarında bulunmuştu.

Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları Bismil’e vardıklarında Ziya hemencecik ilk fırsatta Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarını ihbar edip öldürttü.

Melle Mustafa Barzani Rusya’daki sürgünden döndükten sonra Kürdler üzerindeki gözetleme daha da arttı. Her fırsatta Kuzeydeki Kürdler Barzani ile ilişkilendiriliyor ve ‘silahlı’ olarak lanse ediliyordu.

Kürdler üstünde bitirilmemiş planlar için sürekli gerekçeler uydurulup, zemin yaratılmaya çalışılıyordu. Ecevit daha CHP genel sekreteri olduğu dönemde bile görüştüğü amerikalı ‘odacılara’ bile ‘Iraq’taki Kürt tehlikesi’nden sözeediyor, dikkati ‘Barzani tehdidi’ne çekiyordu.

1959’daki Kürd tutuklamalarından sonra, 1960’da gerçekleşen askeri darbeden sonra da Kürd ileri gelenleri kamplara toplanmıştı.

Yani 1959’dan şu ana dek Barzani’nin tasfiye edilmesi durmadan uygulanan bir operasyonlar silsilesi var.Bu operasyonlar şu anda PKK,YNK üzerinden devam etmektedir.

***

12 Mart 1971’de yapılan askeri darbeden sonra da yapılan ilk işlerden biri DDKO’ların kapatılması olmuştu.

DDKO’lar ilk legal ulusal demokratik bir dernekti. Merhum Said Elçi’nin kurduğu TKDP ve istihbaratların ortak bir operasyonuyla kurulan PKK dışındaki tüm Kürd çevrelerinin içinden geldiği bir oluşumdu.

Kürdleri terörize etmek için Türk istihbaratı sadece Kürdler üzerinden çalışmıyordu.

1970,1971,1972 yılındaki gazeteler incelendiğinde bunun örnekleri görülecektir.

Dersimli Hüseyin Cevahir Diyarbekir’den raporlar yazıyordu.

Kürdlerin Dev-Genç’lileştirilmesi için hummalı bir faaliyet sözkonusuydu.

Zeruk Vakıfahmetoğlu, Avni Gökoğlu, Ömer Ayna gibi Kürd gençleri üzerinden İstanbul DDKO çevresinde Dev-Kürd kurma gibi yeltenişler vardı.

Hatırlanacağı üzere o dönem Türk solcuları ‘Kır gerillası’ adı altında Dersim, Malatya’da boy gösteriyordu.

Bütün çabalara rağmen merhum Ömer Ayna ve Avni Gökoğlu üzerinden İstanbul DDKO’dan bir ‘Kürd Dev-Genç’i’ yaratılamamıştı.

Ama Sinan Cemgil, İbrahim Kaypakkaya gibi Türk komünistleri Kürdistan’da yerleşmeye çalışıyordu.

Avrupa’daki 1968 aydınlanması Türkiye’de sokak terörü, İsrail, İngiliz, Amerikan diplomatik misyonunu hedef alan, banka soygunları, insan kaçırmalar gibi bir sokak terörü şeklinde tezahür ediyordu. Devletin yumruğunun Kürdlerin başına inmesi için de Kürd coğrafyası ‘Kır gerillası’ için adeta pilot bölge seçilmişti.

***

12 Mart 1970’de Sovyetlerin de yardımıyla Barzani liderliğindeki Kürdler ve Iraq merkezi yönetimi arasında Otonomi Anlaşması imzalandı.

Bu gelişme Ankara, Tahran,Şam gibi başkentlerde büyük rahatsızlıklara yol açtı.

12 Mart 1971 darbesinden sonra Nisan ayında ‘Kürdistan İstiklal Partisi’ tekrar Milliyet ve Hürriyet gibi gazetelerin manşetlerine taşındı.

20 Nisan 1971 tarihli Milliyet gazetesi manşetten Adalet Bakanı İsmail Arar’ın açıklamalarına yer veriyordu ce sıkıyönetim ilan edilmesi gerekçeler şöyle özetleniyordu:

‘Aşırı sol kır gerillası için talimat aldı’

‘Aşırı sağın katliam hazırladığı sabit oldu’

‘Gizli Kürt İstiklal Partisi kuruldu’

Milliyet gazetesinin in sayfasındaki haberler şöyleydi:

‘Sıkıyönetim Mecliste oylandı’,’İstanbul’da 6 dernek, 2 gazete kapatıldı. 83 kişi gözaltına alındı’, ‘Diyarbakır’da 60 köy didik arandı, silah bulundu’, ‘Yasak yayınları satanlara ceza var’, ‘aşırı faaliyet yapan dernekler kapatıldı’,’sabıkalılar Ankara dışına çıkartılacak’.

***

Haber şöyle devam ediyordu:

“CHP ortak grubu dün sabah yaptığı toplantıda Adalet Bakanı İsmail Arar’ın sıkıyönetim gerekçelerini ilan eden bir konşmasından sonra sıkıyönetimi desteklemek üzere bağlayıcı karar almıştır. Adalet bakanı İsmail Arar yaptığı konuşmada, ‘sıkıyönetim 15 günde de biter, daha da uzayabilir. Sıkıyönetimin 11 ilde ilan edilmiş olması belki de azdır’ demiştir.

‘Adalet Bakanı İsmail Arar yaptığı konuşmada ve kendisine yöneltilen sorular karşısında özetle şunları söylemiştir. Bir Kürtçülük meselesi mevcuttur Doğuda tüm köylerde modern silahların depo edildiği tesbit edilmiştir. Bunlardan bir kısmı ortaya çıkarılmıştır. Aşırı solun şehir gerillasından kır gerillasına geçmek için talimat aldığı tesbit edilmiştir. Bunların yakında harekete geçecekleri yolunda emareler belirmiştir. Aşırı sağ ve hilafetçilikle ilgili cereyanlar almış yürümüştür. İşçi kesimi bizi başından beri destekliyor, amma aralarına sızan kötü niyetli kişilerin  olay çıkarabilmesi ihitmalini dikkate alarak sanayi bölgelerinde de sıkıyönetim ilan ettik. Ayşe adındaki yüksek fırının patlamasında sabotaj ihtimali mevcuttur. Mühendisler bu olay hakkında teknik bir takım izahatlardan sonra içeri girilerek arama yapılmıştır. Subay ve erler o sırada binada bulunup üç öğrenciyi yakalayarak sıkıyönetim komutanlığı karargahında nezaret altına alınmıştır.”

İsmail Arar devamla ‘Kürtçülük akımından sözetmiş, Barzani’nin Türkiye’ye elini atmak niyetinde olduğunu öne sürmüş, ‘Bu Kürtçülerin bir Kürt İstiklal Partisi kurduklarını ve bu partinin mührünün ele geçtiğini, özel bayrakları bulunduğunu ifade etmiştir. Arar, Aşırı sol çevrelerin Türkiye halkları sözü ile Kürtçülük hareketlerini tahrik etmekte olduğunu ifade etmiş, Doğu bölgesinde 20’ye yakın köyde Öekoslavakya malı, modern ve yağlanmış olarak hazır durumda ambalajlı silahlar yakalandığını açıklamıştır.’

Radyolarda arananların isimleri okunmaktadır. Gazetelerde arananların resimleri yayınlanmaktadır. Arananlar listesinde ismi ve resmi yayınlanan bazı kişiler şunlardır:

‘Eyüp Alacabey, Garbis Altınoğlu, Ertuğrul Kürkçü, Ziya Yılmaz, Zeki Tekeş, havacı İlyas Aydın (*MİT görevlisi-arandığı iddia ediliyor!), İbrahim Kaypakkaya, Ahmet Zeki Okçuoğlu,Necmettin Büyükkaya, Hikmet Bozçalı, Agah Uyanık, Ercan Enç, Cengiz Çandar, Mehmetali Aslan (TİP eski başkanlarından), Avni Gökoğlu (Zeruk Vakıfahmetoğlu ve Ömer Ayna ile İstanbul THKO içinde yer alır, Dr.Rahmi

Duman’ın oğlu Hakan Duman’ın akçırılıp fidye alınması eylemine katılır. 1972’de Suriye sınırında jandarma ile girdiği çatışmada öldürülür. Suruç’ludur ve Barazi aşiretindendir.),Ömer Ayna Diyarbekir’in Piran ilçesindendir. 31 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ile birlikte öldürülenler arasındadır), Ahmet Aras (O da bir dönem Dr.Şıvan’ın Güney Kürdistan’daki kampına gidip,anlaşamayıp dönenlerdendir), Niyazi Dönmez, Abdülkerim Ceyhan (merhum Mela Abdükerim Ceyhan, Dr. Şıvan’ın partisinde MK üyeliği yapmıştır ve Zendo adıyla bilinmektedir),Mahmut Okutucu,Muhterem Biçiml (Silvanlıdır, Silvan DDKO kuruluşunda yer almış,milliyetçi bir Kürttür. Dr. Şıvan’ın yanında bulunmuştur.Çiya kod adıyla tanınmaktadır. 1977’de şüpheli gibi görünen bir trafik kazasında hayatını kaybetti.)’

***

29 Nisan 1971 tarihli Hürriyet gazetesi manşetinden verdiği haberde, Başbakan Nihat Erim’in ‘büyük tehlikelerle karşı karşıyayız’ sözlerini duyuruyordu. ‘Mecliste gizli faaliyetler açıklandı. Meclis sıkıyönetim kararını onayladı’ haberinin hemen altında Adalet Bakanı İsmail Arar’ın ‘Kürt İstiklal Partisi mühürü elimizde’ şeklindeki sözleri yer alıyordu. Hürriyet, ‘Güneydoğu’da didik didik silah aranıyor’ haberini veriyordu. Resimin altı yazısı ise şöyleydi: ‘Diyarbakır’da otobüslerden indirilen yolcularda silah araması yapılırken.’

***

MARAŞ’TA KÜRD ALEVİ KATLİAMI

Ecevit hükümetinin iktidarda olduğu 1978’de Sivas ve Elazığ’daki olaylardan sonra dumadan sıkıyönetim çağrısı yapılıyordu. En nihayet 19 Aralık 1978’de Maraş’ta Kürd Alevilere yönelik katliam başladı.Maraş’ta bir katliam yapılacağının Evevit’e bir kaç ay önce haber verildiği iddia ediliyordu ama Ecevit oralı olmadı.

26 Aralık 1978’de İstanbul, Ankara, Maraş, Adana, Elâzığ, Bingöl, Erzurum, Erzincan, Antep, Kars, Malatya, Sivas ve Urfa’da sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim ilan edilen illerin büyük çoğunluğu Kürd Alevi nüfusun yaşadığı illerdi.

‘MİT’in 1979’da Maraş katliamıyla ilgili raporunda, olayların “sağcı-solcu veya Alevi-Sünni meselesinden ziyade Türk-Kürt meselesi görünümü verdiği” iddia edildi. (29/04/2012;Radikal)

Meselenin özü de zaten buydu.

Radikal’deki haberin devamında şunlar yazılıyordu:

“Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı 12 Eylül davasının dosyasına giren gizli MİT belgelerinde Maraş katliamı ile ilgili çok çarpıcı bir iddianın yer aldığı ortaya çıktı.

MİT’in Maraş olayları devam ederken devletin yetkili birimlerine gönderilen raporlarında Alevilerin katledilmesine yönelik olarak yeterli bilginin olmaması ve olayların katliam yerine “isyan” veya “iç savaş” olarak nitelendirilmesi dikkat çekti. Katliamdan sonra kaleme alınan 4 Ocak 1979 tarihli raporda ise Maraş olaylarının “sağcı-solcu veya Alevi-Sünni meselesinden ziyade Türk-Kürt meselesi görünümü verdiği” iddia edildi. Raporda, Alevilerin çoğunluğunun Kürt olduğu belirtilerek Ağustos ayından itibaren Akıncı ve ülkücü kesimlerin, Kürt Alevilerin bir Kürt devleti kurmak için çaba gösterdiklerini, miting ve yürüyüşlerde bunu açıkça dile getirdiklerini halka yayarak tansiyonu yükselttikleri belirtildi. MİT’in olayların tüm Türkiye ’ye yayılması istidadı olduğu belirtilen raporlarda “Olayların, sağ kesim tarafından yönelinen hareketler ile başlatıldığına dair emareler olduğu” kanısı belirtildi.’(Radikal, 29.04.2012)”

***

Türk istihbaratının Kürdleri adım adım takip ettiğinin bir örneği de Suriye KDP’sinden Reşid Hemo’nun TKDP’ye yardım için Diyarbekir’e gelişidir. TKDP kurucularından Şakir Epözdemir Reşid Hemo’nun takip edilmesini ve sonrasındaki gelişmeleri şöyle anlatıyor:

‘1967 yazında “Doğu Kalkınma Mitingleri” devam ederken galiba Siverek Mitinginden sonra MİT’in talimatıyla Sait Elçi – daha önce 49’lar davasından hüküm giymiş olduğundan – Kütahya’ya sürgününe gönderildi. Hatırladığım kadarıyla Kekê Saîd Eylül ayında Diyarbakır’dan ayrıldı. Gitmeden önce bir toplantı yaptık. O toplantıda sürgünü sırasında Ömer Turhan’ın vekâleten yerine bakması için teklifte bulundum. Teklifim kabul edildi ama teklif ne onun ne de Derviş Akgül’ün hoşuna gitmedi.

O’nun ayrılışından birkaç gün sonra Suriye KDP-S (Suriye KDP’si) tarafından yapılacak kongrelerine davet edildik. Derviş ile birlikte toplanıp Ömer’in Kongreye iştirak etmesini kararlaştırdık. Ömer Suriye dönüşünde “KDP-S kongresinde TKDP ye maddi ve manevi yardım etmeyi kararlaştırdıklarını ve eğer isterlerse partinin eğitim ve tanzimi için uzman kadrolar gönderebileceklerini” naklettı. Biz de Parti teşkilatının tanzimi ve eğitilmesi için tecrübeli ve uzman bir tane “Kâdir” i talep ettik, 20 Aralık 1967’de KDP-S Politburo üyesi Reşid Hemo Diyarbakır’a gelerek benim evimde 40 gün misafir kaldı. Bu 40 gün içinde Sason, Siirt, Mardin ve Diyarbakır bölgelerinin tanzimlerini gözden geçirerek tabanımıza gerçekten bir moral vesilesi oldu. Reşid Hemo (Cegerxwun ve Hemid Haci Derwêş’ın arkadaşı ve büyük bir siyaset adamıydı.) 18 Ocak 1968’de Tatvan (Serhed) Bölgesi’ndeki örgütümüze katkı sunmak için evimden ayrıldı, ayrılışını fark eden ama nereye gittiğini tespit edemeyen MİT, 19.01.1968’de TKDP operasyonunu başlattı.

Bu operasyon da 16 arkadaş hakkında soruşturma açıldı, 11 kişi tutukluyduk ve bu 11 kişi içinde Genel Sekreter Sait Elçi ile beraber 3 tane Merkez Komitesi (Koma Navkom) üyeleri olarak ben, Ömer ve Derviş bulunuyorduk.’(Şakir Epözdemir,Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin 51 yıllık kaderi, 1 Ocak 2017, Kovara Bîr)

***

Reşid Hemo olayı 6 Şubat 1968 tarihli milliyet gazetesinin birinci sayfasında verilen bir haberde anılıyordu. Haber, ‘Barzani’nin bir ajanı aranıyor’ şeklindeydi ve Reşid Hemo’nun resmiyle birlikte servis edilmişti.

***

Şakir Epözdemir, Reşid Hemo ile ilgili yapılan operasyon hakkında daha önceki bir yazısında ise şöyle demekteydi:

“Operasyon Ocak ayının18’ini 19’a bağlayan kar yağışlı ve fırtınalı bir gecede başlamıştı. Operasyon gecesi, Diyarbakır Merkez Postahanesi’nde Nöbetçi Amiri olduğumdan MİT binasının 500 metre yakınında olan PTT binasından beni alıp götürdüklerinde saat 22.00’yi gösteriyordu.

O şiddetli kış gecesinde Mahir Hoca (Mahir Kaynak,B.N.) beni ayakta karşıladı, sigara ikram etti, kahve söyledi, beni PTT’den alıp buraya getiren ekipten biri bana: “- Beyefendi, beğendiniz mi yaptıklarınızı bu kışta kıyamette Ankara’dan buralara kadar yordunuz.” demişti.

İlk soruyu Mahir hoca sordu: “- Şakir Bey, siz şu anda alınıp getirildiğiniz PTT’deki mevkiinizin ne kadar önemli ve hassas bir mevkii olduğunun farkında mısınız ” dedi. Ben de: “- Elbetteki farkındayım” dedim.

Bana bir fotoğraf uzattı, bir diz boyu karın içinde ve hemen PTT binasının köşesinde Suriye KDP yöneticilerinden Reşid Hemo rahmetli ayakkabılarının bağlarıyla uğraşırken, ben de yanında poz verircesine ayakta duruyordum.[2] … “Bu adam kim” dedi. “Bu arkadaş Suriyelidir ve ismi Kemal’dir” dedim. Kemal ismine hafif göcendi, “- Bu adam Suriye KDP yöneticisi Reşid Hemo’dur, ne Kemal’ı ?” dedi. (Şakir Epözdemir, 47. SALVEGERA TEWQÎFATA TKDP 25.07.2012)

TKDP Kurucularından Şakir Epözdemir, ‘TKDP, 1968/235 Antalya Davası savunması’ adlı kitabında yaptığı sözlü savunmada Reşid Hemo ile ilgili (Peri Yayınları, 2005)  olarak şunları söylüyor mahkemeye:

‘Ulusal çıkarlarımızı gözeterek ve iyi niyetini yanlış anlaşılmasın gayesiyle reşid Hemo hakkında tamamen doğru (kendisine zarar vermemek kaydıyla) bilgi verdim. Bu arkadaş Türkiye Dışişleri Bakanı ile görüşüp iltica etmek istiyordu. Davranışı Türkiye’nin aleyhine değildi.’ (Age.s. 29)

***

Reşid Hemo adı daha sonra da karşımıza çıkıyor. Necdet Gündem’in anlatımına göre kendisi merhum Ömer Turan’ın partisi adına 1974 yılında Halep’e gidiyor ve orada Suriye KDP’sini ziyaret ediyor, Halep’te Reşid Hemo ile görüşüyor. Dönüşünden sonra Reşid Hemo ile yazışmaları oluyor ve bu yazışmalarda kuryelik yapan Melle Eli’nin şaibeli bir şekilde ölü bulunduğunu ifade ediyor. 1977 yılında Necdet Gündem Diyarbekir’de öğretmenlik yaparken (o dönem KİP ile birliktedir), bir gün yolu iki sivil tarafından kesiliyor.Kendisine  Reşid Hemo’ya yazdığı mektup gösteriliyor.

Ziya Avcı da, ‘Biranin u şahidiya hınek buyeran’ adlı kitabında 179. Sayfada bu olayı biraz farklı aktarıyor(bkz.age. s.179, Weşanen Peri,2011).

Bu olaydan sonra KİP Necdet Gündem’i yurt dışına gönderme kararı alıyor.

Reşid Hemo hem merhum Seid Elçi’nin TKDP’sine yardımcı oluyor 1968’de ve MİT peşine düşüyor. Hem de TKDP’nin ilk beş kurucusundan birisi olan merhum Ömer Turhan’ın Seid Elçi’nin katledilmesinden sonra kurduğu partiye yardım ediyor 1974’te.

Reşid Hemo ile ilgili bir yorum yapacak değilim. Reşid Hemo’nun takip edilmesi de gösteriyor ki Türk istihbaratı Kürdlerin her adımını izlemekte,buna göre de tedbir almakta, tedbir geliştirmektedir.

 Kürt İstiklal Partisi formülasyonuyla Kürdler uzun bir süredir manipüle edilmektedir. Türk istihbaratının Kürtleri ‘silahlı gösterme’ye çalışması siyasi bir konsepttir.Siyasi bir amacı vardır. Kürdlerin ‘silahla hak arama’ya teşviki,zorlanması bu politikayla ilglidir. 1937’de, 1959’da, 1971’de Kürdlerin silahlı gösterilmeye çalışılmasının bir amacı Kürdlerin hak arama mücadelesinin terörize edilmesiydi. Bir diğer amacı ise bunun Kürdlerin imhası için zemin oluşturmaktı. 1970’li yılların ortasından itibaren Kürd siyasi yapılanmaları ‘silahlı mücadeleyi’ programlaştırdılar. ‘Başından beri silahlı mücadele gündemimizde yoktu’ diyenlerin de askeri komiteleri vardı.

Bir silahlı hareketin Güney Kürdistan’daki özgürleşme çabalarına, Kürd otonomisine nasıl zarar verebileceğini görebilen, bu tehlike karşısında sağ duyuya sahip bence sadece merhum Said Elçi’ydi.

***

Herakleitos, ‘bir suda iki defa yıkanılmaz’ diyor. Ama Kürdler her defasında aynı hataları yapıyorlar,bu hataları yapmaktan zevk alıyorlar. Yeri gelince de ‘Geçmişten ders çıkarmaktan’ bahsediyorlar. Kürdler  adına PKK hem Kuzeyde, hem de Güneybatı Kürdistan’da silaha sarılarak, Kürdlerin günlük hayatının bile işgal edilmesine sebep oldu.

Güney Kürdistan’daki PKK varlığı nedeniyle oradaki şu yarıbuçuk statü bile elden gitmek üzeredir.

Suriye’de Kürdlere yapılanlar ortadadır. Kürdlerin başına gelenlerin nedenleri sorgulanmayıp,buna karşı etkin bir karşı duruş sağlanmazsa Kürdlerin bu başaşağı gitme durumu devam edecektir.

***

Kürdlerin devlet tarafından sevk ve idaresi hakkında yıllardır yazıp, uyarılarda bulunmaya çalışanlardan birisiyim. Özellikle Kuzey Kürdistan’da çağın ruhuna uygun  siyasi ve sivil  bir refleks yaratılması gerekiyor. Bunu yapmak yerine eski sekter ve rövanşist tutumlarda ısrar edilmektedir.

1959 yılında Celal Bayar’a sunulan aşağıdaki raporu tekrar okuyucunun dikkatine sunmak istiyorum.

“…Aşağıdaki tedbirler, âcilen ele alınması gereken hususlardır: Şark bölgesindeki istihbarat faaliyeti ve ajanlama işinin takviyesi ve bu bakımdan daha büyük maddî fedakârlıklara katlanılması lâzımdır. İstanbul’daki gençlik esaslı bir kadro ile ve ajanlarla hepsinden önce de bazı Türkçü liderlerle murakabe edilmeli (denetlenmeli) ve kılavuzlanmalıdır. Türk ve Kürt kültürü arasındaki fark görünmez şekle sokulmalı ve onların tertip ettiği Şark geceleri, folklor ve kültür gayretleri maarif ve kültür sistemimize göre ele alınıp Türk kültürüne temsil edilmelerine çalışılmalıdır. Yeni teknik imkânlarımızdan faydalanarak neşriyat yapan üç dış radyonun dinlenmesine mâni olunmalıdır. Posta sansürü Kürt muhaberat ve neşriyatına karşı daha geniş ölçüde işletilmelidir. Bunlarla uyumlu olarak politik müdahale ve karıştırmalar da tertip olunabilir. İran’la bu konudaki işbirliğinin güçlendirilmesi lâzımdır. Irak devleti, Kürtçülükle mücadeleye ikna olunmalıdır”.

Devlet Kürdlere bir kefen dikti. Bu kefeni üstümüzden atacak bir yetenek sergileyemiyoruz.

Haziran 2020