Alîşêr Efendi (solda) ve Şeyh Abdurrahim Efendi (Sağda)

Dersim soykırımıyla içi içe gelişen iki olay var: 9 Temmuz 1937’de Alişêr ve eşi Zarife hanım, Abdullah Alpdoğan, Nazmi Sevgen ve Rayber’in hazırladığı bir plan sonucu Zeynel ve adamlarına öldürtüldüler.

17 Temmuz 1937’de ise Şeyh Said’in küçük kardeşi Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları da Bismil’de öldürülürler.

Bu yazı kapsamında bu iki katliamı ele almak istiyorum.

Dersim’le adı özdeşleşen şahsiyetlerden birisi Alişêr ve eşi Zarife Hanım’dır.

Alişêr ve eşi 9 Temmuz 1937 bir ihanet sonucu katledilirler. Başları kesilip Abdullah Alpdoğan’a ve Nazmi Sevgen’e sunulur. Katilin kendisi Zeynel, Türk ordusuyla çatışmalara girmiş, savaşçı özellikleri olan, ayrıca Alişer ile de kirvelik ilişkisi olan birisidir. Bu cinayetinin ve Alişer ile Zarife hanımın kesik başlarına karşılık yüz altın aldığı söylenmektedir. Alişer ve Zarife’nin kesik başlarının resimleri Nazmi Sevgen tarafından çekilmiş, 1950 yılında Tarih Dünyası dergisinin 9. Sayısında yayınlamıştır.

Alişer efendi ve Zarife hanımın öldürülmesinden kısa bir süre sonra Şeyh Said efendinin küçük kardeşi Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları da Bismil’de, Mirkulan köyünde öldürülmüşlerdir.

Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının öldürülmeleriyle ilgili verilen bütün haberlerde Türk gazeteleri ‘Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının Seyit Rıza’ya yardım için sınırı geçtiklerini’ özellikle vurgulamaktadırlar. Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının pusuya düşürülmelerinde de yanlarında bulunan Dersimli Yüzbaşı Ziya’nın ihaneti rol oynamıştır.

* * *

Alişer Efendi

Alişer efendi ve eşi Zarife hanım ile ilgili ilk temel referans kaynağı Dr. Nuri Dersimi’nin anlatımlarıdır. Nuri Dersimi ‘hatıratı’nda kendisinin yanısıra Haydar bey’in Kürdistan Teali Cemiyeti’ne üye olduğunu söylemektedir. Alişer efendi’nin de KTC ile ilişkide olduğu, yayınlarını bölgede dağıttığı çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Baki Öz bu konuda Olson ve Bruinessen’e dayanarak şunları yazmaktadır: “Kürdistan teali Cemiyeti, Mondros bırakışması, 31 ekim 1918 sonrası çalışmaya başlar. Kürdistan’ın önemli ağa, şeyh ve aşiret başkanları bu örgüte üye olurlar. Bunlar arasında Koçgiri bölgesinde de Alişan Bey vardır. Kardeşi aşiret başkanlarından Haydar Bey de İstanbul’da KTC’ne yazılır. Memleketine dönerek bu cemiyetin şubesini İmranlı’da kurar ve kendisi de şubenin başkanı olur. İstanbul’da iken  KTC’nin başkanı ve eski Ayan Meclis Başkanı Seyyid Abdülkadir’le görüşülmüş , ondan açınan buyruk ve mektuplarla İmralı’ya dönülmüştür. Bütün aşiret başkanlarını ve ileri gelenlerini bu örgüte üye eder. Örgütün sekreterliğini ünlü Kürd ideologlarından ve ozan olan Musa ğlu Alişer yürütür. ‘Jepin’ adında bir bülten türü küçük gazete çıkarılır.”[1]

Baki Öz, Alişer efendinin, “150 kişilik bir Dersimli birlikle Kemah’I 1 Ekim 1920 günü bastığını, soygun ve yağmacılık yaptığını”[2] da çeşitli kaynaklara dayanarak öne sürmektedir.

Alişer efendi ve Nuri Dersimi’nin adlarının KTC üye listesinde olmamasına rağmen, D.Solieau, Alişer’in Sivas, Zara, Ümraniye, KTC Şube Reisi Koçgirilizade Alişer sıfatı imzası ile KTC’ye gönderdiği bir mektubu (Sait Çetinoğlu’nun arşivinde bulunan bir mektuba dayanarak) olduğunu işaret etmektedir. Solieau, TBMM’nin çıkardığı iki kararnameyle de Alişer’in Dersim Ovacık teşkilatlanmasından sorumlu görüldüğüne vurgu yapmaktadır.

Alişer efendi Koçgirili olup Dersim’in Hesenan aşiretine mensuptur. Koçgiri’de önce Mustafa beyin katipliğini yapmıştır. Mustafa Bey’in 1902 yılında devlet tarafından zehirlenerek öldürüldüğü genel bir kanaattir. Alişer efendi daha sonra ise Mustafa Bey’in oğulları Alişan ve Haydar beylerin katipliğini yapmıştır. Alişer efendinin “1914’te Ruslarla görüştüğü, Ermenilerle irtibat kurduğunu” yazan Evin Çiçek’e göre, Alişer “Dersim’de ordu ve askeri planları hazırlayıp, uygulamıştır.[3] “Zarife hanım ile Alişer efendinin birbirlerine Kürdçe arkadaş diye hitap ettiklerini ‘belirten Çiçek, Zarife hanımın Seyid Rıza’nın sofrasına outran tek kadın olma ayrıcalığına da dikkat çeker.”[4]

Mehmet Bayrak , ‘Koçgiri isyanı ve Alişer ile Zarife’ başlıklı yazısında, ‘Alişer’in Koçgiri isyanının ideolog-önderlerinden’ olduğunu yazmaktadır. Mehmet Bayrak, D. Yıldırım’ın 1991’de Kürdistan Press’te yayınlanan bir yazısına göndermede bulunarak, “Alişer’in 1918 yılında Ermeni lideri Murat Paşa ile Kürdistan ve Ermenistan konusunda görüşmeler yaptığına” dikkat çeker. Evin Çiçek ise Alişer’in ‘edebiyatçı, öğrenci yetiştiren sanatçı, diplomat, askeri örgütleyici, önder- aydın’ özellikleri üstünde durmaktadır.

Alişer efendi, 1921 yılında Koçgiri’de meydana gelen direnişte, Nuri Dersimi ile adı en çok anılanlardan birisidir. Kürdistan Teali Cemiyeti ile ilişkisi olduğunu gösteren deliller vardır. “İsyan’ın ‘birinci derece müsebbibi ve faili olarak resmi kayıtlara geçen, dönemin, bölgenin ozan, şair ve Kürt entellektüellerindendir.”[5]

‘Genelkurmay’ın Türk İstiklal Harbi’ kitabında Alişer efendi, ‘ilk olaylarda halkı kışkırtmakta önayak olmakla’ suçlanır. (Soileau, age yazı). Alişer’in kellesini yüz altın karşılığı Zeynel’e uçurtan Nazmi Sevgen de ‘Alişer’in perde arkasında olduğunu’’ söyler. KarerliMehmet efendi Alişer efendi hakkında şunları söylüyor:

“İnanç, kan bağı yakınlıkları nedeniyle Dersim’den tamamen ümidini kesmeyen Koçgirili Alişan ve Haydar beyler, Umumi Katipleri Aalişer’i, Dersim aşiret liderlerini ikna edip aşiretleri örgütlemesi amacıyla Dersim’de bırakmışlar. Koçgiri olaylarının bastırılmasına rağmen memleketine dönmeyen Alişer, Dersim aşiretleri arasında tutunmuş ve orada saygın bir kişi olarak ad yapmaya başlamıştı.”[6]

’Koçgiri direnişinden sonra Alişan Bey ve Haydar Bey, ilan edilen ‘affın’ ardından bir dönem Erzincan’da kalıyorlar. Daha sonra ise Koçgiri’ye dönmek için Ankara’dan izin alıyorlar.1923’ten sonra ise İstanbul’da mecburi ikamete tabi tutuluyorlar. 1931’de çıkarılan af sonrası Koçgiri’ye dönüyorlar. Kuşkusuz devletin gözleri üstündedir. Nitekim onlara karşı da bir komplo hazırlanıyor. Komplonun mimarı Zara kaymakamı Şükrü Bey’dir. 1933’te Zara Kaymakamı Şükrü Bey, Alişer Bey’in eşi Zarife hanımın kardeşi Gaxur aracılığıyla Alişan ve Haydar Bey’lere karşı bombalı bir suikast düzenletiyor. Bu bombalı saldırı sonucu Alişan Bey parçalanarak ölürken Haydar Bey yaralı kurtuluyor..

* * *

Rayber’in Ayartılması

Kadri Cemil Paşa, Alişer ve Zarife hanımın öldürülmelerini düzenleyen Abdullah Alpdoğan, Nazmi Sevgen ve Rayber hakkında şunları belirtiyor:

“General Alpdoğan askeri kaymakamlıktan emekli Dersimli Hıdır ismindeki şahıs vasıtasıyla Seyid Rıza’yı kandırmaya ve hükümetin iyi niyetli olduğu konuusnda iknaya çalışıyordu. Kaymakam Hıdır’in teşviki ile ve verdiği teminata güvenerek Elazığ’da Abdullah Paşa ile görüşmeye gelen Seyid Rıza, Abdullah Paşa ile yaptığı toplantıda paşanın gizli fikirlerini sezinlemiş, Dersim’e dönünce bu gaddar düşünceleri aşiretlere bildirmişti. Bir müddet sonra Abdullah Paşa, istihbrata şefi Binbaşı Şevket’I aşiret reislerini ziyaret niyetiyle Dersim’e gönderdi. Ovacık aşiretleri arasına gelen Binbaşı Şevket, oradan iki üç aşiret reisi ile birlikte Seyit Rıza’yı ziyarete gitmek istediyse de,Seyit Rıza bunların ziyaretini Kabul etmedi. Binbaşı Şevket, Seyit Rıza’nın kendisini Kabul etmediğini görünce Haçlı köyünde outran kardeşinin oğlu Rehber’in yanına gitti. Arazi meselelerinden dolayı dolayı aralarında soğukluk bulunan Rehber’e Seyit Rıza Alişer’I göndererek, Binbaşı Şevket’e aldanmamasını tembih ettiyse de, Rehber amcası Seyid Rıza’yı dinlemeyerek Şevket’in sözlerine uyarak, kendisi ile beraber Elazığ’a gelerek Abdullah Paşa ile görüştü. Abdullah Paşa, rehber’e bolca para vererek ve birçok vaadde bulunarak amcası aleyhinde bulunmasını tembih etmişti.”[7]

Kadri Cemil Paşa,’ Alişer’in Seyit Rıza’nın sağ kolu olduğunu’ ve Seyit Rıza’nın ‘O’nu büyük devletler nezdine göndererek Türkleri şikayet etmek istediğini ve Rehber’in de bunu bildiğini’ söylüyor, Rehber’in Zeynel vasıtasıyla yaptığının bir aynısını ise Hıdır’ın Baxtiyar aşireti reisi Şahin Ağa’ya yaptığını ve Şahin Ağa’yı uyurken öldürüp kafasını kesip götürdüğünü anlatıyor. Rehber’in ihanetine ragmen ailesinin Batı’ya sürüldüğünü, kendisinin ise Tışan mevkiinde oğluyla birlikte kurşuna dizildiğine dikkat çekiyor.[8]

* * *

Katliamlar Ayni Sayfada

Çok ilginç ve dikkat çekicidir. 17 Temmuz 1937 tarihli Son Telgraf gazetesi Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının katline ilişkin haberi, “Budalalığın şaheseri buna derler! Şarkta siyasi tahrikat yapmağa gelen çete.. Şam’da toplanan ve aldıkları kararı tatbik için hududumuzdan içeriye giren çete nasıl imha edildi? Yüzelliliklerin, Şeyh Said isyanı artıklarının, kaçak eşkiya resilerinin memlekteimiz aleyhinde Suriye’de hazırladıkları suikast rezaleti. BUDALALAR SEYİT RIZA’YA YARDIMA GELİYORLARMIŞ! Bir çete bugün imha edildi. Cenuptan hududumuza giren bu çetenin reisi de öldürüldü’’ şeklinde duyurmaktadır. O günün koşullarında bu gazetenin aynı gün meydana gelmiş bir olayı anında nakletmesi, nakledebilmesi dikkat çekicidir.

Daha da dikkat çeken, gazete birinci sayfanın sağ alt köşesinde ’Seyid Rıza’nın erkanı harbi nasıl öldürüldü? Vatan borcumu ödedim diyen Zeynel hadiseyi anlatıyor . Alişer’in başı kesildi’ başlığıyla da Alişer ve Zarife hanımın katledilmelerini duyurmakta ve tetikçi Zeynel’in resmini sunmaktadır.

18 Temmuz 1937 tarihli Son Telgraf gazetesi hem Alişer efendinin, hem de Şeyh Abdurrahim efendinin katledilmelerini aynı gün birinci sayfadan duyururken Kürdlere de bir mesaj vermektedir. Dersim’de Alevi inancına mensup Kürd Alişer ve eşi Zarife, Bismil’de ise Nakşibendi tarikatına mensup Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları öldürülmüşlerdir. ‘En yi Kürd ölü Kürddür’ politikası Kürdün inancı arasında bir ayrım gözetmemektedir.

* * *

18 temmuz 1937 tarihli Son Posta gazetesi de haberi “Seyit Rıza’ya yardım için hududu geçen bir çete imha edildi” diye duyurmuştur.

21 temmuz 1937 tarihli Türk sözü gazetesi haberi şöyle aktarmaktadır:

Şeyh Said’in kardeşi nasıl öldürüldü? Bu habisler meğer Seyit Rıza’ya yardıma geliyorlarmış.”

Son Telgraf’ın 18 Temmuz 1937 tarihli sayısında ilk sayfada üst tarafta Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının katli ‘Budalalar Seyit Rıza’ya yardıma geliyorlarmış’ şeklinde duyurulmaktadır. Altta ise Alişer efendinin katli ‘Seyid Rıza’nın erkanı harbi nasıl öldürüldü? Vatan borcunu ödedim diyen Zeynel hadiseyi anlatıyor. Alişir’in başı kesildi’ haberi yer almaktadır.

Son Telgraf gazetesine göre Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları 17 Temmuz’da güneyden Türkiye sınırını geçmişlerdir. Bu habere göre Şeyh Abdurrahim efendinin ve arkadaşlarının katledilme tarihleri 17 Temmuz 1937’dir.

18 Temmuz 1937 tarihli Tan gazetesi Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının Nusaybin’in 20 kilometre doğusundan Türkiye’ye giriş tarihlerini 8 temmuz 1937 olarak vermekte, 9 günlük bir yolculuktan sonra Bismil’in Sinan nahiyesine vardıklarını yazmaktadır:

“Fesatçı bir çete  cenup hududu boyunda imha edildi. Öldürülenler arasında Şeyh Said’in oğlu da (kardeşi olmalı. Y.K.)var. Serseriler, Seyit Rıza’ya yardıma geliyorlarmış.”

Yazının ilerleyen bölümlerinde bu konuya yeniden detaylıca değinilecektir.

Alişer’in Öldürülmesi Türk Basınında

Alişer’in katli, Türk basınında “Dersimlierin baş belası, Dersimliler kendilerini tahrik eden adamı nasıl öldürdüler? Seyid Rıza’nın erkanı harbi nasıl öldürüldü?,sergerde Alişir nasıl öldürüldü?” gibi başlıklarla duyurulmaktaydı.

Alişer efendi ve eşi Zarife hanımın öldürülmeleri nasıl gerçekleşmişti?

Son Telgraf

Alişer ve eşi Zarife’yi öldüren işbirlikçi Zeynel’in fiziği Son Telgraf gazetesini de bayağı cezbetmiştir:

“Hükümetin icraat ve tatbikatına muhalefet edenlerden dürüst olanların Tunceli adliyesince isticvabları devam etmektedir. Bunların yakında Tunceli Kanunu’na göre muhakemelerine devam olunacaktır. Halkı hükümet aleyhine tahrik eden Seyit Rıza’nın erkanı harbi diye geçinen Alişer’i öldüren Zeynel de Elaziz’de bulunmaktadır. Gayet uzun boylu, palabıyıklı, geniş omuzlu, bastığı yeri titreten, kara kaş, kara göz, genç ve yakışıklı bir adam olan Zeynel, Alişer’i nasıl ve ne için öldürdüğünü şöyle anlatmaktadır:

Hükümet aleyhine halkı itaatsizliğe sevkeden ve bizi ateşe amak istiyen Seyid Rıza’nın en mühim adamlarından biri o idi.Onu bu ifsadından menetmek Türklük vatan borcu idi. Ben bu borcumu ifa ettim. O Sirpat karşısında Dojik babanın yamacında bir mağaraya saklanmıştı. Yerini biliyordum. Yanıma beş arkadaş aldım, gizli yollardan mağarasına gittim. Mağaraya vardığımız zaman seslendik. En önce dışarıya yeğeni Zeynel çıktı. Alişer’i görmek istediğimizi söyledik. Zeynel içeriye girdi, çıktı. Arkasından Alişer, karısı Zarife geldiler. Üçünün elinde de silahları vardı Alişer herhalde gelişimizden şüphelenmiş olacak ki, üzerimize ateş etti. Biz de hemen mukabele ettik. Alişer’in karısı da tabancayla ateş ediyordu. Kurşunları arkadaşım Memo ile Cibo oğlu Şaban’ı sıyırdı, geçti. Fakat Zeynel’in kurşunları bir arkadaşımı, Zarife’nin kurşunları da Mustafa’yı yaraladı. Ama bu müsademenin neticesi bizi galip çıkardı. Alişer’i de, yanındakileri de öldürmüştük. Alişer’in başını aldık geldik. Zarife’yi ve Alişer’i benim kurşunlarım öldürdü. Yalnız Zarife Dersim’in en iyi erkeklerinden daha iyi nişan alan bir kadındı ve elli yaşında vardı. Onu öldürmekle Koçkirili Alişer’in belasından Dersim’i ve bu vatan parçasını kurtarmış olduk.” (Zeynel’in Anlatimi. Y.K)

Haberin devamında Alişer’in siyasi geçmişi anlatılarak katledilmeleri haklı gösterilmeye çalışılmaktadır.

Haberin devamında her cümlede Dersimli’ye hakaret edilmektedir:

“Tunceli şimdi bu melun tiplerden kurtulmuş, Türklüğünü, devlet yardım ve müzaheretinin ne olduğunu anlıyan, ona değerini veren bir muhit olmuştur. Halk yollarda, kışla, mektep, hükümet konağı, inşaatında çalışmaktadır. Burada şimdi gündeliğini birbuçuk Liraya getiren vatandaş sayısı çoktur. Halbuki, eskilerde on kuruş için adam soyarlar, hatta öldürürler, Dersimli bir lirayı bir ayda göremez, çaldığını, çırptığını da ağasına, şeyhine getirir darı ekmeği yiye yiye ömrünü geçirirdi. Hele şlimdi beyaz ekmeği gören Dersimli bu ekmeği baklavadan daha tatlı yemektedir.”

* * *

Alişer’in öldürülmesini Seyid Rıza’nın yeğeni Raybere Kop organize etmiştir.  Rayber 1933’te Sin baskınında Seyid Rıza’nın oğlu İbrahim’in öldürülmesinin şüphelilerindendir. Zeynel Top ise Alişer’in kirvesidir. Daha önce Türk askerleriyle yapılan çatışmalarda yer almıştır. Seyid Rıza’nın yakın çevresinde ihanet çemberini oluşturan Rayber, Zeynel Top ve diğer elamanları biraraya getirmiştir. Rayber ve Zeynel’in Alişer ile Zarife hanımı öldürmesini Baxtiyar aşiret reisi Şahin’in Hıdır tarafından öldürülmesi ve başının kesilmesi izleyecektir.Fakat Rayber, yukarıda da anlatıldığı gibi devletle parasal anlaşmazlık nedeniyle oğulları ile birlikte 1938’de öldürülüyor.

Abdullah Alpdoğan’in Zehirli Gaz Kursu

17 Temmuz 1937 tarihli Haber gazetesi de “Dersimlilerin baş belası nasıl öldürüldü” başlığıyla Alişer’in öldürülmesinin üstünde sevinç gösterileri yapmaktadır. Alişer efendi ve eşini öldüren suikast ekibinin resmi yer almaktadır. Resim altı şöyledir: “Arka sırada soldan itibaren, Kuli, Alişer’in karısı tarafından yaralanan Mustafa, Alişer’i öldürenlerden Zeynel, aşiret ağalarından hükümete sadık kalan Rehber efendi, Mehmet, Yusuf,. Ön sırada soldan itibaren: Yusuf, rehber’in oğlu Ali, Rehber’in yeğeni Hüseyin, Seyid Sultan.”

‘Muhalefete teşvik ettiği kimseler tarafından öldürülen Alişer, melanetlerinin cezasını kesilen başı ile ödedi’ spotunun altında ise Alişer ve Alişer’i öldüren Zeynel’in resimleri yer almaktadır. Katil, Cumhuriyet’in sembolü fötr şapka ile poz vermektedir.

Haberin devamında Dersim ve halkına karşı tehditler devam etmektedir:

“Tuncelinde hükümete karşı muhalafete kalkışanlar, Dersim aşiretlerinin medenileştirilmesi için alınan tedbirlerden sonra, tamamıyla hükümete muti ve sadık birer vatandaş olmak için yarışa çıkmış gibidirler. Hozat ve Mazgirt kazaları ile köylerini gezerek muhalefet etmişken kendi arzuları ile dehalet eden aşiret reisleri ve ileri gelenleriyle görüştüm. Hepsi yaptıklarından dolayı pişman olduktan başka kendilerini muhalefete teşvik edenlere karşı müthiş bir kin bağlamış bulunmaktadırlar. Dördüncü Umumi Müfettiş general Abdullah Alpdoğan zehirli gaz kursunu ikmal edenlere bütün masraflarını temin ederek Dersim’in en ücra köylerine kadar dolaşarak cahil halkla temas etmelerini sağlamıştır. Muallimlere seyahatlerinde halkı ne suretle teşvik edeceklerini bildirirken, asırlardır ihmal edilen Tuncelilere, ne şekilde muamele edileceğini de söylemiş, şöyle demişti: Tunceline fenni ve kültürü sokacak, burayı Atatürk’ün nuru ile tenvir edeceksiniz.”

Cahil’ Kürdler öldürülerek, sindirilerek ‘Atatürk’ün nuru’ ile tanıştırılmakta, Kürdlerin kellelerinin kesildiği haberleriyle tüm Türkiye’de bir korku ve biat dalgası yaratılmaktadır. Gazetenin haberini yazan kişi yine Niyazi Ahmet’tir (Banoğlu). Bu kişi birden fazla gazeteye çalışan bir propandisttir, aynı zamanda muhbirdir.Yazdıklarında Kürdlerin zehirli gazlarla öldürülmeleri için, ‘zehir kursu’ açıldığını da itiraf etmektedir.

* * *

17 Temmuz 1937 tarihli Kurun gazetesinde Niyazi Ahmet şunları yazıyordu:

“Kendisini ‘erkanı harp’ ve ‘milli şair’ diye satan Alişir hainin biri idi. Tuncelini devamlı bir felakete sürüklemek için 32 senedir durup dinlenmeden halkı irticaa sürükleyen maceraperest serseri Alişirin gene  bir Tuncelili tarafından öldürüldüğünü bildirmiştim.

Alişir tam 32 sene mücadeleden sonra, son muhalefeti de cahil halkı tahrik ve teşvik etmek suretiyle çıkarmış, Tuncelileri felakete sürüklemek istemişti. Koçkirili aşiretine mensup bu haydut, kendisini bir erkanıharp ve Dersim ‘milli şairi’ diye de satmağa muvaffak olmuştu. ‘Milli marş’ adını verdiği ve cahil halka ezberletmek istediği bir manzumede koç uşaklarınına ‘Tayyare sesleri bize sinek vızıltısı gibi geliyor’ dedirtiyor ve batıl itikatlara dayanarak şapkaya halkı isyan ettirmek istiyordu.

Yalçın kayalar ve korkunç mağaralarda yaşayan, hayatında en yakın kazalara bile gitmiyen cahil Tuncelililer için yazdığı manzumelerin hepsinde irticaı ve yalanı saçıyordu:

‘Gönül gel gezelim Munzur dağı’nı

Ne hoş memlekettir ili Dersimin

Seyran edin Sultan dağını

Ne hoş çiçekleri gülü Dersimin.’

Diye başlayan uzun bir manzumesinde Tuncelinin asırlardır efsanesine inandığı Munzur Sultan dağı gibi tapınılan yerleri öne sürerek melanetini saçıyordu.

Alişirin senelerce süren mücadelesinin hikayelerini, ‘Dersimin içyüzü’ yazımda sırası gelince anlatacağım.

Burada onun öldürülüşü ile hakikaten Tunceline musallat olan tehlikeli bir mikrobun ortadan kaldırıldığına işaret ettikten sonra hayatından kısaca bahsetmek istiyorum.

Düşmanla bir olan hain.

Alişir Çarlık Rusyası zamanında Rus ordusu Erzincan’a kadar ilerlediği vakit yalan ve tezvirle  bazı aşiretleri kandırmış ve düşman tarafına geçerek Osmanlı ordusuna karşı harbe girişmişti. Bunun manası açıktı. Maceraperest serseri düşman tarafında  muvaffakiyet gösterebilirse Dersim’de kendisine en büyük mevki ve nüfuzu temin edecek ve Dersim imparatorluğunu (!) kuracaktı.

Fakat bu plan Çarlık Rusyası ordusunun geri çekilmesi ile suya düştü ve aldatılan Dersimliler de Alişir’in habasetini anladılar. Onu içlerine almadılar.

Alişir, fesat mikrobunu saçmayı bildiği kadar nüfuz etmeyi de bilen bir adam olduğundan aleyhinde bunca tahrikat yaptığı Osmanlı Osmanlı ordusuna girmeğe muvaffak oldu. Bir müddet Osmanlı ordusunda çalıştıktan sonra tekrar Dersim’e döndü.

Alişir gayesine ulaşmak için hiç bir fırsatı kaçırmak istemediğinden inkılabımızın başlangıcında ve İstikal harbi esnasında da Türk ordusunu geriden vurmağa çalıştı. Düşmanla birleşerek tahrikatına devam etti. Fakat her muhalifeti surat, şiddetle mahvetmeğe kadir Türk ordusu  karşısında gene münhezim oldu.

Son tahrikatı

Alişir’in son tahrikatı da kendi başını yedi ve Tunceli ebedi sükun ve refahına kavuştu.

Alişir, bu defa da bazı aşiretleri iğfal ederek ayaklandırmıştı. Cahil halka:

‘Bu topraklarda hiç bir hükümetin hakkı yoktur. Dedelerimizden bize miras kalmıştır. Ne diye hükümeti sokup rahatımızı bozalım? Eğer hükümet girerse artık elimiz kolumuz bağlanacak ‘diyordu.

Bu propagandanın manası şu idi:

Hükümet bize hakim olursa ne soygunculuk yapabileceğiz, ne de düşmanlarımızı öldürebileceğiz.

İşte birkaç satırda anlattığımız Alişer hayatını fesat sokmak ve kan dökmekle geçirmiştir. Onu öldürenler de birkaç gün evveline kadar muhalefete iştirak eden Tuncelilerdir. Hükümet kuvvetlerine karşı durmanın imkansız olduğunu ve hükümetin Tuncelindeki harekatını görünce Alişir’i bulmuşlar ve ‘bütün felaketler hep senin yüzünden başımıza geliyor’ diyerek kendisini, karısını ve yeğenini öldürmüşlerdir.

Alişer’in hezimetine rağmen mukavemete karar verdiği, kendisini öldürmeye gelenlerden birini öldürmesi, karısı zarife’nin de bir kişiyi tabanca ile yaralamasından pek açık olarak anlaşılmaktadır.

Henüz ele geçmiyen Seyit Rızanın yanında genç karısı ile bir kaç adamı ve oğlu Şahin kalmıştır. Son günlere kadar muhalefette kalan ve Dersim’de tanınan Zeynel’in, kendi adamları ile Alişir’i öldürmesi haydutların, hükümetin medenileştirme siyasetini tamamile anlamış olduklarını göstermektedir. (Yarınki sayımızda: Alişir’i öldürenlerin resimleri ve muharririmize anlattıkları).

* * *

18 Temmuz 1937 tarihli Kurun gazetesinde Alişer efendi ve Zarife hanımın öldürülmelerine ilişkin haber devam ediyordu.

Kurun gazetesi suikasti, ‘Dersim muhalifetinin elebaşılarından sergerde Alişer nasıl öldürüldü? Bu canavarı bizzat öldüren Yukarı Abbas uşağından Zeynel anlatıyor’ şeklinde duyurmaktaydı.

Bu haberin içeriğinde Alişer ve Seyit Rıza özelinde Kürdlere karşı devlet tarafından bir sürek avına çıkıldığı görülmektedir. İnsanların öldürülmesi ile ‘sükunet’ sağlanacağına inanan kemalist rejim Kürdlere reva gördüğü bu zulmü Kürdistan’a ‘Medeniyeti götürmek!’ olarak sunmaktadır.

Haberin üstünde yer alan resmin alt yazısı şöyledir:’Rehber, muhabirimiz ve Alişir’i öldüren Zeynel ile arkadaşları.’

Kürdlerin hakları için mücadele eden, varolma haklarını savunan şiirler yazan Alişer devletin ayarttığı Rayber ve Zeynel işbirliği ile katledilmiştir.

Alişer öldürülmüştür ama hakarete uğramaya devam etmektedir.

Gazetede şunlar yazılmaktadır:

“Dersim muhalifetinin elebaşılarından sergerde Alişer nasıl öldürüldü?

 Bu canavarı bizzat öldüren Yukarı Abbas Uşağı’ndan Zeynel anlatıyor:

Elaziz’e ilk gittiğim günler yerlilere hiç benzemiyen iri yarı ve yakışıklı birinin gezindiğini, yerlilerin bir şeyler fısıldaşarak ona baktıklarını görmüş, bu adamın kim olduğunu sormuştum. Bana şu izahı vermişlerdi:

– Bu Abbasların  reisi Rehber’dir. Birçok günahları var, fakat bu sefer muhalefete iştirak etmedi, hükümete sadık kaldı.

Dersim’de mühim bir nüfuzu olduğu anlaşılan Rehber’le o günler zarfında konuşmaya imkan bulamamıştım. Hozat civarındaki köyüne gittikten sonra bir daha görmedim.

Rehber’e bir kaç gün önce sekiz on arkadaşı ile rastladım. Alişer’i öldürenlerle geziyordu. Yaklaştım ve arkadaşları ile beraber otele davet ettim. Kabul ettiler. Köylerine hareket etmek üzere olmalarına rağmen bir saat konuştuk. Söze Rehber başladı:

-Anladım dedi. Alişer’in nasıl öldürüldüğünü soracaksın. O’nu Zeynel ile arkadaşları öldürdüler. Ben işin nasıl başladığını anlatayım:

Hükümete muhalif olan aşiretler hep bu Alişer’in yalanlarına inanmışlardı. Cahillik insanın başına birçok felaketler getirir. Zeynel de arkadaşları ile onun yalanına kanmıştı. Ben Zeynel’i gördüm O’na, yaptığı işin fenalığını anlattım. Hükümete karşı durmanın en büyük cahillik olduğunu söyledim.

Rehber fazla söylemedi.

-Bundan ötesini Zeynel anlatsın, dedi.

İri yarı, tuttuğunu koparacak kuvveti, ilk bakışta göze çarpan Zeynel, aynı zamanda Dersim’in en yakışıklı adamıdır. Pala bıyıklarını iki elile sıvazladıktan sonra söze başladı:

-Alişer bizi ateşe atıyordu. Biz cahil insanlarız. O, hepimizi kandırdı. Doğruyu öğrenince hükümetin bizi sevdiğini, bize iyilik yapmak istediğini öğrenince yanıma  beş arkadaş alarak doğru gizli bulunduğu Sirpat karşısında Dojik Baba’nın eteğindeki mağarasına gittim. Arkadaşlarıma da şöyle dedim:

-Alişer bizi daima hükümetten korkutuyor. Hükümet sizi kesecek diyor. Halbuki hükümt bize iyilik yapmak için çalışıyor, bize mektepler yapıyor, yollar yapıyor, şimdi onun cezasını biz vereceğiz.

Mağaranın yanına gittik. İçinden Alişer, karısı Mahmud’un kızı Zarife ve yeğeni Zeynel çıktı. Ben en önde gidiyordum. Alişer çıkar çıkmaz benimle beraber gelen Seyyit oğlu Memo ile Cibo oğlu Seşbana silahlarını doğrultup ateş etmek istediler. Fakat ikisinin de kurşunları çürük çıktı. O vakit Alişer’in karısı Zarife tabancasını çekip arkadaşımız Mustafa’ya ateş etti.. Yeğeni Zeynel de bir arkadaşımıza ateş ederek öldürdü. Ben hemen silahıma davrandım. Evvela Alişer’i, sonra karısı Zarife’yi öldürdüm. Yeğeni Zeynel de arkadaşların silahları ile öldürüldü.

-Sonra ne yaptınız?

-Ne yapacağız. Başını kestik. O bize çok çektirmişti.

Rehber söze karıştı:

-Koçgirili Alişer Dersim’e musallat olmuştu. Bir vakitler bütün köylüleri kandırdı. Ruslar tarafına geçmişlerdi. Hüsü Seydi ile beraber dolaşıyorlardı.

Rehber’e sordum:

-Alişer’in karısı da silah atar mıydı?

Güldü, başını iki tarafa salladı ve:

-Zarife gibi nişan atan Dersim’de tek erkek yok.

-Kaç yaşında idi?

-Elli yaşında vardı.

Zeynel’e sordum:

-Şimdiye kadar nerelere gittin?

Başını otelin penceresinden uzattı ve:

-Elaziz’den başka hiçbir yer görmedim.Burası cennet gibi bir yer. Dedi.

-Ama İstanbul daha güzel bir yerdir.

-Buradan güzel yer olur mu?Ama orada deniz varmış diyorlar. İşte denizi merak ediyordum. Nasıl şeydir görsem bir.

Bir an durakladık. Sonra elini başına götürdü:

-İnsan vahşi olunca bir şey görmeden ölür. Biz göremezsek hükümetimizin sayesinde çocuklarımız herşeyi görecek.

İşte okuyucularım yüzlerce sene tabiatın korkunç dağlarında,mağaralarında yaşıyan bir neslin evladı. Ona ‘Türk değilsin’ demişler, onu ihmal etmişler. Bakmamışlar, daima ve daima üvey evlat, hatta düşman muamelesi yapmışlardı. Meşrutiyet senelerinde buraları gezen bir mutasarrıf o vakit bir mecmuaya şu satırları yazıyordu:

‘-Hükümet aşairin hallerine daima miskinane vaziyetini muhafaza etmiş ve değil aşairin yekdiğerile harp ve cidalinde, yalnız bir ferdin gasp ve taracı hukuk sırasında bile isbatı vücud edememiş ve vazifesini ifa edemeyen bu heyet, hukukunu istifaya bittabi muvaffak olamamıştır. Zaten hükümet, aşairi, edayi tekalif hususuna davet gibi vesaiti iptidaiyeye hareket etmiştir.

Dersim halkının şu ahvali nazarı teemmüle alınınca bir kabi hammiyetkarın sızlanmaması mümkün değildir. Devri meşumu sabıkın her yerden ziyade vatanın şu parçasında takip ettiği idarei hainane ile bu cüzü milletin böyle vahşi ve sefil bir halde kalmasına nasıl kail olduğuna insan bir türlü akıl erdiremiyor. Gayet zeki ve çevik olan Dersimliler birazcık envarı feyzi medeniyet gösterilmiş olsaydı, mühim ve müfit bir unsuru fa’al olacağında şüphe edilmezdi.’

Bu satırları Dersim’i bilmeyenler için küçük bir misal olsun diye yazıyorum. Altı yüz senedir ihmal edilen ve birbirine kırdırılan bu Türk çocuklarının ülkesi bugün, Dördüncü Umum Müfettiş general Abdullah Alpdoğan’ın söylediği gibi Atatürk’ün nuru ile aydınlanmaktadır.”

* * *

Kurun’un muhabiri Niyazi Ahmet Banoğlu, Alişer’in katili Zeynel’in bıyıklarına aşık olduğunu, fiziğinden de etkilendiğini gizlemediği sözümona bu röportajında katillerle sanki sokakta karşılaşmış havası veriyor. İşin aslı öyle değil tabi.

O zaman da psikolojik savaş mekanizması var. Niyazi Ahmet’in dışında da ‘gazeteci’ görünümlü başka ‘muharrirler’ de var. Mesela Cumhuriyet’ten Bahri Turgut da orada. Bahri Turgut Cumhuriyet’te günlerce süren ‘Şarki Anadoluda köyler ve köylüler’ başlığıyla bir dizide Kürd köy ve köylülerini anlatıyor. 20 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet’te ise ‘Hain Alişer nasıl öldürüldü’ babından Alişer’e kurulan tuzağı haklı göstermek için Alişer’in geçmişine dair iddiaları gündeme getiriyor.

Dersim’de oluk oluk Küd kanı akıtılırken Türk gazetelerinde Dersim Kürdlerinin öz be öz Türk oldukları propagandaları yapılamaktan da geri kalınmıyordu.

Bir yandan katledilmeleri için özel planlar yapılıyor, diğer yandan Kürdlere yönelik ‘sergerde, eşkiya, haydut, habis, cahil’ gibi aşağılama kampanyası yürütülüyordu.

Niyazi Ahmet’in (Banoğlu. Y.K.) yazdıklarından, Alişer efendi ve zarife hanımın katlinden sorumlu olan kişilerin Elaziz’e getirilip ‘gazetecilerle’ görüştürüldüğü(!). Bu ‘görüşmelerde’ katillerin ağzından bir Alişer prortresi çizilip Alişer’in kötü biri olduğu iddia edilmekle kalınmıyor,’mikrop ve Dersim’in başına bela olan birisi’ olduğu yönünde aşağılayıcı ifadeler kullanılıyor.

* * *

Alişer Efendi ve Zarife hanımın katledilmesi 20 temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesinde de ‘Hain Alişer nasıl öldürüldü?’ başlığıyla  haber olarak veriliyor. Haberin başlarında Alişer efendinin bir resmi de yer alıyor. Resim altında ise ‘Halk tarafından öldürülen Alişer’ yazılı. Abdullah Alpdoğan’ın planlamasıyla gerçekeleştirilen bu suikast Dersim halkına mal edilmeye çalışılıyor. Bahri Turgud daha sonra haberi ‘Tunceli isyanı elebaşısının şayanı dikkat hayatı’ diye sürdürüyor.

Bahri Turgud Alişer’in ortadan kaldırılmasından o kadar sevinç duyuyor ki, ‘Kutu deresi diye artık bir tahasüngah kalmamıştır. Tamamen taranmış olan bu mıntıka halen gayrı meskun ve dar bir geçidden ibarettir.’ diyor.

Cumhuriyet muhabiri haberinin devamında Alişer’e karşı zehir kusmaya, O’na hakaret etmeye ve aşağılamaya devam ederek ‘Gebertildiğini’ övünerek yazıyor:

“Çapulcuların son döküntüler, de toplanıyor. Tunceli’nin son muhalefetinde mürettib, muharrik ve amil olup 32 seneden beri Tunceli halkını devamlı bir surette muhalefete, mukavemete teşvik ve irticai fikirlerle fenalığa ve geriliğe sevkeden Koçkirili Alişer adındaki canavar Tuncelinde yarattığı bozuk ve zehirli havayı teneffüs etmekten bıkan ve bu müfsid malukun söylediği bütün sözlerinin yalan olduğunu ve kendilerini daima aldattığını ve insanlıktan uzaklaştırdığını gören, anlayan halk bu zararlı mikrobu içlerinden defetmek için Tuncelinden çıkmaya davet ettikleri esnada üzerlerine ateş ederek bir kişiyi öldürdükten ve bir kişiyi yaraladıktan sonra üzerine hücum edilmek mecburiyeti hasıl olmuş ve gebertilmiştir.

Bahri Turgud adlı zamanın apoletli ‘gazetecisi’, devletin Kürdleri ve Dersim’i Türkleştirme politikası karşısında bir engel olarak gördüğü Alişer ve eşinin katledilmesini masum ve şirin göstermek için Alişer’in geçmişine ilişkinde iddialar ortaya atmayı da ihmal etmiyor:

“Alişer 331’de Çarlık Rusya orduları Erzincan’a yaklaştığı sırada Koçkiri’den Tunceli’ye geçmiş ve düşmana yardım edebilmek için Osmanlı ordusu ile birlikte hareket edeceğini söylüyerek Tuncelilere silah ve  cephane tedarik ettikten sonra bir fırsatını bularak Çar Rusyası tarafına geçmiş, bir müddet onlarla beraber çalışmağa başlamıştı. Onların hesabına birçok casusluklar yapan bu tehlikeli ve karaktersiz insan, cahil halkı düşman düşman lehinde ve kendi vatanları aleyhinde çalıştırmaya muvaffak olmuştu. Çarlık Rusya ordusu çekilmeye başlayınca iki yüzlülüğünü ve iki taraflı ihanetini Ruslara da anlatmakta geç kalmamış olan Alişer, Ruslarla gidemiyeceğini anlayınca tekrar bize avdet etti. Alişer Çarlık Rusya ordusunda çalışırken aslen Türk olan Rus ordusuna mensup bir miralay ile karşılaşmış ve aralarında güya şöyle bir muhavere cereyan etmiştir:

Miralay:

-Vatanı aleyhinde çalışanların başkalarına, başkalarının vatanlarına hayrı olur mu hiç?

Alişer:

-Size, Ruslara hizmetlerimin müsbet mahiyetini göstermekle faideli olduğumu gösteriyorum.

Miralay:

-Siz bir hainsiniz ki hıyanet için emsalsiz bir rekabetle çalışıyorsunuz.

-Ruslara hizmetimi, Rus ordu tavsif esunda olduğunuz halde neden böyle tavsif ediyorsunuz?

-Türk kanı taşıdığım için sizin korkunç ve menfur faaliyetinize tahammülüm kalmadı.

-Ne yapayım?

-Habis beynine bir kurşun sık veyahut cehennem olup başka başka bir yere git, aramızdan çık. Vatanın olsaydı gideceğin yeri de gösterirdim.

-Ben Ruslardan ayrılmam ve beraber avdet edeceğim.

-Hayattan ayrılmaya karar verdiğiniz için mi?

-Yani nasıl?

-Yani derhal buraları terketmezseniz sizi bir hayvan gibi gebertirim.

-Ruslara haber veririm.

_Daha yolda iken Ruslara değil mezarınıza kavuşursunuz ve en ufak bir hareket kurşunla karşılık görecektir.“

Cumhuriyet muhabiri Alişer ile Türk miralay arasında bu diyalogun geçtiğini öne sürüyor. Alişer Ruslarla ittifak ettiği için Miralay’ın gözünde ‘hain’ ama Rus ordusunda görevli Miralay’ın kendisi de ‘vatansever’ oluyor.

Bahri Turgud piskolojik savaşta Türk basınının o zaman da yabana atılmayacak bir beceriye sahip olduğunu gösteriyor.

Bahri Turgud şöyle devam ediyor:

“Dehşetli surette hırpalanan Alişer bir yolunu bularak tekrar Osmanlı ordusuna yardım maksadile maske yaparak bize iltica ediyor ve gene hizmet talabinde bulunuyorsa da yüz bulamıyor.

Alişer 337’de gene sahneye çıkıyor. Koçkirilileri tahrik ediyor. Milli mücadele sıralarında  ve inkılabın başlangıcında milli ordumuzu geriden vurmak ve istiklal savaşımıza engel olmak ve bu suretle düşman emellerine hizmet etmek istiyor. Koçkiri isyanından evvel işgaldeki İstanbul’a giderek yabancılardan direktif alıyor ve avdet edince Koçkiri isyanını hazırlayarak tatbik sahasına vazetmeğe muvaffak oluyor ve filhakika vatan aleyhindeki menfur isyanını patlatıyor ve birçok kanların akmasına, hayatların sönmesine, hanümanların yıkılmasına sebep olduktan sonra gene kurtuluş çaresi olmak üzere Tunceline gidip saklanıyor.“

Bahri Turgud, resmi ideolojinin Kürdlerin hak araması sözkonusu olduğunda başvurduğu ‘Kürdlerin dış güçler tarafından kışkırtıldığı’ propagandasını burada tekrarlıyor.

Yeri gelmişken dikkat çekmekte yarar var.Halbuki Kürdler de eğer Türkler gibi yabancılardan direktif almış olsalardı, onların da bugün bir devleti olurdu. Türkler önce Alman imparatorluğunun kanatları altındaydılar, Çanakkale’de bile Osmanlı ordusunun komutanları Almandı. Ama Mustafa kemal uluslararası konjöktürün sunduğu fırsatları değerlendirdi, İngiliz ve Fransızların bölgedeki çıkarlarına tehdit olmayacağını gösterdi, bölgede Türkiye gibi bir tampon devletin olmasını çıkarlarına uygun gören Sovyetlerin de desteğini alarak İngilizlerin himayesinde devlet sahibi oldu.

Kürdleri destekleyen, hamisi olabilecek yabancı bir güç hiç bir zaman olmadı. Kürdlerin yabancılarla ilişkileri de bir takım görüşmeler yapmaktan öteye gidemedi. Durum böyle iken, Kemalist Türkiye’nin İngilizlerin yol göstericiliğinde kurulduğu ortadayken, Türk propagandistleri Kürdlerin hak arama ve varolma mücadelelerinin ardında ‘yabancı parmak’ arayarak aşağılamaya ve itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.

Bahri Turgud da bu politikayı Alişer’in katli olayında da sürdürüyor:

“Saklandığı müddetçe boş durmayan bu mürteci mahluk, yüzlerce, binlerce ailesinden mürekkeb Koçkirililerin mahvine sebep olduktan sonra yeniden Tuncelinin Ovacık aşiretlerini ayaklandırıyor ve arkasında sürükleyerek Koçkirililerin imdadına götürüyor. Onun kanlı maceralarından bıkan Tunceli halkı evvela bu müfsidi içlerinden atmak istemişlerdir ve çıkıp başka tarafa gitmesini söylemişlerdir.. Fakat daha birçok kanlar dökmek niyet ve emelini taşıyan bu canavar ruhlu insan hiçbir tarafa gitmiyeceğini söylemiş ve yol gösterenlere silahla cevap vermiştir. Bir iki kişinin daha mahvine sebep olduktan sonra müdafaa mecburiyetinde kalan halk canavarın mundar canını ortadan kaldırarak senelerden beri  kan dökmeyi, döktürmeyi itiyad edinen bu  menhus ve zelil hayata nihayet vermişlerdir.“

Bu satırlar Kürdün dirisine oduğu kadar ölüsüne bile saygısızlığın eski bir tarihi arka planı olduğu ve bunun bir kültür haline geldiğini göstermektedir.

Alişer ve eşi Zarife  hanım aydın insanlardı. Alişer efendi iyi bir şairdi aynı zamanda.Alişer efendinin eserleri ve arşivinin de (en azından yanında bulunan kısmının) bu suikastten sonra alınıp götürüldüğü bilinmektedir.

* * *

Şeyh Abdurrahim

 Öte yandan Dersim’in hawarına koşan ve 17 Temmuz 1937’de Bismil’in Aşağı Salat (Mirkulam) köyünde vahşice katledilen Şeyh Abdurrahim efendi ve arkadaşlarının katlinde de ihanetin ağır izleri görülür. Bilindiği üzere Şeyh Abdurrahim, Şeyh Said efendinin küçük kardeşidir. 1925 Şeyh Said direnişinin başlaması da O’nun Piran’da Türk askeri güçleriyle yaşadığı bir çatışma sonrasına rastlamaktadır.

Uğur Mumcu, bu olayı şöyle aktarmaktadır:

“Altı asker kaçağını yakalamak için görevlendirilen Jandarma Börlik Komutanları Teğemen Mustafa ve Teğemen Hasan Hüsnü, 13 Şubat 19255 günü Şêx Abdurrahim’in köyünü sardıklarında hem Nakşi Kürtlerin hem de Cumhuriyet Tarihi’nin en büyük olaylarından birinin başlamak üzere olduklarını bilmiyorlardı.

Evin sarıldığını gören Şeyh Said Jandarma Teğmenlerine haber göndermişti: İstediğiniz adamlar benim yanımdadır. Şimdi bunları yakalarsanız benim şeref ve hasiyetimi çiğn emiş olursunuz. Hükümetin kolu uzundur. Bu suçluları istediği zaman yakalıyabilir.“[9]

* * *

Şeyh Said ailesi bir Kürd ocağıdır. Bu ocak darağaçlarından, sürgünlerden, zindanlardan ve kurşunlanmalardan nasibini alan bir ekoldür. Şeyh Abdurrahim de bu geleneğin en sonuncusu olmasa bile, en önemli kahramanlarından birisidir.

Şeyh Abdurrahim’in ve arkadaşlarının katlinde rol oynayan Balıkesirli Ziya olayı Kürdlerin ne kadar dikkatsiz olduklarını gösteren bir örnektir. O zamanın Ömer Güneyi adeta bu Ziya’dır. Daha önce kendisini İngiliz istihbaratçısı Templeton adıyla Seyid Abdülkadir’e ve Palulu Kör Sadi’ye yutturan Türk istihbarat görevlisi Nizamettin olayını hatırlatmaktadır.

İhanet Dersimli Yüzbaşı Ziya ile başlamış, Bismil’de ve Silvan’daki diğer ihanetlerle devam etmiştir.

* * *

Şeyh Abdurrahim 1933’te kaldığı evin tesbitinden sonra Kürdlerin ‘bınxete’ dedikleri, Kürdleri bölen sınırın güney batısına kaçar.

Namazını kıldığı esnada askerlerin yaklaştığını öğrenir. O sırada eşi hamiledir. Tam o esnada eşi doğum yapar. Şeyh Abdurrahim efendinin bir oğlu olmuştur. Şeyh Abdurrahim oğlunun kulağına  Fevzi’ismini fısıldar ve evden çıkar.

Şeyh Abdurrahim bir grup arkadaşıyla Temmuz 1937’de sınırdan içeri girer. O dönem Sason ve Desrim’de Kürdlere karşı soykırım harekatları yapılmaktadır.

Temmuz 1937 başlarında, Şeyh Abdurrahim ve bir avuç arkadaşı Bismil’deki Deşta Perxane’de (Perxane Yazısı)  direnir ve yaşamlarını kaybederler. Türk gazetelerindeki yayınlarda Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının öldürülmesi yağdan kıl çeker gibi gerçekleşmiştir, kısa sürmüştür. Kürdler arasında dolaşan bilgilere göre Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları günlerce çatışmışlar, saklanabilmek ve çıkış yolu bulmak için buğday tarlasına girmişlerdir.

Şeyh Abdurrahim, Liceli Seydaye Cemil, Şeyh Misbah, Savurlu Hüseyin, Sofi Said’le birlikte katledilenlerin tam sayısı konusunda çelişkili bilgiler vardır. Kürdler arasında katledilenlerin sayısı 15-16 olarak verilmekte ama gazete haberlerinde bu sayı daha azdır.

Gazetelerde Şeyh Abdurrahim Olayı:

Son Telgraf Gazetesi

17 temmuz 1937 tarihli gazete olayı aynı gün duyurmaktadır. Son Telgraf gazetesi birinci sayfadan verdiği kısa haberde “Bir çete bugün imha edildi. Cenuptan hududumuza girmiş bulunan Abdurrahim çetesi bugün imha edildi. Abdürrahim ve beş arkadaşı ölü yakalanmıştır.“

18 temmuz 1937 tarihli Son Telgraf gazetesinde olaya ilişkin haber devam ettirilmektedir:

‘Seyid Rıza’ya yardım için hududu geçen bir çete imha edildi.’

Bu gazetede olayla ilgili verilen bilgiler de aşağıda vereceğimiz diğer gazete haberlerindeki içeriğin hemen hemen aynısıdır.

Haber Gazetesi

 18 Temmuz 1937 tarihli Haber gazetesi olayı birinci sayfadan ‘Şeyh Said’in kardeşi gebertildi. Nusaybin civarında hududu geçen çete imha edildi’ şeklinde duyurmaktadır.

“Cenupta Abdurrahim çetesinin imhasına dair elde ettiğim şayanı dikkat malumatı veriyorum:

Öldürülen Şeyh Abdurrahim, Şeyh Said’in kardeşidir. Aynı çete içinde Ağrı isyanında tepelenen Şeyh Muharrem’in kardeşi Şeyh Misbah, Şeyh Saidin başlıca elemanlarından Kör Cemil Seyda, Savurlu Hüseyin, gene kaçak Ziya (devlet ajanı olduğu ve yüzbaşı olduğu biliniyor.Y.K.)vardır. Şeyh Said’in oğlunun da çeteye dahil olduğu söylenmektedir.

İfsat nasıl hazırlanmıştı?

 Bunların hepsi cenup aşırı yerlerden gelmişlerdir. Cemil Paşa oğullarından Kadri, Ekrem, Mehmet, savurlu Hüseyin, Abdürrahim ve adamı, Sofu Said, Muşlu Hilmi ve Hasan ağa, evvelce Seyitxan çetesinden kalıp kaçan Selahattin, Abdülaaziz ve Şeyh İbrahim’le bazı tevabil Şam’da bir toplantı yapmışlardır. Şeyh Abdürrahim Ziya’yı orada bulmuştur. Ziya, Babıki’de Cemil Paşa oğlu Mehmed’in  yanına gönderilmiş, orada bir müddet kalmıştır.’

(..)

Çete efradı 8 Temmuz Perşembe akşamı karanlıkta Nusaybin’in 20 kilometre şarkından hududu geçmişlerdir.

(..)

Seyit Rıza’ya yardıma geliyorlarmış

Verilen malumata göre , bu çete çapulculuk için hududu geçen takımdan değildir. Bunlar, Piran ve Palu taraflarında teşkilat yapmak, cenupta bir asayişsizlik hadisesi çıkarmak, Dersimli Seyid Rıza’ya yardım etmek ve şimdiye kadar tepelenen arkadaşlarının intikamını almak için elbirliği etmişlerdir.“

Son Posta Gazetesi’nde Bismil Katliami

18 Temmuz 1937 tarihli Son Posta gazetesi ise olayı ikinci sayfasında çift sütun üzerinden ‘Seyit Rıza’ya yardım için hududu geçen bir çete imha edildi’ başlığıyla duyuruyor:

“Diyarbekirden bildirildiğine göre memlekete fesat sokmak , cenup vilayetlerimizin asayişini bozmak ve teşkilat yapmak maksadile Nusaybin’den hududumuzu geçen bir çete imha edilmiştir.

(…)

Çetenin mevcudiyetini evvela Romanya göçmenlerinden Nasuh hisetmiş, çeteden Balıkesirli Ziya da yakalanacaklarını anlayarak sıvışıp bir tezkere ile çetede bulunanları bildirmiştir. Bunun üzerine Nahiye Müdürü Hakkı harekete geçmiş, jandarma, korucu ve köylülerle çetenin üzerine yürüyüp bir oyalama müsademesine başlamış, bilahare gelen müfrezenin de iştirakile yapılan çetin bir müsademeden sonra Ziya teslim olmuş, Misbah, Savurlu Hüseyin ve Kör Cemil tepelenmişlerdir. 3 şaki de kaçmıştır. Kaçanlar da takip edilmektedir. Birkaç saat zarfında yakalanacakları umulmaktadır. Bu çetenin Dersimli Seyit Rıza’ya yardım etmek, Piran ve Palo taraflarında teşkilat yapmak maksadile geldikleri tahmin edilmektedir.“

Son Posta’nın haberinden anlaşıldığı kadarıyla Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının imha edilmelerinde Yüzbaşı Ziya kilit bir rol oynamıştır.

***

Tan Gazetesinde Şeyh Abdurrahim Olayı

18 Temmuz 1937 tarihli Tan gazetesi Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının katlini birinci sayfadan ‘Fesatçı bir çete cenup hududu boyunda imha edildi’ başlığıyla duyurmaktadır. Her ne kadar  haberde Şeyh Abdurrahim’in Şeyh Said efendinin ‘oğlu’ olduğu gibi bir yanlışlık yapılsa da, teşbihte hata yoktur!:

‘Öldürülenler arasında Şeyh Said’in oğlu da var. Serseriler, Seyit Rıza’ya yardıma geliyorlarmış.’

18 temmuzda gazetede yazılan haber 17 Temmuz’da Tan muhabiri tarafından Diyarbekir’den bildirilmiştir. Ama Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları haberden yaklaşık on gün önce Nusaybin’den giriş yapmışlardır.

Tan gazetesindeki haberde şunlar yazılmaktadır:

“Memlekete fesat sokmak, cenup vilayetlerimizin asayişini bozmak ve teşkilat yapmak maksadile on gün önce  Nusaybin’den hududumuzu aşarak içeri giren bir çete tepelenmiştir. Çete ile jandarma müfrezelerimiz arasında Bismil kazasına bağlı Aşağı Salat köyünde şiddetli bir müsademe olmuş, 3 şaki kaçmış, diğer tanınmış dördü de tedip edilmiştir. Müsademe esnasında bir jandarma neferimiz şehit düşmüş, bir çavuş hafif yaralanmıştır.“

Tan gazetesi (18 Temmuz 1937)’nin 17 Temmuz’da Diyarbekir’den verdiği haberde Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının 0n gün önce sınırı geçtiklerini yazmaktadır. Buna göre Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının katledildikleri takriben 17 Temmuz 1937 günü olmaktadır.

Haber şöyle devam eder:

“Nusaybin’den hududumuzu aşarak içeri giren bir çete tepelenmiştir. Çete ile jandarma müfrezelerimiz arasında Bismil kazasına bağlı Aşağı Salat köyünde şiddetli bir müsademe olmuş, 3 şaki kaçmış, diğer tanınmış dördü de tedip edilmiştir. Müsademe esnasında bir jandarma neferimiz şehit düşmüş, bir çavuş hafif yaralanmıştır.’

Gazete olayın meydana geliş şekline ilişkin şunları ileri sürmektedir:

‘Çete, eski isyanda yakalanarak asılan Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdürrahim, 1933’te tepelenen Şeyh Fahri’nin kardeşi Şeyh Misbah ile Şeyh Said isyanı sırasında sergerdelik eden kaçak Liceli Kör Cemil Seyda ve avanelerinden mürekkeptir.

Müsademe şöyle olmuştur:

Cenuptaki fesatçılardan  Şeyh Abdurrahim, Şeyh Misbah, Kör Cemil seyda, kaçak Savurlu Hüseyin ve Balıkesir’den Diyarbekir’e muhake için gönderilirken Müslümiyeistasyonunda cenuba kaçan Ziya (yüzbaşı. Y.K.) ve adamları, 8 Temmuz Perşembe akşamı karanlıkta Nusaybin’in 20 kilometre şarkından hududu geçmişler, tam 9 gün Dircuma ile Hitabin arasındaki dağlık arazide saklı bir yürüyüşten sonra Bismil kazasının Sinan nahiyesine bağlı Aşağı Salat köyüne yaklaşmışlardır.

Çetenin şüpheli hareketlerini evvela Romanya göçmenlerinden Nasuh görmüş, çetedeki kaçak Ziya, hemen küçk bir pusula yazarak çetenin kimlerden müteşekkil bulunduğunu bildirmiş, bunun üzerine Nahiye Müdürü Haki harekete geçerek üç jandarma, korucu ve bir grup köylü olduğu halde eşkiyanın üzerine gitmiştir. Karşılaşma çok muvaffakiyetli olmuş, oyalama müsadesi devam ederken hadise mahalline makineli vesaitle jandarma takip müfrezeleri de yetişmiştir.

Tepelendiler ve teslim oldular

Çetin bir müsademeden sonra Abdurrahim, Misbah (Şeyh Şemseddin’in yeğeni. Y.K.), Savurlu Hüseyin, Kör Hüseyin, Cemil seyda tepelenmiştir. Ziya, müsademeden çok geçmeden teslim olmuş, diğer üç şaki kaçmıştır. Müfrezelerimiz,, kaçanlarla ikinci bir müsademe daha yapmış, bunlardan biri daha yaralanmıştır. Çetenin silah ve tabancalarından başka beyanname, hüviyet cüzdanı, silah ve yol vesikaları bulunmuştur. Kaçanların tepelenmeleri bir saat işidir.

Verilen malumata göre bu çete, çapulculuk için hududu geçen takımdan değildir. Bunlar, Piran ve Palu taraflarında teşkilat yapmak, masum halkı aldatmak,, cenupta bir asayişsizlik hadisesi çıkarmak, Dersimli Seyit Rıza’ya yardım etmek ve şimdiye kadar asılan, tepelenen arkadaşlarının intikamını almak niyetile elbirliği etmişlerdir. Çetenin fesat planı tamamen suya düşmüştür. Çete, daha yurdumuza girmeden, teşkilat içinde bulunan Muşlu Hilmi, Kör Cemil Seyda tarafından vaktile Şeyh Said aleyhinde yazı yazdığı için öldürülmüştür.

Bu hadiseyi hazırlayanlardan şu isimleri öğrendim: Bunların hepsi cenup aşırı yerlerden gelmişlerdir. Cemil Paşa oğullarından Kadri, Ekrem,Mehmet, savurlu Hüseyin, Abdürrahim ve adamı, Sofu Sait, Muşlu Hilmi ve Hasan ağa, evvelce Seyithan çetesinden kalıp kaçan Selahaddin (Seyithan’ın oğlu. Y.K), Abdülaziz ve Şeyh İbrahim’le tevahü Şam’da bir toplantı yapmışlardır. Şeyh Abdürrahim, Ziya’yı orda bulmuştur. Ziya (Yüzbaşı Ziya kimi iddialara göre Mutkili, kimi iddialara göre ise Dersim’in Demegan aşiretine mensupturY.K.), Bahiki’de Cemil Paşa oğlu Mehmed’in yanına gönderilmiş, orada bir müddet kalmıştır. Mütakıben Abdürrahim’in reisliğinde cenupta Sincar’da Şeyh Mustafa’nin evinde, sonra Helvada Şeyh İbrahim’in yanında toplantı yaparak vaziyeti müzakere etmişler ve Abdürrahimin Nusaybin yanındaki Himara köyünden itibaren harekete geçmişlerdir. Şakilere Şeyh Misbah burada iltihak etmiş ve toprağımıza  girerlerken de tepelenmişlerdir.“

Haberde, Diyarbekir vali yardımcısı Kazım Demirer, müfrezeler komutanı Binbaşı Hamdi, Bismil jandarma komutanı yüzbaşı Salih, merkez bölük komutanı yüzbaşı Hulusi, Bismil jandarma komutanı Yüzbaşı Salih, Diyarbakır merkez karakul komutanı Faruk, Sinan nahiye müdürü Haki, yaralanan Diyarbekir merkez karakul komutanı Faruk, çatışmada ölen jandarma Zülküfi, Göçmenköylü Nasuh adlı kişilerin ‘büyük feragatla çalıştıkları’ belirtilmektedir. Çatışmada ölen Zülküfi adlı asker için Diyarbekir’de Ulucami’nde (Şey Said efendi ve 47 arkadaşının önünde asıldığı cami) cenaze namazı kılınmış (Tan, 18 Temmuz 1937).

***

Ziya’nın daha Suriye’de iken Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları arasında devlet için çalıştığı bu haberlerden anlaşılıyor. Kürdler arasında dolaşan bilgilere göre de Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları Suriye’den itibaren takip edilmişler ve yanlarında olan asker kökenli biri  (Yüzbaşı Ziya) tarafından ihbar edilmişlerdir.

Rivayetlere göre Şeyh Abdurrahim’in cesedi günlerce güneş altında buğday tarlasında kalıyor ve günlerce sonra bulunup gömülüyor. Olayı gören bir köylü bir süre sonra Şeyh Abdurrahim’in olduğu yere her gittiğinde bir taş koyarak mezar yerini belirliyor.

***

Cumhuriyet Gazetesi

19 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesi ise olayı ‘ Cenupta bir çete imha edildi. Çetenin reisliğini yapan Şeyh Said’in kardeşi de gebertildi.’ Başlığıyla duyurmaktadır. Gazete şöyle devam etmektedir:

“Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahimin reisliğinde hareket eden bu çetede Ağrı isyanında tepelenen Şeyh Muharrem’in kardeşi Şeyh Misbah, Kör Cemil Seyda, Savurlu Hüseyin, Sofu Said ve daha birkaç azılı haydut bulunuyordu. Bunlar daha evvel Şam’da bir toplantı yaptıktan sonra ayın 9’unda gizlice hududu geçmişler ve dağlık araziyi takiben Bismil kazasının Sinan nahiyesine bağlı Aşağı Salat köyü civarına kadar gelmişlerdir.’ (..) Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahim, Şeyh Misbah, Savurlu Hüseyin ve Kör Cemil gebertilmişlerdir. Diğer üç şaki kaçmışlarsa da jandarmalar tarafından şiddetle takip edilmektedirler.“

***

Tan gazetesi 20 Temmuz 1937 tarihli sayısında Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının katledilmeleri hakkında  ‘Tepelenen çetenin artıkları’ başlığı altında şu bilgileri veriyor:

“Diyarbekir, 19 (Tan muhabirinden) Evvelki gün tepelendiğini bildirdiğim çetede ağır yaralanan Sofu Said’in cesedi, fundalıklar arasında bulunmuştur. Üzerinde sergerde Şeyh Abdürrahimin mührü çıkmıştır.  Çetenin son şakisi olan Şeyh Misbah da Silvan kandarma bölük komutanı Yüzbaşı Hamdi tarafından Kaster köyünde teslime  mecbur bırakılmış, serseri Şeyh bir dere kenarından kaçarken ölü olarak tutulmuştur. Misbah’ın uşaklarından ikisi de iki saat önce yakalanmıştır.“

Gazete haberlerinde kullanılan dil “En iyi Kürd ölü Kürdtür“ politikasının örneklerini sunuyor.Öldürülen Kürdlerin bir insan olduğu akla gelmemekte, Kürdün ölüsüne de ‘sergerde ve çete’ gibi sözlerle hakaret edilmektedir. Yunanlılara karşı verilen Türk milli mücadelesinde yer alan Zeybekler, Efeler kahraman, ‘Dersim’deki kandaşının hawarına koşan’ Kürd ise çetedir!

Türk Sözü Gazetesi

21 Temmuz 1937 tarihli Türk Sözü gazetesi de Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının katledilmeleri olayını ikinci sayfasında ele almaktadır.

Gazete katliamı ‘Şeyh Said’in kardeşi nasıl öldürüldü? Bu habisler meğer Seyid Rıza’ya yardıma geliyorlarmış’ diyerek duyurmaktadır.

Bu haberlerden, Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının Dersim’e gitmek üzere Suriye’den çıktıkları anlaşılmaktadır.

Şeyh Abdurrahim’in yanında olanların her biri ayrı bir değerde olan insanlardır. Bilinen bir geçmişleri vardır. Devlet onların Suriye’de olduklarını bilmektedir. Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının ortadan kaldırılması için bir plan çerçevesinde hazırlık yapıldığı görülmektedir. Alişer efendi ve Şeyh Abdurrahim efendinin katledilmeleri 1937 temmuz ayının ilk yarısında gerçekleşmiştir.

Biri Alevi inancına sahip, diğeri şafi inancına sahip bu iki değerli Kürd şahsiyetinin ruhu bir hafta arayla birbirine kavuşmuştur.

Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları Dersim’in imdadına koşmaktadırlar.

Ama onları büyük bir tuzak ve içerden örülmüş bir ihanet beklemektedir.

Türk Sözü adlı gazete olayı Haber gazetesine dayanarak şöyle veriyor:

“Cenupta Abdurrahim çetesinin imhasına dair elde ettiğim şayanı dikkat malumatı veriyorum:

Öldürülen Şeyh Abdurrahim, Şeyh Said’in kardeşidir. Aynı çete içinde Ağrı isyanında tepelenen Şeyh Muharrem’in kardeşi Şeyh Misbah, Şeyh Saidin başlıca elemanlarından Kör Cemil Seyda, Savurlu Hüseyin, gene kaçak Ziya (devlet ajanı olduğu ve yüzbaşı olduğu biliniyor.Y.K.) vardır. Şeyh Said’in oğlunun da çeteye dahil olduğu söylenmektedir.

İfsat nasıl hazırlanmıştı?

 Bunların hepsi cenup aşırı yerlerden gelmişlerdir. Cemil Paşa oğullarından Kadri, Ekrem, Mehmet, savurlu Hüseyin, Abdürrahim ve adamı, Sofu Said, Muşlu Hilmi ve Hasan ağa, evvelce Seyitxan çetesinden kalıp kaçan Selahattin, Abdülaaziz ve Şeyh İbrahim’le bazı tevabil Şam’da bir toplantı yapmışlardır. Şeyh Abdürrahim Ziya’yı orada bulmuştur. Ziya, Babıki’de Cemil Paşa oğlu Mehmed’in  yanına gönderilmiş, orada bir müddet kalmıştır.’

(..)

Çete efradı 8 Temmuz Perşembe akşamı karanlıkta Nusaybin’in 20 kilometre şarkından hududu geçmişlerdir.

(..)

Seyit Rıza’ya yardıma geliyorlarmış

Verilen malumata göre , bu çete çapulculuk için hududu geçen takımdan değildir. Bunlar, Piran ve Palu taraflarında teşkilat yapmak, cenupta bir asayişsizlik hadisesi çıkarmak, Dersimli Seyid Rıza’ya yardım etmek ve şimdiye kadar tepelenen arkadaşlarının intikamını almak için elbirliği etmişlerdir.“

Gazete haberleri incelendiğinde sözkonusu haberlerin üstünde bir kontrol olduğu ve tek merkezden çıktığı rahatlıkla tesbit edilebilmektedir.

Kullanılan dil aynıdır. Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının katledilmeleri ‘Gebertilme’ olarak sevinç naraları eşliğinde verilmektedir.

Şeyh Misbah’in İnfazi

23 Temmuz 1937 tarihli Türksözü gazetesinde Şeyh Misbah da yakalandı’ haberi verilmektedir.‘:

“Üç gece evvel Şeyh Abdurrahim çetesile Bismil civarında müsademe yapılırken, bir yolunu bulup fundalıklar arasından firar eden Şeyh Fahri’nin yeğeni ve Karaköprü vakasının baş faili Şeyh Misbah dün gece Silvan jandarma karakolu kumandanı Yüzbaşı Hamdi idaresindeki takip müfrezesi tarafından Haşter köyü civarında pusuya düşürülerek yakalanmış ve Diyarbekir’e getirilirken yolda firar etmiş ise de arkasından yetişen jandarmalarımız Misbah’I bu sefer ölü olarak yakalamışlardır. Misbah’ın cesedi Diyarbekir’e getirilmiştir. Bu suretle Şeyh Abdurrahim çetesi en azılı elemanlarile tamamen mahvedilmiş bulunuyor.“

Bu satırlardan Türk güvenlik güçlerinin takip ettikleri kişileri ‘ölü yakalama!’ gibi bir tekniğe de vakıf oldukları anlaşılmaktadır.

Muşlu Hilmi

Haberden de anlaşılacağı üzere Yüzbaşı Ziya devlet hesabına çalışan bir görevlidir. Kürd ileri gelenlerinin yanında bulunmuş ve onların güvenini kazanmış, ilk fırsatta da misyonunu yerine getirmiştir. Şeyh Abdürrahim’in yanında bulunanlar devlet katında bilinen, izlenen kişilerdir.

Muşlu Hilmi’nin ölenler arasında mı olduğu, yoksa gazetede iddia edildiği gibi daha sınırı geçmeden Liceli Cemilé Seyda tarafından mı öldürüldüğü tartışmalıdır.

Muşlu Hilmi Yıldırım Harp Okulu’nda okumuştur.  Kimi iddialara göre “Fransız istihbaratına göre şüpheli olan Hilmi Yıldırım, Beyrut’taki Türk Konsolosluğu ile gizli bir ilişki içindedir Konsolosluğun Yıldırım’ın yazılarını şikayet etmesi, yalnızca şüpheyi başka tarafa çekmek için yapılmış bir eylemdir.“[10]

Muşlu Hilmi Yıldırım’ın da sözkonusu çatışmada öldürüldüğü de yukarıda sözü edilen yazıda iddia edilmektedir.

HOYBUN’UN DERSİM İLGİSİ

Kürd aydını, edebiyatçısı ve siyasetçisi Osman Sebri ‘Biraninen Osman Sebri-Osman Sabri’nin hatıraları) kitabında Hoybun’un da Dersim’e, Seyid Rıza’ye ilgi gösterdiğini yazmaktadır. Osman Sebri, Celadet Bedirxan ile tanıştırılır. Bedirxan bey o zamana dek Dersim’e gönderecek birisini bulamadıklarını anlatır, Amerika’da Dersimli zengin Kürdlerin olduğunu söyler. Bedirxan bey, bir kardeşini Amerika’ya gönderdiklerini ama O’nun Dersimliler arasında başarılı olamadığını, Türk elçiliğinin onu engellediğini söyler. Osman Sabri kendisine ne görev veririse yapılacağını söyler ve Dersim’e gitmeyi kabul eder. Bedirxan bey’den mermi ve para ister. Bedirxan bey bu isteklerini Bozan bey vasıtasıyla kendisine ileteceğini, ayrıca bildiriler de göndereceğini söyler. Osman sabri ve arkadaşları Suriye’den çıkar çıkmaz bu bildirileri dağıtmak ve Seyid Rıza ile görüşmekle görevlendirirler. Bedirxan bey Seyid Rıza’nın referansı ile Amerika’daki Dersimlilerin güvenini kazanacağını ümid etmektedir. Ancak iki ay sonra Bozan bey Osman Sabri’ye iki silah ve iki bin dolayında bildiri teslim eder. Ama sözedilen para verilmemiştir. Bildirilerde Kürdler Dersim’e yardıma çağırlmaktadır. Osman Sabri ve arkadaşları bildirileri dağıta dağıta giderler ve bu şekilde de Türk ordusunu üzerlerine çekerler. Bir süre sonra da geri dönmek zorunda kalırlar.[11]

* * *

“Yakılan Şeyh“ ve Bazı Yanlışlar

Şeyh Abdurrahim hakkında oğlu merhum Feyzi BilginAbdurrahimoğlu tarafından ‘Yakılan Şeyh’ adıyla bir kitap yayınlanmıştır.(Hınar Verlag,2014)Bu kitapta Şeyh Abdurrahim efendi ve arkadaşlarının Suriye’den Türk siyasi sınırlarından içeri nasıl girdikleri ve nasıl katledildiklerine dair bilgiler de verilmektedir.

Bu kitapta Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının 17 Temmuz 1937’de Bismil’in Aşağı Salat köyünde öldürülmeleriyle ilgili  bazı yanlış bilgilerin mevcut olduğunu belirtmek zorundayım. Örnekleri sunulan ve incelenen Türk basın organlarının haberlerinden de anlaşılacağı üzere Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları 17 Temmuz 1937’de öldürülmüşlerdir. Sözkonusu kitapta ise çatışmanın 20 Temmuz 1937’de başladığı yazılmaktadır ki tamamen yanlıştır. Uğur Mumcu Şeyh Abdurrahim efendinin öldürülmesi hakkında şunları yazmaktadır :

“Ayaklanmadan sonra Suriye’ye kaçan Şeyh Abdurrahim 19 Temmuz 1937 günü Sinan bucağı Salat Jandarma Karakolu’na birlikte Suriye’ye gittikleri arkadaşı Yüzbaşı Ziya tarafından ihbar edildi. Şeyh Sait ayaklanması dışında, ayrıca 15 Mart 1932 günü Lice’nin Serdi köyünün basılıp iki jandarma erinin öldürülmesi olayı nedeniyle de aranan Abdurrahim, Batman çevresinde Bismil’in Salat köyü yakınlarında çıkan çatışmada yanındakiler ile birlikte jandarma birliklerince öldürüldü.“[12]

‘Uğur Mumcu Diyarbakır valisi Cihat Ökmen’in Avni Doğan’a yazdığı 25 Ekim 1943 gün ve 1197 sayılı yazıyı kaynak göstererek Şeyh Abdurrahim’in üzerinde Dersim ile ilgili yazışmalar bulunduğunu’ yazıyor ve şunları belirtiyor.

Uğur Mumcu, Şeyh Abdurrahim’in ‘15 Mart 1932 günü Lice’nin Serdi köyünün basılıp iki jandarma erinin öldürülmesi olayı ile ilgili olarak da arandığını’ ileri sürmektedir.[13]

Uğur Mumcu’nun yazdıkları birbiriyle çelişmektedir. Bir yandan Şeyh Abdurrahim’in Şeyh Sait isyanından sonra Suriye’ye kaçtığını söylüyor, diğer yandan ise 1932 yılında iki askeri öldürmekle suçlandığını  iddia etmektedir.

Şeyh Abdurrahim, 1925 direnişinden hemen sonra Suriye’ye gitmemiştir.

***

Türk gazetelerinde yer alan haberlerde katledilenlerin sayısı yedi olarak verilmektedir. Ama sözkonusu kitapta 17 kişinin adları sayılmaktadır:

“Şêx Abdurrahim’in başkanlığını yaptığı 18 kişiden oluşan silahlı gerilla grubu ile birlikte yeniden Kürd Ulusal Hareketini başlatmak üzere Suriye’den ayrılıyorlar. Silahlı grubun isimleri aşağıya sıralanmıştır. -Şêx Abdurrahim ‘ Silahlı gerilla gurubunun başkanı.

Silvan lı (Farqin) Şêx Misbah, Şêx Şemseddin’in yeğeni.Lice’li Cemilê Seyda, Lice’li Halidê Şerif, Lice ye bağlı Teleyti köyünden A. Samed,Lice ye bağlı Mark köyünden Mehmetê Hat, Selahaddinê Seyithan Muşlu, Hilmi Bey (Brusk) Muşlu, Yüzbaşı Hüseyin Mardin Savurlu,Yüzbaşı Ali Bey Mardin Savurlu, Yüzbaşı Mustafa Mardin,Serreş Bahıstanlı Mardin,- Hasan Ağa,Palu Karaşex köyündenPalu Karaşex köyünden, -Yüzbaşı Ziya- Demegan Aşiretine mensup– (İhanet eden)Dersim, – Hacı Tayip–Yeri belli değil. — Süleyman Seliki Bariyê– Bu gerillanın ne ismi ve nede yeri tespit edilemedi.Bu gerillanın ne ismi ve nede yeri tespit edilemedi.“

Muşlu Hilmi Yıldırım’ın kafilede veya ölenler arasında olup olmadığı konusunda da çelişen bilgiler sözkonusudur.

Merhum Feyzi Bilgin Abdurrahimoğlu’nun ‘Yakılan Şex’ kitabında Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının köy muhtarı Yusuf tarafından görülüp durumu köydeki muhbir Köperli Ömer’e anlattıktan sonra, gidip birlikte  durumu Aşağı Salat köyü muhtarına bildirdikleri öne sürülüyor ama Yusuf’un hangi köyün muhtarı olduğuna dair bir bilgi verilmiyor. Kitapta anlatıldığına göre Yüzbaşı Ziya (muhbir) da arkadaşlarının uyumasından faydalanarak Aşağı Salat köyüne gidiyor ve kendisini Bismil Jandarma Komutanı olarak tanıtıyor,ama  Köperli Ömer O’nun yalan söylediğini anlıyor. Bunun üzerine Yüzbaşı Ziya durumu şöyle itiraf ediyor:

”Evet ben bu silahlı grubun arkadaşıyım. Ben Türkiye’de askeri suç işledim. Suçum idamlık olduğu için Suriye’ye kaçtım. Şimdi benimle birlikte olanlar hepsi Türkiye’den Suriye’ye gidenlerdir. Hepsi de namlı, kalburüstü ve cesaretli kişilerdir. Ben bu arkadaşları ikna ederek Türkiye’ye getirdim.’

Yüzbaşı Ziya silahlı grubun isimlerini saymaya başlıyor.

” Ben bu arkadaşları getirdim bana yardımcı olunuz.” diyor.

” Bunları yakalatırsak belki benim de affım çıkar.”

Kitapta Yüzbaşı Ziya’nın ihbarından sonra olayın gelişimi şöyle anlatılıyor:

“Bu konuşmadan sonra hemen muhtar Yusuf,  Köperli Ömer, Süleyman oğlu Abdulkadir ve Yüzbaşı Ziya’yı yanlarına alarak hep birlikte Yukarı Salat’ta kurulan Asayiş Jandarma karakoluna gidip ihbar ediyorlar. Karakol komutanı ihbarı değerlendirip durumu derhal telefonla Bismil Jandarma komutanı Yüzbaşı Salih Zeki Beye bildiriyor. Daha sonra Bismil jandarma komutanı Yüzbaşı Salih Zeki Bey durumu Diyarbakır jandarma alay komutanına telefonla bildiriyor. Diyarbakır jandarma alay komutanı Mardin jandarma alay komutanına telefonla durum hakkında bilgi veriyor. Durum çok vahimdir. Bu durum karşısında her iki alay birleşerek derhal askeri cemselerle olay yerine hareket ediyorlar. Önce olay yerinde Sinan ve Yukarı Salat jandarma karakolları tarafından operasyon başlatılıyor. Tabii bu az askerle ve çevre köylerden topladıkları köylüleri de zoraki bir halde bu operasyon başlatılıyor. Halk bu operasyona gönüllü değildi, olayın içine zorla soktular.

Güneş epeyce yükselmişti. Temmuz sıcakları ortalığı kavuruyordu.Silahlı gerilla grubu uyanınca ortalık tamamen aydınlanmış, sıcaklık her tarafı basmış ve bir bakıyorlar ki arkadaşlarından yüzbaşı Ziya‘nın olmadığını ve kendilerine tuzak kurduğunu fark ediyorlar. Silahlı gerilla bu tuzak karşısında karşısında ne yapacaklarını ve nasıl kurtulacaklarını hesabını yapıyorlardı. Bu istişareden sonra hemen çayın kenarındaki çalı ve sazlıkların içinden kalkıp Silvan’a doğru yola çıkıyorlar.

Takriben kalktıkları yerden 3 km. mesafede olan (Gola Hesusujina) gölün yanına geliyorlar. (Burası şimdi Şêx Abdurrahim’in metfun olduğu yerdir.) Buraya geliyorlar. Çevrenin tamamen kuşatılmış bir vaziyette olduğundan haberleri yok.

Bir anda ateş başlıyor. Silahlı gerilla derhal kendilerini insan boyu biçilmemiş ekin tarlalarının içine atıyor. Şêx’i tarlalarının içine atıyor. Şêx Abdurrahim bu operasyonda ağır yaralanıyor. Bu yarasıyla ilk operasyonun başladığı yere geliyor. Burada bulunan (Gola Hesuşujina) gölün kenarına geliyor. Kan kaybından artık yürüyecek bir gücü kalmamıştı. Arkadaşları onu yalnız bırakmamak için arkadaşları Cemilê Seyda, Yüzbaşı Ali bey ve Serreş Şêx Abdurrahim’in gittiği yere doğru gidiyorlar. Şêx Abdurahim’i buluyorlar. Şêx Abdurrahim sırtını gölün kenarındaki bir yamaca dayanarak halsiz bir şekilde oturuyor. Arkadaşlarına diyor ki;

”Beni kendi kaderime bırakın. Siz kendinizi kurtarın.”

Fakat arkadaşları onu yalnız bırakmıyor ve arkadaşları şehit oluncaya kadar başucundan ayrılmıyorlar. Şêx Abdurrahim  vefat ettikten sonra yanından ayrılıyorlar. Operasyon var hızıyla devam ediyor. Şêx Abdurrahim’in şehit olduğu yerden Cemilê Seyda ve her iki arkadaşı ile birlikte tekrar kendilerini ekin tarlalarının içine atıyorlar, çatışma devam ediyor. Gerillalar tamamen sarılmış. Bu operasyona muhtar Yusuf da katılmıştı. Muhtar bu üç kişiyi görünce kendilerine pusu kuruyor. Cemilê Seyda ve arkadaşları ekin tarlaları içinde yürürlerken muhtar Yusuf birden bire ateş ediyor. Gerilla anında ateş edip muhtarı ve atı ile beraber atı ile beraber öldürüyorlar.

Şêx Abdurrahim şehit düştüğünden diğer arkadaşlarının haberi yoktu. Çünkü arkadaşları biçilmemiş ekin tarlaları içinde dağılmış bir vaziyette idi. Bu durumda kim kalmış, kim vurulmuş olarak belli değildi.

Çatışma alanları Perişan ve Devrişan köylerinin altındaki halen biçilmemiş ekin tarlaları içinde oluyor. Çatışmada Cemilê Seyda ağır yaralanıyor, bu yarası ile her iki arkadaşı ile birlikte Perişan köyünün hayvanlarının su içtiği göletin yanına geliyorlar. Burada biçilmemiş ekin tarlası içine giriyorlar.. Cemilê Seyda arkadaşlarına diyor ki;

”Beni bu göletin yanında bırakıp siz kendi kendinizi kurtarmaya bakın. Beni artık kendi kaderimle baş başa bırakıp gidin.”

Cemilê Seyda’nın da yaralanmasından haberleri yoktu, daha sonra bu her iki arkadaş Cemilê Seyda’nın yanından ayrılıyorlar. Şêx Abdurrahim’in dışında 16 gerilla ekin tarlalarının içine dağılmışlardı. Bu silahlı gerillalar artık kimsenin kimseye faydası yoktu ..Çünkü tüm alanlar ve çevreler boydan boya ekin ve çeltik tarlaları, bu alan askerlerle kuşatılmıştı. Fakat operasyon yavaş gidiyordu. Çünkü yerel karakollarının jandarmalarının azlığından kaynaklanıyordu. Onun için operasyonun yavaş gitmesinin nedeni takviye kuvvetlerinin gelmemesiydi. Netice Diyarbakır ve Mardin jandarma kuvvetleri, operasyon kuvvetleri askeri cemselerle operasyon alanlarına askeri yığınak yapmaya başlar. Askeri kuvvet 3000 civarında olduğu ve silahlı gerillaların bulunduğu alanlar tamamen kuşatma altına alınmıştı. Zaten gerillaların tümü biçilmemiş ekin tarlalarının içinde oldukları biliniyordu.

Operasyon şiddetlenince gerillalar Perişan köyünün tarlaları içinden çıkarak Dirik köyünün ekin tarlalarına giriyorlar. Ekinler bir insan boyu olduğu için çatışma pek faydalı olamıyordu. Çatışmada kimlerin vurulup vurulmadığı bilinmiyordu.

Bu durum karşısında operasyonun uzun süreceğinden dolayı, her iki alay komutanı operasyonun bir an önce bitirilmesi için ekin tarlalarının derhal ateşe verilmesi emri veriyor. Ekinler yanınca silahlı gerillalar ateşin etkisinden mecburen sağa sola koşuşmaya başlıyor.

O zaman biz onları rahatlıkla görür ve vururuz ve kurtulmaları da mümkün değildir, diye düşünüyorlar. Bu taktiğin uygulanmasından sonra 7 gerilla bu çatışma ve yanmadan sonra yaşamlarını yitiriyorlar.

Geri kalan gerillalar kendilerini yanmayan çeltik ve ekili tarlaların içerisine giriyorlar ve kendilerini çeltik tarlalarının içerisinde gizliyorlar. Bu durum karşısında yaralı olarak Cemilê Seyda yer değiştiriyor. O da çeltik çeltik tarlalarına gizleniyor, fakat çember gittikçe daralmaya ve gerillaların oradan oraya yer değiştirmelerine sebep oluyor. Artık kurtuluş yolları kalmamıştı. Gece olunca askerler ekin tarlalarını yeniden ateşe veriyorlar. Çatışma şiddetle devam ediyordu. Bu çatışmada Serreş denilen arkadaşları su kanalını kullanarak ateş çemberinin içinden çıkıyor. Geri kalan gerillalar çatışmaya devam ediyorlar. Bu çatışmada 4 gerilla Alaadin Çayını takip ederek tam Zengülü köyünün yanına gelince askerler onları görür görmez görmez çatışma yeniden başlıyor. Bu çatışmada 6 gerilla ve T. C. Kuvvetlerinden bir Başçavuş (Kulan) 3 asker hayatını kaybediyor.

Bu çatışmadan sonra 3 gerilla Alaadin çayının kenarındaki çalı ve sazlıkların içinde gizleniyorlar. Gece olduğu için askerler kendileri göremiyorlar. Operasyon tamamlandıktan sonra askerler çevre köylere dağılmaya başlar. Ortalık biraz olsa sakinleşmiş, fakat gerillaların tüm mevcudu alınmayıncaya kadar operasyon devam ediyor. Bu çalı ve sazlıkların içinde gizlenenlerin isimleri: Şêx Misbah, Seyithan’ın oğlu Selahaddin ve Savurlu Yüzbaşı Ali Beydir.

Gece epeyce uzun bir zaman geçince Şêx Misbah arkadaşlarına diyor ki;

” Bu çevreler benim bölgemdir. Ben buraları iyi bilirim. Ben çevreyi bir kontrol edip asker olup olmadığını ve ortalıkta asker yoksa gelir birlikte buradan ayrılırız. Buralarda hangi köye gitsek hepsi beni tanırlar. Bu yönde herhangi bir sıkıntımız olmaz, diyor. Daha sonra Şêx Misbah arkadaşlarının yanından ayrılıyor. Gece karanlığından yararlanarak Silvan’a bağlı Hoşdere köyüne gidiyor. Bu köyde oturan teyzesinin oğlu Abdulsamed’in evine misafir oluyor. Hemen kapıyı

”Ben Şêx Misbah’ım kapıyı açın!!”

Abdulsamed kapıyı açıyor ve yorgun bir vaziyette kendisini içeri alıyor. Hal hatır sorduktan sonra Şêx Misbah Abdulsamed’e, ‘Çok yorgunum. Bana bir yatak ser. Ayakta duracak halim yok” diyor.

Ev sahibi Şêx Misbah’a hemen odada yatak seriyor .

” Sen rahatına bak. Biz zaten sabahtır tarlaya ekin biçmeye gideceğiz. Siz odada yatın biz akşama doğru tarladan döneriz.”

Abdulsamed kapıyı kilitleyerek çıkıyor. Daha sonra Abdulsamed tarlaya gitmekten vazgeçip Silvan’a gidiyor. Durumu jandarma komutanına ihbar ediyor. Jandarma komutanı derhal Hoşdere köyüne operasyon düzenliyor. Abdulsamed’in evine operasyon düzenliyor. Abdulsamed’in evini kuşatma altına alıp hemen kapıyı açıp içeri giriyorlar. Şêx Misbah‘ı yataktan kaldırarak ellerini kelepçeye vurarak, doğru Diyarbakır’a götürmek için yola çıkıyorlar. Tam Ambar Çayına varınca orada Şêx Mizbah’ı Jandarmalar kurşuna diziyor. Arkadaşları Selahaddin ve Yüzbaşı Ali Bey sabaha kadar Şêx Misbah’ın gelmesinii bekliyorlar. Şêx Misbah gelmeyince bu iki arkadaş çalı ve sazlıkların içerisinden çıkarak yavaş yavaş yürümeye başlıyorlar. Artık güneş doğmuştur. Her taraf aydınlanmıştı.. bu yürüyüşten sonra bir bakıyorlar ki Dicle Nehrinin kenarına gelmişler. Çevrenin yabancısı oldukları için nereye gideceklerini de bilmiyorlar. Nehrin kenarında düşünmeye başlıyorlar. O anda koyunları sulamaya getiren çobanı görüyorlar. Hemen çobanın yanına gidiyorlar. ” Biz açız’ diyerek ekmek istiyorlar.

”Biz açız’ diyerek ekmek istiyorlar. Çoban, ” Köy yakın olduğu için üzerime ekmek almadım. Köyün adı Karaçuh’tur. Öğleye biriniz benimle gelip köye gidelim. Köy Dicle Nehrinin diğer tarafındadır.’

Selahaddin silahını arkadaşı Ali Beye bırakarak çobanla birlikte köye gidiyor. Çoban Selahaddin’i köyün sayılı kişilerinden Halef oğlu Hüseyin Ağanın evine götürüyor. Selahaddin içeri giriyor Hüseyin Ağadan ekmek istiyor. Hüseyin Ağa soruyor:  ”Siz kimsiniz?”

”Siz kimsiniz?”

Selahaddin diyor ki,” Ben bir yolcuyum!”

Hüseyin Ağa , ” Sen yolcuya benzemiyorsun! Sen de bu silahlı grubun arkadaşlarındansın. Çünkü gömleğinde fişekliğin izi var. Selahaddin bu izin farkında değildi. ” Evet doğrudur. Ben Şêx Abdurrahim’in silah arkadaşıyım. Çatışmadan ben ve arkadaşım kurtulduk. Diğer arkadaşım Dicle Nehrinin kenarında sazlıkların içindedir. Allah için bize sahip çıkın, bizi kurtarınız Hüseyin Ağa,

Hüseyin Ağa, ” Pekiyi otur!..” diyor. O gün de Bismil’e bağlı Tepe köyünün korucusu vazifeli olarak

Karaçuh köyünde bulunuyordu. Hüseyin Ağa bunu bir fırsat bilerek korucuya gizliden haber gönderiyor. ” Durma gel, evimde Şêx Abdurrahim’in silah arkadaşı evimdedir.”

”Durma gel, evimde Şêx Abdurrahim’in silah arkadaşı evimdedir.”

Korucu derhal Hüseyin Ağanın evine geliyor. İçeri girer girmez silahını gerilla Selahaddin’in üzerine

Doğrultuyor.

” Teslim ol” diyor.

Selahaddin, ” Bende silah yok. Teslim olmuş durumdayım. Eğer bende silah olsaydı durum bir anda değişirdi.”

Daha sonra köylülerin yardımıyla Selahaddin’i yakalayarak bir odaya kapatıyorlar. Hüseyin Ağa, köyden iki kikişiye, ” Gidin nehir kenarında bekleyen Ali Beyi getirin. Sen de silahını burada bırakarak bizimle birlikte köye gidelim arkadaşınızın yanında kalırsın” diyor.

Ali Bey de bu iki köylü ile beraber köye gidiyor.

Ali Bey’i de arkadaşının yanına bırakarak,

” Akşam olur olmaz sizleri Suriye ye geçiririz, ”

Karanlık olduktan sonra birkaç köylü ve korucu  birlikte her gerillanın ellerini bağlayarak Tepe köyüne doğru yola çıkıyorlar. Tepe köyüne gelmeden gelen bir emirle her iki gerillayı kurşuna diziyorlar.

Çatışmada ağır yaralanan Cemilê Seyda çatışma alanlarının dışında kalan ve yanmayan ekin tarlalarının içerisinde gizleniyor. Fakat Cemil–i Seyda’nın sağ olup olmadığından kimsenin haberi olmuyor,  operasyon sona erdikten sonra Perişan köyünün çobanı köyün altındaki gölete koyun sürülerini sulamaya götürüyor, Çoban bakıyor ki göletin kenarında uzanmış bir şahıs yatıyor. Çoban yanına yaklaşarak hal ve hatırını soruyor. Cemilê Seyda, ”Çobana ben çatışmada ağır yaralandım. Bu yaralı vaziyetimle buraya kadar geldim.’ diyor.

Çoban Cemilê Seyda’ya sahip çıkıyor. Her gün kendisine ekmek götürüyor. Yarasına köyde ilaç yapıp,  sürüyor. Çobanın bu durumundan köylüler şüpheleniyorlar. Bu şüphe üzerine birisi çobanı şikâyet ediyor. Perişan köyünün çobanı bir eşkıyayı besliyor ve yarasını tedavi ediyor, diye şikâyet ediyor. Bu şikayet üzerine bölgeye ikinci defa operasyon düzenliyorlar. Cemilê Seyda’nın bulunduğu alana bin kişilik bir kuvvetle çevreyi kuşatma altına alıyorlar. Tepelere hafif makineli silahlar yerleştiriyorlar.Alay komutanı, ” Ateş etmeyin! ” bir jandarmaya emir vererek tarlayı ateşe verir.

Jandarma atından inerek tarlayı ateşe vermek için tarlanın içine giriyor, yaklaşık elli metre bir mesafede bulunan Cemilê Seyda ayağa kalkarak  jandarmaya ateş ediyor, jandarma olduğu yerde vuruluyor ve aynı zamanda jandarma yanmaya başlıyor. Cemilê Seyda derhal jandarmanın silahını ve atını alarak jandarmaların arasından kaçmayı başarıyor. Fakat Cemilê Seyda derhal jandarmanın silahını ve atını alarak jandarmaların arasından kaçmayı başarıyor. Fakat tepelere kurulmuş hafif makineli silahların şiddetli ateşi karşısında kurtulamayarak atla birlikte şehit ediliyor.

Bu ikinci operasyon da sona erince askeri birlikler tamamen bölgeden çekilmeye başlar. Bir hafta aradan geçtikten sonra köylüler tarlalarına gitmeye başlar, Mirkulyan köyünden Ali isminde bir şahıs ortalık sakinleşince tarlaya ekin biçmeye gidiyor. Öğlen vakti hizmetçisi Ali’ye yemek götürüyor, hizmetçi tarlaların içinden giderken tarlanın kenarında silahı ile sırtını bir kayaya yaslanarak vefat etmiş bir adam görüyor. Hizmetçi bu durumu derhal Ağasına söylüyor. Ağası Ali ve hizmetçi yemeğini yedikten sonra birlikte cesedin bulunduğu yere gidiyorlar. Cesedi gördükten sonra Ali ve hizmetçi ekin biçmekten vazgeçiyorlar, doğru köye dönüyorlar. Ali durumu köyün muhtarı olan Şêx Mehmet Can’a haber veriyor.

”Şêxim tarlamızın kenarında bir ceset var sana haber vermeye geldim.”

Muhtar Şêx Mehmet Can oğlu Salih’e,”Gidin Salat Asayiş Karakoluna durum hakkında karakola bilgi verin. Bizim köye bir şey gelmesin.”

Muhtar hemen oğlunu ve Aliyi birlikte Salat Asayiş Karakoluna durumu anlatır. Karakol komutanı hemen telefonla durumu Bismil jandarma komutanı Yüzbaşı Salih Zeki Beye iletiyor. Jandarma komutanı bu bilgileri aldıktan sonra derhal bir grup jandarma ile doğru Mirkulyan köyüne hareket ediyor,  köyden Muhtar, Şêx Mehmet Can’ı, oğlu Salih ve Ali’yi yanlarına alarak doğru cesedin bulunduğu yere gidiyorlar.

”Dikkatli ol ve iyi bak cesetin kime ait olduğunu iyice tesbit et!”

Jandarma Komutanı Yüzbaşı Salih Zeki Jandarma Komutanı Yüzbaşı Salih Zeki Bey,

” Babam ve Ali’yi cesede yaklaştırmadı, Beni yanına aldı, beni yanına almasının nedeni Türkçe bililiyor olmamdandı. Cesede yaklaştık önce üzerindeki eşyaların tespitini yaptı. Cesedin üzerinde;

1– Mavzer (Silah)Mavzer (Silah), 2-Kuran–ı Kerim, 3-Cep saati, 4-İslami İslami Kürdistan Partisinin tüzüğü ve diğer dokümanları cesedin üzerinden alarak tek, tek tutanağa yazdıktan sonra üzerindeki elbiseleri çıkardı, Elbiseleri, Hamedan işi, ağır gabardin bir  şalvar, sarı putin, , gömleğinin üstünde Erzurum işi sarı kırk düğmeli bir yelek, iç fanilanın altında ve boynunda asılı gümüş bir elek, iç fanilanın altında ve boynunda asılı gümüş bir zincir, uzunluğu 75 cm. üçgen şeklinde şifreli bir künye vardı, bu künyeyi açtılar . Bu künyenin içerisinde Arapça Şêx Abdurrahimê Palevi yazılı kimliği, cesedin parmağında altın bir yüzük, bu yüzüğü bir türlü türlü parmağından çıkaramadılar. Daha sonra jandarma komutanı Yüzbaşı Salih Zeki Bey jandarmalara parmağını kesin, dedi. Jandarmalar parmağına kasaturayı yaklaştırınca yüzük parmağından kendiliğinden çıktı. Jandarma komutanı Salih Zeki Bey, bu durumu görünce şok geçirerek sırt üstü yere yıkılıyor, bu şoktan sonra epeyce yerde kaldı ve sonra ayağa kalktı. Babam Şêx Mehmet Can’ı yanına çağırdı.

” Muhtar bu cenazeyi sana teslim ediyorum, köylüleri ve imamları topla ve bu gün metfun olduğu yere cenazeyi  dini vecibeler doğrultusunda buraya defin edeceksiniz ” dedikten sonra biz de köye döndük. Evimizde büyük bir kalabalık oluştu. Çevre köylerden Mirkulyan köyüne akın etmeye başladılar. Babam Mehmet Can bu kalabalığa karşı bir konuşma yaptı:

”Bu zat Şêx Saîd’in kardeşi Şehit Şêx Abdurrahim Palevi’dir.’’ Mirkûlyan köyünde toplanan köylüler derhal hazırlık yaparak hep birlikte büyük bir kalabalık cenazenin bulunduğu yere hareket ettik. Şehit olduğu yerden takriben 300 mt. uzakta olan cenazeyi oradan alıp tekbirlerle bu günkü yere getirdik ve dini merasimle muazzam bir şekilde defin ettik.“

* * *

Ahmed Aras’ın Kaleminden Şeyh Abdurrahim Olayı

Araştırmacı yazar ve Kürd folklor uzmanlarından Ahmed Aras Serhıldana Seyidan û Berezan (Peri yayınları, 2011) adlı kitabında bu konuda önemli bilgiler vemektedir.

Ahmet Aras’ın bu konuda röportaj yaptığı Feridun Qamış şunları anlatıyor:

“-1935 yılında Şeyh Said efendinin kardeşi Şeyh Abdurrahman babamı çağırıyor ve o’na, ‘yetenekli savaşçıları bir araya getirdim. Biz Türkiye’ye gideceğiz. Sen de gel. Biz büyük bir başkaldırı yapacağız. Babam amcam Selahaddin’e (Seyitxan’ın oğlu)haber gönderiyor. Çünkü amcam bir başka taraftaymış. Babam amcam ile konuştuktan sonra birlikte Şeyhin yanına gidiyorlar. 20 kişi de ordan çıkıp Türkiye’ye geçiyor. Seyitxan’ın oğlu Selahaddin de onlarla birliktedir. Bir yüzbaşı ve O’nun bir adamı da onlarladır. Amcam Selahaddin bu yüzbaşıdan şüpheleniyor ve fikrini babama söylüyor. Onların bir diğer arkadaşı daha şüpheye düşüyor. Mardin ile Diyarbekir arasında bir yerde duruyorlar. Vakit kararmıştır, orada bir su sarnıcı vardır. Abdest alıp yatsı namazını kılıyorlar. Yüzbaşının adamı bir arkadaşlarını öldürüyor ve bunun yanlışlıkla olduğunu söylüyorlar. O yüzbaşı da sözde siyasi nedenlerle Suriye’ye gitmiş.

Babam ve amcam Şeyhe (Abdurrahim), ‘bu haindir. Hepimizi öldürtecek’ diyorlar. Fakat Şeyh Abdurrahim onlara kulak asmıyor. Nasıl yapmış etmişse bu Yüzbaşı Şeyhi ikna etmiş. Şeyh’in ona itimadı tamdır. Oradan da yürüyerek Diyarbekir yazısına geliyorlar. Ve zor bir yerde Yüzbaşı Şeyhi sırtına alıp sudan geçiriyor. Babam ve amcam Şeyh’in o şahısa oğlu gibi güvendiğini görüyorlar. Kafile ağaçlık bir yerde duruyor. Orada bir taş var. Amcam Selahaddin gidip o taşın dibinde oturuyor ve tüfeğini de dizlerinin üstüne koyuyor. Bakıyor ki, arkadaşlarını öldüren Yüzbaşının arkadaşı kalkıp sağa sola doğru yürüyor. Amcamın gözü onun üstündeymiş. Amcam dedi ki: baktım ki o geldi ve benim aşağımda oturdu, tüfeğini de dizinin üstüne koydu. O tüfeğini çevirdi ve tüfeğinin namlusu gögsüme geldi, ben elimle tüfeğin namlusuna vurdum ve onu durdurdum. Kalkıp onu öldürecektim ki, senin baban ve Şeyh Abdurrahim efendi birlikte bağırdılar ve ‘karışma’ dediler.

Amcam dedi ki:

‘Yüzbaşı bizden uzaktaydı. Biz Şeyh’e o yüzbaşı haindir, bizi bir tuzağa götürüyor’ dedik. Fakat ne yaptıysak Şeyhi ikna edemedik. Amcam ve babam bakıyorki Şeyh inanmıyor, o zaman kafileden ayrılıp Suriye’ye dönüyorlar.

Onlar kafileden ayrıldıktan sonra Şeyh gidip bir tarlanın içinde duruyor. Yüzbaşı (Ziya) onlara, ‘siz burada bekleyin ben gidip köyden ekmek getireyim diyor. Benim üstümde askeri elbiseler olduğu için kimse benden şüphelenmez’ diyor. Giderken adamını da birlikte götürüyor. Yüzbaşı köyde telsizle Diyarbekir’e haber veriyor. Bir alay asker Diyarbekir’den geliyor ve etraflarını sarıyor. Buğday tarlasındaki buğdaylar başak vermiştir. Askerler tarlayı ateşe veriyor ve Şeyh Abdurrahim ile arkadaşlarını yakarak öldürüyorlar.“

Ahmet Aras dengbej Şakıre Şewranşex’e atfen, ‘Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının Suriye’den geldiklerini, Batman ve Bismil arasında bir köyle karşılaştıklarında köy yakınlarında Usıve Rehime ve Eliye Şare adında iki kişi ile karşılaştıklarını anlatıyor. Bu kişiler gidip köyün ağası Silemane Evdilqadir’a haber veriyorlar. Silemane Evdilqadir de Bismil’deki yüzbaşıya gidiyor ve onları ihbar ediyor.“[14]

Ahmet Aras yukarıda sözü edilen yazıda Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının Bismil yakınlarında katledilmeleri hakkında Şakire Şewranşex’in söylediği ‘Axao axao’ adlı kılamın yanısıra Mardin yöresinden dengbej Cemil Basawi’nin de söylediği bir kılam olduğuna vurgu yapıyor. Basawi’nin kılamında adı geçen Diyarbekir’deki Kenan Paşa (Kelhan Paşa)’nın askerleri toplayarak, ‘ kim ki gider sınırın aşağısından Şeyh Abdurrahim, Şeyh Misbah, Seyda Cemil, Seyitxan’ın oğlu Selahaddin’I getirip tuzağa düşürürse, bunu yapan onbaşı bile olsa ben onun rütbesini generalliğe yükselteceğim ‘ dediği belirtilmektedir.

Kenan Paşa’nın bu isteğine Malatya’lı Osman adında bir yüzbaşı talip olur. Kenan Paşa gerekli evrakları hazırlar ve bir Alman tüfeği vererek O’nu gönderir. Osman Paşa gidip Şeyh Abdurrahim, Şeyh Misbah, Seyda Cemil, Seyitxan’ın oğlu Selahaddin ve Hüseyne Eli beg’e yi görür ve onlara ‘ben de sizing gibi Rum devletinin kara zulmünden kaçıp buraya geldim. Gelin Türkiye’ye gidelim’ der.[15]

Ahmet Aras’ın verdiği bu bilgilerden de Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının ele geçirilmesi için bir devlet planının önceden hazırlandığı anlaşılmaktadır..

* * *

Şeyh Said efendinin yakalanması, Şeyh Abdurrahim ve arkadaşlarının katli, Kör Hüseyin Paşa’nın öldürülmesi, Alişer efendi ve Zarife hanımın katledilmeleri gibi daha bir çok olay ‘iç ihanet’ nedeniyle meydana gelmiştir. Bu trajik olaylar Kürd tarihinde ve Kürlderin belleğinde çok acı izler bırakmıştır.

Bu ihanetlerin ortaya çıkardığı bir gerçek de şudur: İhanet edenler de devletin zulmünden kurtulamamaktadır. Rehber ve Zeynel ‘görevleri’ bittikten sonra öldürülmüşlerdir. 1925 direnişinde devlete hizmet eden Binbaşı Kasım ve Mehmet Şerif Fırat’ın aileleri de sürgünlerden kurtulamamışlardır.

Kasım 2020

[1] Baki Öz, ‘Belgelerle Koçgiri olayı, Can Yay. 2015, s 100-101

[2] Age. s. 128

[3] Evin Aydar çiçek, Koçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi, APEC, 1999, s. 152

[4] Age. s. 155

[5] Dilek Kızıldağ Soileau, Koçgirili Alişer Efendi

[6] Karerli Mehmet Efendi: Yazılmayan Tarih ve Anılarım,1915-1958, s. 333, Kalan Yayınları, 2007

[7] Kadri Cemil Paşa, Doza Kurdistan, 1991, s. 153

[8] Age. s. 156-157

[9] Uğur Mumcu,  Kürt İslam Ayaklanması 1919 1925,16. Baskı, s. 68.

[10] Sedat Ulugana, Kürt Tarihi, Ocak-Şubat-Mart 2018, s. 29-35

[11]  Osman Sebri, Biraninen Osman Sebri, Aram yay., 2004. s.128-131

[12] Age. s. 203

[13] Age. s. 203

[14] Ahmet Aras, Serhildana Seyidan û Berezan, Peri Yayınları, 2011, s. 136-166

[15] Ahmet Aras, Age.