Ahmet Kardam’ın, Mustafa Suphi, Karanlıktan Aydınlığa kitabı yayımlandı. (İletişim Yayınları, 2020 İstanbul, 408  s.)

‘Mazlum Halklar’ kavramı, 1917 Ekim Devrimi’inden beri kullanılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ından sonra, 1919-1922 yılları arasında gerçekleşen Türk milli mücadelesi sırasında Osmanlı/Türkiye bu kavram adı altında değerlendirilmektedir. Ama mazlum denen Osmanlı’nın/Türkiye’nin baskı altında tuttuğu halklar da vardı. Örneğin Kürd halkı bu halkların başında gelmektedir.

Ama Bolşevik Partisi’nin, yani, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin, mazlumun da mazlumu olan Kürdlerle ilgili hiçbir olumlu düşüncesi ve eylemi olmamıştır. Örneğin, Kürdlerin ulusal kurtuluşları yolunda yürüttükleri her mücadelede, Kürdleri baskı altında tutan, devletlere destek vermiştir.

***

Ahmet Kardam’ın, Mustafa Suphi, Karanlıktan Aydınlığa kitabı, Mustafa Suphi hakkında yapılmış önemli ve değerli bir çalışmadır. Yazar bu çalışması sırasında, Mutafa Suphi hakkında  incelemeler yapmış birçok araştırmacının çalışmalarını da dikkate almış zaman zaman onlara eleştiriler de yöneltmiştir.

5 Temmuz 1912’de Milli Müsavat Fırkası kuruldu. Milli Müsavat Fırkası’nı kuranlar, Tatar ceditçiliğinden, (yenilikçiliğinden) etkilenen kişilerdi. Bu kurucular arasında Mustafa Suphi de vardı. (1882-1921)

Milli Müsavat Fırkası Türkçü bir fırkaydı. Ama bu Türkçülük, Osmanlı İmparatorluğu’nu, Türk etnisi odak noktasında, yeniden organize etmeye çalışan İttihatçıların düşündüğü, tasarladığı gibi bir Türkçülük değildi. Örneğin, İsmail Gaspıralı (1851-1914), Yusuf Akçura (1876-1935), Ahmet Ağaoğlu (1869-1939),  Sadri Maksudi Arsal (1878-1957), Zeki Velidi Togan (1890-1970)… gibi Türkçülerin düşündükleri gibi bir milliyetçilik değildi. Rumlara, Ermenilere, Araplara vb… idari özerklikler tanıyan bir milliyetçilikti. (s. 26-27)

Mustafa Suphi 18 Haziran 1913’de Sinop’a sürülmüştür. (s.31)  24 Mayıs 1914’ de de 14 arkadaşıyla Sinop’tan kaçmış 29 Mayıs’da, Balaklava’da (Yalta) karaya ayak basmıştır. Grup Yalta’dan da Sivastopal’a geçmiştir.(s. 36)

Mustafa Suphi’nin, 1915’den önce iki önemli yazısı vardır. Bunlardan biri 1912’de yayımlanan Vazife-i Temdin (uygarlaştırma)  yazısıdır. (s.31) Bu yazı,   Haziran 1975’de Türkiye Defteri tarafından yeniden yayımlanmıştır. (s.402) Bu yazıda Mustafa Suphi, , İngiltere, Fransa Almanya, İtalya, Portekiz, İspanya, Belçika gibi Avrupa devletlerinin sömürgecilik politikalarını eleştirmektedir. ‘Bu devletler, sömürgelere uygarlık götürdüklerini söyleyerek, sömürge uygulamalarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar…’ demektedir. Mustafa Suphi bu yazısını, İtalyanların 1911 sonbaharında Trablusgarp’a saldırıları üzerine kaleme almıştı.

Mustafa Suphi’nin ikinci yazısı ise, Türklüğün İstikametleri başlığını taşımaktadır. Bu yazı, Sinop’a sürgün edildikten sonra, 1914 yılında,  Nevsal-i Milli (yeni milliyetçilik) adıyle, İstanbul’da çıkan bir yıllıkta yayımlanmıştır. (s.28) Bu yazı da Aralık 1968’de, Aydınlık Sosyalist Dergi tarafından yeniden yayımlanmıştır. (s. 401) Bu yazıda Mustafa Suphi, Prens Sabahattin’in Teşebbüs-ü şahsi (kişisel girişimcilik) Adem-i Merkeziyetçi görüşünü de değerlendirmektedir. Mustafa Suphi’nin bu görüşlere karşı olmadığı da anlaşılmaktadır. Türklüğün İstikametleri başlıklı bu yazıda, eyaletlerden de söz etmektedir. Ahmet Kardam bu konuda şunları yazmaktadır:

“Mustafa Suphi, Milli Müsavat Fırkası’nın kurulmasından 7 yıl kadar sonra,  Şubat 1919’da, Yeni Dünya Gazetesi’nin Moskova da yayımlanan son sayısında, (10 Şubat 1919, No 12) ‘Lebib’ takma adıyle kaleme aldığı ‘Türkiye’de Federalizm Yahut Taksim Politikası’ başlıklı haber yorum yazısında, bu partinin programı ve ilkeleri konusunda hiçbir araştırmacının dikkatini çekmemiş ek açıklamalarda bulunur.”

Bu yazıda, Anadolu yakasında ‘Türkiye eyaleti’ Rumeli tarafında da Makedonya ve Arnavutluk eyaleti söz konusu edilmektedir. Bundan başka, Ermeni, Kürd, Laz vb. halklarına da muhtariyetler verilmesi önerilmektedir. (s. 27-28)

Ahmet Kardam, bu öneriyi şu şekilde değerlendirmektedir: ‘Anlaşıldığı kadarıyla, Trabzon’dan İskenderun Körfezine kadar çizilecek bu  ‘hayali hat’ tın doğusunda Lazistan, Ermenistan, Kürdistan gibi federal veya özerk bölgeler yer alacaktır.’ (s. 30)

Doğu Sorunu

Ekim Devrimi’nden sonra, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nde en çok konuşulan tartışılan konulardan bir Doğu Sorunu olmuştur.  Araştırmacı-yazar Ahmet Kardam da Mustafa Suphi, Karanlıktan Aydınlığa çalışmasında bu konuya önemli bir yer ayırmıştır. (s. 85-133)

Devrim beklendiği gibi, Batı’nın sanayi ülkelerinde gerçekleşmemiştir. Köylülüğün egemen olduğu, işçi sınıfının hiç gelişmediği bir Doğu ülkesinde gerçekleşmiştir. Dünya devrimi hala beklenmektedir. Ama fiili durumu uygun bir yaşam tarzının kurulması da kendini dayatmaktadır.

Ahmet Kardam, Doğu Sorunu’nun iki cephesi olduğunu bildirmektedir. Birincisi, işçi sınıfının fazla gelişkin olmadığı bir Doğu ülkesinde Ekim Devrimi’ni yaşatmak nasıl mümkün olacaktır?  İkincisi, Doğu’nun da doğusu olan bölgelerde, ‘milletler hapishanesi’ olmuş Çarlık Rusyası döneminden kalma pek çok sorun birikmiştir. Bu sorunlar nasıl çözülecektir? Kapitalizmin hiç gelişmediği, dinleri, dilleri, kültürleri, adetleri, gelenekleri Ruslardan çok farklı olan bu halklar  Ekim Devrimi’ne nasıl kazanılacaktır? (s.85-86)

Doğu Sorunu’nun bu iki cephesi,  Bolşeviklerle Müslüman komünistler arasında  çok önemli tartışmaların sürüp gitmesine neden  olmuştur.  Müslüman komünistlerden Sultan Galiev (1892-1940),  Mollanur Vahidov (1885-1918) dünya devrimini beklemenin yanlış olduğunu, esas devrimin Doğu’da gerçekleşmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bu konuda Bolşeviklerle çok zıt görüşlere sahiptirler.

Mustafa Suphi, bu konuda daha çok Müslüman komünistlerle hareket etmiştir. Mustafa Suphi’nin bu tutumu, Bolşeviklerle arasında bir kırılma yaratmıştır. Bolşevik Partisi’nin Kafkas bürosu ile  bu büronun Türk Komünist Teşkilatı olan partiyle parti için anlaşmazlıkları  diğer bir kırılma noktası olmuştur. Çok önemli bir kırılma noktası da, Bolşevik Partisi’nin, Enver Paşa, Cemal Paşa,  Bahattin Şakir, Bedri bey, Halil Paşa gibi İttihatçılarla kurduğu sıcak ilişkidir.  Bu çok şaşırtıcı bir ilişkidir. Bolşevik Partisi, (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi, RSDİP) Ermenilere, 1915’de soykırım yapmalarından dolayı İttihatçılara hesap soracakları yerde onları partilerine kabul edip işbirliği yapıyorlar. Hatta, partideki yerleri Türk komünistlerinden, örneğin Mustafa Suphi’den  güçlü, daha sağlam  (s.87)

Örneğin, 47 kişiden oluşan, ‘Doğu Halkları Eylem ve Propaganda Komisyonu’nda Bahattin Şakir var ama Mustafa Suphi yok… (s.199-200)

31 Ağustos-7 Eylül  1920 tarihleri arasında düzenlenen, Doğu Halkları Kurultayı’na, Enver Paşa, Cemal Paşa, Bahattin Şakir, Halil Paşa, Bedri Bey, gibi kişilerin davet edilmesi, Enver Paşa’nın bir konuşma  yapması dikkate değer bir olaydı. (s.  156)

16 Mart 1921 İngiliz-Sovyet Ticaret Anlaşması

Beklenen dünya devrimi gerçekleşmeyince, Sovyetler Birliği’nin,  emperyal güçlerle bir arada yaşaması söz konusu oldu. İngiltere’yle görüşmeler başladı. Bu görüşmeler 16 Mart 1921’de, İngiliz-Sovyet Ticaret Anlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlandı (s. 201)

Bu anlaşmayla Sovyetler Birliği, İran ve Türkiye gibi alanlarda, İngiltere aleyhine gelişebilecek eylemlerin, siyasal akımların, eleştirilerin önüne geçmeyi taahhüt ediyor. Bu anlaşma, kanımca, Gilan (İran) Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin, Mirze Kucek Han Hareketi’nin, yani Cengeli Hareketi’nin sonunu getiriyor. (s. 202 vd. )

Mustafa Suphi ve Arkadaşlarının Dönüşü

Kanımca, bu anlaşma Mustafa Suphi’nin geleceğini de yakından etkilemiştir. Mustafa Suphi, Türkiye’ye dönmek istiyordu. Ama Bolşevik Partisi bu girişime sıcak bakmıyordu. Mustafa Suphi bu konuda Mustafa Kemal’le de yazıştı. Mustafa Kemal’de Mustafa Suphi’nin dönüşüne karşıydı.

Mustafa Suphi’nin dönme kararlılığı ortaya çıkınca ve birkaç arkadaşıyla birlikte ilk grupla Kars’a gelince Erzurum Valisi Hamidle Kazım Karabekir gizli bir plan yapıyorlar. Mustafa Kemal de bu planı onaylıyor.

Bu plana göre, Mustafa Suphi ve arkadaşları, Kars’tan Erzurum’a trenle gelecek. Erzurum’da Erzincan’a, Sivas’a Ankara’ya doğru hareketi engellenecek, yol, Trabzon’a doğru yönlendirilecek. Erzurum’dan Trabzon’a kadar yolda önceden oluşturulan kitlelere tarafından hakaret görecekler. Onlar misafir edilmeyecek, onlara ekmek, su verilmeyecek, taşlanacak.… Trabzon’da da sınır dışı edilecekler… Aralık 1920 sonları, Ocak 1921.

Mustafa Suphi ve arkadaşları Erzurum-Trabzon arasında yol boyunca hırpalanarak, aşağılanarak, perişan bir şekilde gelirler. Yahya Kaptan onları bir tekneye bindirir ve tekne Karadeniz açıklarında batırılır. Mustafa Suphi ve beraberindeki kişiler, 17 kişi Karadeniz de boğulur. 28/29 Ocak 1921.

Mustafa Kemal’in, Yeşilordu, Halk Zümresi, Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası, Çerkes Etem… gibi bütün muhalefeti bastırmaya, etkisiz bırakmaya başladığı bir dönem. Mücadeleyi yürütmek için Sovyetler Birliğinden maddi ve manevi yardım, silah araç ve gereçleri aldığı bir dönem… Buna rağmen, komünistlere karşı neden böyle entrikalar çevirebiliyor? Herhalde, Bolşevik Partisi’nden bu operasyonlara bir tepki gelmeyeceğini hesaplamış olmalı… Zaten bir tepki de gelmiyor.

Bir süre sonra, Yahya Kaptan, Topal Osman güçleri tarafından öldürülüyor. Bundan kısa bir süre sonra da devletin güvenlik güçleri tarafından Topal Osman öldürülüyor. Böylece Mustafa Suphi olayı kapatılmak isteniyor.

Boğularak Karadeniz’de katledilen birkaç kişinin adını, Ahmet Kardam’ın bu çalışmasından  öğreniyoruz. Mustafa Suphi, eşi, Ethem Nejad… Ahmet Kardam’ın 17 şehidin künyelerinin birer birer vermemiş olması, kanımca bu çok değerli çalışmanın önemli bir eksikliğidir.

Bu yazının başında, Osmanlı/Türkiye’nin, ‘mazlum halklar’ kavramı çerçevesinde değerlendirildiğini, ama bu kategorin baskı altına tuttuğu örneğin Kürdlere değer vermediğin, yok saydığını vurgulamıştım. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Kürdler, Guew’de (Bingöl) Zilan’da, Sason’da, Dersim’de, direnen aşiret reisleri, şeyhler de dahil, kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, evlere, ahırlara, mağaralara doldurulup yakılırlarken, soykırım yaşarlarken, Komünist yöneticiler, feodalizmle mücadeleden, gericilikle mücadeleden…  söz etmektedirler. Kürdlerin, Kürdçe’nin inkarı, Kürdçe yasaklarını yaşama geçirmek için önlemler alınması görmezlikten, bilmezlikten, duymazlıktan gelinmektedir.