İstanbul DDKO hakkında eksik bir bilgi, TİP’le Kürtlerin Sözleşmesi, Doğulular Grubunun Mahkemedeki Suskunluğu ve Teslimiyeti, Mahkemenin Mehabetini/Huzurunu Bozmaktan İki Kere Tutuklanmamın Nedenleri, Son Sözlerle Mahkemeye Meydan Okuma, Kürtçe Marş ve Sıkıyönetim Komutanlığının Bildirisi…

* * *

Edebi eserler ve metinler (roman, hikâye v.b) ile tarih yazımlarını, araştırma ve incelemeleri eserlerini eleştirmek ve değerlendirmek arasında önemli farklar vardır. Edebiyat metinleri ve eserlerinin eleştirisi ve değerlendirilmesinin ölçüleri daha çok söze ve kelimelere dairdir. Bilimsel eserler, incelemeler, araştırmalar, tarih yazımların eleştirisi, kullanılan somut belgelerin doğruluğu yanlışlığı, belgelerin doğru yorumlanıp yorumlanmadığı, bilimsel eserin ve yazımın somut eksikleri üzerinden yürür.

Ruşen Arslan’ın DDKO Kitabı da, somut bir örgütü DDKO’yu ele alıp inceliyor. İncelediği, araştırdığı, değerlendirdiği konu, çok farklı tarafları, farklı fikirlerden Kürtleri ilgilendiren kapsamlı bir konudur. Kitap, belgesel bir tarih yazımı, bir örgütü inceleme, araştırma, yorumlama niteliğindedir. Ruşen Arslan, kitabı yazarken yazılı ve sözlü belgelere, kendi hafızasına dayalı tanıklıklara başvuruyor. Bundan dolayı, tarafların, farklı fikirlerden olan insanların değerlendirmeleri, eleştirilerini ifade etmeleri bir zenginlik ve katkı olacaktır.

Ruşen Arslan da onların toplamını ya da belli bir seçicikle kendisi için değerli ve önemli olanları ele alıp, gelecekte yeniden kitabını gözden geçirme ve yeniden yapılandırma yoluna gidebilir.

Bundan dolayı çok insanın ve tarafların katkıları, eleştirileri, eksiklikleri göstermeleri beklenilir. Bu da önemli bir değere sahip bir işlem olacaktır.

Ben de sınırlı da olsa bunu yapmaya çalışıyorum.

İstanbul DDKO ile ilgili bir eksiklik…

Ruşen Arslan DDKO Kitabının, 99-108 sayfaları arasından “Doğular Grubu” başlığı altında TİP’i incelemeye tabi tutmuş. TİP’in 29-31 Ekim 1970 tarihinde Ankara YİBA çarşısında yapılan 4. Büyük Kongresinde Kürtlerle ilgili alınan karara ilişkin Diyarbakır’da yapılan toplantıyı, toplantıya katılanları, karar tasarısının hazırlanması sırasında yapılan tartışmaları çok anlaşılır bir şekilde anlatıyor.

Bahsi geçen toplantı, TİP içindeki Kürt delegelerinin toplantısıdır. Toplantı, 17 Ekim 1970 tarihinde Diyarbakır’da yapıldı.

Ruşen Arslan bu bölümde toplantıya çağrılanlar hakkında şunları yazıyor: “Toplantıya davet edilenler arasında Türkiye Kürdistan demokrat Partisi Genel Başkanı Sait Elçi’yle DDKO temsilcileri de vardı. Sait Elçi toplantıya katılmış ve görüşlerini sunmuştu. İstanbul DDKO’dan katılan olmadı. Ankara DDKO’nun temsilci olarak görevlendirdiği İbrahim Güçlü Diyarbakır’a gelmişti. Ne var ki Ankara DDKO (ile) ilgili operasyon olmuştu. İbrahim Güçlü, DDKO Yönetim Kurulu Başkanı olduğu için aranıyordu. Avukat olduğum için benimle görüştü. Ben de ona “takip altında olabileceğini, katılırsa toplantıyı tehlikeye sokabileceğini ve katılmamasının daha iyi olacağını söyledim. Güçlü, Diyarbakır’a kadar gelmesine karşın toplantıya katılamadı.”

Bu konuya biraz daha genişçe bir açıklama getireceğim. Bir de bir eksik bilgiye işaret edeceğim.

TİP içindeki delegeler TİP’in 4. Büyük Kongresine sunmak üzere bir karar tasarsını hazırlamak için Diyarbakır’da bir toplantı yapmaya karar vermişlerdi. Ankara ve İstanbul DDKO’nun da bu toplantıya katılmasını istemişler ve davet etmişlerdi.

Bu toplantıyı çok önemli gördüğümüzden ve toplantıda Kürtlerle ilgili bir çerçeve anlayış ve karar tasarısı benimsenip karar altına alınacağı için, toplantıya gitmemek DDKO’lar için söz konusu olamazdı. DDKO’lar da en çok bu konuda çaba gösteren taraflardan biriydi.

Ayrıca bu toplantının yapılması, DDKO’ların TİP ile olan ilişkilerinin ne olacağı açısından da önem taşıyordu. TİP Kürtlerle ilgili karar almamış olsaydı, TİP’le ilişkilerimiz kesme noktasına gelecektik.

Bunun için Ankara ve İstanbul DDKO’ların yöneticileri görüşme yaptılar. Bu görüşmede toplantıya kesin bir şekilde katılmaya karar verildi. Bunun yanında nasıl bir ortak görüşün toplantıya sunulacağı konusunda genel bir çerçevede anlaşma sağlandı. Bu çerçevenin, DDKO’nun Karar Tasarısı denilen bildirgesi ve DDKO Bütenlerinde yazılanların çerçevesinde olması gerektiğiydi. Ayrıca Ankara ve İstanbul DDKO adına kimlerin toplantıya katılacağının da DDKO Yönetim Kurulu üyelerinin vereceği karar ile somutlaşacağı doğal olarak kabul edildi.

Ankara ve İstanbul DDKO’lar yaptıkları toplantı ve görüşmelerden sonra kimlerin toplantıya katılacağı konusunda da bir karar varıp, birbirlerine bilgi verdiler. Ne zaman gidileceği konunda da karar vardılar. Ankara DDKO adına ben, İstanbul DDKO adına Mehmet Can Sasoni (İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisiydi. Daha sonra Siirt’te avukatlık yaptı) ve Erganili Şeref Yıldız yetkili kılındık.

Diyarbakır’da gitmeden önce İstanbul yetkilisi arkadaşlar Ankara’ya geldiler. Birlikte toplantı yaptık. Toplantıda, Diyarbakır TİP’nin Kürt delegeleri toplantısında konuşulacakları ve önerilerimizi gözden geçirdik.

16 Ekim 1970 günü Diyarbakır’a hareket etmek üzere otobüs biletlerimizi aldık. Ankara otokar’da hareket öncesi buluşmaya karar verdik. Kararlaştırdığımı zamanda buluştuk. O buluşmamızda, Şeref Yıldız işinin çıktığını, gelemeyeceğini söyleyip bizden ayrıldı.

Biz yoldayken Ankara DDKO’ya ve destekleyicisi Kürt aydınlarına yönelik operasyon yapılıyor. Birçok arkadaşımız Ankara, İstanbul, Diyarbakır’da gözaltına alınıp, Ankara’ya götürülüyor.

Operasyondan sonra Şeref Yıldız’ın Diyarbakır’a gelmemesi hep bir soru olarak kafamda kaldı. Bana verdiği cevaplar da hiçbir zaman beni tatmin etmedi. O zaman TKP ekibinin devletten haber aldığına dair bilgiler vardı. Operasyonun olacağını haberi kendilerine verildiğinden, Şeref Yıldız’ın Diyarbakır toplantısına gitmesini engellediklerini düşünüyorum. Bize bilgi verilmemesini de TKP’nin Kürtlere ve DDKO’ya karşı olan olumsuz tutumunun sonucu olduğunu hep düşündüm.

Bizler Diyarbakır’a gittiğimiz zaman, Dr. Naci Kutlay bizi karşıladı. Ankara DDKO’ya yönelik operasyonun yapıldığını açıkladı. Dr. Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım ve Ankara DDKO eski başkanı Yümnü Budak’ın Diyarbakır’dan uçakla alınıp Ankara götürüldüğünü ifade etti. Yine belirtti ki, “aldığımız habere göre Ankara ve İstanbul’da bazı arkadaşlar alınmışlar. Ama kimler olduğu konusunda net bilgimiz yok. Senin hakkında da arama kararı var.” ”

Sağlıklı bilginin alınmaması da doğaldı. Çünkü o zaman şimdiki gibi rahat bir iletişim ve telefon sistemi yoktu.

Eve giderken gazeteleri aldık ve baktık. DDKO’ya yönelik operasyon hakkında haberler var. Benim hakkımda da arama kararının olduğu yazılıyor.

Dr. Naci Kutlay’ın evine gittik. Kahvaltı yaptık. Durum değerlendirmesi yaptık. Elimizde çok somut bilgiler olmadığı için sorunun değişik yönleri üzerinde durduk. Birçok alternatif görüş ortaya çıktı.

O arada Dr. Naci ve Mehmet Can’a önerim, “benim TİP Kürt delegelerinin toplantısına katılmam sakıncalı. Benim toplantıya katılmam halinde polis benim aramamı gerekçe göstererek toplantıya baskın yapabilir. Toplantının sonuçsuz kalmasını sağlar. Bu riski göze almamalıyız. DDKO’nun hazırlanacak çerçeve metin hakkında görüşleri açıktır. Ayrıca Mehmet Can İstanbul DDKO adına toplantıya katılacak, Ankara DDKO’yu da temsil edebilir. Ben belirli dostları göreyim. Sizinle irtibatımı keseyim. Benden dolayı ilişki kuracağım insanlar da kontrol altına girmesin.”

Dr. Naci Kutlay’ın evinden sonra görüştüğüm dostlardan biri de Ruşan Arslan oldu. Ruşen Arslan da kitabından açıkladığı görüşlerini bana ifade etti. Bu görüşler, benim de görüşlerimin teyidiydi.

O görüşmeden sonra toplantıya katılacak TİP’li Kürt delegeleriyle ilişkimi kestim. Aynı gün akşam Ankara’ya döndüm. Ankara Gölbaşı Kazasını geçtikten sonra Kepekli Boğazında Ankara Emniyet Müdürlüğünün kapsamlı bir operasyon ve araması sonucu emniyete alındım.

Böylece poliste yeni uzun sorgulama maceram başladı. Emniyet sorgusundan sonra mahkemeye çıkarıldım. Mahkeme beni tutukladı ve Ankara Kapalı Ulucanlar Kapalı Cezaevine gönderildim.

Böylece benim için uzun,  çetin, hoş bir yolculuk başladı.

TİP’le Kürtlerin sözleşmesi, doğulu grubun bu sözleşmenin yapılmasında asıl taraf/dinamik olmadığı, 2. TİP’in kuruluşunda Kürt sorunu ile ilgili bir kabulün olmaması, TİP’in sözleşmeye sahip çıkmaması…

Ruşen Arslan Kitabında TİP, “Doğulular Grubu” hakkında açıklayıcı, herkesin de derinleştirebileceği bilgileri vermiş. Ruşen Arslan’ın ve bizdeki bilgilerin ışığında diyebiliriz ki, “Doğulular Grubunun” serüveni 1963 yılında Tarık Ziya Ekinci ve Canip Yıldırım’ın TİP’in üyesi olmalarıyla. Ama onlar TİP üyesi oldukları zaman bir grup değiller. Zaman içinde “Doğulular Grubu” oluştu. Bu grup bir dönem sonra, hem TİP’te ve hem de Türkiye siyasetinde anılır, tanınır bir grup oldu.

Ama TİP’teki tüm Kürtler de doğal olarak da “Doğulular Grubu” içinde tanınır ve anılır olduklar. O Grup içinde bir tanımlamaya kavuştular. Oysa TİP’e üye ve yönetici olan Kürtlerin hepsi nitelik olarak aynı özelliklere, aynı ideolojik görüşlere sahip değillerdi. Bu farklı düşüncelerdeki Kürtler de, TİP’e farklı amaçlarla katılmışlardı.

Onun için, “Doğulular Grubunu” nicelik ve nitelik olarak tanımlamak gerekir. Doğulular Grubu, TİP’i kendi evleri kabul ediyorlardı. Kürtlerin Türklerde ayrı örgütlenmelerine karşıydı. Bir anlamda Kürt nasyonalizmine da karşıtlıkları vardı. Amaçları Türkiye’de sosyalizmi inşa etmekti. Sosyalizmin de yoksulluğa, haksızlığa son vereceğini düşünüyorlardı. Bu amaç ve inşa içinde Kürtlerin de payına düşeceklerin olacağıydı. Yani umarcılıkları söz konusu idi. TİP’teki asıl “Doğulular Grubu” işte bu gruptu. Bu grubun liderliğini de Dr. Tarık Ziya Ekinci’ yapıyordu.

Nitelik olarak ve amaç olarak Doğulular Grubu üyesi olmayan Kürtler de TİP üyesiydiler, TİP’le ittifak ve dayanışma içindeydiler. TİP’e Kürt sosyalist ve Kürtçü milliyetçi Kürtler de üye olmuşlardı. Bunların amaçları, Kürdistan’ın bağımsızlığı ve ulusal kurtuluş koşullarını TİP’te çalışarak olgunlaşabileceğini düşünüyorlardı. TİP’in yasal konumundan istifade ediyorlardı.

Bütün bu tespitleri, TİP’in Kürtlerle ilgili 4. Büyük Kongresinde aldığı kararın dinamiklerini anlatmak için yazdım.

Ruşen Arslan DDKO Kitabında TİP’in Kürtlerle ilgili aldığı kararla ilgili verdiği bilgiler, doğru bilgilerdir. Yapılacak katkılar detay olabilir, bu da normaldir.

TİP’in 4. Büyük Kongresinin Kürtlerle ilgili kararını, “TİP’in Kürtlerle ya da başka bir ifade ile TİP’teki Kürtlerin TİP’le bir yeni sözleşmesi”, aynı zamanda TİP programına alınmamış, program niteliğindeki bir katkıdır diye tanımlıyorum..

Bu karar, TİP’teki “Doğulular Grubunun” belirleyiciliğinde alınmış bir karar değildir. Bu karar, TİP tarafından nasıl ki mecburi olarak kabul edildi bu Doğulular Grubu için de geçerlidir?

Neden mi?

Bu grup 1963 yılında bu yana parti içindeydiler, Kürtlerle ilgili bir kararın alınmasını istemediler. Dr. Tarık Ziya Ekinci 1965’te milletvekili oldu. Arkadaşları milletvekili adayı oldular ve çok az oyla milletvekilliğini kaybettiler yine Kürtlerle ilgili bir karar alma talepleri olmadı. Tarık Ziya Ekinci 1969 yılında Ankara’da ve arkadaşları diğer şehirlerde milletvekili adayı oldular, yine Kürtlerle ilgili bir talepleri yok.

Ne zaman bu talep gündeme geldi?

Kürt sosyalistleri DDKO ve Türkiye’de Kürdistan Partisinde bağımsız bir şekilde örgütlenmeye başladıktan, Kürtçü sosyalistlerin TİP’ten kopacaklarının, bunun da  TİP’i zayıflatacağı anlaşıldığı zaman Kürtlerle ilgili talep ve karar alma gündeme geldi.

TİP’te Kürtlerle ilgili karar alındıktan sonra da Doğulu Grubun bu karara mahkemelerde sahip çıkmaması, TİP’in Anayasa Mahkemesinde kararına sahip çıkmaması, Behice Boran’ın Kürtlerin asimilasyonunu “doğal asimilasyon” kabul ederek savunması da bunun en önemli göstergesidir.

Doğulular Grubu TİP’in Kürtlerle ilgili karardan dolayı kapatılmasından sonra, Doğulu Kürtçü sosyalistleri sürekli suçladı. Pişmanlıklarını ifade ettiler.

  1. TİP’in kuruluşunda bu Doğulular Grubu ekibi yine varlar. Ama 2. TİP programında Kürtlerle ilgili bir talebin programa alınmaması da bunun en somut örneğidir.

DDKO kurucu ve yöneticileri, özellikle de DDKO Komünü üyeleri; mahkemede DDKO-TİP ilişkilerinin meşruluğu, ortak eylemlerini, Kürtlerle ilgili alınan karara sahip çıktılar.

Mahkemede doğulular grubu ve onların güdümündekilerin sessizliği ve bürokratik davranışları…

DDKO yargılanmaları sırasında Ruşen Arslan’ın da belirttiği gibi çetin, çatışmalı, dirayetli hak savunuculuğunda ısrarlı bir mücadele yürütüldü. Bu mücadelede Dr. Tarik Ziya Ekincinin başını çektiği Doğulular grubu ve onlarında güdümündekilerin, kendilerini ilgilendiren konuların dışındaki tüm haksızlıklara karşı sesiz kalmalarının Ruşen Arslan tarafından belirtilmemesi görünen o ki centilmenliğinin ve polemik yaratmamasının sonucudur diye düşünüyorum. Ama bu Ruşen Arslan’ın genel objektif tutumuna gölge düşürür niteliktedir.

DDKO mahkemesinin en ilginç konularından birisi, doğulular grubunun ve Yusuf Ekinci’nin kendilerini şahsi olarak kurtarma çabası içinde olmaları…

Siyasi olan ve olmayan tüm Kürtler,, “içerdekiler ve dışarıdakiler” biliyor ve şahitler ki, başta Dr. Tarık Ziya Ekinci olmak üzere Doğulular Grubu, kendilerini kurtarmak, ceza almamak için bütün değerleri ayaklar altına aldılar. Öncelikle mahkemede ortak savunmalara karşı çıktılar. Ortak savunmaları engelleyemeyince, kişisel siyasi savunmalara da karşı çıktılar. DDKO, KDP’lerimn kurucu ve yöneticilerini, taraftarlarını Kürt halkının hak savunuculuğundan vazgeçmeleri için çaba sarf ettiler.

O sürecin en patalojik vakıası Yusuf Ekinci’ydi. Yusuf Ekinci, ilk günden itibaren herkesin teslim bayrağını çekmesi için olağanüstü çaba gösterdi. Bir ölçüde de başarılı oldu. Bazı DDKO’ların savunma yapmamasını sağladı. Çok çocuk yaşta olanları korkuttu. DDKO Komünü dışında ortak savunma yapanların da, mahkemede suspus olmasına neden oldu.

Yusuf Ekinci en sonunda Kürtlerle ayrılığını, Doç Dr. Uğur Alacakaptan’ı çok büyük paralarla kendi avukatlığına getirmekle, ortaya koydu. Uğur Alacakaptan da savunma aşamasından mahkeme ile olan büyük çatışma ve münakaşalardan dolayı şaşkına dönerek,  sözlü savunma yapmadan, yazılı savunmasını mahkemeye bırakıp gitti.

Bu ekibin büyük bir bölümü için de rüşvet kokuları çıktı.

Son sözler: Mahkemeye ve devlete bir meydan okumaydı…

Kapsamlı savunmalarımızı sunmamızdan sonra, sıra son sözlerimize gelmişti. Son sözler de kapsamlı mahkemeye ve devlete bir meydan okumaydı.

Son sözler de Askeri Mahkemeye, “sizin vereceğiniz cezayı takmıyoruz. İstediğin cezayı verebilirsin. Kürt halkının hakları uğruna her şeyi göze almaya hazırız” mesajını veriyordu.

Ben mutluydum. Bazı arkadaşların da çok mutlu olduklarını biliyordum. Ama ne yazık ki, lider ve ağabey konumunda olanların durumu acınacak haldeydi.

Son sözlerden sonra, mahkeme kararı açıkladı. Ben ve Mümtaz Kotan en yüksek alan cezayı alan olduk. Diğer arkadaşlara da 13 yıl 4 ayla başlayan aşağıya kadar, Dr. Tarık Ziya Ekinci’nin en az ceza almasına kadar isimler sıralandı.

Edip Karahan’ın deyimiyle herkesin kilosuna göre ceza verildi.

Beraat olanlar oldu. Onlardan biri de DDKO Kitabının yazarı Ruşen Arslan’dı. Ruşen Arslan hakkında beraat kararı okunduktan sonra ayağa kalktı, “Yine de kahrolsun faşizm” dedi.

Mahkeme son karar duruşmasından Kürtçe marşların okunması. Aynı gün mahir çayan ve arkadaşlarının mahkemede “onuncu yıl marşını” okumaları, genel sıkıyönetim komutanlığının konuya ilişkin bildirisi…

Mahkemeye ve devlete son sözlerle gerekli mesajları vermiştik. Mahkemede Kürtçe okunan marşlarla (Herne Pêş ve enternasyonal), devlete ve mahkemeye daha büyük mesaj verilmekle kalmadı, bir darbe oldu.

Ayın gün Mahir Çayan ve arkadaşlarının da mahkemesi vardı. Onlar da sıkıyönetim yetkililerine “Onuncu Yıl Marşını” okuyarak, mahkemeye “Kemalistiz” mesajını verdiler.

Mahkeme geç vakte kadar devam etti. Merkezi Sıkıyönetim Komutanlığı konuya ilişkin açıklamada bulundu. Bizim marş okumamızı bölücülük ve komünizm olarak tanımladı.

Mahir Çayan’lara da bir anlamda övgüler dizdiler.

Mahkeme de yaratılan sarsıntı cezaevinde Kürtçe halayla devam etti…

Cezaları aldıktan sonra neşeyle, türkülerle cezaevine döndük.

Ceza evine gittiğimiz zaman, cezaevinin havasız arabasından indikten sonra halayla tuttuk. Ferit Uzun saz çaldı ve söyledi, biz halaylar tuttuk. Cezaevindeki tutuklular da halayımıza katıldılar.

Bütün tutuklular bizim beraat ettiğimizi düşünerek, halay çektiğimizi zan ettiler. Ama tutuklular tersini öğrendikleri zaman alkışlarla bizi karşıladılar.

Mahkeme mehabetini/huzurunu bozmaktan hakkımda iki tutuklama kararı…

DDKO yargılamaları sürecinde iki sefer mahkeme içinde mahkemenin mehabetini/huzurunu bozmaktan dolayı tutuklandım. Ayrı bir mahkemede yargılanarak 30-45 günlük hücre cezalarına çarptırıldım. Diyarbakır’ın 50 derece üzerindeki sıcaklığında Temmuz-Ağustos aylarından kapalı ve havasız hücrelerde ceza yattım.

Hakkımdaki bu tutuklama kararlarının nedeni ilginçtir.

Birinci tutuklanmamın nedeni, hâkimlere Kürt düşmanı, ırkçı ve şövenist dediğim içindi.

İkinci tutuklanmamın nedeni, Canip Yıldırım’a mahkeme tarafından yapılan hakarete, hukuk dışılığa, inkârcılığa karşı gösterdiğim büyük tepkiydi. Hâkimleri açıkça suçlamamdı. Hâkimin bana “sen sokak kabadayısın” diyerek, mahkeme başkanından dışarı atılmamı istemesinden sonra, buna karşılı, benim de bana göre “siz sokak kabadayısınız. Çünkü hukuk tanımıyor ve keyfi hareket ediyorsunuz. Sizin mahkeme salonundan çıkmanız gerekir” dememdi.

Diyarbekûr, 24 Kasım 2020

([email protected])