“Benim adım Gül. Üç erkek kardeşten sonra dünyaya geldiğim için beni çok seven babam bana Bozkır Gülü lakabını taktığında daha birkaç aylıktım. Zamanla insanlar gerçek adımı unuttu Bozkır Gülü lakabı adımın yerine geçti“.

Metin Aktaş’ın müthiş bir çalışması. Köye yapılan bir caminin köylünün ve köyün yaşantısını nasıl etkilediğini, değiştirdiğini detaylı edebi bir dille anlatmış.

Bu değişimin ülke geneline nasıl yayıldığını, ötekileştirilenlerin günlük yaşamdaki karşılaştıkları sorunları ve zorbalıkları akıcı bir dille okuyucunun önüne koyuyor. “Bu ilginizi çekmez diye düşünerek hayatımı mahfeden İmam Cihat’ın köye geldiği sonbahardan anlatmaya başlayayım hayat hikâyeme; İmam Cihat’ın köyümüze imam olarak atandığı o sonbahar bulutlar bozkırın üzerinde hiç ayrılmadı; evladını kayıp etmiş acılı bir anne gibi gözyaşlarıyla bozkırı suya boğdu.

Yaşlı insanların anlattığına göre Koçgiri isyanından önce bu köyde yaşayan inşaların yüzde yüzü Alevi Kürt’müş. Köyde yaşayan halkın büyük bir kısmı isyanda öldürüldüğü için köyün nüfus yapısı değişmiş öldürülen Alevi Kürtlerin topraklarına, evlerine Sünni Mezhebinden insanlar yerleştirilmiş.(Benim babamın ailesi de Koçgiri isyanından sonra devlet tarafından köye yerleştirilmiş Sünni Müslüman aileydi.)

Alevi ve sünnilerin birlikte yaşadığı bir köye yapılan cami öncelikle o köydeki kardeşliği baltalamıştır. Daha sonra ise ülke genelindeki halkların kardeşliğini… Dinin insani nasıl körelttiğini, sevgiyi yozlaştırdığını Bozkırı Gülü ile babası arasındaki değişimde görmek gerekiyor…

Köyümüzde tek bir yabancı insan vardı; oda on yıldır köyümüzdeki iki katlı toprak damlı evde öğretmenlik yapan İsmail’di. Alt katı okul olan iki katlı binanın üst katında oturan İsmail, on yıldır bu köyde öğretmenlik yaptığı için artık bizden biri sayılıyordu. Bütün köylüler onu sever, sayar, korurdu. Hayatımda tanıdığım en iyi en aydın insanlardan biriydi İsmail öğretmen.

Öğretmen İsmail köyün aydın insanı olmakla birlikte köylünün de umudu ve aydınlığa acılan yüzü olmuştu.

Bizim evle komşumuz kirve Ali’nin ve dört evin arasında iki harman büyüklüğünde geniş bir meydanın tam orta yerinde, dallarıyla hem bizim evin toprak damını, hem de kirve Ali’nin evin ve diğer iki evin toprak damını bir şemsiye gibi kaplamış üç insan kulacı genişliğinde bir gövdesi olan ve yedi dallı köylülerin üç yüz yıllık olduğunu söyledikleri bütün köyün ortak malı olan dev gibi büyük bir ceviz ağacı vardı; köyde dört evin damını ve ortasında olduğu iki harman büyüklüğünde bir meydanı kaplamış ceviz ağacının altında toplanmak bir gelenek haline gelmişti; işini bitiren her köylü, kadın erkek, çocuk, büyük fark etmez diğer köylülerle buluşmak, konuşmak için mutlaka günde birkaç kere ceviz ağacın altına uğrarlardı.
Ceviz ağacı, aynı zamanda küsülü insanları bir araya getirip barıştıran bir barış aracıydı da. Ceviz ağacı altında oturan küsülü insanlar zamanla nasıl olduğunun farkında olmadan küsülü oldukları insanlarla barıştıklarını görüp şaşırırlardı. Bu yüzden ceviz ağacı, sadece ceviz değildi, artık hem köyde yaşayan Aleviler, hem Sünniler tarafından kutsal bir ziyaretgâh olarak görülüyordu; kurbanlar onun altında kesiliyor, onun altında mumlar yakılıyor, onun altında hayat ve ölümle, cennet ve cehennemle ilgili uzun ruhani tartışmalar, sohbetler yapılıyor, onun altında palavralar sıkılıyor, onun altında kahkahalar atılıyor, onun altında gözyaşları dökülüyor, kadınlarla erkekler onun altında kur yapıyorlar, gençler onun altında toplanıyorlardı. Anlayacağınız ceviz ağacı köy demekti, ceviz ağacı yaşam demekti.
Ceviz ağacı köylünün her şeyi olmuştu. Sosyal aktivitenin her türlüsü, önemli kararlarının alındığı buluşma yeri, köylünün ve köylünün her sorunun ortak bir mekândı…
İlkbaharda yapımına başlanan cami son baharın son aylarında bitti. Bütün köylüler köye yapılan bu koca binaya şaşkın bir şekilde bakıyorlardı. Derenin batı kısmında yapılan caminin içerisine bütün köy halkını koysan hatta komşu köylerden üç dört köyün insanını koysan bile hala boş yer kalırdı. Senelerdir bir köy evinde eğitim gören çocuklara okul yaptırmayan devletin köye neden bu kadar büyük bir cami yaptığına kimsenin aklı ermiyordu.
Öğlen koyunları köye getirdiğimde caminin açılış töreni başlamıştı. Annem, babam oraya gitmiştiler.

Babam öküzün boynuna bıçağı dayadığında İmam Cihat “durun!” diye bağırdı. İmam Cihat bağırınca babam ve öküzün çevresinde toplanmış insanlar durup ona baktı. İmam Cihat birkaç dakika insanlara baktıktan sonra konuşmaya başladı. “Ben köye yeni atandığım için sizlerden kimin Alevi kimin Sünni olduğunu bilmiyorum. Bu yüzden sizleri uyarmak zorundayım. Kurbanı ancak Müslüman biri keserse helal olur. Aleviler Müslüman olmadığı için onların kestiği kurban helal değildir ve bir Alevin kestiği kurbanı yemek caiz değildir. İçinizde Alevi olanlar varsa kurbandan uzak dursun!” dedi.

Beş, on dakika kadar bir zaman hiç kimse bir şey söylemedi. İmam Cihat’a karşı çıkma cesaretini öğretmenimiz İsmail gösterdi. İmam Cihat’ın sözleri onu çok kızdırmıştı.” Sen ne yapmak istiyorsun imam efendi? Yıllardır bu köyde birlikte yaşayan insanları birbirine düşman mı yapmak istiyorsun?” dedi.

Köylünün her şeyi olan Öğretmen İsmail bu ortaçağ anlayışına karşı sessiz kalamazdı…
Köye gelmeden önce senin hakkında çok şey duydum. Senin komünist olduğunu, bu köylüleri dinden imandan uzaklaştırdığını biliyorum. Senin suyun kaynadı öğretmen!

”İyi yaptınız. Köpekleri beslemek caiz değildir, köpek giren eve, köye melek girmez,” dedi. “Bu cahil insanlar bu ceviz ağacına tapıyorlar bunlar sapkın!” İmam Cihat’ın ceviz ağcını put olarak adlandırıp müritlerine düşman olarak gösterdiği günden beri ulu ceviz ağcının başına kötü şeyler gelebileceğini düşünmüştüm.

Son dalı da yere düştüğünde ”Allahuekber! Putlara ölüm!” diye bağırmaya başladılar.
Gülün, Baharın, Murat’ın, Leylan‘ın (Helin), Yeliz’in (Arıcın) vb. Dramatik ve yürek dağlayan hikayelerini öyle yalın ve sürükleyici bir dille anlatmış ki… Yurtlarda Çocuklar yapılan tecavüzlerin artığı bir süreçten geçtiğimiz şu günlerde sistem ile bütünleşmiş bürokrasinin işbirliği çok yalın bir şekilde anlatılmaktadır.

Kürt köylerinin yakılara köylerde yaşayan halkımızı göçe zorlamanın yaratmış olduğu sosyal faciaya ve acı gerçekler… Kendisini her şeyin üzerinde gören İmam Cihat gibi İslami otoritenin yaratmış olduğu tahribat toplumsal dokuda büyük yaralar açmıştır..

Bozkır Gülü bir solukta okunacak bir kitap. Fam yayınevi tarafından çıkan Bozkır Gülü kitabı çok değerli bir çalışma. Okuyucular ve edebiyat eleştirmenleri tarafından gerekli desteği alacağına inanıyorum.

Eline ve yüreğine sağlık…