15 Ağustos 2024 tarihinde Ankara’da Türkiye ile Irak arasında Türkiye ve Irak Savunma Bakanları, “Askeri, Güvenlik İşbirliği ve Terörle Mücadeleye Dair Mutabakat Zaptı”nı imzaladı. Bu mutabakat zaptı, 1937 yılında imzalanan Sadabat Paktı’na çok benziyor diyenler haklı mı? Gelin birlikte karar verelim:

Sadabad Paktı ya da Şark Misakı, 8 Temmuz 1937 günü Tahran’da Sadabad Sarayı’nda (bugün müze) Türkiye, Irak, İran ve Afganistan Dışişleri Bakanları arasında imzalanmıştı ve adının çağrıştırdığının aksine (15 Ağustos 2024 tarihli olan gibi) bir askeri ittifak değil, bir tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşmasıydı.

Bu arada Suriye’nin neden pakta katılmadığını merak edebilirsiniz. Türkiye ile Suriye arasındaki Sancak (daha sonraki Hatay) sorunu nedeniyle iki ülkenin herhangi bir anlaşmaya imza koyması imkansız hale gelmişti. Bu yüzden bu yazıda Suriye’nin adı hiç geçmeyecek.

Korkulan Mussolini miydi?

Resmi tarihçilere göre İtalya’nın faşist lideri Mussolini’nin 19 Mart 1934 tarihinde Faşist Kongre’de yaptığı konuşmasında İtalya’nın tarihsel çıkarlarının Asya ve Afrika’da yattığını belirtmesi, Akdeniz’i “Mare Nostrum” (Bizim Deniz) diye nitelemesi, Türkiye, İran ve Irak arasında 2 Ekim 1935 tarihinde, Cenevre’de üçlü bir antlaşma parafe edilmesine neden olmuştu. (Buna bir ay sonra Afganistan da katılmıştı.) Halbuki 3 Ekim 1935’te İtalya’nın Habeşistan’ı (bugün Etiyopya) işgal etmesi tehlikenin yönünü Afrika’ya çevirmişti. Dolayısıyla İtalya’nın bu üç ülkeye zarar vermesi pek mümkün değildi.

Britanya’ya karşı bir duruş muydu?

Bazılarına göre yakın tarihte bağımsızlıklarını kazanmış bu ülkelerin (Milletler Cemiyeti’ne üyelikleri sırasıyla İran 10 Ocak 1920, Türkiye 18 Temmuz 1932, Irak Krallığı 3 Ekim 1932 ve Afganistan 27 Eylül 1934) kadim emperyal ülke Britanya’ya karşı bağımsızlıklarını vurgulama arzusu idi paktın motivasyonu.

Ancak bu akla yakın değil çünkü Britanya Irak Krallığı’ndaki manda yönetimine Haziran 1930’da son vererek krallığın bağımsızlığını tanımıştı ama Irak hala Britanya’nın etki alanındaydı ve onun onayı olmadan böyle bir anlaşmaya imza koyması düşünülemezdi. Nitekim Türkiye’nin 1933’de Irak’a Irak-İran-Türkiye arasında bir saldırmazlık antlaşması imzalanması önerisini, Irak bu antlaşmada Britanya ve SSCB’nin de bulunması gerektiğini söyleyerek cevaplamıştı. Nitekim 1937’de Sadabad Paktı imzalanırken Britanya Pakt’a davet edildiği halde bunu kabul etmedi. (Nedenini aşağıda belirteceğim.)

SSCB’ye karşı bir tedbir miydi?

Bazılarına göre anlaşma Britanya’nın arzusu üzerine Sovyetler Birliği’ne karşı imzalanmıştır. Bu ilk bakışta akla yakın görünüyor ancak SSCB’nin lrak dışındaki diğer üç devletle dostluk antlaşmaları (sırasıyla İran ile 1921, Türkiye ile 1921 ve 1925, Afganistan ile 1921, 1926). Nitekim yukarda belirttiğim 1933’te Irak Türkiye ile bir anlaşma yapılacaksa buna SSCB’nin de dahil edilmesini istemişti. Dahası Türkiye l929 Protokolü’yle SSCB’ye danışmadan böyle anlaşmalara girmeme sözü vermişti. Üstüne üstlük Türkiye’nin SSCB’ye danışmadan sadece Britanya’nın yer alacağı bir antlaşmada bulunmasını Moskova’nın hoş karşılamayacağı da açıktı. Türkiye bu nedenle, 1937’de SSCB’nin de bu antlaşmada taraf olması gerektiğini ileri sürecekti. Bunun üzerine dört devlet önerilerini önce Britanya ve SSCB’ye götürdüler.

Britanya katılmak istemiyor

Ama Britanya 27 Ağustos 1928 tarihinde imzalanan, imzacıları ABD Dışişleri Bakanı Frank Kellogg ve Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand’ın isimleri ile anılan Briand-Kellog Paktı ya da Harbin Millî Siyaset Aleti Olarak Kullanılmaması Hakkında Umumi Muahede’yi ve Milletler Cemiyeti güvencelerini yeterli görerek, bölgesel paktlara girmeme politikası uyguluyordu. Bu nedenle teklifi kabul etmedi.

Bunun üzerine SSCB’nin tek başına Pakt’ta yer almasını uygun görmeyen üç devlet, SSCB’ye önerilerini geri çekti. SSCB ise bu durumu anlayışla karşıladı ancak Afganistan’ın üçlü anlaşmaya dahil edilmesini önerdi. Böylece üçlü anlaşma dörtlü anlaşmaya döndü.

Sonuç olarak Sadabad Paktı’nın İtalya’ya, SSCB’ye veya Britanya’ya karşı kurulduğunu iddia edenlerin argümanları yanlıştı. Nitekim Sadabat Paktı’nı imzalayan Tevfik Rüştü Aras şöyle demişti: “O zamanki şartlara göre biz anlayışımıza uygun olarak bütün Ortadoğu’yu kaplayacak bir dostluk halkaları camiası kurmaya çalışıyorduk. Bu camianın yüzeyinin Balkanlar dahil, Avrupa güneyinden Uzakdoğu hududuna kadar olmasını istiyorduk. Sadabat Paktı’nın imzalanması münasebetiyle yapılan törende verdiğim nutukta belirttiğim üzere bütün bu sahayı, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında, tarafsız bir dostluk camiası haline getirmek için çalışıyorduk.”

Yoksa Pakt “Kürt tehdidi”ne karşı mıydı?

Tevfik Rüştü Aras’ın açıklamasında eksik olan parçayı da biz tamamlayalım.

Afganistan dışındaki üç ülkenin ortak paydası nevzuhur “ulus-devletleri” için büyük bir tehdit olarak algıladıkları “Kürt Meselesi” idi. Türkiye, İran ve Irak’ta hatırı sayılır bir Kürt azınlık olduğu halde bu ülkeler ulus-devletlerini inşa ederken Kürtleri dışarda bırakmışlardı. Dışarda bırakılan Kürt unsurların bir araya gelip kendi ulus-devletlerini kurmak için mücadeleye girmesi bu üç devletin de korkulu rüyasıydı. (Ki boşa korktuklarını bugün biliyoruz.) Nitekim Andrew Mango “Türk Ankara ile Arap Bağdat’ı farklı siyasi eğilimlerine bağlı olarak zaman zaman yaşanan geçici anlaşmazlıklara rağmen bir araya getiren şey Kürt tehdidinin varlığıydı. Her ne kadar Kürt tehdidi farklı derecelerde hissedilse de, Kürtler Türkiye ve İran arasında bir işbirliğinin oluşmasına [da] yardımcı oldular,” diye yazmıştı 1968’de.

Mango “Kürtler yardımcı” oldu diyor ama Kürtlerin bağımsızlık talepleri bile uluslararası hukuka ve teamüllere göre meşru iken, bu üç ulus-devlet de muhtariyet (özerklik) taleplerini bile “tehdit” olarak görüyor ve en sert şekilde bastırmaya çalışıyordu. Bu bastırma eylemleri sırasında devletlerin birinden diğerine kaçan Kürt isyancılar nedeniyle de “Kürt Meselesi” aynı zamanda bir “dış tehdit” halinde algılanıyordu. Bunun dışında barışçıl göçebe Kürt topluluklarının mevsimsel olarak onlara yabancı olan yapay ülkesel sınırları sık sık aşması veya Irak’ın ülkesindeki büyük Şii topluluğu üzerindeki İran etkisinden duyduğu kadim rahatsızlık bu ulus-devletleri sık sık karşı karşıya getiriyordu.

Afganistan-İran-Irak sınır meseleleri

En uzaktan başlayayım. Türkiye’nin sınırdaş olmadığı Afganistan’la Milli Mücadele yıllarına dayalı dostluğunu gölgeleyen bir şey yoktu. Eski sömürgecisi Britanya ile 1919 Ravalpindi Ateşkesi ve 1921 Kabil Antlaşması imzalayarak bağımsızlığını kazanan Emanullah Han yönetimindeki Afganistan İngilizlere verdiği söz uyarınca Hindistan Peştunlarına yardım etmeyi bıraktı ancak genel dış siyasetinde Sovyetler Birliği ve genç Türkiye gibi o dönemde İngilizlerle çatışma hâlinde olan devletlerle yakınlaşmaktan çekinmedi. 1921’de Afgan-Sovyet dostluk antlaşmaları imzalandı .İttihatçıların üç liderinden biri olan Cemal Paşa o sırada Afganistan’daydı ve ordunun modernleştirilmesi için Emanullah’a yardımcı oluyordu. İlk anlaşma Mart 1921’de yapıldı. Bu TBMM’nin ilk uluslararası antlaşması oldu. Afganistan’ı Batı tipi modernleştirme programında Mustafa Kemal’i örnek alan Emanullah Han 1928’de Türkiye’nin ağırladığı ilk yabancı devlet adamıydı.

Türkiye-Irak sınır meseleleri

Irak’ın Türkiye sınırı, bugün Ortadoğu’daki tüm sınırlar için kullanılan meşhur klişenin kaynağı olacak şekilde gerçekten otel odasında çizilmişti. 1923’te Lozan’da Musul Meselesi halledilemeyince, konu önce ikili ilişkilerle çözülmeye çalışılmış, 1924’te sınır tartışmalarını önlemek için ‘Brüksel Hattı’ diye anılan geçici bir sınır konmuştu. Hat, iddialara göre, Brüksel’de bir otel odasında İngilizlerce oluşturulmuştu. Ancak, her iki tarafın da ‘geçici’ olan bu sınırı kabul etmesiyle, kontrol fiilen İngilizlerin eline geçti. Sınırı belirleyen nihai anlaşma 5 Haziran 1926’da imzalandı. O tarihten sonra da herhangi bir anlaşmazlık yaşanmadı.

Türkiye-İran sınır meseleleri

Öncelikle resmi tarihe göre Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasında 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin (Zohab) Antlaşması’ndan sonra iki devletin sınırı hiç değişmemişti. Bu doğru değildi. Taraflar (Osmanlılar, Safeviler ve ardılları Kaçarlar) defalarca sınır anlaşmazlığı yaşamıştı. Bunlar da 1746 Kerden,1823 I. Erzurum, 1847 II. Erzurum anlaşmaları, 1875, 1878, 1896, 1905 komisyonlarının çalışmaları sonucu 1911 Tahran Protokolü ile çözülmeye çalışılmış yine de ufak tefek pürüzler Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalmıştı.

Diğer sınır meseleleri

İran-Afganistan arasında sınır sorunları vardı. (Bizi doğrudan ilgilendirmediği için ayrıntıya girmeyeceğim.) Irak-İran arasında ise sınır çizgisinin Fırat ve Dicle nehirlerinin Basra Körfezi’nden denize dökülmeden önce birleştikleri uzunluğu 193 km olan “Şattülarap Suyolu ile ilgili anlaşmazlık sürüyordu. Nihayet İran-Irak-Türkiye arasında Hakkari bölgesini içine alan üçgende yaşayan Kürt aşiretleri ile ilgili üçlü hassasiyet vardı.

Sadabad’ın hazırlıkları

1931 yazında Irak Kralı Faysal Ankara’ya gelmiş, Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa da Avrupa gezisi dönüşünde İstanbul’a uğramıştı. Nihayet 10 Ocak 1932 tarihinde iki ülke arasında, Ankara Ticaret Antlaşması imzalandı. Türkiye-Irak sınırını belirleyen 1926 tarihli Ankara Anlaşması 1937 yılında iki yıl daha uzatıldı.

Türkiye 1927-1930 tarihleri arasında Ağrı Dağı’nda kurulan minyatür “Kürt Cumhuriyeti”ni imha ettikten sonra 1932’nin ilk günlerinde bizzat Mustafa Kemal tarafından Ağrı Dağı’nın İran’da kalan kısmı karşılığında toprak önerilmişti. 23 Ocak 1932’de kolayca imzalanan antlaşma ile Maku-Beyazıt yolunun sınırı kestiği noktadaki Kotur ve Bazirgân’ı kapsayan toprak karşılığında Ağrı Dağı’nın tamamının Türkiye sınırları içine alındı.

1928’de Afgan Kralı ve 1931’de Irak Kralı’ndan sonra Türkiye’nin üçüncü misafiri olan İran Şahı Rıza Şah Pehlevi’nin 16 Haziran 1934’te başlayan 27 günlük gezisi, Türkiye-İran ilişkilerinde sıcak bir dönemi başlattı. İran’la 1937 yılında Trabzon-Tebriz-Tahran Transit Yolu, ikamet, hava trafiği, telgraf ve telefon hatları, suçluların iadesi, ticaret ve hayvan trafiği ve hastalıkları konularında bir dizi ikili anlaşma yapıldı.

Paraf atılıyor ama imza atılamıyor

Bütün bu ön hazırlıklara ve “yakıcı Kürt tehdidi”ne rağmen Sadabad Paktı’nın imzalanması kolay olmadı. Önce Türkiye’nin Kabil Büyükelçisi “Medine Müdafii” Fahrettin Türkkan Paşa başkanlığındaki Türk heyetinin girişimleriyle İran-Afganistan sınır sorunu 1934’te çözüldü.

2 Ekim 1935’te Cenevre’de İran, Irak ve Türkiye arasında antlaşma bir anlaşma parafe edildi. Bir ay sonra SSCB’nin önerisi ile Afganistan davet edildi, o da parafını koydu. Ama, imza için iki yıla yakın bir süre beklendi.

Irak’ın ayak sürümesi

Bunun nedeni Irak’ın imzadan kaçınmasıydı. Çünkü Irak ile Iran arasındaki Şattülarap Suyolu meselesi çözülememişti. Ayrıca Irak, antlaşmanın imzalanması konusunda çok hevesli olan Türkiye’nin iran üzerindeki nüfuzunu sınır sorununun bir an önce çözülmesi için kullandırma amacıyla imzayı geciktiriyordu.

İkincisi, Irak dört devlet içinde tek Arap ülkesi olmak istemiyordu. 1933’te başbakanlığı Nuri Sait Paşa’dan devralan Vatani Partisi lideri Yasin el-Haşimi’nin Arap milliyetçisi politikaları Irak Kralı Faysal’ı çekingen kılıyordu. Özellikle 1936’da Türkiye ile Suriye arasında Hatay sorununun ortaya çıkmasının ardından, Arap dünyasından koparak Türkiye’nin yanında yer alıyor görünümü vermek hiç hoş olmazdı. Bunun için Irak, Suudi Arabistan’ın da (hatta Yemen’in de) Pakt’a katılmasını istiyordu. Ancak Afganistan, Suudi Arabistan’ın Milletler Cemiyeti’ne üye olmadığını ileri sürerek (gerçekte İngiliz etkisinde olduğu için) pakta katılmasına karşı çıktı. Yemen zaten çok garip bir talepti, ona diğer ülkeler de itiraz ettiler.

Ancak Ekim 1936’da Bekir Sıtkı Paşa bir darbeyle Haşimi’yi indirdi ve yerine Hikmet Süleyman’ı başbakan yaparak kendisi perde arkasından ülkeyi yönetmeyi seçti. Bu ikili bir an önce lrak’ın komşularıyla sorunlarını çözmeye kararlıydılar. Türkiye’nin hakemliğinde 4 Temmuz 1937’de Tahran’da İran-lrak sınır antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla İran’ın istediği biçimde Şattülarap’ta sınır, “talveg hattı” (akarsuyun en derin yerlerini birleştiren hat) oldu.

Bu antlaşmadan dört gün sonra da 8 Temmuz 1937 günü Tahran’da Sadabad Sarayı’nda Türkiye adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Irak adına Dışişleri Bakanı Naji El-Asıl, İran adına Dışişleri Bakanı Enayetollah Samiy ve Afganistan adına Dışişleri Bakanı Faiz Mohammed Han, Sadabad Paktı’nı imzaladı.

Paktın imzalandığı gün imzalanan ek protokole göre yılda bir kez toplanacak olan bir Bakanlar Konseyi ve bir de Genel Sekreterlik oluşturuldu. Sadabat Paktı, TBMM tarafından 14 Ocak 1938 tarihinde 3324 Sayılı Kanun ile onaylandı ve diğer devletlerin de onaylamasının ardından 25 Haziran 1938’de yürürlüğe girdi. Paktın imzalanmasını başta Britanya olmak üzere Milletler Cemiyeti’nin büyük devletleri memnuniyetle karşıladı. 1936’da Montrö sürecinde masadan yumuşak şekilde çıkarılan SSCB ses çıkarmadı, hesabı kesmeyi sonra bıraktı.

Paktın maddeleri

Başta da belirttiğim gibi bu Pakt, adının çağrıştırdığının aksine bir askeri ittifak değil, bir tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşmasıydı. Nitekim dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştı. Başlangıç bölümünde 27 Ağustos 1928 tarihli Briand-Kellog Paktı’na atıf yaparak savaşmayacaklarını taahhüt ediyorlardı.

1.maddede tarafların birbirlerinin iç işlerine müdahale etmemeleri; 2. maddede ortak sınırların dokunulmazlığına saygı; 3. maddede ortak çıkarları ilgilendiren uluslararası uyuşmazlıklarda danışmalarda bulunulması; 4. maddede tarafların hiçbir durumda gerek yalnız olarak, gerekse bir ya da birkaç devletle birlikte, içlerinden herhangi birine karşı saldırıda bulunmaması; 5. maddede antlaşmanın 4. maddesinin bozulması veya bozulmak üzere olması durumunda Milletler Cemiyeti’ne başvurulması; 6. maddede üçüncü devletlere de saldırı düzenlenmemesi; 7. maddede tarafların birbirlerine karşı kışkırtıcılık yapmaması, güvenliği sarsmaması ve gizli örgüt kurulmasını önlemesi; 8. maddede Briand-Kellog Paktı’na saygı ve uyuşmazlıkların barış yoluyla çözümlenmesi; 9. maddede antlaşmanın bütün hükümlerinin Milletler Cemiyeti Yasası’yla uyumlu olduğu vurgulanıyordu. 10. maddede ise antlaşmanın onayı ve yürürlüğe giriş koşulları belirtilmişti.

Dikkatinizden kaçmamıştır, Pakt’ın temel nedeni olan “Kürt Meselesi, 7. maddesinde ele alınmıştı. Maddeyi (sadeleştirerek) biraz daha açarsam daha iyi anlaşılacaktır: “Anlaşmaya imza koyan taraflardan her biri, kendi sınırları içinde diğer imzacı tarafların kurumlarını devirmeyi veya bu devletlerin topraklarındaki düzen ve güvenliğini sarsmayı hedefleyen silahlı çeteler, birliklerin veya örgütlerin kurulmasına engel olmayı taahhüt eder.”

Paktın fiilen ölmesi

Sadabad Paktı yürürlüğe girdikten bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı başladı. Ekim 1939’da Britanya Pakt’ın SSCB’ye karşı bir savunma ittifakına dönüştürülmesi önerisini Ankara’ya ilettiyse de Türkiye bu öneriyi üye devletlerin gündemine getirmeyi reddetti. Son Bakanlar Konseyi toplantısı 1939’da yapıldı. İkinci Dünya Savaşı ortamında paktın 7. Maddesi dışındaki maddeler fiilen yürürlükten kalktı.

Ancak Sadabad Paktı hukuken yürürlükte, çünkü Pakt’ı kuran antlaşmanın süresi beş yıldı ve taraflardan biri, sürenin bitiminden altı ay önce antlaşmanın sona erdiğini bildirmedikçe, beş yıl daha uzayacağı kabul edilmişti. Bugüne dek taraflardan herhangi biri Pakt’tan ayrılmak istediğini resmen bildirmedi. Sadece 1979’da İran’daki yeni rejim Pakt’ı feshettiğini ima etti ama o da açık bir beyanda bulunmadı.

Yeni Sadabad Paktı

Bu uzun hikayeden sonra sabrınız kaldıysa gelelim “Yeni Sadabad Paktı”na… (Kalmadıysa yarın okursunuz.)

Bu paktın işaretleri aslında CB Erdoğan’ın 13 yılın ardından ilk kez ziyaret ettiği Irak’ın başkenti Bağdat’ta 22 Nisan 2024 tarihinde imzaladığı 26 işbirliği anlaşması ile verilmişti. Erdoğan Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es Sudani ile görüştükten sonra Erbil’e geçmiş ve önce Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani ve IKBY Başbakanı Mesrur Barzani ile görüşmüş, sonra da Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Başkanı Mesut Barzani’yi “kabul etmişti.”

Vizesiz Irak

O gün olanları izlemeyenler için 15 Ağustos 2024 günü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ağzından iki ülke arasında “Askeri, Güvenlik İşbirliği ve Terörle Mücadeleye Dair Mutabakat Zaptı”nın imzaladığını duymak şaşırtıcıydı. Anlaşma Dışişleri Bakanları tarafından değil Savunma Bakanları tarafından imzalanmıştı. Ama bunlar dikkati çekmedi, kamuoyu Fidan’ın yüzünde geniş bir gülümsemeyle “15 yaş altı ve 50 yaş üstü Irak vatandaşlarının 1 Eylül’den itibaren Türkiye’ye vizesiz gireceğini” ilan etmesini tartışmaya girişti. Fidan soruları “Türkiye çok vize başvurusu alıyor Irak’tan, aracı kurumlarla çalışılsa bile bu başvurularla ilgilenmek ciddi bir insan gücü gerektiriyor. Bu yeni uygulamayla insan gücümüzü risk gruplarına daha fazla ayırabileceğiz” diye savuşturmuştu. Hatta “Sadece Irak’a değil, 2019 yılından beri Libya ve Cezayir’e de yaş aralığı koyarak vize serbestisi veriyoruz” diyerek bir de “tüy dikmişti”.

Peki “Bayram değil seyran değilken Türkiye neden Irak’ı öpmüştü?”

Bu “öpücüğün” nedeni, mutabakatın maddelerinde gizli. Mutabakat ile Türkiye, 2015 yılında, Irak topraklarının yaklaşık 100 km içindeki Başika bölgesinde kurduğu Gedu askeri üssünü Irak Silahlı Kuvvetleri’ne devredilecek ve burada Türkiye-Irak Ortak Eğitim ve İşbirliği Merkezi faaliyet gösterecek. Ayrıca Bağdat’ta kurulacak olan ortak operasyon merkezinde Irak ordusu, Türk ordusu, Irak ve Türk istihbaratı, İran’ın milis gücü Haşdi Şabi ve Kürdistan Bölgesi İçişleri Bakanlığı yer alacak. (Zaten İran’ın onayı olmadan Irak’ın böyle bir mutabakata imza atması mümkün görünmüyor.)

Böylece nasıl ki Türkiye Hafız Esad döneminde imzalanan Adana Mutabakatı’na yaptığı atıfla Rojava’da harekat yapmayı meşru sayıyorsa, Başur’da bulunması meşru hale gelecek.

Elbette iş bununla bitmiyor.

Mutabakat’ın 1. maddesine göre iki ülke “terörizmle mücadele” için (bunu PKK ile mücadele diye diye okuyun) sıkı işbirliği yapacaklar. Irak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin “Diğer bir konu ise PKK unsurlarının gerek Kandil’de gerek Mahmur’da, gerek Sincar’daki mevcudiyetiyle alakalıydı. Keza diğer şehirlerde de tabii bu unsurların mevcudiyetinin tehlike arz etmeleri gerek Kürdistan bölgesi için gerek Irak’taki diğer şehirlere yönelik tehlike oluşturuyor. Bu uzantı tehlikelidir. Belirttiğimiz üzere bizim demokratik sürecimize ve Irak toplumuna tehdit oluşturuyor tehlike oluşturuyor zira bu mevcudiyet aslında yasa dışıdır” diyor.

Fuad Hüseyin ayrıca PKK’nın, Ulusal Meclis tarafından, Ulusal Güvenlik Konseyi’nde “yasaklılar listesine alındığını” belirterek “Federal mahkemeye de birtakım şikayetler de yönlendirerek, davalar açılarak bunun uzantısı paravanları olanlarla ilgili davalar açılmıştır ve federal mahkeme bu paravan tarafların da faaliyetlerini yasaklamıştır. Federal mahkemenin aldığı kararla bu örgütün, Irak sahasında faaliyet göstermesi ve Irak topraklarında faaliyet göstermesinin kabul edilir olmadığını sadece Irak toplumu değil, aynı zamanda partiler açısından ve bütün toplum açısından da kabul edilir olmadığını gösteriyor” ve “Irak topraklarından kaynaklı komşu ülkelere yönelik herhangi bir tehdit bizim anayasamıza aykırıdır ve ilkelerine aykırıdır” diyor.

Mutabakata Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin dolayısıyla KDP’nin de katıldığını söyledim. Halbuki Zaptın maddelerinin sadece PKK’yi değil PDK dahil geriye kalan tüm Kürt yapılanmalarını da hedefe koyacak esneklikte olduğunu hatırlatalım da üzerimizde kalmasın.

Fuad Hüseyin Irak ve Türkiye arasındaki işbirliğinin “üst seviyeye” çıkmasından duyduğu memnuniyeti de uzun uzun anlattıktan sonra 15 yaş altı-50 yaş üstü grup için anlaşmaya varılan vize serbestisinin iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine ve Iraklıların Türkiye’deki yatırım ve turizm faaliyetlerinin artmasına katkı sağlayacağına işaret ederek ağız dolusu teşekkür ediyor. Bakanın söylediği çok şey var da birini daha söyleyip noktalayalım: Bakan Hüseyin, Türk ve Irak tarafı olarak işbirliği çerçevesinde narkotik konusunun da ele alındığını belirtiyor ki o bölgedeki narkotik kaçakçılığını kimlerin yaptığını, kimlerin göz yumduğunu bilince ilk sıkıntının bu maddeden çıkacağını tahmin etmek zor değil.

Ancak Kürtleri herhalde daha çok ilgilendirmesi gereken konu bu değil. Ne olduğunu onlar gayet iyi biliyor. Bana laf düşmez…

Kaynak: https://www.facebook.com/100007879753801/posts/3861463844126236/?mibextid=xfxF2i&rdid=4o3NqAejO8m8ogl3