Bir süredir Kürdlerin Türk istihbaratı ile ilişkileri, Türk istihbaratına yaklaşımlarını düşünüyorum. Kuşkusuz Kürdler derken bir genelleme yapmıyorum. Bu inceleme kapsamında bazı Kürdlerin MİT’le ilişkileri veya MİT’e bakışlarını ele almayı amaçlıyorum. Kürdlerin Türk istihbaratı ile ilişkileri kuşkusuz bu incelemede sözü geçenlerle sınırlı değildir.

***

SORO’NUN (NAZMİ BALKAŞ)TÜRK İSTİHBARATI İLE İLİŞKİLERİ

Merhum Nazmi Balkaş 1959’daki Kürd aydınlarına yönelik tutuklananlar arasındaydı. Daha sonra merhum  Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın kurduğu T-KDP’de yer aldı.

Soro lakaplı Nazmi Balkaş merhum Dr.Sait Kırmızıtoprak’ın T-KDP’sinde ikinci adamdı. Rivayetlere göre gidip İhsan Nuri Paşa ile bile görüşmüştü. Necmettin Büyükkaya’nın ‘Kalemimden sayfalar’ında Nazmi Balkaş’ın Ortadoğu’daki seyahatlerine ilişkin epeyi bilgi var.

Ziya Avcı’nın ‘Biranin û Şahidiyan hınek Bûyeran’da Nazmi Balkaş’ın Dr. Şıvan sonrası Türkiye’ye geliş gidişleri ve örgütlenme çalışmalarına da bayağı yer verilmiş. İki kez de Lice’de belediye başkanlığı yaptı. 1982 yılında gözaltına alındığı zaman verdiği 7 sayfalık ifadede anlattığına göre kendisi “Bilindiği gibi  üzerimde 136 82 seri nolu telefon numarası çıktı. Bu numara devlet adına siyasi faaliyetleri yetkililere bildirmek için bu telefonu gerektiğinde kullandım, Orhan ismindeki yetkiliye cevap veriyordum, bu yetkili tarafından bana verilen kod ise Nedim. 1974 tarihinden sonra bu şahısla siyasi durumlar hakkında verilen görevleri yaptık, bunları açıklamak istemiyorum” diyor (sayfa 7).

Nazmi Balkaş’ın 8 Nisan 1982’deki bu ifadesi ortaya çıktığında birçok kişi şaşırdı. Kendisi hayatta olmadığı için bu konuda cevap veremez. Nazmi Balkaş, Sait Elçi’nin öldürülmesi ve 6 aylık bir tutukluluk ve yargılama sonucu Dr. Şıvan ve iki arkadaşının bu cinayet nedeniyle suçlanıp infaz edilmelerinin arkasındaki nedenleri, oluş biçimini bilenlerden birisiydi. Fakat bu konuda bildiklerini anlatmadı.

Nazmi Balkaş’ın Türk istihbaratı ile ilişkisi doğruysa, ne tür bilgiler vermiş olabilir veya neler yapmış olabilir? Kendi tanıdıklarına yönelik bir operasyon olmadığına göre, Nazmi Balkaş’ın Türk istihbaratına bir bilgi vermediği öne sürülebilir.

Ama kendisi ifadesinde “Verilen görevleri yaptık, bunları açıklamak istemiyorum” diyor.

Daha başka şeyler de söylüyor. Mesela Lice’den bağımsız belediye başkan adayı olduğunda ‘MSP ve AP’ ile temasları olduğunu söylüyor. MSP’li İskan Bakanı Recai Kutan’ın kendisini vilayete götürdüğünü anlatıyor: “Ve vali beyin ısrarı üzerine seçime gireceksin ve bizim partiden aday olacaksın dediler. Lice’nin birçok sorunları bulunmakta idi Recai beye anlattım, bana eğer sen bizim partiden aday olursan bütün sorunlarını çözeriz dediler. O zman ben sizin partiye şimdilik giremem, çünkü MSP yalnız başına Lice’de seçimi kazanamaz. AP ile birlikte belki seçimi kazanırız dedim. Ben onun için bağımsız aday olarak seçime girdim. Belediye başkanı seçimine girerken Rızgari, Özgürlük Yolu, DDKD, İGD örgütleri gelip ille bize başkan olursan ne gibi imkanlar sağlayacaksın dediler.” diyor.(İfade zabıt varakası, sayfa 4)

Nazmi Balkaş şöyle devam ediyor:

“Türkiye’nin dışta çalışan istihbarat örgütlerinin iyi çalışmadığı kanaatindeyim. Irak’ta iken Barzani hareketine gelip giden ajan ve görevlilerin çoğunu çevredeki insanlar da tanıyorlardı. Onlar (yani Bazrzani Y.K.) Türkiye tarafında bulunan Kürtleri çok kullandıkları halde  bizimkiler ise (Yani Türk istihbaratı. Y.K.) Irak’taki Nasturi ve Keldaniler azınlığını (Asuriler) kullanamamışlar ve iyi bir değerlendirme yapamamışlar kanaatindeyim.. Aşiretler arasındaki çelişkilerden iyi faydalanamadıkları kanaatindeyim. Suriye Kürt parti ve Kürt siyasilerinin çoğu çok konuşur ve para ile satın alınabilir. Örgütler hakkında bilgi toplanılabilir. DDKD’nin, Ala Rızgari’nin, PKK’nin ve diğer Türk solu örgütlerinin çoğunun üstlendiği yerler Suriye ve Lübnan’dır. Bunlar üstlendiği yerler iyi yetiştirilmiş istihbaratçılar tespit edilebilir. İhracatçı, şoför, çevredeki Süryani ve Arap Türklerinden faydalanılabilinir kanaatindeyim.  Kurulan yuvalar ve üsler arasına nifak sokularak parçalanırılıabilir, bunların yapılması lazımdır. Bu görüşlerimi de dar bilgi çerçeveme ve  izlediğim, gördüğüm, yaşadığım yerlerde edindim. Hatalarım olmuştur, fakat hiç bir zaman devletime… çalmayı düşünmedim. Vatanıma ihanet etmedim. Dışarda kaldığım müddet başkaları gibi menfaat peşinde koşmadım.. Babama, milletime ve vatanıma bağlıyım. Devletimin emrinde bir erim. Milli menfaatlerim için her tülü işi yapmayı kendime şeref addedrim. Son sözüm budur.(..) Ben, diğer şahıslar Irak’tan ikişer Barzani’nin elemanları tarafından çıkarıldık. Bir kısmı Avrupa’ya, bir kısmı da benim gibi Türkiye’ye geldi. 1974 affından yararlanarak bugüne kadar herhangi bir cezayi müeyideye tabi tutulmadım.. O günden bugüne kadar da hiçbir şekilde herhangi bir örgütle bağlantım olmadı.”

“Bildiğim kadarıyla Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın partisinin devamı olan Ömer Çetin, Necmettin Büyükkaya, Muhterem Biçimli adındaki şahısların nezaretinde bir parti kurulmuştur, benim halktan duyumum budur. Fakat partinin ismi hakkında bilgim yoktur. Bildiğim kadarı ile Ömer Çetin partinin sekreteri olabilir, bunun dışında Ahmet Karlı, Zerruh Vakıfahmetoğlu adındaki şahıslar da Ömer Çetin ile birlikte olduklarını tahmin ediyorum.”

Nazmi Balkaş’ın bu ifadelerinde içinde yer aldığı parti çalışması ile ilgili bilgiler, “Dr.Şıvan’ın Barzani tarafından öldürtüldüğü” yolunda iddialar da bulunuyor. Balkaş’ın ayrıca hem Barzani’nin “Parastın” adlı istihbarat örgütüne hem de Mossad’a çalıştığını iddia edenler de var.

Ziya Avcı kitabında, ‘aklımda kaldığı kadarıyla, 1974 yılının onbirinci ayındaydı, ben ve Soro (Nazmi Balkaç) Wan’da bir otobüse bindik, ayrı ayrı oturduk ve Ankara yoluna düştük’ diyor (s.90). Devamla da Orhan Kotan ile görüştüklerini, Orhan Kotan ile Soro’nun ilk kez o zaman tanıştıklarını söylüyor. “Sonra bir yerde oturduk ve Orhan’a Soro’nun geliş sebebini söylediklerini, Soro ile Kemal Burkay’ın görüşme saat ve yerini tesbit ettiklerini, Soro’nun Kemal Burkay ile daha Suriye’de iken anlaştıkları parolayı Orhan Kotan”a verdiklerini anlatıyor. (s. 91). Ziya Avcı, Kemal Burkay ile Soro’nun görüşmesine kendisi ve O. Kotan’ın da katılmak istediğini ama Burkay’ın bunu kabul etmediğini söylüyor. Kemal Burkay ise Anılarında Soro’nun yanında bir arkadaşı  daha olduğunu, ama onu tanımadığını ve bu görüşmenin Ekim ayında olduğunu söylüyor.

Kemal Burkay, Soro ile görüşmesini “Soro’dan ilginç bir öneri” başlığıyla şöyle anlatıyor:

“Bu arada, sanırım 1974 yılı Ekim ayı idi, Soro (Nazmi Balkaş) ülkeye dönmüş, Ankara’ya gelmişti. Ama hala adli makamlara başvurmamıştı ve gizleniyordu. Orhan Kotan Ulus’taki yazıhanemize uğrayıp Soro’nun benimle görüşmek istediğini söyledi. Orhan’la çıkıp gittik. Yenişehir’de bir evdeydi. Yanında tanımadığım biri daha vardı. Orhan beni eve bıraktıktan sonra gitti. Soro’ya neden aftan yararlanmak için adli makamlara başvurmadığını ve hala böyle gizli dolaştığını sordum. Kendince bazı gerekçeler gösterdi, bazı kaygılar taşıyordu; ama aklıma yatmadı. Kürdistan Demokrat Partisi’ni yeniden örgütlemekte olduklarını, bu nedenle benimle görüşmek istediğini söyledi ve yanındaki kişiyi örgütün MK üyesi olarak tanıttı. Ama ben, prensip olarak kendisiyle yalnız konuşmayı tercih ettiğimi söyledim. Bunun üzerine  sözkonuus arkadaş yanımızdan ayrılıp öteki odalardan birine geçti.

Soro KDP’de yer almamı, hatta örgütün sekreterliğini önerdi; bunu benim yapabileceğimi söyledi. Kendisine teşekkür ettim, sosyalist olduğumu ve ancak sosyalist bir partide çalışabileleceğimi , KDP ile ideolojik görüşlerimizin farklı olduğunu, ama kişi ve örgüt olarak dost ve dayanışma içinde olabileceğimizi söyledim. Ayrıca KDP’nin 12 Mart döneminde bir hayli deşifre olduğunu, yara aldığını, kadroları arasına ajanların sızmış olabileceğini, bu nedenle yeniden örgütlenirken dikkatli olmaları gerektiğini söyledim.. Böylece tartışmayı fazla uzatmadan Soro ile ayrıldık.” (Kemal Burkay, Anılar Belgeler, cilt 2, s.7-8)

Kemal Burkay daha sonra ise Soro’nun yukarıda sözettiğimiz ifadesine göndermelerde bulunuyor:

“12 Eylül sonrası Soro’nun polise verdiği ifade ise oldukça ilginçti.. Bizzat eski arkadaşlarının, yani KİP’çilerin dağıttığı bu ifadede Soro, ülkeye dönmeden önce Türkiye’nin Ürdün başkonsolosluğuna başvurup dönüş için belge aldığını, Nusaybin kapısında kendisini MİT’çilerin karşıladığını, yapılan görüşme sonrası kendisiyle bağlantı kurulduğunu ve o günden sonra polisle diyalogunun sürdüğünü, bilgi verdiğini, mevcut Kürt örgütlerinin hiçbirisiyle ilişkisinin olmadığını, ama bunların (Özgülük Yolu, Rızgari, KİP vs) her birinin onu kendilerine yakın sanıp seçimde desteklediklerini söylemekte ve irtibat halinde olduğu polisin numarasını vermekte idi. Bu nedenle olacak ki içerde fazla tutulmamış, kısa süre sonra bırakılmıştı. Üstelik, bir süre sonra yeniden Lice’ye belediye başkanı seçilmişti!. Bu olay iki yönüyle hep midemi bulandırır. Birincisi, Soro gibi birinin polisle işbirliğine girmesi beni şaşırttı. O, efendi, ciddi ve güven veren bir insandı. Elde yazılı ifadesi olmasa kolay kolay inanmazdım. İkincisi, bu durum ortaya çıktıktan sonra da yeniden Lice’ye tekrar belediye başkanı seçilmesidir.. Bu, Kürt toplumunda bazı değerlerin nasıl aşındığını ve dejenerasyonun düzeyini gösteriyor.

Ayrıca şunu da düşündüm: Soro 1974 sonbaharında Ankara’ya gelip KDP adına benimle görüştüğünde acaba polisle bağ kurmuş muydu? Yani daha o zaman polis tarafından mı yönlendiriliyordu? Bundan emin değilim, çünkü bazı arkadaşları, Soro’nun sözkonusu  görüşmemizden  sonra yeniden yurt dışına çıktığını ve yasal dönüşün, 1975 yazında olduğunu söylüyorlar. (Age s. 8)

Dr. Şıvan’ın partisinden sonraki örgütlenmenin nasıl başladığını hep merak etmişimdir. Bu konuda merhum Ömer Çetin ile çeşitli defalar sohbet ettim. Ömer Çetin bana ilk girişimlerin  “Siverek’te Necmettin Büyükkaya’nın babasının evinde toplandık. Ben, Ahmet Karlı, Ahmet Zeki Okçuoğlu ve Neco biraraya geldik. Fakat anlaşamadık. Ahmet Zeki kendimizi yetkinleştirelim ve eşlerimizden boşanalım diyordu” şeklinde başladığını anlatmıştı.

Kendisine neden ‘Nazmi Balkaş ağabey sizinle değildi?’ diye sorduğum soruya ise “Biz O’na haber vermedik, çağırmadık” şeklinde cevap vermişti.

Kemal Burkay ve Ziya Avcı’nın yazdıklarından Nazmi Balkaş’ın bu ‘çalışmaları başlattığı’ sonucu çıkıyor.

***

Necmettin Büyükkaya, 14.05.1974 günkü notlarında ise “Lübnan Komünist Partisi ile görüşme. Soro, Kurdo (Ömer Çetin) ve ben.” diyor. Büyükkaya’nın yazdıklarından ‘Nazmi Balkaş’ın örgütsel üyeliğinin dondurulduğu’ anlaşılıyor.

Necmettin Büyükkaya, 22.01.1976 gününe ait tuttuğu notlarda Soro hakında şunları söylüyor:

“Şu anda Soro dondurulmuş durumda. Bu eşyaları ise Soro burda Partinin temsilcisi iken bir parola ile G..E teslim etmiş. Biz G..E Soro’nun dondurulmuş olduğunu söylemek istemiyoruz. Çünkü Soro ile ana tarafından akrabalıkları var. Soro’dan ise parolayı sormuyoruz. Çalıştığımızı bilmesin diye. O gün akşamleyin Mızgin’e uğradık. O gece onda kaldık. O da Soro ile aralarında olup bitenleri anlattı. Soro son zamanlarda çok sertleşmiş, sağa sola saldırıyormuş. Şıvan benim talebemdi (Birisinin Soro keşke sen Şıvan, Şıvan da senin yerinde olaydı!’ Şıvan’ın ölmesini kastederek) diyormuş. Gurgin ve Abdullatifle Parti’nin herşeyini konuşuyormuş. Onlarda sağda solda gevezelikler yapıyormuş. Gurgin ve Selah için güvensizliğini ve bir nevi düşmanlığını açıkça belirtiyormuş vs.” (Kalemimden Sayfalar, s185)

Büyükkaya devamla, Salah Bedreddin ve Soro arasındaki anlaşmazlıkları Bedreddin’e atfen anlatıyor: Soro gidip Celal’e (Talabani) anlatmış ve açıklama Celal’in elinde bir nevi koz olmuş. Celal Soro’nun iddiasını kullanarak Selah’ları vurmağa çalışıyormuş.” (s. 186, )

***

18 Kasım 2001 tarihli Aydınlık gazetesinde yayınlanan bir haberin başlığı şöyleydi:

“15. Yalan-Ş.Elçi’ye KDP’den dört mektup geldi..”

Haber şöyle devam ediyordu:

“Eski Bayındırlık Bakanı Şerafettin Elçi, 12 Mart’ta Kürdistan Demokrat Partisi sanığı olarak yargılanmıştı. Aleyhindeki tek delil, MİT yöneticileri tarafından mahkemeye sunulan mektup fotokopileriydi. Bu dört fotokopinin asılları hiçbir yerde bulunmamıştı. Şerafettin Elçi bu dava nedeniyle sekiz ay tutuklu kaldıktan sonra Diyarbakır MİT Bölge Başkanı Hava Albay Sait Faik Kelican’ı ziyaret etti. Elçi, mektupların uydurma olduğundan sözedince Albay Kelican’ın verdiği cevap şöyleydi: Şerafettin Bey, bizim için önemli olan, bir insana teşhisimizi koymaktır. Biz teşhisimizi koyduktan sonra, o doğrultuda gerekirse tanık, gerekirse herhangi bir belgeyi mahkemeye sunarız.”

MİT’in veya herhangi bir istihbarat örgütünün olmayan deliller yaratıp insanları yargılama gibi uygulamalar yaptıkları biliniyor.

TKDP’nin altı kurucusundan birisi olarak MİT’in elinde merhum Elçi hakkında kala kala bu ‘üretilmiş delillerin’ olması çok ilginç değil mi?

MİT Müsteşarı merhum Şerafettin Elçi’ye mahkemeye sunulan ‘mektup fotokopileri’ hakkında ‘Biz teşhisimizi koyduktan sonra, o doğrultuda gerekirse tanık, gerekirse herhangi bir belgeyi mahkemeye sunarız.’ diyor.

Bunda yadırganacak bir şey yok. Bütün istihbarat örgütlerinin başvurduğu yönetmelerden birisidir bu.

***

TKDP dava dosyasında yer aldiğı iddia edilen bir mektup var. Bu mektup TKDP davasının iddianamesinde yok. Dava dosyasında olduğu iddia edilen bu mektupta “T-KDP İllegal Örgüt Davasının… dizi sırasında mevcut Ali Şingali’nin sanığa (Şerefaettin Elçi kastediliyor. Y.K.) yazdığı 3.9.1971 günlü ve Kürt Demokrat Partisi Cizre Komitesinin Sekreteri Sayın Seyit Şerafettin’e.. mektupta  ‘Siz Dr. Şıvan (Sait Kırmızıtoprak’ın) öldürülmesini istiyorsunuz. O, yanındaki arkadaşlarını söyleyinceye kadar öldürülmeyecektir… Bizden giderken Said Elçi’nin yerine birini seçeceğini söylemiştiniz şimdiye kadar niye seçmediniz?” deniyor.

Bu ‘mektup’ bildiğim kadarıyla ilk kez Selahattin Ali Arik’in yazdığı “DR. Şıvan, Sait Elçi, Süleyman Muini ve Kürt Trajedisi” adlı kitapta yayınlandı. Bu mektuba kaynak olarak da Necmettin Büyükkaya’nın “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi İllegal Örgüt Dosyası” adlı kitabı veya eseri gösteriliyor. Şahsen merhum Büyükkaya’nın bu isimde bir kitabı olduğunu ilk defa duyuyorum. Bilmiyorum, sözkonusu mektup da MİT’in mutfağında hazırlanan bir mektup muydu?  Necmettin Büyükkaya’nın “Kalemimden Sayfalar” adlı ve Stockholm’de APEC tarafından yayınlanan kitabını okudum. Orada böyle bir ‘mektup’ yok. Ancak sözkonusu kitabın Türkiye’de yapılan yeni baskısında eğer böyle bir bilgi varsa, okumadığım için bilmiyorum.

Bunu şundan dolayı söylüyorum. “TKDP İddianamesi, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, 30 Ocak 1973 tarihli”  iddianamede Şerafettin Elçi ile ilgili bilgilerin yer aldığı bölümde Ali Şingari ve Elçi arasında böyle bir mektuplaşma olduğundan bahsedilmiyor.

Ali Şingari (veya Sincari)’nin Şerafettin Elçi’ye yazdığı ve TKDP dava dosyasında olduğu iddia edilen bu ‘mektup’ dediğim gibi benim okuduğum dava iddianamesinde bulunmuyor. Yeri gelmişken şunu da belirteyim. 2015 yılında merhum Ömer Çetin ağabeyle yaptığımız sohbette bana “Eğer bu mektuptan daha önce haberim olsaydı Şerafettin Elçi ile çalışmazdım” demişti.

TKDP DAVASI

TKDP davasında yargılananlar; Abdülkadir Ökten, Şebap Bilgiç, Agit Tanrıkulu, Arif Zeyrek, Hurşit Onuk, Mehmet Tayfan, Tahir Ökten, Hasan Ökten, Sabri Vesek, Şerafettin Elçi, Nurettin Şık, Ramazan Haşimoğlu, Yusuf Uğurlu ve Abdullah Kayaalp’tir.

Bu iddianemede IKDP yetkilileri İsa Suwar, Osman Qazi, Ali Şingari, Neoman İsa’nın TDKP birim ve sorumlularına gönderdikleri mektuplar, Dr.Şıvan’ın yazdığı mektuplar, TDKP birimlerinden IKDP sorumlularına yazılan mektuplar dikkati çekiyor.

İddianemeden görüldüğü kadarıyla IKDP ve TKDP arasında yapılan iki yönlü  yazışmalar, Dr.Şıvan’ın mektupları Türk istihbaratının elindedir.

Bu davanın bir diğer özelliği ise Dr. İsmail Beşikçi’nin, “1961-1971 döneminde işlenen Kürtçü ideolojinin hareket ve takip edeceği mücadele yöntemi ve alınacak sonuç konusunda en ilginç fikirleri haini vatan derecesinde konuyu ele alıp işliyen ve tutarsız görüşlerini Kürtçü çevrelere benimseten ve onlara mal olmuş ideoloji ve fikirleri onlara yansıtan sözde sosyoloji doktoru İsmail Beşikçi olmuştur.” diye suçlanmasıdır. İsmail Beşikçi’den iddianamede sık sık “adı geçen Kürtçü ve komünist İsmail Beşikçi” diye bahsedilmektedir. İsmail Beşikçi ile DDKO’nun görüşleri arasındaki paralelliğe de dikkat çekilmektedir.

***

TDKP DAVASINDA UNUTULAN BİR KURUCU: ŞERAFETTİN ELÇİ

Bir diğer husus ise TKDP yargılamalarında kuruculardan dört kişi tutuklanıyor (Merhum Sait Elçi, Şakir Epözdemir, Derviş Akgül, Ömer Turhan). Davada tutuklu yargılanan başka üyeler de var. Ama şimdiye kadar yazılan ve söylenenlerde TKDP Antalya yargılamaları ve öncesi sorgularda tutuklananlara merhum Ş. Elçi (Dûrnas) hakkında bir soru sorulmadığı görülüyor. Antalya TKDP davasında Şerafettin Elçi adı gündeme gelmiyor.

Şerafettin Elçi, “kuruluşunun ardından geçen birkaç aylık bir dönemden sonra parti ile ilgilenmedim” diyor (Doğu’nun Elçisi’nden Yüce Divana Şerafettin Elçi, s. 122, Fanos yay. 2012)

Şakir Epözdemir, Şerafettin Elçi’nin askere gittikten sonra partinin çalışmalarına katılmadığını söylüyor: “Yine DÛRNAS arkadaşın bir daha bu partinin çalışmalarına katkı sunmadığı..” (Şakir Epözdemir, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi, 1968/235 Antalya Dava savunması, S. 9, Peri Yayınları, 2005)

Merhum Elçi bu konuyu düşünmüş olacak ki, şunları söylüyor:

“1 Mart 1968’de askerlikle ilişkimi keserek birlikten ayrıldım, Diyarbakır’a gittim. Gider gitmez, daha Cizre’ye uğramadan Diyarbakır cezaevindeki arkadaşlara uğradım. Sait Elçi beni koğuş kapısında karşıladı ve ‘Bizim arkadaşlardan birisinin saklı kaldığını biliyorlar. Ama hiç kimse de senin adını vermemiş. Seninle ilgili hiçbir yerde hiçbir kelime geçmemiş. Onun için bundan sonra ne bize görün, ne bizimle irtibat kur’ dedi. Bunun üzerine ben koğuşa bile girmeden, Şakir ve öbür arkadaşlarla ayaküstü bir merhabalaştım ve oradan ayrıldım.. Ondan sonra da bir daha irtibat kurmadım. Zaten dava da Antalya’ya nakledildi.’ (Doğunun Elçisi’nden Yüce Divana, s. 133)

Merhum Elçi, bunu söyledikten yedi sayfa sonra ise şunları söylüyor:

“Askerden döndüğümde cezaevinde Sait Elçi ‘bizimle hiç ilgilenme, temas kurma’ dediği için uzak dursam da Sait’le ilişkimiz sürdü. Dediğim gibi dava Antalya’ya nakledilmişti. Dava bittikten sonra da Parti ile resmen ilgilenmedim. Sait Elçi cezası bitip Diyarbakır’a geldiğinde sık sık ziyaretine gittim. Derviş Akgül ve Şakir Epözdemir’le görüşüyordum. Dostluk bazında ilişkimiz vardı. Dışında olsam da parti ile ilgili bilgi verip görüşlerimi alıyorlardı. Özellikle Sait Elçi benim görüşlerime çok değer veriyordu. Yani belki parti yöneticisi arkadaşlarına söylemediklerini bana söylüyordu. (Age. S.140)”

(…)

“Bir gün, Sait Elçi arkadaşların toplandığını, benim de bulunmamda fayda olacağını söyledi. Toplantıda gelişmeleri anlattılar (S. 141) (Dr. Şıvan’ın parti kurmasını kastediyor.Y.K.)”

Merhum Sait Elçi ‘Görüşlerine değer verdiği ve arkadaşlarına söylemediklerini söylediği ve ‘Şeyh-ul hukuk’ diye övdüğü merhum Elçi’ye haber vermeden’ 12 Mart sonrası Güney Kürdistan’a gidiyor Suriye üzerinden.

“12 Mart dönemi başlayınca Sait ‘Bu sefer kaçacağım. Çünkü bu sefer bunların niyeti bizi hapse atmak filan değil, bizi öldürtmek, ortadan kaldırmaktır. Onun için Türkiye’yi terk edeceğim’ diye çıtlatmıştı. Sait gitti ama benim gidişinden haberim olmadı.” (Age. S.142)

Sait Elçi’nin ortadan kaybolduğu dönemde ise merhum Elçi ilişkisi olmadığı parti için Güney Kürdistan’a gidiyor. Daha sonra Barzani’nin karargahına gidip Sait Elçi’nin öldürülmesi olayıyla ilgili olarak müdahil oluyor.

Merhum Elçi’ye bakılırsa MİT’in bu faaliyetlerinden haberi olmamış!

DDKO dava dosyasına bakıldığında MİT’in DDKO şubesinde yapılan hemen hemen bütün toplantıları izlediği ve kaydettiği görülüyor. Ayrıca I-KDP ile TDKP arasındaki hemen hemen bütün yazışmalar, Dr. Şıvan’ın mektupları, Osman Qazi, İsa Suwar, Ali Sincari gibi I-KDP yetkililerinin TKDP birimlerine ve sorumlularına yazdıkları mektupların da Türk istihbaratının eline geçtiği 30 Ocak 1973 tarihli TKDP iddianamesinden anlaşılıyor.

Daha 1930’larda Türk istihbaratı Hoybun’un tüm faaliyetlerini mercek altına almış, Memduh Selim gibi Kürd aydınlarının günlük sosyal ilişkilerini bile izliyor. İhsan Nuri Paşa’nın eşi Yaşar hanımın İstanbul’dan Halep’e, ordan İhsan Nuri’nin yanına gidişini Türk gazetelerine yansıtıyor.

Ama Şerafettin Elçi’nin TKDP kurucularından birisi olduğunu bilmiyor.

***

ELÇİ’NİN MİT’TEN ARKADAŞI

Şerafettin Elçi, TBMM Komisyonu’na 17 Ekim 2012 Çarşamba günü verdiği bilgilerde ‘Mardinli MİT’ten bir arkadaşından sözediyor. Oturum Başkanlığını Naci Bostancı’nın yaptığı bu oturumda Elçi, Bostancı’nın sorusuna cevaben şunları söylüyor:

‘BAŞKAN – Bu sıkıyönetim koordinasyon toplantıları oluyordu Başbakanın katıldığı, İçişleri Bakanının katıldığı.

Bunlara ilişkin paylaşım oluyor muydu, etkili oluyor muydu sivil irade?

ŞERAFETTİN ELÇİ – Oluyordu ama ben özellikle o noktaya parmak basmak istiyorum. Şimdi, bizim Hükûmet döneminde MİT’ten Hükûmete hiçbir istihbari bilgi gelmiyordu, hepimiz de bunu biliyorduk. Benim liseden arkadaşım ama o dönemlerde MİT’te görevli olan bir arkadaşım vardı. O, eski arkadaş olmamız hasebiyle ara sıra bana gelirdi. Kendisi de CHP’li bir aileden geliyordu, Mardinliydi tanırdım, iyi tanırdım. Onun bana söylediği şu, dedi ki: “MİT’ten size hiçbir haber gelmiyor. Çünkü MİT’i fiilen yöneten Korgeneral Recep Ergun, kendisi sağ görüşlü, Demirel yandaşı, fiilen yöneten o.” Ben bunu Sayın Başbakan Ecevit’e birkaç sefer söyledim, dedim: “Sayın Başbakanım, yani devleti yönetmekte en önemli kanal istihbarattır. MİT’ten bize bilgi gelmiyor ama MİT’in içinden aldığım bilgiye göre Recep Ergun her gün de Süleyman Demirel’e rapor veriyor, Hükûmete vermiyor, oraya veriyor. Sizin buna el koymanız lazım.” Dedi ki: “Sayın Elçi, Adnan Ersöz, emekli Orgeneral, onu biz MİT Başkanı yapmışız, MİT Müsteşarı.” Yine o arkadaştan aldığım bilgiye göre dedi ki: “Adnan Ersöz’ün MİT’le hiçbir ilgisi yok, işleyişini bilmez, yapısını bilmez, fiilen yöneten Recep Ergun’dur.”

Şerafettin Elçi sözkonusu oturumda MİT Diyarbekir Bölge Başkanı Faik Kelican ile yaptığı görüşmeyi de anlatıyor:

‘BAŞKAN – Ne olabilirdi bu adım, o dönemde?

ŞERAFETTİN ELÇİ – Şimdi, bunu, ben, daha önce hani sizin de özgeçmişimde bahsettiğiniz 12 Mart döneminden sonra Diyarbakır Askerî Mahkemesi’nde yargılandığım var ya, şimdi o dönemde MİT Bölge Başkanı Sait Faik Kelican diye bir havacı albay, bölgenin ileri gelenleriyle görüşme ihtiyacını duydu. Musa Anter’in ricası üzerine ben de görüşmeye razı oldum, görüştüm. Gittim, kendisine söyledim, dedim: “Bu iş böyle olmaz, mutlaka Kürtler de bir şeydir, yani Kürtlerin de insan olarak, bir millet olarak ihtiyaçları var, kendi dillerini… O zaman tabii Kürtlerin talepleri kültürel düzeyde, alt düzeyde taleplerdi, şimdiki gibi çıta çok yüksek değildi. “Yani bunları karşılasanız, anadilleri serbest olsa, kendi dilleriyle yayın yapabilseler, kendi dilleriyle gazete çıkarabilseler, okullarda dilleri öğretilse…” falan. Tabii o zamanki MİT Bölge Başkanı, dedi ki: “Şerafettin Bey, yani bu sizin talepleriniz haklıdır, biz de düşünüyoruz, fakat endişemiz var, bu taleplerin kabulü peyderpey devleti bölünmeye götürür.” Dedim ki: “Sayın Albay, haksızsınız, yani bir şey denenmeden, sonuçları görülmeden, birdenbire bu bizi bölünmeye götürür, bu bölünme kompleksidir esasında bizi mahkûm eden.”

Elçi’nin MİT’e yaptığı ziyarete ilişkin söyledikleri kafamda MİT ve IKDP nezdinde fikirlerine başvurulan bir danışman profili canlandı.

MİT-MUSA ANTER GÖRÜŞMESİ

Elçi, MİT ile Musa Anter arasında bir ilişki olduğunu söylüyor:

‘Musa Anter’i idareden çağırdılar, gitti. Akşamdan sonra geç vakitte geldi. Gelince de bizi  toplayıp “Bugün beni MİT’e çağırdılar, gittim. Ankara’dan Kürtçülük Dairesi’nden sorumlu bir general geldi. ‘Musa Bey’ dedi, ‘Bir olay olmuş, sizi içeri almışız. Ama biz işin tatlıya bağlanmasını istiyoruz. Sizin çocuklar da Avrupa’da, Türkiye’nin aleyhinde epey propaganda yapıyorlar. Sen bunlara bir mektup yazsan, Türkiye aleyhtarlığı faaliyetlerini durdursalar, biz de yavaş yavaş buraları boşaltmaya çalışsak’. ‘Ben şimdi kalksam sizin dediğiniz mealde bir mektup yazsam, benim çocuklar bunu sizin aleyhinize kullanırlar.’ (Yalnız Musa’nın çocukları değil, Musa’nın kardeşi Hasan’ın çocukları da Avrupa’daydı.)

‘İçeride babamıza işkence yapmışlar, zorla böyle bir mektup imzalatmışlar’ demezler mi? Siz bizi serbest bırakınca zaten hava yumuşayacak, biz de çocuklara haber veririz. Onlar da bu faaliyetleri durdururlar. ‘Mademki ortalığın yatışmasını, yapılan hataların düzeltilmesini istiyorsunuz. İlkin bir adım atın, sonra biz de yardımcı oluruz’ dedim ve o şekilde anlaştık. Yakında bizleri tahliye etmeye başlayacaklar” diye anlattı. Hakikaten kısa bir süre sonra Musa tahliye oldu. Musa’dan sonra başkaları da tahliye oldu. Tahliye olduktan sonra MİT Musa’ya şöyle diyor: “Elimizde arananların listesi var. Sana söz, mahkemeye verilenlere karışamayız ama aranıp da aleyhine dava açılmayanların hiçbirisinin aleyhine dava açmayız. İfadelerini alır göndeririz. Bunlar gelsin.” Aynen MİT’in dediği gibi Musa gitti, arananları Siverek’ten, Viranşehir’den, şuradan, buradan kafileler halinde getirdi. MİT de verdiği söz doğrultusunda bu insanları bir gece bekletip ifadesini aldıktan sonra serbest bıraktı.’ (Age. S169)

Musa Anter yaşamadığı için ‘Kafileler halinde teslimatlar’ yapıp yapmadığını sormak mümkün değil. Musa Anter cezaevinden götürülüyor MİT’e. Fakat Şerafettin Elçi kendi ayağıyla gidiyor MİT’e ama burada da merhum Musa Anter’i sorumlu ve aracı gösteriyor. 72 yaşında devletin karanlık güçleri tarafından katledilmiş bir Kürdü böyle töhmet altında bırakmamalıydı.

***

ELÇİ-MİT GÖRÜŞMESİ

Tekrar Elçi’nin MİT Bölge Başkanını ziyaretine dönecek olursak..

Şerafettin Elçi, yukarıda sözü edilen MİT Bölge Başkanı  Hava Albay Sait Faik Kelican’ı ziyaretiyle ilgili şunları söylüyor:

“Ben 19 Nisan 1972 günü tahliye oldum. Hiç beklemediğimiz bir andaydı. Çünkü daha mahkemelerimiz başlamamıştı.’

(..)

‘Tahliye olup dışarı çıktıktan sonra duruşmalarımız başladı. O zamanlar MİT Bölge Başkanı Sait Faik Kelacan isminde Karslı bir havacı albaydı, sonradan öldürüldü.  Bir gün Musa (Anter. Y.K) ‘MİT başkanı bana ‘Bu Kürtlerin ileri gelenleriyle görüşmek istiyorum. Devlet olarak bu meseleyi anlamak, Kürdlerin taleplerini tesbit etmek istiyoruz’ dedi. Seninle de görüşmek istiyor dedi. ‘Musa abi’ dedim, ben şimdi MİT’le ne görüşeceğim?’ Sen kendine güvenmiyor musun’ deyince, ‘kendime tabii ki güveniyorum’ dedim. ‘Ne olacak düşman devletler bile görüşebiliyorlar. Görüşürsün, düşüncelerini açıklarsın’ diyerek beni ikna etti, ‘peki’ dedim.

‘Musa randevu aldı, gittim.  Albay gayet efendice, kibar bir tarzda karşıladı. Oturdum, sohbet edip meseleleri konuştuk. Hatırladığım kadarıyla kültürel alandaki meselelerimizi söyledim. Albay “Bu olayların yatışmasını istiyoruz. Onun için Kürtler ne isterler, ne talep ederler bilelim dedik” dedi. “Bu iş kolay, Kürtlerin dilleriyle radyo-televizyon yayını olsun, gazete, dergi çıksın, serbest konuşsunlar, yeter” dedim. Albay şöyle cevap verdi: “Şerafettin Bey, emin olun, biz sizlerin bunlarla yetineceğini bilseydik bu hakları verirdik. Fakat endişemiz var. Biz bu hakları verdikçe siz peyderpey daha başka haklar isteyeceksiniz, sonu da ayrılmaya gidecek.”  (Age. S170)’

‘Benim davamda aleyhimdeki tek delil dört tane mektuptu. Mektuplar güya Irak Kürdistan Bölgesi yöneticilerinden Îsa Siwar, Esat Xoşewî, Ali Şingalî, Eliyê Xelîl tarafından yazılmış ve bana yapacağım işler hakkında talimat vermişmiş. MİT Bölge Başkanı’yla görüşmemde, “Sayın Albayım” dedim, “burası mahkeme değil, ben bunu kendimi savunmak için de söylemiyorum. Dava açılmış, sürüyor zaten. Ama bir gerçeği bilmeniz için söylüyorum. Bu mektuplar kesinlikle yalan. Bu yalanı ya para sızdırmak için ajanlarınız uydurdu veya siz kendiniz uydurdunuz ki bu çok yanlış bir şey.” Albay, “Şerafettin Bey, bizim için önemli olan bir adama teşhis koymaktır. Biz teşhisimizi koyduktan sonra istersek belge de şahit de uydururuz” dedi. (Age. S. 172)

‘ O görüşmeden sonra MİT’le görüşmelerin devam etti mi?’ sorusuna ise Elçi şu cevabı veriyor:

(..)

‘Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım, Naci Kutlay, ben ve daha birçok kişi toplandık. Esas Musa Anter görüşüyordu; bunu gizli saklı yapmadı, o görüşmelerden sonra herşeyi hepimize söylerdi. MİT’e hakim olan önemli bir zihniyeti orada iyice tesbit ettim. Benim davamda aleyhimdeki tek delil dört tane mektuptu. Mektuplar güya Irak Kürdistan Bölgesi yöneticilerinden İsa Siwar, Esat Xoşewi, Ali Şingali, Eliye Xelil tarafından yazılmış ve bana yapacağım işler hakkında talimat vermişmiş. Bu mektuplar benimle Irak Kürdistan’ı arasında kurulan irtibatın delili olarak sunuluyor ama ortada mektup yok. Yani ne bende mektup yakalanmış, ne de dosyaya konulmuş. Sadece bazı fotokopiler var.’

(…)

‘Yani mektupların aslı yoktu. Tahliye edildikten sonra kaçakçılar vasıtasıyla da teyit ettirdim. Kesinlikle bana mektup yazmadıklarını, göndermediklerini bildirdiler.) (Age. S. 171)

***

Merhum Şerafettin Elçi, merhum Musa Anter’in MİT ile görüşmelerini gizli saklı yapmadığını, Tarık Ziya Ekinci, Naci Kutlay ve kendisine anlattığını öne sürüyor. HEP eski genel başkanarından merhum Feridun Yazar ise ‘Mesela Tarık Ziya ile Musa Anter fazla anlaşamazlardı. Keza Naci Kutlay ile Musa Anter de anlaşamıyorlardı’ diyor. (Hasan Kaya, Kürt Kavşağında bir Siyasetçi; Feridun Yazar, s. 55, Fanos yay. Eylül 2012)

Merhum Elçi’nin MİT Bölge Başkanı ile görüşmesi ile ilgili olarak 2012’de Hasan Kaya’ya anlattıklarının bir başka versiyonunun 2001 yılında Aydınlık gazetesi tarafından yayınlanması dikkat çekiyor.

Elçi’nin sözkonusu görüşmesi hakkında söyledikleri Ezgi Başaran tarafından “Devletin sahibi değişiyor, dili ve zihniyeti aynı’ argümanına 5 yıldızlı dayanak bu hikâye.”  şeklinde bir değerlendirmeyle destekleniyor. (Radikal, 07.11.2012)

***

ELÇİ’NİN AĞZINDAN 12 MART DARBESİNDEN SONRA TUTUKLANMASI

Şerafettin Elçi 12 Mart darbesinden bir süre sonra tutuklanmasını şöyle anlatıyor:

‘’25 Eylül gecesi damda yatıyorduk, kapı çalındı uyandım. Saate baktım, sabaha epey var, üç buçuk falan.(..) Ekibin başında  MİT müfettişi Naif Zülfikar vardı.(..) Bizim evin dışında Sabri Vesek’in evinde de operasyon vardı. Tabi orada hadise çıkmış. Sabri ile münakaşa etmişler. Tutanaklar tutulduktan sonra Alay merkezine götürdüler. Biz alayda iken bütün Cizre alayın önüne yığıldı. Benle Sabri ordayız. Silopi’den Hurşit Onuk, Abdülkadir Öktem, Tahir Öktem, Abdullah Öktem, Mehmet Tayfan, bir de Slopi’nin Kolya köyünden Agit Tanrıkulu’nun getirilmesini beklemeye başladık. (..) Bu süre boyunca nerede olduğumuzu kimse bilmiyordu. Ne hikmetse bizim grubumuzu çok önemsemişlerdi. Otuz gün boyunca aileler sağa sola gidiyorlar, bizi soruyorlar. Benim ağabeyim, Sabri’nin babası, diğerlerinin akrabaları geliyorlar. Diyarbakır’da yerimizi tespit etmeye çalışıyorlarmış.

Ağabeyimin askerlikte komutanı olan havacı Albay Ercüment Aykut Diyarbakır’daydı. Abim gidiyor, “Görüşmek istemiyorum, isterlerse görüştürmeyebilirler, benim tek arzum kardeşimden bir pusula almak, imzasını görmek. Hayatta mı değil mi, bileyim diyor”. Havacı Albay Ercüment Aykut ‘bir soruşturalım’ diyor. Soruşturuyor, nerede olduğumuzu öğrenmeye çalışıyor. Araştırma sürecinde Albayı da tersliyorlar. Albay da buna sinirlenerek emekliliğini istedi, ayrıldı. (..) Bir ayımız dolmak üzereykn, Sabri’yi sorguya götürdüler. Ama Sabri hemen döndü. ‘Ne oldu’ dedim, ‘gittim, işkenceye hazırladılar, fakat o sırada Zeki geldi ve onları azarlayarak beni kurtardı’ dedi. Zeki Cizre’de uzun süre kalan Bitlisli bir MİT müfettişiydi. Hemen hemen bütün Cizrelilerle ahbap olmuş, Cizre’de kendini çok sevdirmişti.’ (Age. S157, 158, 161, 163)

***

Ş. ELÇİ HAKKINDA İDDİANAMEDE NELER VAR?

TKDP davasında 10. Sırada adı geçen Şerafettin Elçi hakkında şunlar yazılıyor:

“Sanık Şerafettin Elçi’nin Kürdistan Demokrat Partisi örgütü içerisinde geniş faaliyetlerine rastlanmamaktadır. Ancak örgütle ilişkilerini ifade eden bazı deliller bulunmaktadır. 4 Numaralı klasörün 142 ve 143 sıralarındaki Numan İsa’nın sanığa hitaben yazdığı mektuplarda Ankara ve Diyarbakır toplantılarından sözedilmekte ve fakat bu toplantıların ne mahiyette ve hangi örgüt doğrultusunda olduğuna dair bağlantı kuran deliller bulunmamaktadır. Keza bu mektupların birinde sözü edilen hastane için filim makinası isteğinin de sanık eliyle gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği kesinlikle aydınlığa kavuşmamış görülmektedir. Aynı kılasörün 141. Sırasında Irak Kürdistanı siyasi bürosundan Aki Halil’in sanığa yazdığı mektupta (Ankara’daki Kürd derneğinin kağıdını niçin imzalamadınız. Siyasi büronun emri var, sizden ricamız yakın zamanda Ankara’daki derneğe giderek onu imzalamanızdır.) denmektedir ise de verilen bu talimatın yerine getirildiğini kanıtlayan başkaca bir belgeye rastlanmaması karşısında, ve diğer sanık ilişkilerini yansıtan mektup ve belgeler içerisinde de sanığın yönetim biçiminde bir faaliyetini belirleyen başkaca delil ve işaretin bulunmaması gözönüne alındığında sanığın Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ve onun bağlı olduğı Irak Kürdistan Demokrat Partisi örgütü ile yönetim seviyesinde bir ilişkisinin olmadığı sonucuna varılmaktadır. Ancak yukarda sözü edilen mektuplar sanık Şerafettin Elçi’nin Kürdistan amacı yönetimindeki örgüte giriş derecesinde bir bağlılık ve münasebet ifade etmektedir.

Sonuç olarak Şerafettin Elçi’nin Kürdistan amacına yönelik Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi illegal örgütüne girdiği ve bundan ileri örgütsel yönetim biçiminde faaliyetlerini kanıtlayan bir durum olmadığı anlaşılmaktadır.”

***

ELÇİ’NİN DERVİŞ AKGÜL’Ü MİT’E GÖTÜRMESİ

Hasan Kaya, merhum Şerafett’n Elçi’ye soruyor:

– Bir de Derviş Akgül’ün teslim olması meselesi vardı değil mi?

Merhum cevap veriyor:

“MİT Bölge Başkanı Musa Anter’den, o sıralarda kah Irak’ta Barzani’nin yanında, kah Suriye’de kalan Derviş Akgül’ün teslim edilmesini istemiş, o da bunu kendisinin yapamayacağını belirtip, ‘Derviş’i getirse getirse Şerafettin getirir’ demiş. Musa abi bana, ‘Derviş de gelsin çoluk çocuğunun arasına kavuşsun’ dedi. ‘Musa abi bunlara güvenilir mi?’ dedim. ‘Güvenilir’ dedi, ‘tecrübe ediyorum, getiriyorum, sözlerini tutuyorlar. ‘Geldiği zaman Derviş’i hiç bir ciddi sorguya tabi tutmayacağız, ne yaptı ne etti sormayacağız. Yalnız bize siyasetle uğraşmayacağına dair söz versin” diyorlar.’

Elçi, Musa Anter’e atfen, ‘Tecrübe ediyorum, getiriyorum, sözlerini tutuyorlar’ diyor. Eğer ‘merhum’un dedikleri gerçekse demek ki merhum Musa Anter’in başka getirttikleri ve teslim ettikleri de var.

Yaşamayan birisine atfen bunları söylemenin etik olup olmadığı ayrı bir konu.

Derviş Akgül hakkında yıllar boyu süren iddialar var. Bu iddialar özellikle Sait Elçi’nin öldürülmesi, Dr. Şıvan ve iki arkadaşının Kürd Otonom Yönetimi tarafından ölümle cezalandırılmasından sonra yoğunluk kazanmıştı.

Bu iddialar doğru olsaydı, herhalde MİT’in yapması gereken Derviş Akgül’ün üst düzeyde siyaset yapmasını istemek olmalıydı. Ama adı sık sık MİT ile anılan Derviş Akgül’ün ‘Siyaset yapmaması’ şartı öne sürülüyor MİT tarafından Elçi’nin anlattıklarına göre.

Merhum Elçi devam ediyor:

‘Bunun üzerine ben birisini gönderdim ve Suriye’den Derviş’i getirttim. Cizre Silopi arasında, hemen sınırda ve Dicle’nin kenarında bulunan Mehmedi köyünün dışında bir buğday tarlasında geceleyin, başbaşa görüştük. ‘Dışarıda kalmanda bir fayda var mı?’ dedim. ‘Yok, hiçbir fayda yok, şimdilik yapabileceğimiz herhangi bir şey de yok’ dedi. Durumu anlattım, ‘bunlara güveniyor musun?’ dedi. ‘Bilmem’ dedim, ‘gelsin, herhangi bir sorguya çekmeyeceğiz.Kendisi istediğini söyler, ama bize siyasetle uğraşmayacağına dair söz verecek’ demişler. ‘Benim şu anda Suriye’de yapabileceğim hiçbir şey yok. Zaten çoluk çocuğum da orada. Bundan sonra siyasi faaliyet yapacak halimiz de yok. Parti de per perişan, dağılmış vaziyette. Eğer sen ‘gel diyorsan’ ben gelirim’ dedi.’

Neyse kararlaştırdık ve Derviş’i Diyarbakır’a, götürdüm. Demir Otel’de kalıyorduk. Haber verdim, MİT müfettişlerinden Nihat adında birisi geldi, Derviş’i götürdü. Bir buçuk saat kadar sonra  Derviş, otele geri geldi. ‘Ne yaptılar?’ dedim, ‘hiç bir şey yapmadılar’ dedi. ‘Bize söz vereceksin, bundan sonra evine gidip oturacaksın, hiçbir şeye karışmayacaksın. Biz seni takip edeceğiz, eğer bir şeylere karışmazsan biz de sana karışmayız’ dediler. Ondan sonra Derviş gitti.’ (Doğunun Elçisi’nden Yüce Divan’a, s173-174)

***

Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak ve iki arkadaşının hayatlarına son veren hadiseler silsilesinden sonra Derviş Akgül yaklaşık olarak bir yıl Güney Kürdistan ve Suriye’de kalıyor.Oğlu Azad Akgül vasıtasıyla bana ilettiği mesajda kendisinin Haziran veya Temmuz 1972’de döndüğünü, herhangi bir ifade vermediği mesajını iletti.

Fakat Kürd siyasi çevrelerinde Derviş Akgül’e atfen ‘Kürd milliyetçileri hakkında değil, ama Kürd komünistleri hakkında’ ifade verdiği iddia ediliyor.

Şerafettin Elçi ve Derviş Akgül arasındaki ilişkilere bakıldığında, bu ilişkide Şerefattin Elçi’nin belirleyici ve yönlendirici olduğunu söylemek haksızlık olmaz.

***

Yeri gelmişken TKDP davası iddianamesinin 52. Sayfasında yazılanlar da Derviş Akgül’ü ilgilendirdiği için aktaralım:

Savcılık iddianamede TKDP’nin program ve tüzüğünü ele alırken Ali Sincari’nin 6.7.1971 tarihli mektubuna atfen şunları söylüyor: “Dr. Şıvan Batman’daki Derviş Sado’nun önderliğini kabul etmez. Biz bize önder olmuşuz. Başkasını kabul etmeyiz kardeşim. Kadir, ricam bir adam sizin yanınızdan, ikisi de Cizre’den, Midyat Cizre, Batman, Siirt, İruh, Şirvan, Lice,  Diyarbakır, Nusaybin ve bütün ilçe ve vilayetlerde inceleme yapınız. Gerçekten Derviş’in liderliğini kabul ediyorlar mı. Onun iddiası bu. Hep beraber Molla Hasan..irvana gidi ne diyor, İşte bu. Acele cevap gönderin, size müsaede edeceğiz. Şeklindeki beyanlar örgüt ilişkilerinin daha yaygın ve yoğun olduğunu ve buradaki temasların Silopi mahalli komite başkanlığı karargahı eliyle sürdürüldüğü ortaya koymaktadır.” (TKDP davası iddianamesi s.52)

***

SABRİ VESEK HAKKINDAKİ SAVCILIK İDDİALARI

Sabri Vesek 12 Mart darbesinden sonra tutuklandığında buna direniş gösteriyor. Bunu Elçi de teslim ediyor.

Elçi’nin tersine merhum Sabri Vesek hakkında savcılık iddianamesindeki suçlamalar çok yüklü:

“Sanık Sabri Vesek’in Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi illegal örgütüne kuruluştan sonra Cizre Komite üyesi ve bu çevrenin yöneticisi olarak girdiği anlaşılmaktadır. 4 numaralı klasörün 174. sırasındaki Zaho mahalli komitesi adına Osman El Qadı (Qazi Y.K.)’nın Bekir isimli örgüt mensubuna yazdığı mektupta (Cizre heyetinden Sabri Vesek tarafından tayin edilmiştir. Onun vereceği emri yerine getiriniz) denmektedir. Gerçekten sanığın örgüt yönetiminde hatırı sayılır ve uzlaştırıcı bir yeri olduğu görülmektedir. Başkanlık konusunda ve diğer hususlarda örgüt içerisinde beliren uyuşmazlıkların telif ve halli için Barzani karargahından sanığa emirler verildiği anlaşılmaktadır. 4 numaralı kılasörün 136. Sırasındaki Zaho mahalli komitesi adına İsa Süwar’ın sanığa hitaben yazdığı mektupta kendi başkanlığında komite kurulmasının Silopi’de toplantı yapmaları ve sonucu Irak’a bildirilmesi istenmektedir. Keza 140. Sıradaki (Klasör sırası. Y.K.)Ali Sincari’nin sanığa yazmış olduğu mektupta (Aziz kardeşim bölgeniniz halkı toplantıda hazır bulundu. Siz niye gelmediniz. Sebebi nedir. (..) Bize sonuç hakkında bir rapor gönder. Aynı zamanda yanında bulunan göçerlerin defterlerini bir liste halinde bize gönder. Biz Kürdistan ve Suriye nüfusunu biliyoruz. Senin nüfusunu bilmiyoruz. Sen, Kadir İsa ve Tahir (Öktem. Y.K) yanımıza geliniz. Kürdistan Demokrat Partisinin sancağı altında ileri) denmektedir. Yine 135. Sırasındaki mektupta sanıktan örgüt yönetimi ile ilgili bazı hususlar sorulmaktadır. Bütün bunlar sanığın KDP örgütü içerisindeki yönetime dahil olduğunun örgütsel ilişkilerede yönetim ve uzlaştırıcılığından yarar beklendiği anlaşılmaktadır. Sanığın örgütsel ilişkiler içerisindeki yeri ve önemli kişiliğini belirleyen diğer bir belge de 4 numaralı klasörün 126. Sırasındaki Duhok mahalli komitesi adına Ali Sincari’nin Molla Şebap’a yazdığı mektup bulunmaktadır. Sözkonusu mektupta (İsa’dan Molla Şebap’a 14655 banknot teslim ettim diye haber geldiği, bu paraları ne yaptın? Niye Diyarbakır’daki siyasi büroya gönderdin. Bize sebebini bildir. Diyarbakır’daki siyasi büroya göndermediysen bu paraları acele bize gönder. Size gelen tüfekleri kime teslim ettiniz. Onlar nerdedir. Bunları Sabri Nevaf ve Kadir İsa’ya teslim ediniz, etmeniz rica olunur… denmektedir. Yine sanığın KDP içinde yöneticilik görevi ifa ettiğine dair bir diğer belge de 4 numaralı klasörün 107. Sırasındaki İsa Süwar’ın Abdülkadir Ökten’e yazdığı mektuptur. Bu mektupta Tahir Ökten’in örgüt başkanı vekilliğine getirilmesi yerilmekte ve (Herkesten Sabri Nevaf’a mektup yazdır. Onlar Silopi’den size gelecekler. Bu hususta toplanıp konuşmanız için 21.4.1971 ve yine senden 6’li bir tabanca istiyoruz..) denmekte ve yukarıda temas edilen 136 sıradaki mektup gerçekten sanığa İsa Süwar tarafından 12.4.1971 tarihinde yazılmış olduğunu ve toplantı yapılması isteğinin iletildiğini göstermekte ve her iki belge birbirini her türlü delil ve ifadenin üstünde teyit etmektedir.(..) Dr. Şıvan tarafından Sabri Vesek’e yazılan mektup ilginç bir kapsam ortaya koymaktadır. (..) 25.09.1971 günü güvenlik kuvvetleri tarafından sanığın evinde yapılan aramada TKDP tüzüğü ve teşkilatın pratiği konusunda rapor da ele geçirilmiş bulunmaktadır. Diğer örneklerine  uygunluk arz eden bu belgelere karşı sanık tarafından tertip iddiasının öne sürülmesini bütün ilişkileri ortaya koyan nadir saptamalar yanında gülünç bulmaktayız. Sanığın örgütsel yönetim ilişkileri, inkar politikasını yerle bir edecek maddi delillerle kuvvet ve mana kazanmış bulunmaktadır.”

***

MUSA ANTER’İN AĞZINDAN MİT İLİŞKİLERİ

Musa Anter, ‘Hatıralarım’ adlı kitabında MİT ile ilişkilerini şöyle anlatıyor:

“12 Mart’tan sonra radyoda, benim ve birçok arkadaşımın Diyarbekir Örfi İdare komutanlığı’na derhal teslim olmamız için komutanlık emri ilan edildi. İstanbul’da bulunuyordum ve Ziverbey’deki MİT Merkezi’ne giderek, beni Diyarbekir’e götürmelerini söyledim. Kendilerinin götüremeyeceklerini söylediler. Ben de tek başıma gidemeyeceğimde ısrar ettim. ‘Sizin metotlarınızı biliyorum. Yolda beni yakalar, Barzani’ye kaçtığımı söyler, vurabilirsiniz dedim. Buna rağmen kabul etmediler ve beni alıp 1. Şubeye götürdüler. Aynı şeyi onlara da söyledim. Yanıma bir polis verdiler. Geceleyin Diyarbekir Örfi İdare Komutanlığı’na teslim oldum.”(Musa Anter, Hatıralarım, s. 226. Yön yayınları, Ağustos 1991)

‘Hatıralarım’da Sait Elçi ve Sait Kırmızıtoprak hadisesini anlatırken şunları ifade ediyor:

“Ben Diyarbekir hapishanesinde iken, birkaç kere Elçi’nin hanımı gelip benden Sait’i sordu (Sait Elçi kastediliyor. Y.K.). Birşey bilmediğimi söyledim. Gerçekten de o sırada bir şey bilmiyordum. Bir MİT sorgusunda, Diyarbekir MİT Başkanı Hava Albay Faik de benden aynı şeyi sordu. Bilmediğimi söyleyince, kendisinin bana anlatacağını söyledi. Bana, ‘Teşkilatımız gidip Elçi ile Bege’nin mezarlarını açtı ve fotoğraflarını çekti’ dedi. (Age.S213)

Musa Anter , Ziverbey Köşkü’ndeki gözaltını anlatırken de MİT konusunu açıyor:

‘(..) Benim Kürtçü olduğumu söyleyen adamı daha sonra tanıdım. Soyadını şimdi çıkaramıyorum, adı Hüseyin’di. Ankara MİT merkezinde otuz beş senelik Kürt bürosu şefiymiş. Kendisi ile sonradan tanıştık, yalandan da olsa ahbap olduk. Nitekim, 1972’de Diyarbekir Askeri Tutukevi’nde iken, misafirim var diye komutanlığa götürüldüm. Misafirim dedikleri Hüseyin beydi.. O zamanki Diyarbekir MİT başkanı, hava albayı Faruk’u da yanında getirmişti. Bizi tanıştırdı. Bana devlete dost olmam için rica etti. Muhbir olmam karşılığında büyük paralar teklif etti.. Bedava ve ahmakça, devlet dostu olduğumu söyledim. Güldüler. Ancak getirdikleri büyük pasta ve çikolata paketlerini kabul ettim. Koğuşa gittiğimde olayı arkadaşlara anlattım ve getirdiklerini bir güzel yedik.” (Musa Anter, Hatıralarım, s225).

MUSA ANTER VE ‘JİR’

Musa Anter hakında yapılan eleştirilerden birisi de Jir kod adlı Kemal Kaçmaz’dan ötürüdür. Kemal Kaçmaz Musa Anter’in köylüsüdür. Musa Anter’in referansıyla Dr. Şıvan’ın kampına gider. Ziya Avcı da kendisi Dışeş’deki kampa gittiğinde orada bulunanları sayarken Kemal Kaçmaz’ın adını da saymaktadır:

‘Dr.Şıvan (Sait Kırmızıtoprak), Soro (Nazmi Balkaş), Çeko (Hikmet Buluttekin), Bırusk (Hasan Yıkmış), Kurdo (Ömer Çetin), Zendo (Ebdulkerim Ceyhan), Çiya (Muhterem Biçimli), Dersim/Cıwan (Mahmut Okutucu), Azad (Ahmet Zeki Okçuoğlu), Welat (Hıdır), Jir (Kemal Kaçmaz ) ve ben (Ziya Avcı).’ (Ziya Avcı,age s 62.) Ziya Avcı, Jir’in Dr.Şıvan, Soro, Zendo ve Welat ile aynı odada kaldığını da aktarıyor. (Age. S242)

Ahmet Zeki Okçuoğlu, Lütfi Baksi ve Kemal Kaçmaz Temmuz 1971 sonlarına doğru Türkiye’ye dönerler. Jir (kod adlı) Kemal Kaçmaz Ahmet Zeki Okçuoğlu’nun aleyhine ifade verir, Musa Anter’i de mahkemede ihbar eder.

Merhum Ömer Çetin, Çeko (Hikmet Buluttekin)’nun sorumluluğundaki “Birinci bölgedeki propaganda ve örgütlenme grubunun içinde ‘Muhterem Biçimli, Mahmut Okutucu, Welat ve Jir’den oluşuyordu” diyor. (Ömer Çetin, Kısa bir Kürdistan Gezisi,s. 168. 78’in Şen çocukları).

Kemal Kaçmaz, Nurettin Şık aleyhinde de mahkemede ifade vermiştir:’ Sanık Kemal Kaçmaz da, ifadesinde; Nurettin Şık’ın Irak’ta Kürdistan Demokrat Partisi karargahına uğradığını ve burada Türkiye Kürtleri özellikle Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi örgütüne dahil Kürt üyeleri temsil eden Doktor Şıvan ile örgüt kurmaylarını görüşürken Nurettin Şık’ı gördüğünü beyan etmektedir.’ TKDP iddianamesi, Diyarbakır sıkıyönetim komutanlığı  mahkemesi askeri savcılığı, 30 Ocak 1973, s75)

Kemal Kaçmaz’ın da başından beri Türk istihbaratının bir haberalma elemanı olduğu, daha sonra ise PKK içinde yer aldığı, bir dönem Nusaybin Belediyesi’nde çalıştığı da söylenmektedir. Şıvan’ın partisinde ‘kuryelik’ yaptığı, TKDP iddianemesinde geçen mektupların MİT’in eline geçmesinin de Jir üzerinden sağlandığı iddiaları da var. Ama MİT’in faaliyetlerini sırf Jir (Kemal Kaçmaz) üzerinden açıklamak bence yeterli değil.

Musa Anter, 32 ay tutuklu kalıyor ve DDKO davası ile Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi Cizre-Sliopi davasında yargılanıyor (Age. S228). Merhum Anter’in ifadesine göre ‘TKDP Cizre-Silopi davasında hakkında düzenlenen iddianame beş-altı sayfa.’ (Age.s. 230).

12 mart yargılamaları sırasında Abdurrahman Dürre de ‘Milli Birlik Komitesi ile çalıştığını’ söylemiştir. (Naci Kutlay, Anılar)

** *

Musa Anter’in Diyarbekir cezaevinden MİT tarafından alınıp götürülmesine Kemal Burkay da değiniyor:

‘Musa Anter, son derece esprili konuşan ve yazan, hoşsohbet ve koşullara uyum sağlayan bir insandı. O dönemin Kürd aydınları içinde girişimci ve ürün verenlerden biriydi. İleri Yurt gazetesi asıl olarak onun çabalarıyla çıkmıştı ve gazetenin başlıca yazarı oydu.

(..)

‘Politik çizgi olarak KDP ile TİP arasında bir yerdeydi ve tercihleri koşullara göre dalgalıydı. Örneğin 1965’te TİP’ten aday oldu; ama o dönemde TİP’in kayıtlı üyesi olduğunu sanmıyorum. O bir Kürt yurtseveri idi ama sosyalist değildi.

(..)

‘Diyarbakır’da bir ara tutukevi yönetiminden çağırdılar. Dönüşte anlattı: Arayan MİT’çi bir generalmiş..

‘Sizinkilere söyle, yurt dışında Türkiye aleyhine bu kadar gürültü yapmasınlar’ demiş. Daha 12 Mart öncesi bir kısım Kürd aydın ve gençleri İsveç’e iltica etmişlerdi ve bunlar arasında Musa’nın kendi yeğeni de vardı. Musa, İsveç’in İstanbul konsolosu ile tanışıyordu ve bu ilişkiden yararlanarak sözkonusu aydın ve gençleri İsveç’e göndermişti. 12 Mart’la birlikte bunlar, Türkiye’deki baskıları bu ülkenin kamuoyuna anlatmak, özellikle Kürtlerin durumuna ilgi çekmek için çabalarını arttırmışlardı ve bu Türkiye’yi rahatsız ediyordu. Generalin sözünü ettiği buydu. Musa ise General’e şöyle demişti:

‘iyi ama, siz de bu kadar insanı buraya toplamayın. Serbest bırakın ki dışarda ses olmasın..’

‘Bırakacağız’ demiş General. ‘Yöntemlerimizi değiştireceğiz. Bu işin böyle zorla baskıyla olmayacağının farkındayız. Kürtlerle bir masa başında oturup, iyilikle çözümler bulacağız. Ama siz de komünistliğe bulaşmayın.’

Musa Anter, böylece, kendi kendine bir tür temsilci rolü oynamakta idi. Tahliye olduktan sonra gittiği yerlerde gençleri soldan, komünist akımdan uzak durmaya çağırdığını duyuyorduk. Hatta kimileri polis jipiyle dolaştığını söylediler ve ona ajanlık suçlaması yaptılar. Musa’nın o dönemde sol hareketi yurtseverliği için bir tehlike, ‘bölücü bir etken’ gibi gördüğü ve bu nedenle antisol bir tutum takındığı doğru. Ama ona yönelik ajan suçlamaları haksızdı. Musa ajan olacak kişi değildi.’ (Kemal Burkay, anılar, belgeler Cilt 1, s323-324, Deng Yay.2001)

Kemal Burkay, Musa Anter’in ‘Tahliye olduktan sonra gittiği yerlerde gençleri soldan, komünist akımdan uzak durmaya çağırdığını duyuyorduk ‘ diyor. Musa Anter, Dr.Şıvan ve arkadaşlarının 28-29 Haziran 1970’de kurduğu T-KDP’nin ilk merkez komite üyelerinden birisi olduğu gözönüne alındığında bu iddianın doğruluk derecesi tartışılabilir.

***

Dr. Naci Kutlay da Musa Anter’in cezaevinden alınıp götürülmelerine dikkat çekiyor:

‘(..) Ancak zaman zaman kendime sordum, ben de Sait Elçi ile gitseydim, ne tür bir durumla karşılaşacaktım? Benim de çok yakın arkadaşım olan Sait Kırmızıtoprak’ın Sait Elçi’yi öldürmesine engel olabilecek miydim? Yoksa ben de O’nunla birlikte öldürülecek miydim? Bugün bile bu iki olasılıktan bazan birincisinde ve bazan da ikincisinde takılıp kalıyorum. Musa anter anılarında, MİT yetkililerinin Elçi’nin mezarını açtıklarını ve resimlerini kendisine gösterdiklerini söylüyor. Doğrusu olay karışık mı karışık. Musa bey içerde, MİT yetkilileri O’na bunları nasıl, niçin ve nerede iletiyorlar? Neden Musa beye özel olarak duyuruluyor? Neyse, burada işler biraz karşıyor.’ (Naci Kutlay, Anılarım. S.93-94, Avesta yayınları 1998)

***

Ağrı direnişi sırasında kurulan İstiklal Mahkemeleri’nde üyelik yapan Kılıç Ali’nin oğlu Altemur Kılıç, merhum Musa Anter hakkında çok ciddi bir iftira atıyor.

‘Aydınların Kürtçülük hareketleri, paradoksal olarak Türklüğe entegre edilmek üzere devlet parasız yatılı okullarında yetiştirilen Doğulu gençler tarafından başlatıldı. Sonra bölücülüğün ileri gelen ideologlarından olacak Musa Anter bunlardan biri idi. Söylendiğine göre Anter, Birinci Umumi Müfettişlik tarafından özellikle yetiştirilmek üzere seçilmişti. Filhakika böyle seçilen birçok genç sonra iyi Türk vatandaşları hatta Türk milliyetçisi olmuşlardı. Aynı şekilde parasız yatılı okullardan çıkıp da bölücülük yolunu seçenler arasında Faik Bucak, Tarık Ziya Ekinci, Yusuf Azizoğlu da vardı. Sonra itiraf ediliyor ki Türkiye’de Kürtçülük veya Kürt milliyetçiliği akımlarının ivme kazanmasında, Erivan radyosunun Kürtçe yayınları ve nihayet Irak’taki 1958 darbesi ve Molla Mustafa Barzani’nin karizmatik kişiliği etkili olmuştu. ‘(Altemur Kılıç, Büyük Kürdistan, Küçük Türkiye, S.166,Akasya kitap, 2007)

Musa Anter Türk milliyetçisi olmadı ama Kürdler arasında ‘Türkiyecilik’ anlayışının yerleştirilmesinde O’nun kullandığı bazı cümleler ‘Türkiyeciler’ için referans oldu denebilir.

***

Musa Anter 1980’li yılların sonlarına doğru köyündeki malını mülkünü bırakıp gelip İstanbul’a yerleşiyor. Bunun sebebinin PKK’nin kendisinden istediği haraç ve yaptığı tehditler olduğu biliniyor. Musa Anter abimiz Diyarbekir Cezaevinden MİT tarafından alınıp götürülmeleri nedeniyle, Ümit Fırat’ın deyimiyle ‘Kürdlerden adeta kırmızı kart’ görmüştü. 2000’e Doğru dergisindeki açıklamalarına, Şahap Balcıoğlu’nun kendisiyle yaptığı röportaja kadar da siyasetle pek ilgisi yoktu. Zaten 1991 seçimlerinde de Perinçek’in partisini desteklemiş, seçim kampanyalarına katılmıştı.

Musa Anter devletin karanlık güçleri tarafından öldürüldüğünde 75 yaşındaydı.

Merhum Şerafettin Elçi 1977’de Ecevit hükümetinde Bayındırlık Bakanlığı yaptı. O dönem dediği; “Ben Kürdüm, Türkiye’de Kürdler vardır” devlet katında büyük tepki topladı, bunun acısını da devlet O’nu 12 Eylül 1980’de hapsederek çıkardı. Şerafettin Elçi kendi deyimiyle ‘bölücülüğe karşıydı.’  Şerafettin bey vefat ettiğinde kendisi için bir devlet töreni yapıldı. “Erdoğan’ın mücahidi ve milletvekili olarak” vefat etti, adı da Şırnak havaalanına verildi.

Mayıs-Haziran- Temmuz 2020

***

Merhum Musa Anter ve merhum Şerafettin Elçi’nin MİT’le ilişkilerini ‘ajanlık’ olarak değerlendirmiyorum.

Elçi’nin devlete bir nevi danışmanlık yaptığı söylenebilir. Bence bu ‘danışmanlık’ IKDP’nin ‘olurunu’ almıştı.

Merhum Elçi, Cüneyt Özdemir’le yaptığı bir röportajda da MİT’i çok övmüş, ‘MİT’in Kürd sorununda en hazırlıklı ve esnek bir kurum olduğunu, ileri görüşlü olduğunu’ ard arda sıralamıştı. Aynı şekilde Murad Cıwan da, Mazhar Bağlı ve Muhsin Kızılkaya ile TRT 6’teki bir programda, ‘MİT’in ileri görüşlü  ve Türkiye’yi demokratikleştirmek için raporlar hazırladığını’ söyleyerek övmüştü.

İrlanda Kurtuluş Örgütü IRA veya legal kolu Sinn Fein’den şimdiye dek İngiliz istihbaratını öven bir açıklama duyulmadı. Ha keza herhangi bir Filistinli de MOSSAD’ı böyle övmez, övemez.

Ama Kürdlerdeki bu istihbarat örgütlerine karşı olan aşkı tarif etmek çok zor..