Buruki aşireti en büyük Kürd aşiretlerinden birisi. Aşiretin kökeni Diyarbekir Karacadağ’a dayanıyor. Şu anda daha çok Van’da yerleşik bir aşiret. Burukiler Türkiye-İran ve Rusya arasındaki sınır değişiklikleri, Kürdlerin enterne edilmesi amacıla yapılan sınır değiş tokuşlarının da kurbanı olmuşlardır.

Burukilerin önemli bir lideri vardı: Kinyas Kartal.

Kinyas Kartal Çar Rusyası’nda gözlerini dünyaya açıyor.

Hayatı başlıbaşına bir olaylar silsilesinden meydana geliyor.

Kinyas Kartal TBMM’de 15 yıllık milletvekilliği yaptı. Oğullarından Nadir Kartal da milletvekiliği yaptı.

Diğer oğlu Remzi Kartal da 1970’lerde siyasi faaliyetlerde bulundu. Dr. Şıvan’ın arkadaşlarının yeniden örgütlendiği zaman Remzi Kartal da üst düzeyde yöneticilik yaptı. 1993’te DEP’ten milletvekili seçildi. Daha sonra da PKK’nin toruna (ağına) düştü.

Kinyas Kartal’ın hakkında davalar açıldı, Şeyh Said efendi ailesinden şahsiyetler ve diğer Kürd aşiret ileri gelenleriyle sürgün edildi.

* * *

Kinyas Kartal renkli kişiliği olan, hakkında bir çok hikaye ve fıkra anlatılan bir Kürd şahsiyetiydi. Rusça, Almanca, Arapça gibi bir kaç değil, birçok dil biliyordu. Çar Rusyasında subaylık yapmıştı. Türkiye’ye dönüşü olay olmuştu.

Fakat Kinyas Kartal’ın yazarlığı, gazeteciliği yoktu.

Anadolu Basın Birliği Genel Merkezi tarafından, (Genel Başkanlık Özel, No 23) 1987 yılında, ‘Erivan’dan Van’a Hatıralarım’  başlıklı bir kitapçık yayınlandı. Kitabın yazarı Kinyas Kartal’dı.

Kitabın ilk sayfasında Kinyas Kartal’ın el yazısıyla yazılmış önsöz niyetine bir açıklama var. Kinyas Kartal ‘bu risaleyi neden yazdım’ diyor ve ‘basın hayatı ile ilgili olmayan Kinyas Kartal’ın bu tür bir şey yazmış olması beni tanıyan herkesin muhakkak dikkatini çekmiştir’ vurgusu yapıyor ve devam ediyor: “Böyle bir açıklama yapmak benim sadece hakkım değil aynı zamanda vazifemdi. Emsallerime de aynı uygulamayı tavsiye ederim.”

Kinyas Kartal beye kim niye, böyle bir vazife vermişti?

Kinyas bey neden ‘Allah bu milletin evlâtlarını birbirine düşüren yabancı güçlere fırsat vermesin, zaferi tattırmasın, şunun bunun sözüne kanan gençlerimizin doğru yolu bulmalarını nasip etsin’ türünden bir mesaj verme gereği duyuyor?

Kinyas beyin bahsettiği ‘bu milletin evlatları’ herhalde Türkler ve Kürdler olmalı.

Kinyas beyin ‘Türk-Güneş’ teorisini bir mesaj olarak vermesi için çok zorlanması lazım.

Kinyas bey, özellikle Jön Türklerden başlayıp ,İttihad Terakki’nin başvurduğu ‘Kürdlerin yabancı güçler tarafından kışkırtıldığı, desteklendiği’ teorisine bir Kürd aşiret lideri olarak destek oluyor.

Kinyas Kartal, Dr.Mehmet Şükrü Sekban, Mehmet Şerif Fırat gibi şahsiyetlere kemalist rejim tarafından yapılan dayatmalarla bu tür yayınlar yaptırılması, Kürdlerin demokratik hak arama mücadelesine karşı yürütülen özel politikaların sonucudur. Kürdlerin hak arama mücadelesinde önemli işlevler üstlenmiş, Iraq’ta Sağlık Bakanlığı yapmış bir şahsiyete 1933 yılında Fransızca ‘Kürd sorunu’ adında bir broşür yazdırılması, bu broşürde Mustafa Kemal’e biat ettiğinin açıklanması da bu özel politikanın bir gereğiydi. Mehmet Şükrü Sekban’ın broşürü ayrı bir yazı konusudur.

* * *

Kemalist rejim Kürdlerin hak arama mücadelesini bastırmak, kötülemek ve kitleler nezdinde mahkum etmek için ‘Kürd sorununun dış güçlerin kışkırtması sonucu çıktığını’ iddia edegelmiştir. Bunu yaparken de  Türkiye’nin bir Fransız, İtalyan, Sovyet destekli İngiliz projesi olduğunu başarıyla gizlemiştir.

Kinyas Kartal’a yazdırılan veya O’nun adına yazılan risale okunduğunda, bu broşürde de kemalizme, kemalizmin liderlerine bir ‘güzelleme’ yapıldığı açıkça sırıtıyor:

‘Ben ki, elhamdülillah 90’ıma merdiven dayadım. Rusya’ da Çar’ı geçiş dönemi yönetimini ve Lenin’i iktidarda gördüm.  İran’da Şahlık döneminde bulundum. Türkiye’mizde. Büyük Atatürk,  İnönü, Bayar, Gürsel, Sunay, Korutürk ve nihayet Evren’in Cumhurbaşkanlığı dönemlerini yaşadım ve yaşıyorum bu zaman zarfında içerde ve dışarıda birçok olaya şahit oldum. Herhalde gençlerimize söyleyecek bir çift sözüm olacaktır.

Milletler evlâtlarını yetiştirirken onlara gelecek için yatırım yapmış olurlar. Benim de acı ve tatlı olaylarla dolu ömrüm ve 15 yıl TBMM’nde parlamenterlikten sonra Meclis Başkanlığı görevi ile şereflendirilmem milli iradenin bana yaptığı yatırımdır. Bizim milletimiz asker doğar asker ölür. Asker olarak ölmek demek son nefeste dahi görev başında olmak demektir. Asker olmak için muhakkak üniformalı olmak da gerekmez.

Benim de ömrüm bu büyük milletin uğrunda çeşitli cephelerde savaşarak geçti. Demokrasi mücadelemiz bu safhalardan, bir bölümü idi. Şu anda yazmakta olduğum satırlarla da milletimin birlik, beraberlik ve huzur içinde yaşamasına yardımcı olmak istiyorum. Görüldüğü gibi mücadele bitmiyor. Hayat devam ettikçe ve bu mukaddes milletin düşmanları faaliyetlerini sürdürdükçe bizim de cepheye koşmamız zaruridir.’

* * *

Burukiler Karacadağ’dan göçertildikten sonra Ermenistan, Gürcistan ve İran’a yayılmak zorunda kalıyorlar.

Kinyas Kartal Rus İmparatorluğu’nda dünyaya geliyor. ‘Kinyas’ adı da Rusçada ‘Prens anlamına gelmektedir.

Kinyas Kartal devamla Burukilerin Karacadağ’dan göçüne getiriyor sözü. Burukiler’in Osmanlı tarafından zorla göçertilmesi, göçertilmeye zorlanmasını basit bir ‘olay’ derkesine indirgiyor:

‘Beşinci göbekten dedem şemdin, Diyarbakır’ın Karacadağ bölgesinde yaşamakta iken bir olay üzerine Iğdır-Aralık’ın Dil bölgesine yerleşmişler. Ondan sonra gelen kuşaklar sırasıyla Şemdin’in oğlu Mehmet, onun oğlu Neadir, onun oğlu Fethi, onun oğlu Bedir ve onun oğlu da ben Van’a gelinceye kadar hudut değişiklikleri ve olaylara göre Rusya, daha sonra Sovyetler Birliği, İran, Osmanlı İmparatorluğu daha sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşadık.

Biz Dil bölgesine geldiğimiz zaman bu bölge İran sınırları içersinde idi. Bu bölge bilâhare Rusların eline geçti. Dil bölgesi Ruslar’ın eline geçince halen de Sovyetler Birliği sınırları içersinde bulunan Tarım kent ‘de dünyaya geldim. Tahsilime Tarımkent’de başladım. O dönemde Rusların ilk ve ortaokulları bir arada idi. Gimnaziye deniyordu. Burayı bitirince babam beni Askeri Lise’ye vermek istedi. İmtihanlara Tiflis’de girdim ve kazandım. Ukrayna’nın Kiev şehrinde Askeri Lise’ye başladım. 1318 yılında Askeri Lise’den mezun oldum.’

Burukiler  17. yüzyıldan beri Karacadağ bölgesinde yaşayan göçebe bir aşirettir.

Osmanlının planlı ve basit bir provakasyonuyla, Kürdlerin izzet-i nefsinin ayaklandırılmasıyla yerlerinden edilirler.

 Burukilerin göçertilmesi ile ilgili rivayetlerden birisine göre Karacadağ’a gelen bir Osmanlı müfrezesi bölgeden geçerken Burukili Şemdin’e misafir olurlar. Osmanlı komutanı Şemdin beyin kızını veya ailesinden evli bir bayanı dönüşte alıp götüreceğini söyler. Burukilerin bunu kabul etmeyeceği mutlaka hesaplanmıştır. Burukiler buna karşı çıkarlar, çıkan çatışmada sözkonusu komutan ve bazı Osmanlı askerleri ölür..

Bir diğer rivayete göre ise Osmanlı ordusunun aradığı iki Kürd genci Burukilere sığınır. Bunların teslim edilmemesi sonucu çıkan çatışmada Osmanlı askerleri öldürülür.

Bu çatışmadan sonra Burukiler Cebel dağlarına, Tuci yaylalarına doğru yürüyüşü başlarlar. Burukilerin bir kaç devlete göçleri böyle gerçekleşir..

Kinyas Kartal’ın sözünü ettiği, ayrıntısına girmekten imtina ettiği ’olay’ budur.

* * *

Kendisi Revan’da (Erivan) Cota köyünde doğan Kinyas Kartal 1922’de Türkiye’ye döner.

Kinyas Kartal, 1925’te Kürdlerin Şeyh Said Efendi liderliğinde direnmesinden sonra üç kez sürgüne gönderilmiştir.

Bursa’da ‘Kürdistan Cumhuriyeti kurmak’ iddiasıyla da yargılanmıştır.

Kinyas Kartal, Troçki’nin komutanı olduğu Kızıl Ordu’da subaylık yapar.

O döneme ait anlattıkları, ‘Türk Güneş’ Teorisinin propagandasını yaptığı bölümlerden daha ilgi çekicidir:

‘Biz Diyarbakır bölgesinden göçtükten sonra 250-300 yıl geçmiş. Benimle o nesil arasında 5 kuşak geçmiş. Türkiye’ye 1322 yılında geldiğimiz zaman ben 22 yaşındaydım. Bugün 86 yaşındayım, birisi öldü 3 çocuğum ve 21 torunum var. Bildiğim yabancı diller arasında Rusça, Fransızca, biraz Almanca biraz Arapça vardır ve ayrıca Türkçenin aşiretlerde konuşulan şekli olan Kürtçeyi de bilmekteyim.

Askerlik mesleğini seçişime Rahmetli babam sebep olmuştur. Rahmetli gözü açıktı ve beni çok severdi.  “Seni subay yapacağım. Ama süvari olacaksın. Atının nalları gümüş olacak, çivileri altından vurduracağım” derdi. Çok zengindi.

Rus ihtilâli benim Askeri Lise’yi bitirdiğim yıl başladı. O yıllarda Azerbaycan’da bağımsız bir Türk Devleti vardı. Ben Bakü’de Harp Okulu ‘nu bitirip bir yıl teğmenlik yaptıktan sonra Ruslar Azerbaycan’ı istilâ ettiler. Bana da “Kızıl Generaller Kursu”na katılmam teklif edildi.

Komünist ideolojiyi benimsemediğim için katılmadım. Esasen Ruslarla ve Komünistlerle elbirliğinde hiç bulunmadım. Onları hiç tutmadım ve hiç sevmedim.

Komünizm kavgası başlayıp kan gövdeyi götürdüğü dönemde kimin kimden yana olduğu belli değildi. Sürekli cinayetler işleniyor, toplu katliamlar yapılıyordu. Yaranmak için ihbarda bulunanları da ihbar edenler çıkıyordu. Devlet adına kamulaştırmalarda şahısların malları sürekli el değiştiriyordu. Her tarafta yangın, sabotaj, kıtlık ve anarşi vardı. Sefalet had safhaya çıkmıştı.’

Bu yıllarda Kiev ‘den Erivan’a dönmek istedim. Ailem Erivan’da idi. Şüphesiz böyle bir dönemde ailem de beni yanında isterdi. Şartlar bana bu imkânı vermedi. Azerbaycan’ın Bakü şehrinde Harp Okulu’na girdim. Buradaki tahsil hayatım 2 yıl sürdü. 2 yıl sonra Harp Okulu mezunu olmuştum. Mezuniyetten sonra kısa bir süre Bakü’de kaldım. Sovyet Ordusu İran’a girerken ben de birliğimle birlikte İran’a geçtim. Kazbin bölgesinde bir süre kaldım. Bilâhare Sovyet Genelkurmay Başkanlığı’na müracaat ederek Erivan şehrinin Nahçıvan Bölgesi Askeri Komiserliğine atanma talebinde bulundum ve orada göreve başladım. Gerek Çar’ın gerekse Sovyetler Birliği’nin mensubu olarak askerlik yapmış olmam dini ve milli duygularıma kesinlikle gölge düşürmemiştir. Daima dinim ve milliyetimle iftihar etmiş ve onları en iyi şekilde temsil etmeye çalışmışımdır. O yıllarda şimdi de olduğu gibi Kafkasya ‘da Müslüman Türk az değildi. Şüphesiz bu insanların gençleri, eğitimlerini tamamlayınca veya meslekleri gereği hayata atılınca, Sovyet sistemi içinde görev alıyorlardı. Ben de bunlardan biri idim.’

KİNYAS AĞA KIZILORDU, BABASI OSMANLI SAFLARINDA

Kinyas Kartal Kızılordu’da savaşırken babası ise, Osmanlı İmparatorluğu saflarında, Rüştü Paşa’nın komutasında savaşıyor. Kinyas Kartal aşiretinin ve ailesinin parçalanmışlığına dikat çekmeye çalışırken yeniden resmi ideolojinin propagandasına yardım etme telaşı içinde şunları söylüyor:

‘Nahçivan’da görevli iken 9. Kafkas Tümeni’nin Erivan’ da olduğunu öğrendim. Babam Rüştü Paşa’nın kuvvetlerinin safında Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri kuvvetleri ile omuz omuza mücadele veriyordu.  Rüştü Paşa o yıllarda tümen Kumandanı idi. Aşiretlerle özellikle bizim aşiretimizle çok sağlam bir dayanışma vardı. Babamın emrinde 600 süvariden meydana gelen bir kuvvet vardı. Bunlar bölgeyi çok iyi bilen, bölge şartlarına uyumlu iyi binici ve iyi atıcı kimselerdi. Bu isimsiz kahramanlar dinleri ve milliyetleri uğruna ulu kanlarını akıtmışlardır. Babam Bedir Bey’ in yararlılıkları için Rüştü Paşa’dan aldığı taltif vardır. Bütün bu acı ve zor günleri maalesef çocuklarımıza yeteri kadar anlatamıyoruz. Anlatmanın yollarını bulamıyoruz. Onlara gerçek düşmanla¬rının kim olduğunu gösteremiyoruz. Bu toprakların nasıl kazanıldığını anlatamadığımız için birbirlerini boğazlıyorlar. Kardeş kardeşin kanını döküyor.’

Kürdlerin devletin red-inkar asimilasyon politikalarına karşı direnmesi Kinyas Kartal’ın risalesinde Kürdlerin hanesine yazılan bir kabahat gibi gösteriliyor. Kendisi bizzat Osmanlının politikası sonucu Ermenistan’da doğmuş olduğu, aşiretinin parçalanmış olduğunu bile bile ‘Nifak v nefret’in sorumlusu olarak Kürdleri göstermeye çalışıyor. Kürd gençlerini Türklüğe ve İslamiyete bağlılığa meyletmenin gailesine düşüyor:

‘Burada gençlerimize milletine ve dinine bağlılığı aşılamanın, bizlerin temel görevimiz olduğunu belirtmek isterim. Yine gençlerimize evvel emirde vermek zorunda olduğumuz bir diğer özellik ise birbirlerini sevme hissi ve bunun bir zaruret olduğu fikridir. Ayrıca Türk’e Türk’ten başka kimsenin dost olmadığını ‘da öğretmemiz gereklidir. Yıllarca Osmanlı bütçesi ile Avrupa ve Arap ülkelerini besledik. İstanbul’un ve Anadolu’nun imarını ihmal edip onların şehirlerine harcama yaptık. Ayrılık tohumu girmiş tarladan nifak ve nefret çıkar, netice alamadık. Evvelâ bu milletinin evlâtları kaderlerinin ortak olduğunu öğrenmeli. Biz birbirimizi yeteri kadar seversek başka sevgiye muhtaç olmayız. Aksi halde bizi birbirimize düşüren en büyük düşmanlığı kendi kendimize yapmış oluruz.’

KİNYAS AĞA’NIN GÖZÜYLE ERMENİLER

Kinyas Kartal broşüründe Ermenilerle olan ilişkilerine, onlar hakkındaki izlenimlerine de yer veriyor. Bu düşüncelerini paylaşırken de devletin politikasını gözeten bir tutum takınıyor. Babası Bedir bey kendi iddiasına göre bir Ermeni tarafından öldürülüyor. Buradan anlaşıldığı kadarıyla Bedir bey Osmanlı saflarında savaşırken, Rus saflarında savaşan Ermeniler tarafından öldürülüyor. Kinyas Kartal, Ermenilere ilişkin gözlemlerini aktarırken Ermenilerin Rus ordusunda öncü olduklarına işaret ediyor:

‘Eskiden yaşadığım yerlerde Ermeniler de şüphe yok ki vardı. Bunların arasında iyi komşuluk kurduğumuz, iyilik yapıp iyilik gördüğümüz Ermeniler de vardı. Birçok Ermeni dostum olmuştur. Ancak, sonradan anladık ki, Ermenilerin bir kısmı içinden pazarlıklı imiş. Bazı Ermeniler sinsi bir faaliyetin içinde imişler. Ortalığın karışmasını, ellerine fırsat geçmesini bekleyen Ermeniler de vardır. Yakın dostumuz olduğunu sandığımız Ermenilerden çok çabuk bize cephe alıp, bizi yok etm5ek isteyenler çıktı. Rahmetli Babam Bedir bir Ermeni haininin kurşunu ile şehit oldu.

Bu Ermenilerin ailemize ve aşiretimize verdiği ilk acı değildi. Son acı da olmadı. Bundan sonra Ermenilerle olan kanlı mücadelemiz devam edip gitti. Onlar bizi o bölgeden söküp atmak istiyorlardı. Kendi bölgelerinde Müslüman istemiyorlardı. Müslümanların olmadığı bir Ermeni yurdu düşünü gerçekleştirmek için uğraşıyorlardı. Tek tek işledikleri cinayetlerle bizi yerimizden söküp atamadılar. Sonradan köyleri basmaya evleri ve ekinleri yakmaya başladılar. Böylece bizimle onların arasında bir ölüm kalım savaşı başladı ve sürdü.

9.Kafkas Tümeni Erivan’dan geri çekilince denge, Ruslardan destek görmekte olan Ermeni çetelerinin lehine döndü. Babam Bedir Bey’in şehit olmasından sonra aşiretimiz İran’da bir yıl daha kaldı, bu yılı takip eden dönemde yurdumuza Türkiye ‘ye döndük 1320-1923 yılları arasında Van bölgesine olan ilticamız devam etti. Bizi yerimizden yurdumuzdan eden; malımızı mülkümüzü yakıp yıkan canımıza kıyan Ermeni zulmü, maalesef Ermeniler yeni cinayetleri ile bize hatırlatılıncaya kadar unutulmuştu.’

Kinyas Kartal Van’a döndükleri zaman 3-5 bin aile olduklarını ve yerleşirken ‘bir hayli sıkıntılar’ yaşadıklarını belirtiyor. Kinyas Kartal daha sonra tarihin arka zamanına da gönderme yaparak, Türklerin Anadolu’da eskiden beri varoldukları gibi resmi propagandayı tekrarlamaktan geri kalmıyor. ‘Doğu Anadoluya eskiden yerleşmiş! Türklerin(!) Romen Diyojen ile Alpaslan arasındaki savşın pata pat (eşit) olduğu koşullarda oynadıkları role değiniyor:

‘Bu milletin kaderini yine bu milletin evlâtları tayin etmiştir. Bu günkü Türkiye Cumhuriyeti’ni milletimizin dünkü evlâtlarına yani babalarımıza , dedelerimize borçluyuz. Bu eser onlarındır. Onlar bu devleti canlarıyla kanlarıyla kurup bize emanet ettiler. Onların eserine sahip çıkmamak emanete hıyanet olurdu. Biz sahip çıktık. Eseri yarattık. Simdi de çocuklarımıza devrediyoruz, onlar da mallarına sahiplik yapmazlarsa bize olan borçlarını ödememiş olurlar.

Biz derken, bu milletin fertleri derken, Türkiye Cumhuriyeti’ni kastediyorum. Bu devletin temelinde Milli Mücadele döneminde yapılan fedakârlıklar ve gösterilen gayretler yatar.  İlk adım Müdafaai Hukuk Teşkilâtları ile atılmıştır. Bu Teşkilâtlar; Edirne, Ankara, Adana, Kastamonu, Konya, Mâmüretilaziz (Elazığ), Ordu, Aksaray, Ertuğrul, Eskişehir, Amasya,  İçel, Aydın, İzmit, Burdur, Bolu, Antalya, Tokat, Conik, Haruniye, Çorum, Isparta, Denizli, Sinop, Kozan, Kırşehir, Kayseri, Gümüşhane, Kengirı, Kütahya, Trabzon, Niğde, Yozgat, Zonguldak, Giresun, Ergani’ de kurulduğu gibi Siverek, Oltu, Muş, Malatya, Maraş, Mardin, Genç, Kars, Gaziantep, Siirt, Dersim,  (Tunceli), Hakkâri, Ağrı, Urfa, Ardahan, Erzincan, Van, Diyarbakır, Sivas, Bitlis, Erzurum’da kurulmuştur. Bu iftihar edilecek eserde memleket evlâdının hepsinin payı vardır. Hatta Alparslan ile Romen Diyojen’in Malazgirt Savaşı tarafların eşitliği ile sürerken, bölgeye Horasan, Türkistan ve Altay illerinden daha eski tarihlerde Anadolu ‘ya gelmiş ve Doğu Anadolu ‘ya yerleşmiş aşiretlerdeki Türklerin desteği ile Alparslan’ın Bizans’ı yendiğini dinlemiştim.’

Kürdlerin, Kürd olduklarını söylemeden, Türk olduklarını söyleyerek devletin üst kademelerine geldikleri doğrudur. Ama Kürd kimliğine sahip çıkıldığı, Kürdlerin demokratik hak ve özgürlüklerinden, insan olmadan kaynaklanan evrensel haklardan sözettiklerinde başlarına ne geldiğini de gösteren yığınla örnek vardır. Bu nedenle Kinyas Ağa’nın aşağıdaki sözleri de devletin kendisine yaptırdığı bir propagandadır. Kinyas Kartal ısrarla ‘Kürtçü olmadığını’ söylese de kendisinin yediği sürgünler, devlet propagandasını yalanlıyor. Kürdlere karşı pozitif bir ayrımcılık bile uygulanmadığı ortadayken , Kürdlere ikinci sınıf vatandaş mumalesi yapılması da ayan beyan belliyken Kinyas Kartal’a ‘Bunları da görme’ dedirtiliyor:

‘Bir ülkenin fertlerine Milletvekili Bakan, Başbakan, Senato Başkanı, Cumhurbaşkanı olma yolları açıksa, o ülkede fertlerin hür iradesi var demektir. Bir ülkenin insanları istedikleri eğitimi yapabiliyor, istedikleri meslekleri yurdun herhangi bir yerinde icra edebiliyor iseler o ülkede eşitliğin olduğundan şüphe edilemez. Bunun aksini söylemek düşmanca sözlere yani yabancılara kulak asmak olur.

Büyük ve ilerleme yolunda olan ülkelerde düzeltilmesi zor olmayan aksaklıklar olabilir. Hiç birimizin gönlü:-tarafgir davranılmasına İhmal edilmişliğe ve benzeri gibi dengesizliğe razı olmaz. Ancak, bu tür nahoş durumların da üstesinden hoşgörü,  tolerans ve sevgi ile gelinir. bu milletin evlâtları bunu da yapabilecek güçtedirler

Doğu’nun kalkınmamışlığını ideolojik ve siyası amaçlar için kullananlar da vardır. Ben bunlara kesinlikle karşıyım. Kimseye de tavsiye etmem. Bu tür problemlerin demokrasi içerisinde çözüm yolları vardır. Bölücülük düşmanın işine yarar. Ben Kürtçü değilim. Doğulu olmak ayrı bir milletleri olmayı gerektirmez. Bu milletin birçok boyu ve kolu yardır, Kürtler de Türk milletinin Doğu Anadolu’daki adıdır.  Nice bin yıllık tarihi paylaşmış bir milletin içinde kavmiyetçilik hem ayıptır hem de günahtır. Kukla hükümetler kurarak günümüz dünyasında yasamanın mümkün olamayacağını. Bunun yararının olmadığını buna lüzumda olmadığını anlayamayanlar var.’

KÜRDLERİN DEVLET KURMASI HARAM!

Kinyas Kartal durup durup plağı tekrar başa alıyor. O’na bu risaleyi yazıp hazırlayanlar konuyu yine Kürdlerin hak talep etmesini ‘Düşmanın içimize soktuğu bir fikir’ olduğuna getiriyorlar. Kinyas Kartal’ın ağzından Kürd haklarından söz etmek kınanıyor. Kinyas Ağa’ya ‘Kürtler Türktür’ dedirtiliyor. Dersim’de Kürd kıyımı devam ederken de Dersim ‘Dağ Türkü’, konuştukları Kırdki ve Kurmanci lehçeleri ise ‘Dağ Türklerinin dili’ olarak sunuluyordu.

Kinyas Kartal eğitim görmüş, Rus ordusunda subaylık yapmış, Gürcistan’dan Azerbeycan’a, İran’a kadar bir çok yeri görmüş, ‘Türkü’ ile ‘kılam’ arasındaki farkı, Türkücüyle Kürd dengbeji arasındaki farkı bilecek bir kültürü var. Ama O’na devletin nakaratları tekrar ve tekrar söylettiriliyor:

‘Bugün doğuda ayrı bir devlet kurma hevesine katılanlar var. Bu düşmanın içimize soktuğu bir fikirdir. Türk milletinin dostu yoktur.  Türk milleti tekrar ediyorum kendi kendisini severse hiç kimseye ihtiyacı kalmaz. Rahmetli Atatürk “Kürt kavmi diye bir kavim yoktur, bunlar Türk’tür” demiştir. . Benim inancım da bu merkezdedir. Bu çok önemli gerçeğe riayet eden yok. Atatürk’ün izi bu konuda takip edilmemiştir. Bu hataya düşen sadece bazı doğulu ‘gençler olmamış, batılı gençlerden de öz kardeşlerine “sen Kürtsün” demek hatasına düşenler çok olmuştur. Sevilmek isteyen, sevmesini ve sevgisini göstermesini bilmeli.

Bu memleketin hizmetine koşarken, askerlik yapıp vergi verirken gerekince uğrunda ölürken kardeş olan insanlar birbirlerini horlayamazlar. Bakın Anayasaya kanun önünde bölge farkı gözetiliyor mu? İsteyen herkes, istediği gibi seyahat etme istediği yerde ikamet etme hakkına sahip Meslek seçmek veya fakülte seçmek için çalışmak yetiyor. Van’da da zengin olan var İzmir’de de, her iki ilde fakır fukara var. Türkiye’de işçi hakları ile ilgili mevzuat geneldir.

Bizim televizyonumuzda bizim mevlidimiz okunur. Ben isterim ki. Daha fazla okunsun. Türküler bizim.  Türkücüler bizim. Demokrasi ve getirdiği icraatı ile döneminde yaşamış bir kimse olarak Atatürk ‘ün büyük adam olduğunu kabul ediyorum. Gençlere de onu yakından tanımalarını tavsiye ederim.’

ATATÜRK BÜYÜK ADAM, KÜRDLER DE TÜRKTÜR!’

Kürd liderleri Şeyh Said Efendi, Seyid Rıza Efendi, İhsan Nuri beyler kemalizmin önünde diz çökmediler. Nedamet geçirmediler. Şeyh Said efendi ve Seyid Rıza darağacına onurlarıyla gittiler. Onların da aşiretleri ve saygınlıkları vardı. Şeyh Said efendinin kemalizme ve şefine ‘eyvallah’ demeyeceği aşikardı. Seyid Rıza’ya ‘nedamet geçirtme’ hesapları, Elaziz Yolçatı’da Mustafa Kemal’den ‘af dileme’ planları tutmamıştı. Şeyh Said efendi ve arkadaşları Diyarıbekir’de, Seyid Rıza ve oğlu, diğer Kürd şahsiyetleri Elaziz’de araba farlarıyla ışıklandırılan Buğday meydanında Türk subay ve eşlerinin tezahüratları altında idam edilirken Kürdün kimliğini yere düşürmemişlerdi.

Ölümünden dört yıl önce Kinyas Kartal’a yaptırılan budur. ‘Atatürk büyük adamdır’. O’na ve 35 arkadaşına 22 yaşındaki İngiliz subayı Bennet tarafından, ‘işgal altındaki İstanbul’dan’ vize verilmesinde, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Sovyetlerin yardım ve destekleriyle ‘devlet kurdurulmasında’ sorun yoktur!

Ama Kürdlerin nefes almalarında bile bir ‘yabancı parmağı’ aranır.

Kinyas Kartal’ın yukarıdaki sözlerinde anahtar ‘ söz ‘Atatürk’ün büyük adam olduğunu kabul ediyorum’  vurgusudur.

Kinyas Kartal’ın broşüründe söz ‘padişah-aşiret’ ilişkisine getiriliyor, Kürdlerin Osmanlı döneminde beylikler statüsüne sahip olmaları  ‘aşiretlere bazı rahatlıklar getirilmesi’ olarak öne sürülüyor,  aşiretlerin ‘padişah sevgisinden’ sözedilip Abdülhamid övgüsü yapılıyor. Abdülhamid övgüsü tesadüfi bir övgü değildir. Kinyas Kartal’ın dedesi Rus saflarından Osmanlı saflarına iltihak etmesine rağmen , kemalist rejimin gözünde Kinyas Kartal ve aşireti de potansiyel bir suçlu, o zamanın jargonuyla ‘sergerdesi’, bugünün deyimiyle ise ‘teröristi’ olarak görüldüğü için bir kaç kez sürgün ediliyor.

KİNYAS KARTAL’IN DEDESİ VE KAZIM KARABEKİR’İN ‘MESELEYİ HAL ETMESİ’ VE KİNYAS KARTAL’IN DEDESİNİN RUS ALAYINDA KOMUTANLIĞI

Merhum Kinyas Kartal’ın anlatımıyla ailesinin ve aşiretinin Osmanlı ve Kemalist rejimle olan iyi ilişkilerine rağmen Kinyas Kartal 1926’da İzmir’e, 1937’de Trakya’ya ve 1960’ta Sivas’a sürgün ediliyor.

Aşiretin Kürd toplumundaki yeri, Kürd kimliğinin korunmasındaki rolü devlet tarafından bilindiği için bir aşiret lideri ağzından  ‘aşiretlerin’ padişaha bağlılığı genelleştirilerek, devlete biat öğütleniyor.

Osmanlıdan bugüne devlet Kürd aşiretlerini devamlı fişlemiş, takip etmiş, hangisi devlete sadık, hnagisi devlete sadık değil, hangisi Kürdlük yanlısı diye tasnif etmiştir.

Kinyas Kartal aracılığıyla Kürdlere çektirilen acıları unutmaları, bunun hesabını yapmamaları tavsiye ediliyor. Kinyas Kartal naiv bir şekilde kendi ‘anti-komünistliğini’ ispatlama derdindeyken, kemalistlerin Bolşeviklerle yakın ilişkisini hatırlamıyor!

‘Bu sevgisiz ortamın yaratılmasında aydınlarımızın büyük payı var. Ciddi inceleme yapmadan, işin aslı astarını tam anlamdan hüküm veriyorlar teşhis koyuyorlar. Bunlardan birisi de aşiretler ile Padişahlık ilişkileridir. Padişahlar zamanında aşiretlerin durumunun iyi bilinmesi gerekir. Padişahlık devrini kötüleyenler Sultan Abdülhamide de enva-i türde ithamda bulunuyorlar.   Aşiretler de ciddi bır padişahlık sevgisi vardı.  Bu tarihi bir sonuçtu.  Araplar İsrail karşısında Abdulhamiti daha yeni anlayabildiler.  Padişahlık dönemi yönetimi aşiretlere o zamanın coğrafi, siyasi, ekonomik şartlarının bir sonucu olarak bazı rahatlıklar getirmiştir. Bunu açıklarken o dönemin özlemini duyuyorum anlamına gelmesin. Hamidiye Alayları Türk Askeri Tarihinde bir gerçektir. Alaylar bu millete hizmet vermiştir. Ruslar da Türkleri örnek alıp iki alay kurdular. Birisine benim dedem fethi bey Komutanlık yaptı. Diğerini Zilan aşiretinden Güneş ailesine kurdurmuşlardır.

Dedem Fethi beyin komutanlık yaptığı bizim Buriki aşiretinin meydana getirdiği süvari alayı 93 harbinde Ruslarla beraber iştirak etmek zorunda kalıyor. Aşiret büyükleri aralarında karar alıyorlar dedem Fethi Bey askerlerine emir vermiş savaş alanına girince hepsi Osmanlı tarafına kaçıp Ruslara ateş açmışlar. Durumu anlayan Rus yönetimi dedem Fethi Bey’i ortadan kaldırmak için Doğubeyazıt’da ki komutana verilmek üzere onunla bir zarf göndermiş. Yaptıkları plâna göre Dedem zarfı verdikten sonra aşiretinin dışında bir bölgede öldürülmüş olacaktı. Durumu anlayan Dedem canını kurtarmasını ihbar ediyorlar. Kazım Karabekir Paşa ‘ya benim Bedir Bey’in oğlu olduğum anlatılınca mesele halloluyor.’beceriyor Daha sonra aşiret alayımız Türk kuvvetleri ile birleşiyor. Bunları bana daha sonra amcam rahmetli anlatmıştı.   Aradan zaman geçip biz Türkiye’ye gelince benim Rus Ordusu’nda subay olduğumu Kazım Karabekir Paşa ‘ya benim Bedir Bey’in oğlu olduğum anlatılınca mesele halloluyor. ‘

‘DOLU YAĞDI,BENİM TARLAMA İSABET ETTİ’

Türkiye’ye dönüp Van bölgesine yerleştikten sonra çektiği eziyetlere rağmen bunun için rejime bir kırgınlık, bir kızgınlık belirtisi görülmüyor Kinyas Kartal’ın yazdığı veya onun adına yazılanlarda. Bunu acaba 15 yıllık milletvekilliğineve milletvekilliğinin avantajlarına mı yormak lazım?

Merhum Kartal şöyle devam ediyor:

‘9.Kafkas Tümeni bizim orada iken Kumandanının Erzurum’lu Rüştü Paşa olduğunu ve bizim 600 süvari ile kendi sine iltihak ettiğimizi söylemiştim. Babam beni Rüştü Paşa ile tanıştırdıktan üç gün sonra şehit oldu. Bizim Türkiye’ye dönme fikrimiz fırkanın çekilmesinden sonra kesinleşti. Biz Rusya’da 1917’deki ihtilâle taraftar değildik. Ben o mücadelede Çarlık taraflısıydım. Öğle’ye doğru ellerinde sopalarla ihtilâlciler okulu bastı. Orada yaşamak mümkün değildi. Bizim Türkiye’ye gel işimizden sonra da çok olay¬lar yaşadık. Maalesef 1925 yılında Şeyh Said olayı oldu, çok kardeşkanı döküldü. Bunlar hep tahrik ve nifak sonucudur.  İki taraftan ölen de öldüren de bu milletin evlâdıdır. 1926’da İzmir’e, 1937’de Trakya’ya, 1960’da Sivas’a sürdüler. Bunları bana başka milletten birisi bana yapsaydı kırılırdım. Ama kırılmadım çünkü bu milletin bir ferdiyim. Ben yabancı ellerde ve çok sıkıntılar ve mücadeleler görerek yaşadığım için bu tür olayları sineme çekmesini bildim. Hoşumada gitti. Dedim ki  “Dolu yağdı, benim tarlama isabet etti”. Şimdi gençlerde bu sevgi, bağlılık, tolerans yeteri kadar yok.

DEVLETİN AŞİRETLERİ FİŞLEMESİ

Kürd aşiretleri, liderleri, etkili şahsiyetler devlet tarafından sürekli mercek altında tutuluyor. Hapis ve sürgünlerle, baskının her çeşidiyle sindirme, Türkleştirme politikası uygulanıyor.

Kinyas Kartal’ı da ilgilendirdiği için Murat Bardakçı’nın bir yazısından örnek vermek istiyorum. Bardakçı, Celal Bayar’ın emriyle hazırlanan bir rapordan bahsediyor:

‘1959’da zamanın cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın emri ile hazırlanan “Türkiye’de Bugünkü Kürtçülük Fikir ve Cereyanının Doğuşu” başlıklı bir rapor da bulunuyor. Raporun üzerine zımbalanan etikette “İşbu rapor Sayın Reisicumhur Hazretleri’nin emirleriyle not halinde hazırlanmış ve kendilerine takdim olunmuştur” deniyor. (Celâl Bayar’ın 1959’da hazırlattığı Kürt raporunda bakın kimler var!Murat Bardakçı, Habertürk, 18.03.2012)

“1. Şeyh ALİ RIZA ŞEYHSAİTOĞLU, maslup (asılan) Şeyh Said’in oğludur. Bu zat aynı zamanda Kürtler’in siyasî ve dinî lideri durumundadır.

  1. Şeyh SELÂHATTİN ŞEYHSAİTOĞLU, maslup (asılan) Şeyh Said’in oğludur. Kardeşi Ali Rıza’nın tesir ve nüfuzu altındadır.
  2. Şeyh KASIM KÜFREVÎ, halen Ağrı mebusudur.
  3. HALİS ÖZTÜRK, halen Ağrı mebusudur.
  4. Dr. YUSUF AZİZOĞLU, sabık Diyarbakır mebusudur.
  5. Avukat İSMAİL HAKKI ALACA, Kars’ta ikamet etmektedir.
  6. Şeyh SELÂHATTİN İNAN, maslup (asılan) Şeyh Ali’nin oğludur.
  7. ESAT CEMİLOĞLU, Diyarbakır’da çiftçilikle meşguldür.
  8. ALİ KARAHAN, Zaza Kürtleri’nden olup halen avukatlık yapmaktadır. Siverek şeyhinin oğludur.
  9. Doçent ABDÜLKADİR KARAHAN, Ali Karahan’ın amcasının oğludur. Halen İstanbul Edebiyat Fakültesi’ndedir.
  10. FAHRİ KARAHAN, Siverek’te doktorluk yapmaktadır.
  11. İBRAHİM KARAHAN, halen Siverek’te çiftçilikle meşguldür.
  12. HASAN ORAL, halen Urfa mebusudur.
  13. KİNYAS KARTAL, Van’da ticaretle meşguldür. Bruki aşiretinin reisidir.
  14. EBUBEKİR ERTAŞ, Ertuşi aşireti reisidir.
  15. GALİP YÜKSEK, Berazî aşiretinin Pijanlı kolu reisidir. Suriye’de oturan Kürtçü liderlerden BOZAN ŞAHİN’e kızını vermek suretiyle akraba olmuştur,
  16. SALİH KILIÇ, Suruç’ta Dinaî aşireti reisidir. Millî Mücadele esnasında Ketkânlı aşiretiyle birleşerek Fransızlar’a hizmet etmiştir.
  17. NACİ GÜNEŞ, (Şemseddinof), Zilân aşireti ileri gelenlerindendir.
  18. ATİK PALANDÖKEN, Erzurum İl Genel Meclis üyesidir.
  19. MECİT HUN, Geloi oymağı reisi AHMET ŞEMO’nun oğludur, müfrit Kürtçü olup “Dil” gazetesinin sahibidir.
  20. Avukat SALİH YILDIZ, Van’da avukatlık yapmaktadır.
  21. MÜSLİM GÖRENTAŞ, halen Van mebusudur.
  22. HASAN ve RESUL KOTAN kardeşler, Kotan aşireti reisi ABDÜLKADİR’in (ölü) oğullarıdır. İkinci Dünya Harbi’nde İran’da Ruslar tarafından kurulan Mahabat Hükümeti’nde vazife almışlardır.
  23. AHMET KARAKOÇ, Cemil Paşazadelerdendir.
  24. NEJAT CEMİLOĞLU, Cemil Paşazadelerdendir.
  25. CANİP YILDIRIM, Kürt istiklâline inanmış bir kimsedir. Paris’te hukuk doktorasını yaparken Kürt lideri KÂMURAN BEDİRHAN’la müştereken Kürtçülük faaliyetlerini organize ettiği öğrenilmiştir.
  26. RECAİ İSKENDEROĞLU, Diyarbakır’da avukatlık yapmaktadır.
  27. KEMAL BADİLLİ, Badilli aşireti reisi SAİT AĞA’nın oğludur. İdealist bir Kürtçüdür.
  28. MEHET ve NADİR SÜPHANDAĞI kardeşler, Haydaranlı aşireti reisi Kör Hüseyin Paşa’nın oğullarıdır. Her ikisi de koyu Kürtçüdür.
  29. Şeyh MASUM MUTLU, Kürtçülük ve irticanın Şark’taki lideridir.
  30. HASAN KEMALOĞLU ve oğlu SELÂHATTİN KEMALOĞLU, baba oğul her ikisi de koyu Kürtçüdür.
  31. SABRİ ERDUMAN, halen Erzurum mebusudur. Şeyh ALİ RIZA’nın tesiri altındadır.
  32. HÜSEYİN TİRYAKİ, Erzincan’da ikamet eder, koyu Kürtçüdür.
  33. HÜSEYİN AKSU, Alevi Abbasuşağı aşireti reisidir.
  34. HASAN ŞAHİN ve oğulları ALİŞAN ŞAHİN, HÜSEYİN ŞAHİN, Şah Hüseyin Oğulları ailesinden olup hepsi koyu Kürtçüdür.
  35. EDİP ALTINAKAR, babası SIDDIK, Şeyh Sait isyanında idam edilmiştir.
  36. AZİZ GÖKHAN, Berazî aşiretinin Şeddadî kolu reisidir. 38. HACI ALİ BUCAK, Bucak aşireti reisidir”.

(DEVAMI VAR)

Mart 2020

II

KİNYAS KARTAL’IN ‘ERİVAN’DAN VAN’A HATIRALARIM’A DAİR-2

Yaşar KARADOĞAN

Nisan-Mayıs 2020

Murat Bardakçı, CELÂL Bayar’ın talimatı ile hazırlanan raporda mimlenen yukarıdaki isimlerin hedef alınma nedenini çok yalın bir şekilde özetliyor: “Tamamını yayınladığım listedeki isimlerin Türkiye’de o günlerde aslen Kürt olan herkese “Kürtçü” gözü ile bakıldığı hatırlanarak değerlendirilmesi gerekir.”

DEVLETİN GÖZÜNDE BURUKİLER

Devlet, Kürd toplumsal yapısında önemli geleneksel bir örgütlenme olan Kürd aşiretleri hakkında devamlı olarak saha çalışmaları yapmış, Kürd aşiretlerinin çözülmesi için militer politikaların yanısıra, ekonomik ve siyasi politikalar oluşturmuştur. Kürdlerin çözülmesi için geleneksel Kürd aşiretlerinin çözülmesine büyük önem vermiştir. Bir yandan aşiretler arasındaki çelişkiler kaşınmış, teşvik edilmiş, Kürdlerdeki bölünmenin hızlandırılması için müdaheleler yapılmıştır. Aşiretlerin Kürd toplumundaki önemli yeri bilindiği için ‘aşiretler cehaletin ve geri kalmışlığın’ gerekçesi gösterilerek aşirtetlere karşı politik bir propaganda da yürütmüştür. Ne yazık ki bu propagandanın Kürdler içinde alıcıları çıkmıştır.Devlet aklının örgütlediği bu propaganda 1970’li yıllarda bazı Kürd sol örgütlerinin, ‘ağalıkla mücadele’ adı altında aşiretlere, aşiret liderlerine karşı silahlı şiddet politikaları uygulaması ile ileri bir safhaya ulaşmıştır. PKK’nin Siverek, Hilvan, Batman, Van’da Bucaklar, Süleymanlar, Ramanlar, Jırkiler gibi aşiretleri hdefe yapması devletin bu politikası ile yakından ilişkilidir. PKK’nin hedef aldığı aşiret veya aşiret liderleri, devlet gözünde ‘sakıncalı’ görülen aşiretlerdir. Aşiretlerin ve Kürd ulusal mücadelesiyle yakından ilgili ağaların hedef alınması PKK ile sınırlı değildir. Bismil’de Niyazi ve Faik ağaların katledilmeleri bunun akla gelen ilk örnekleridir. Bunun yanısıra 1970’lerde ortaya çıkan Kürd siyasi hareketlerinin hepsinde ‘Feodalizmle mücadele’ de bir hedef olarak saptanmıştı.

* * *

Devlet Burukiler hakkında ne düşünüyordu?

Devlet raporlarında Burikiler hakkında şu bilgiler veriliyor:

‘Nüfusu: 15 bin. Dili Kürtçe (Kırmanç). Reisi ya da ileri geleninin adı ve soyadı, varsa lakabı, genellikle oturduğu yer: Kinyas Kartal, Van il merkezi.’

(..)

‘Düşünceler’ kısmında ise şunlar yazılmaktadır:

‘İsyana katılmamışlardır. Karki, Hecımki, Kırmızki, Eliki, Bekçi, Şeybızınli kabeileleri vardır. Barzani’ye taraftarlık ettikleri hususunda şüpheler vardır. Kürtçülük faaliyetlerini desteklerler. Rus propagandası etkisi altındadırlar. İran’da Halikan aşireti reisi Ömer ile gizli ilişkileri vardır.’ (Aşiretler raporu, Kaynak yayınları, Şubat 1998, s.343)

Buruki aşireti ile ilgili olarak Ahmet Özer’in ‘Doğu’da Aşiret Düzeni ve Brukanlar’ adli tez çalışmasında da ilginç bilgiler vardır. Bu çalışmada Burukiler üzerinde bir saha çalışması yapılmıştır.

Sosyo politik bir örgütlenme olan Kürd aşiretlerinin hedef olması tesadüfü değildir. Kinyas Ağa’nın aşireti de dahil birçok aşirete karşı uygulanan zorla ‘göçertme’ bir devlet politikasıdır.

Aşiretler, aşiret federasyonları baba soyluğa dayanan örgütlenmeler olduğu için kollektif bir refleks gösterebildikleri için devlet nazarında ‘poatnsiyel’ bir tehlike olarak görülegelmişlerdir. Osmanlı döneminde başlayan ve Kemalizm iktidarında daha da geliştirilen ‘merkezileşme’ stratejisi aşiretleri hedef alan özel ve güncel politikalar geliştirmiştir. Örneğin PKK eliyle yürütülen terör devletin amaçladığı aşiretlerin çözülmesi amacına büyük bir yarar sağlamıştır. Kürd aşiretlerinin ‘Çözülmesi’ ise ‘modernleşme’ olarak sunulmaktadır.

Daha sonra özellikle son 20 yılda terör nedeniyle meydana gelen kırsal çözülme sonucundaki “hızlı modernleşme”nin aşiret ve akrabalık ilişkileri üzerindeki çözücü etkileri gösterilmeyeçalışılmış..’ (Hakkari örneğinde aşiret, cemaat ve akrabalık örüntülerinin modernleşme ve kırsal çözülme sürecindeki siyasal ve toplumsal süreçleri. Ferhat tekin, Yüksek lisans tezi.Konya 2005. Danışman: Prof.Dr.Yasin Aktay)

***

‘DİNİ DUYGULARIN MİLLİ DUYGULARIN YERİNİ ALMASI

Kinyas Kartal ‘anılarının’ bu bölümünde devletin Kürdlere ve Kürd aşiretlerine yönelik başvurduğu bir politikayı , ‘ümmet’ sloganını ve Osmanlının ‘İslamiyetin hamisi’ olma propagandasını tekrarlıyor:

‘Ben Askeri Lisede okuduğum yıllarda Erzurum Rus birlikleri tarafından işgal edilmişti. Dışarıda Rus askerleri zafer şenlikleri yaparken Erzurum ve Kafkas halkından Ermeniler de onlara katılırdı. Ben her gece yatağıma girer yorganımı başıma çeker sabaha kadar ağlardım. O dönemde bizim kuşağımızda din, terbiye ve eğitimin temeli idi. Dini duygularımız adeta milli duygularımızın verini almıştı. Dini duygularımız milli duygularımızdan çok evvel gelişti. Biz hepimiz Kafkasyalı, Erzurumlu Müslümanlardık. Bize Müslüman olduğumuz için cephe alınmıştı. Müslüman olmayanlar birbirlerine arka çıkıyorlardı. Benim Kafkasya’dan Erzurum’un acısını duymam çok tabii idi. Ben çocukluğumdan beri dinime ve aileme bağlıyım. Ailemden bu terbiyeyi aldım. Rusya’da da olsak biz Müslümanlar İslâm dininin hamisi olarak Osmanlı’yı düşünürdük. Osmanlının zaafa uğraması İslâm dininin zaafa uğraması demekti. Rus Askeri mektebin de okumuş olsak, bir Türk İmparatorluğunun ve İslâm dininin zaafa uğrayabileceğini düşünmek bizi çok üzerdi. Bu üzüntüyü çok duymuşumdur.’

Kinyas Kartal ‘Anıları’nın bu bölümünde ise ‘Anılarının’ ana fikriyle uyuşmayan bir örnek veriyor:

‘Buna benzer bir hatıramı daha anlatmak istiyorum. Babam Rahmetli Bedir Bey beni askeri liseye yazdırdığı zaman 1917 ihtilâlinden bir hayli evvel Çarlık döneminde idi, okulun direktörü ile bir görüşme yapmıştı. Bizim Müslüman olduğumuzu bana domuz eti yedirmemelerini söylemişti. Direktörümüzün emri ile domuz eti pişirildiği gün yemekhanede bana ayrı masa açılırdı. Ben yemekhaneye girince gözlerimle özel masamı araştırırdım, görmeyince, o gün domuz eti olmadığını anlayıp arkadaşlarımla birlikte oturup yemeğimi yerdim. Bir gün yemekte domuz eti vardı. Benimde ayrı masam hazırlanmamıştı. Direktör yemek salonuna girip benim bir kenarda oturduğumu yemek yemediğimi görünce durumu anladı. Bunun üzerine personelden 80-90 kişinin işine son verip yenilerini aldılar. Ruslardan kördüğümüz zararlar yüzyıllarca devam etmiştir. Ne var ki Çarlık Rusya koyu Ortodoks bir yönetim idi. Yani dinin ne olduğunu bilirdi. Ancak müesseseleri sağlamdı. Bu gerçekleri gençlerimiz iyi bilmeli.’

Ruslar, Türklerle girdiği her savaşı kazanmalarına rağmen nedense Kinyas Kartal, Rusların ‘Türklük karşısında aşağılık duygusu yaşadığını’ öne sürüyor. Kürdlerin dini inançları nedeniyle özellikle Stalin döneminde sürgün edilmeleri, Ezidi Kürdlerin ise Müslüman Türki devletler içinde serpiştirilmeleri bir vakadır. Fakat ‘Rusların Türklere karşı aşağılık kompleksi içinde olmaları’ noktasında Kinyas Kartal resmi ideolojinin propagandasını yaparken dozu bayağı kaçırıyor:

‘Bir başka hatıramı daha anlatayım. Ruslar da Türkler karşısında aşağılık duygusu taşırlardı. Bu duyguyu her seviyede Rus’da az çok görebilirsiniz. Bu duygu Rusların uzun süre Türk yönetiminde kalmalarından geliyordu. Bu duygularını özellikle Tatarlara karşı gösterirlerdi. Arkadaşlar zaman zaman bana hakaret anlamında “tatarin” derlerdi. Ben de onlara emsali kelimelerle mukabele ederdim. Bu arada Direktör babama “Oğlun istikbalde Çar’ın subayı olacak, arkadaşlarını kesinlikle ihbar etmesin,  ihbar yapan bir subay adayına iyi gözle bakılmaz, arkadaşları ile geçinmeye çalışsın” demişti. Bu yüzden ben de gerek babama gerekse sınıf subayıma uğradığım hakarete dair bir açıklama yapmıyordum. Bu gün bardağı taşıran bir olay oldu. Bir Ermeni arkadaş bana “Muhammedi öldürür, derisini tuzlayıp satarım”dedi. Çok tahrik olmuştum. Bu talebe arkadaşımı iyice dövdüm ve iki dişini kırdım. Dövülen sınıf arkadaşım beni şikâyet etti. Benim savunmamı aldılar. Disiplin subayı  “burası dağ başı mı neden dövüştün ve bunun dişini kırdın” diyordu. Ben de “Müslümanım, okulunuzda Müslümanlara yer yoksa ayrılır giderim. Burada Müslüman öğrencilere okuma hakkı var ise bana kimsenin hakaret etmeye hakkı yok. Hakarete uğradım mukabele ettim” dedim. Bunun üzerine tahkikatı yapan subay gençlerimizin bilmesini istediğim bir cevap verdi. Subay; “Kendi dinine saygısı olmayanın, bizim devletimize ve Çarımıza da saygısı olmaz. Bir daha dinine hakaret edenin iki değil dört dişini kır” demişti. Gençlerimiz onları tahrik edip olaylara sokanların ilkin inanç yapılarına baksınlar, Allahını inkâr eden dini uyuşturucu afyon kabul eden zihniyetin sonu kendi başını yemektir.’

‘RUSLAR VE ERMENİLERİN EBEDİ VE EZELİ DÜŞMAN’ OLMASI

Kinyas Kartal devamla ‘Rus-Ermeni’ ilişkilerinden yola çıkarak, ‘Ruslar ve Ermeniler bizim ebedi ve ezeli düşmanlarımızdır’ diyor. Sovyetler Birliği’nin  ve liderleri lenin, Stalin,Troçki, Zinovyev’in İttihatçı liderlerle ve Mustafa Kemal ile yakın ilişkisi bilindiği halde Kinyas Kartal bunu atlıyor.Kürdlerle Emenilerin iki akraba halk olduğunu ve birbirlerine karşı Osmanlı ve Ruslar tarafından mobilize edildiklerini unutuyor. Devletin, Kürdleri ‘herkese düşman’ edip, onları müttefiksiz bırakma siyasetine yardım ediyor:

‘Ruslar ve Ermeniler bizim ebedi ve ezeli düşmanlarımızdır. Bu zihniyetimize onların bize karşı duyduğu bitmek tükenmek bilmeyen kinleri ve mezalimleri yol açmıştır. Benim Rusya’da Ruslar ve Ermeniler ile birlikte yaşadığım yıllarda şahit olduğum olaylar bana bu hükmü verdirmişti. Şimdi şahit olduğum ve takip edebildiğim gerçekler de bu teşhisimi doğruluyor. Rusya’da her seviyede öğrencisi olduğum okullarda, görev aldığım birliklerde hrıstiyanların birbirlerini tutuklarını görmüşümdür. Günlük hayatta Rus Ermeniye arka çıkar okullarda okul idaresinin öğrenciler arasında açıktan taraf tutması mümkün değildi. Anılarımda da belirttiğim gibi çok dürüst okul idarecileri de gördüm. Ancak iş devlet politikasına, topyekûn milli menfaatlere gelince Rus yönetimi Ermeni toplumuna arka çıkmıştır. Bana göre Ermeni ayaklanmalarının ve taşkınlıklarının arkasında büyük çapta Rus desteği olmuştur.

Hıristiyanların birbirlerine olan tutkunlukları ve milletimizin Müslüman evlâtlarından başka kimseden bize fayda gelmeyeceğine dair bir hatıramı daha nakledeyim. İngiliz Milletvekillerinden birisi Marshall yardımı konusunda maliye Bakanı’nı sıkıştırır. Yardımın dengesiz dağıtıldığını anlatmaktadır. Bakana; “Marshall Yardımı müttefiklerimizin nüfuslarına göre taksimata uğramakta iken Yunanlılar daha az nüfusa sahip iken neden en fazla yardımı alıyorlar” şeklinde bir soru sorar. Bakanın verdiği cevaplardan tatmin olmaz ve Bakanı sıkıştırır. Baklayı ağzından çıkaran Bakan; “Unutmayalım Yunanlılar Hiristiyandır” der.’

***

Kinyas Kartal devletin özellikle Kürdleri güçten düşürmek, kendi bireysel ve kollektif hakları için hak aramadan alıkoymak için Kürdleri innaç, lehçe temelinde bile bölmek için başvurduğu yöntemleri görmezden geliyor. Sözünü ettiği Hristiyan aleminin Kürdlere ciddi bir katkı sunmadığı gibi, Kürdlerin ve ülkelerinin bölünmesinde oynadığı rolü unutuyor. Kürdlerin ‘devleti zayıf düşürme’ planları içinde olduğu teranesini tekrarlıyor. Hızını alamayıp Arapların Osmanlı’dan bağımzsılaşmasına içerleyip, Kıbrıs meselesinde Türkiye’ye  destek olmamasına kızıyor.

‘Hıristiyan âleminin milletimize olan hasımca davranışları yeni değildir Osmanlı devleti döneminde imparatorluğun ilkin gayrı Müslim unsurlarını tahrik ederek onları imparatorluktan koparmış, sonra imparatorluğun bünyesinde Müslüman tebaaya el atmıştırlar. Ortadoğu’daki her gün birbiri ile didişen Arap devletleri bu uygulamanın mahsulüdür. Hıristiyan ve Komünist âlem şimdi Anadolu’daki Müslüman Türk halka kancayı takmıştır. Memleketin doğulu evlâtlarını tahrik ve istismar etmek suretiyle alet etmek istemektedir. Allah korusun, bu oyunda başarılı olursa bu defa doğuluyu kendi içinde bölmeye çalışacak “Alevi” diyecek “Sünni” diyeceklerdir. Artık uyanmamızın zamanı gelmiştir.

Hıristiyan âleminin bir zamanlar imparatorluğun bünyesindeki Hıristiyan unsurlara arka çıkıp devletimize baskı yaparak, onları ayrı birer devlet haline getirmesi yeterli görülmemiştir. Şimdi ise Türkiye’yi bölüp-parçalamak için Avrupa’ya kaçmış komünist ideolojiyi benimsemiş veya cahil Müslüman Türklerden veya gayri Müslim toplumları kullanarak devletimizi zayıf düşürmek, anarşinin içine itmek için çalışıyorlar. Yeni baskı unsurları budur.

Durum bu iken maalesef Arap devletleri, biz de Müslüman olmamıza rağmen senelerce sürdürülen Osmanlı aleyhtarı propagandaların neticesi olarak bizi pek desteklemezler. Nitekim Kıbrıs meselesinde tamamen haklı olmamıza rağmen pek çok Arap ülkesinden gerçek bir destek göremedik. Bana göre bunun iki sebebi vardır. Asırlar boyunca idaremiz altında kaldıklarından Türklere karşı antipatik davranırlar İkinci husus Arapların birleşmelerine karakterleri müsait değildir. Birleşemedikleri içindir ki 150 milyon Arap 1,5 milyon İsrail ile başa çıkamamaktadırlar. Millet olarak birleşmenin doğurduğu kuvvete bundan daha iyi örnek olamaz. Birlik olursak milletçe sırtımız yere gelmez. Kabile şuuru ile hareket eder bölük pörçük olursanız her parçamız ayrı ayrı düşmanın elinde maskara olur.’

Kinyas Kartal’ın söyledikleri veya O’na söyletilenler Türk resmi ideolojisinin Kürdlerin meşru hak arama mücadelesine karşı gündemde tuttuğu, her defasında allayıp pullayıp piyasaya sürdüğü iddialardır. Kinyas kartal kendi şahsi ve aşiret geçmişine hakaret edercesine, devletin Kürd aşiretlerini çözme politikasına destek sunuyor. Kürdlere ‘kabile şuuruyla hareket etmeme’  çağrısında bulunuyor.

***

Kürdlerin hak arama mücadelesi Kinyas Ağa tarafından ‘dış güçler tarafından anarşiye itilme’ olarak değerlendiriliyor:

“İslâmiyet içersindeki birlik ve dayanışmayı sekteye uğratan bir başka faktörde kısa vadeli çıkarlar için İslâm ülkeleri içerisine nifak sokmaktır, bugün doğu bölgesinde bir takım çocuklarımızı anarşiye iten dış güçlerin arkasında maalesef Müslüman ülkelerden birisi de vardır. Bu tür silahlar daima geri tepmiştir. Bu tür tahriklere kapılanların da sonu hicran olmuştur. Özet olarak dostunuz yok denecek kadar azdır. Düşmanımız ise çoktur. Esasen biz başkasına muhtaç olmayacak kadar manevi güce sahibiz. Birbirimize düşmezsek başkasına muhtaç olmayız.  İhtiyacımız olan en büyük güç sevgidir. Sevgi ve hoşgörü ile yenemeyeceğimiz güçlük yoktur. En büyük kuvvet birlikten doğar.

İhtiyacımız olan birliği sağlayabilmek ve birbirimize hoşgörü ile yaklaşabilmek için geçmişimizi, tarihimizi iyi bilmek ve çocuklarımıza iyi anlatmak mecburiyetindeyiz. Genç arkadaşlarıma daha doğrusu torunlarıma bu münasebetle de bir hatıramı anlatayım.”

ENVER PAŞA’YA ÖVGÜ

Kinyas Kartal’ın ‘Kürdlere, çocuklarına’ tavsiyelerinde Enver paşa’ya övgü de dahil olmak üzere herşey var ama Kürdlerin bölünmüşlüğü, ulusal ve bireysel haklardan yoksunluğu yok. Enver paşa’nın onbinlerce Kürdü Sarıkamış’ta Rusların önüne bir yem olarak atması, kış koşullarında onların öldürülmelerini ‘General kışa yenilme’ olarak yorumluyor. Kürdlerin topluca ölmelerinden de resmi ideolojinin propagandası için hamaset üretiyor, kendisini ‘Kafkas Türkü’ olarak tarif ediyor:

‘Okul öğrencisi olduğum yıllarda Paskalya münasebetiyle köydeki evimize gelmiştim. O yıllarda Sarıkamış’da ordularımız General Kış’a yenilmişti. Büyük milletlerin tarihinde bu tür acı hatıralar olabiliyor. Enver Faşa hareket inden sonra askerlerimiz donmuş silahları yerde kalmıştı. Bölge halkı bu silahları topluyor aşiretlere satıyordu. Bu silahlardan 6 at yükü tüfek de bizim aşirete getirilmişti. Rahmetli babam köylüler adına pazarlık yaparak satın alıyordu. Babamın amcasının oğlu Mehmet Bey de yanında idi. Mehmet Bey bir silah seçti ve babama “bu silahı sana alalım” dedi. Silahın dipçiğinin üzerinde Kan izi vardı. “Mehmet “dedi. Babam,  “Bu silahta Türk kanı var. Benim içim ecdadın kanını taşıyan bu silahı kullanmaya elvermez. Allah’tan dileğimdir. Türk askerleri buralara kadar tekrar gelsin onların safında çarpışmak bana nasip olsun gâvurları kırıp şehit olayım” dedi. Bu sözleri söylediği zaman bu dileğin maddeten vuku bulması mümkün değildi. Allah babamın duasını kabul etti 9.Kafkas Fırkası’nda dövüşürken babam. Ermeni kurşunu ile şehit oldu.

Söz Enver Paşa’dan açılmışken, Onunla karşılaştığım zaman ben Harp Okulu öğrencisiydim. Bakü’deki Büyük Tiyatro’ da Kur’an-ı Kerim’in aleyhinde bir konuşma oldu. Enver Paşa bu toplantıda söz alarak Kur’an-ı Kerim’i güzel bir üslûpla müdafaa etti. Daha sonra ben bir kaç arkadaşımla Enver Paşa’nın yanına gittik. “Paşam biz de Türküz bize bir hatıra olarak, Kartvizitinizi verirmisiniz” diye sorduk. Bir küçük kâğıt parçasına adını ve adresini yazdı, bize verdi. Onu uzun zaman saklamıştım. Sonra kaybettim.

Biz Kafkasya’daki Türkler Enver paşa’ya Kafkas cephesinde çok yardım ettik. Birçok Kafkas Türkü hayatını onun yolunda gözünü kırpmadan verdi. Fakat harbin sonucu maalesef müspet olmadı. Açlık, yokluk bir de kış eklendi. Ecdat milli çıkarlar için atların tersindeki arpaları çok yemiştir. Ruslarla çarpışan askerlerimiz buğday kavurması kavurgayla karnını doyuruyordu. Sadece iman kuvvetiyle bu kadar oldu.

Babam ecdat kanı ile onurlanmış silahı Kafkas cephesinde kullanıp, henüz şehit olmadan bu silaha ilgili bir hatıramızı daha hatırlıyorum. O yıl ilkbahar’da çadırlarımızda 5 erkek 1 kız kardeş oturuyorduk. Kahvaltıdan henüz kalkmıştık. Babam da aramızdaydı. Çadırlarımızdan 1 -2 km. ötede sığırlarımız yayılmıştı. Sonra birilerinin bunları kovaladığını gördük. Babam benden silahını istedi. Bir iki el ateş etti ve dereye doğru indi. Ancak dereye inince bunun bir Ermeni pususu olduğunu anladık. Ermeniler tuzak kurmuş, Azerileri de bu pusuya çekmişti. Aşiretimizden bir anda dereye 1000-1500 süvari indi. Çetin bir çatışma oldu. Azerilerin ve bizim sürülerimizi kurtarmıştık. Dostluklar yenilendi. Babam bu silaha bu çatışmada veda etti. Martini ateş edince çok duman çıkartıyordu. Bundan sonra Çaplı aldı ve onu kullandı.’

***

Kinyas Kartal’ın anıları görüldüğü üzere Türk resmi ideolojisinin Kürdler üzerinde tesis etme amacına odaklanmış. Yer yer anlatımlarında O’nun kişisel ve aşiretinin deneyimleri öne çıkıyor. Tüm bu ‘deneyimler’ de gelip Kürdlüğünü inkar etmeye, ‘Kürdlerin dış güçler’in kullandığı bir halk olduğu ‘iddiası’na varıyor. Kinyas Kartal’ın anılarında Kürdlerle birlikte, Ermeniler, Araplar,tüm Hristiyan alemi deccaleştirilip Küdlerin soykırımı ve asimilasyonundan sorumlu egemenler aklanıyor.

‘Hatıraları’nın son bölümünde sözü yine Ermenilere getiriyor ve şunları söylüyor:

‘Rusya’da iki tür Ermeni vardı. Başlangıçtan beri bizim komşumuz olan Ermenilerden başka birde Osmanlı İmparatorluğu sınırlarını terk edip gelenler vardı. Bunlara Kahdogam deniyordu. Bütün huzursuzluğu bunlar yarattı. Gaddar, hain, hatır tanımaz tiplerdi.  İşleri güçleri çetecilikti. Bu çetelerden birisi bir gün (1917-1918), bizim aşiretin köylerinden Zeve’ye geldi. Kadın erkek, çoluk çocuk ne varsa hepsini katlettiler. Canlı varlık bırakmadılar. Bütün evleri ve tarlaları yaktılar. Bizim aşiretin yaşlılarından Kafkasya’daki Zeve köyünde Ermenilerin yaptığı katliamı bilmeyen yoktur. Bu acı hatıranın ağıtları bile vardır.

Ermenilerin bize yaptığı asıl büyük mezalim İran’dan geçerken yol boyunca oldu. Hiç beklenmedik bir anda çeteler saldırıya geçerlerdi. Geceleri çadırları basar sırf öldürmüş olmak için ateş ederlerdi. Hayvan sürülerimizi toplu halde imha eden Ermeni çeteleri hatırlıyorum. Adeta soyunuzu sopumuzu kazıyıp yok etmek istiyorlardı.’

Türkiye, Kürdlere karşı Sadabad, Bağdat, CENTO antlaşmaları yaptı. NATO’nun üyesi. Buna rağmen Kinyas Kartal, ‘dostumuz yok, düşmanımız çok’ diyor. Kürdlerin İran, Türkiye,Iraq, Suriye arasında bölünmüşlüğü, Rus sınırları içerisinde kalan Kürdlerin yerlerinden göçertilmesi, kendi aşiretinin geçirdiği acı tecrübeler, üç devlet sınırı içinde uğradığı sürgünler, kendisine yapılan haksızlıklar hakkında bir şey söylemiyor. Kürdlere karşı yürütülen acımasız devlet politikalarını ‘Dolu yağdı, benim tarlama isabet etti’ diyerek küçümsüyor, Kürdlere karşı işlenen insanlık dışı suçları hafifletmeye çalışıyor:

‘86 yaşındayım. Bir tek inanç taşırım. Bizim dostumuz yok, düşmanınız çoktur. Gençlerimiz tahrik ediliyorlar. Onlara nasihatimi tekrarlıyorum kesinlikle tahrike kapılmasınlar. Bu memleket ve onun bütün nimetleri onlarındır. Gençlik kendi milletine kendi devletine kendi kültür ve değerlerine ters düşmemelidir. Unutmasınlar ki Babasının kurduğu düzeni yıkan oğulun düzenini de onun oğlu yıkar. Onları yetiştiren ve geleceği emanet eden Türk milletine ve Türk devletine karşı harekete geçmesinler, kötülemesinler, iyi düşünüp, milletini severek, tenkid ettikleri beğenmedikleri şeyleri millet ve devletleri için kendileri daha iyisini yaparak, bağlılıklarını ispatlasınlar.

Doğu Anadolu ‘ya hizmet götürecek her hükümet hangi partiden olursa olsun ilgili görevinin memleketi Türkiye’nin her neresinde olursa olsun bölgeye hizmeti sevgiyle götürmelidir. Bölgenin insanı bu milletin öz evlatları olduğunu hiç unutmamalıdır. Bu konuda yapılacak herhangi bir ihmal milletin aleyhine olur Türk milletinin ve Türklüğün kopmaz bir parçası olan Doğu Anadolu ‘ya hizmet götürürken sevgiyi ve şuuru ihmal eden hükümetler vebal altına girerler. Bunların bu tür ihmalleri  “bölücülük” için kandırılmış fanatikleri piyon gibi kullananların isine yarar.

Bu yurdun her evlâdı bilmelidir ki; boy zümre mezhep ayrımcılığına katılmak veya önlenmesinde ilgisiz kalmak ilkin kendi zararına olur, Türkiye’nin milleti ve vatanı ile bütünlüğüne inanıp destek olmak, kendi menfaatimizedir.’

***

Kinyas Kartal’ın da hedef gösterildiği ve Celal Bayar’a sunulan Kürd raporunun girişinde şöyle denmektedir:

Raporun girişinde, şöyle deniyor:

“Memleketimizde Kürtçülük fikri, İkinci Dünya Savaşı’na kadar Ağa, Bey, Şeyh gibi reisler ile Bedirhânî ve Babanlar gibi emir veya hükümdar olmak arzusunda olan aileler tarafından müdafaa ve takip edilmiş ve bu fikir yabancı devletler tarafından kendi maksat ve emelleri için istismar olunarak zaman zaman cahil halk kitleleri ayaklandırılmak suretiyle müzmin bir hale getirilmiştir. …Cumhuriyetin ilânından sonra memleketimizde vukua gelen Kürt isyanlarının hepsinin şiddetle bastırılması, isyana iştirak edenlerin ağır cezalara çarptırılmaları, bu arada kendilerine vaadlerde bulunan büyük devletlerin bu vaadlerini yerine getirmemiş olmaları, Kürt liderlerin ve cahil halkın gözünü yıldırmıştır. Kürtler, davâlarını artık silâhla ve isyanlarla kazanamayacaklarına emin olmuşlardır. Bu bakımdan Kürtçülük dâvâsının önderliğini yapan şahıslar, gayelerine ulaşabilmek için yeni bir metod takip etmeğe başlamıştır”.(Murat Bardakçı,18.03.2012,Haber Türk)

Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere Kürdlere yardım eden herhangi bir devlet olmamıştır. Ortada Kürdlere yapıldığı iddia edilen ‘vaadler’ vardır. Kürd davasında ‘ağa, bey, şeyhler, Bedirxanlar ve Babanlar önemli bir rol oynamıştır. Kürdlere karşı uygulanan emsalsiz şiddetle Kürdler yıldırılmıştır.

***

“Alınacak Tedbirler” başlığı altında Kürtçülük faaliyetlerine karşı devletin neler yapması gerektiği, maddeler halinde sıralanıyor:

“…Aşağıdaki tedbirler, âcilen ele alınması gereken hususlardır: Şark bölgesindeki istihbarat faaliyeti ve ajanlama işinin takviyesi ve bu bakımdan daha büyük maddî fedakârlıklara katlanılması lâzımdır. İstanbul’daki gençlik esaslı bir kadro ile ve ajanlarla hepsinden önce de bazı Türkçü liderlerle murakabe edilmeli (denetlenmeli) ve kılavuzlanmalıdır. Türk ve Kürt kültürü arasındaki fark görünmez şekle sokulmalı ve onların tertip ettiği Şark geceleri, folklor ve kültür gayretleri maarif ve kültür sistemimize göre ele alınıp Türk kültürüne temsil edilmelerine çalışılmalıdır. Yeni teknik imkânlarımızdan faydalanarak neşriyat yapan üç dış radyonun dinlenmesine mâni olunmalıdır. Posta sansürü Kürt muhaberat ve neşriyatına karşı daha geniş ölçüde işletilmelidir. Bunlarla uyumlu olarak politik müdahale ve karıştırmalar da tertip olunabilir. İran’la bu konudaki işbirliğinin güçlendirilmesi lâzımdır. Irak devleti, Kürtçülükle mücadeleye ikna olunmalıdır”.

AJANLAŞTIRMA VE DENETLENME

 DP iktidarı döneminde 1959’da Celal Bayar’ın isteği üzerine hazırlanan sözkonusu raporun ‘Alınacak tedbirler’ bölümü çok önemlidir. Devletin, Kürdler içindeki ‘ajanlaştırma’ faaliyeti ve bu yolla da ‘Kürdlerin bazı Türkçü liderler vasıtasıyla denetim altına alınması ve yönetilmesi’ amaçlanmaktadır.

Bu ‘tedbirler’ 1950’lerden itibaren devletin Kürdleri manipule etme amacını, Kürdlerin mücadelesinin yoldan çıkarılması için başvurulan yöntemleri açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu ‘tedbirler’ günüzmüde harfiyen uygulanmakta ve uygulanmasında da hiç bir engelle karşılaşılmamaktadır.

Kinyas Kartal’ın ‘hatıraları’nı da maalesef bu ‘Ajanlaştırma’ ve Kemalizme , kemalizmin liderine biat ettirme perspektifiyle okumak kaçınılmaz oluyor.