Abdullah Öcalan’ın Suriye’den ayrılmasının nedenleri ile ilgili geçtiğimiz günlerde bazı açıklamalar yapıldı.

Bu açıklamalardan birisi o dönem PKK Avrupa sorumlusu olduğu ifade edilen Şahin Cilo adlı kişinin PKK haber ajansı ANF’ye verdiği ve 15 şubat günü Nihat Kaya imzasıyla yayınlanan mülakat.

Bir diğer açıklama ise Suriye eski devlet başkan yardımcısı Haddam’ın Sabah gazetesinde aynı günlerde yayınlanan açıklaması.

Konumuz Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye avdet etmesi ve Kani Yılmaz ile Serdar Kaya’nın 11 Şubat’ta katledilmesi olduğu için sözkonusu iki açıklamaya geçmeden önce şubat 1999’daki günlere dönmek istiyorum.

O günlerde Abdullah Öcalan’ın açıklamalarını okuyanlar, eğer onun kuşku verici geçmişinden derin şüpheler içinde olan kimselerdiyse, Öcalan’ın Ankara’ya gideceğini rahatlıkla anlardı. O dönemin Özgür Politika gazetesinin arşivine sahip olanlar lütfen açıp o açıklamaları okusunlar.

O günlerdeki atmosferi hatırlamakta yarar var.

Şemdin Sakık 1998 baharında PKK’den kaçtığında Abdullah Öcalan, “Eğer devlette şeref varsa onu yakalar imha eder.” diyordu.

Şemdin’in Türkiye’ye götürülmesinden sonra ise Günay Aslan gibi eski Aydınlıkçılar, bundan Öcalan için payeler çıkarıyorlardı.

Olaya biraz basit baktığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor.

Abdullah Öcalan İtalya’ya iltica etmişti ve bu iltica başvurusunun sonucunu beklemesi onun en doğal hakkıydı. Kimse o hakkı ondan alamazdı. En kötü ihtimalle Almanya’ya gönderilse bile orada cezaevinde olması da Türkiye’ye gitmekten herhalde daha iyi olurdu. Şimdi çoktan serbest bırakılmış olurdu.

Fakat böyle olmadı.

Öcalan’ın Suriye’den de gönüllü olarak çıktığına dair güçlü belirtiler var. En azından Haddam’ın açıklamaları bunu işaret ediyor. Suriye’den çıkmasının nedeni de Kürdlerin kara kaşı kara gözü için değil, Hafız Esad’ın ulu menfaatleri içindi.

ABD’nin küçük bir işaretinin bile Hafız Esad’ın Apo’nun ipini çekmesine yeteceğini Öcalan iyi biliyordu.

Türkiye ‘Asker kaçağı’ olduğu iddiasıyla bir zamanlar tutuklama kararı çıkarmadığını söylüyordu. Hatta Apo’nun devlet bursu da devam ediyordu.

Türkiye, Öcalan’ı hiç bir zaman resmi olarak Suriye’den istemedi.

Abdullah Öcalan’ın Suriye’deki varlığı, Babı-Ali’deki sayfalarda verilen ‘müthiş’ meydan savaşlarıyla tartışıldı.

Binlerce Kürd muhalifin canı pahasına geçtiği Suriye sınırlarını ve tel örgüleri, Abdullah Öcalan zamanında 250 bin TL gibi büyük bir para karşılığında, bir askerin teli kaldırıp ‘öte yakaya’ geçtiğini şu ünlü monologlarından birisinde söylemişti. Ki ‘hicretine’ bir gizem kazandırsın.

* * *

Haddam ise Abdullah Öcalan’ı Suriye’ye Cemil Esad’ın getirdiğini söylüyor. Herhalde Ankara ve Şam’ın koordineli bir planıyla olmuştu bu.

Zaten Haddam’ın açıklamaları da gösteriyor ki daha Haddam bir şey istemeden Öcalan yapması gerekeni söylüyor.

Sabah gazetesinde Haddam efendinin söylediklerine bakalım:

Haddam soruyor: Savaş olursa nerede olur?

Öcalan: Kamışlı ve Halep bölgesinde olur.

Haddam: Bu gerginlikten çıkmak, savaştan kurtulmak için ne yapmak gerekir?

Öcalan: Bunun için benim Suriye’den gitmem gerekir.

Haddam: Öcalan sen zeki bir adamsın. Peki ne zaman gidersin?

Öcalan: Bir kaç gün zaman istiyorum.

Haddam: Öcalan bilinenin aksine ne özel bir jetle, ne de başka bir havaalanından gizlice gitti. Şam havaalanından kalkan tarifeli bir uçakla normal bir yolcu olarak, biletini kendisi alıp Atina’ya uçtu.

Öcalan’ın İtalya’da ortaya çıkması Türkiye’deki devlet yetkililerini çok rahatsız etti! Dönemin başbakan yardımcısı Mesud Yılmaz’ın, ‘Apo, Suriye’de iken daha iyiydi. Şimdi Kürd meselesi siyasallaşacak’ şeklinde endişelerini dile getirdi.

Öcalan’ın yayınladığı 8 maddelik bir istek paketi vardı. İllegal bütün Kürd yapıları bu istek paketini desteklediklerini duyurmuşlardı. Kemal Burkay’ın özel temsilcisi (Sertaç Bucak) dahil birçok kişi Abdullah Öcalan’ın yanındaydı. Şıvan Perwer ve eski eşi Gülistan, merhum Mahmud Baksi de Öcalan’ın gönlünü hoş tutmak için yılbaşını onun yanında geçirmişlerdi. Mehdi Zana da Roma’ya gidenler arasındaydı.

Fakat Abdullah Öcalan nedense İtalya’da kalmak istemedi.

Merhum Kani Yılmaz’ın bir süre önce yayınladığı 3 Ocak 1999 tarihli telefon görüşmesinin bant çözümlerinde Öcalan güya İtalyan dostları sıkışmasın, zorda kalmasın diye İtalya’dan çıkmak istediğini söylüyor. Kani Yılmaz ve Ali Haydar Kaytan ise kendisine Madam Mitterand ve kendileri de dahil olmak üzere, kendisinin İtalya’da kalması gerektiğine inandıklarını iletiyorlar. Öcalan da diyor ki ‘madem öyle ben burada kalıyorum, siz de kongreye yetişin’ diye emrediyor.

Demek oluyor ki Kani Yılmaz 3 Ocak 1999 tarihini takriben Yunanistan’dan ayrılıyor ve Qandil Dağı’ndaki PKK kongresine gidiyor. Şahin Cilo’nuın açıklamaları da gösteriyorki Kani Yılmaz’ın bu konuda yaptığı açıklama doğrudur. İki açıdan doğrudur. Birincisi, Öcalan’ın nereye gideceğinden habersizdir. İkincisi, kongreye katılmak üzere Avrupa’dan gönderilmiştir.

Yani Kani Yılmaz daha Öcalan Roma’dan ayrılmadan çok önce Avrupa’dan ayrılıyor.

Ki Kani Yılmaz Roma’da iken Türkiye İtalya’ya Roma Büyükelçisi İnal Batu aracılığıyla bir nota vererek, Kani Yılmaz hakkında İnterpol tarafından çıkarılmış bir tutuklama kararı olduğunu hatırlatarak Kani Yılmaz’ın tutuklanmasını istiyor (Hürriyet, 15.11.1998, İtalya’ya İkinci Nota).

Bu ne demektir?

Türkiye yetkilileri bir şekilde, sevelim sevmeyelim, Kani Yılmaz’ın o süre Roma’da bulunmasını ulu menfaatlerine aykırı buluyor.

Diyeceksiniz ki, kardeşim bu gözü dönmüş kiralık katillere neden bunları anlatıyorsun? Onlar bu dilden anlamaz. Ancak tek bir dilden anlar.

Yazmak çizmek bunlar için önemsiz ve değersiz şeylerdir.

Bunlar için cezaevinde ömür törpüleyip olgunlaşan, siyasetten anlamaya başlayanlar değil, İzmir’de gazinolarda leblebi satan, konsomatrislere hizmet edenler lazımdır.

Leblebiciler iyi nişan aldıkları için komutan, cezaevinde işkencenin alasını görenler ise dağda maskara olurlar.

İnanmayan, sözümona bir tarihte kaçırılan şu gazetecilerin yazdıkları ‘Dağdakiler’ kitabına bir göz atsınlar.

Kani Yılmaz için Roma’ya nota veren İnal Batu, 1999 yılında Med Tv’de bir açık oturuma da katıldı. O zaman tabii CHP’li yetkilisi sıfatıyla katıldı.

Bunu gazeteci Koray Düzgören ile birlikte hayretle izlemiştik.

Kani Yılmaz konusunda Türk güvenlik güçlerinin duyarlılığını gösteren bir diğer örnek de Haluk Kırcı’nın 12.01.1999’da yani, daha Abdullah Öcalan Roma’dayken İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Masası’na verdiği ifadede ifade edilmektedir.

Kırcı şöyle diyordu:

‘Çatlı yurtdışına gönderilerek Ali Sapan, Kani Yılmaz ve Dursun Karataş ile ilgili istihbari faaliyetlerde bulundu.’ (bak., Devletin Derinliklerinde, Saygı Öztürk, Ümit Yayıncılık).

Öcalan’a gidecek bir yer arandığı dönemlerde onun Ankara’ya gideceğinden emindim.

Bu nedenle, o sıralarda telefonla görüştüğümüz Ahmed Zeki Okçuoğlu’na -o zaman daha avukatlığını üstlenmemişti- ve Ömer Çetin’e onun Ankara’ya gideceğini söylediğimde ikisi de çok hayret ettiler.

15 Şubat günü sabahın erken saatlerinde bir eğitim kursunda iken Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğini Ecevit’in TV açıklamalarından duydum.

‘Hizmete hazırım. Türküm’ sözleri bir süre PKK’nin resmi yayın organında, ‘iğne vuruldu’ gibi gerçek olmayan şeylerle açıklandıysa da, PKK bile bir süre sonra, Kürdlerin ezici çoğunluğunda doğru kabul edilen bir tutum takınarak, ’Başkan esaret altındadır, söyledikleri bizi bağlamaz’ şeklinde açıklama yapmak zorunda kalmıştı.

‘İğne’ teorisi uçak yolculuğu sırasında sarfedilen sözlere karşı geliştirilen, ‘müthiş kazandıran!’ bir söylem olduğu için bayatlamıştı çünkü.

Yere göğe sığdırılamayan ‘Güneş!’ Alzhmeir hastalığına tutulmuş gibi konuşuyordu çünkü.

İyi bir Kuvvacı olmuştu.

‘Kaba dayak, psikolojik baskı, kötü muamele görmedim’ diyordu mahkemede.

* * *

Ve o günlerde ise Özgür Politika ‘işkencede bilmem kaçıncı gün’ diye manşetler atmakla meşguldü.

PKK’nin açıklamalarından sonra durum ilginç bir hal almaya başladı.

Fakat mahkemedeki tutum bile ne ‘yoldaşlarını’ ne de cephe kurma hayali peşinde koşan tabansız Kürd particiklerini uyandıramadı.

Mahkemede ne söyleyeceğini de üç aşağı beş yukarı tahmin ediliyordu.

Şahsen şuna inanıyorum ki Öcalan’ın Türkiye’ye gitmesi kendisinin ilişki ağıyla ilgilidir.

Ne Kani Yılmaz ile ne başkası ile ilgili değildir.

PKK gibi nerdeyse devlet olanaklarına sahip bir örgütün, bir iltica başvurusunun prosedürünü bilmemesine inanmak ancak aptalların işidir.

Öcalan, istese kendi ‘gerillalarının’yanına gidebilirdi. Kürd Federe devletine gidebilirdi.

O zaman kahraman olurdu.

Ama o Ankara’ya gitmeyi tercih etti.

* * *

Her ne kadar PKK, Karayılan vasıtasıyla yaptığı açıklamada Kani Yılmaz ve Serdar Kaya’nın öldürülmesi ile ilgileri olmadığını ileri sürse de, Şahin Cilo’nun (günümüzün General Mazlum’u) açıklamaları ise Kani Yılmaz’ın Öcalan’ın yakalanmasında ya da gönüllü yolculuğunda rol oynadığını söyleyerek adeta bu cinayeti meşrulaştırmaktadır. Kani Yılmaz’ın bir süre önce, iltica davasına bakan Alman avukatlarıyla yaptığı telefon görüşmelerini, ‘Kani Yılmaz Alman Gizli İstihbaratı ile görüştü’ havasına büründürerek, kendi tabanını Kani Yılmaz’ın ‘Bir Alman ajanı olduğuna’ ikna edip, cinayet için meşruiyet yaratmaya çalıştı. Kani Yılmaz’ın katledilmeden önceki yazısında dikkat çektiği husus da zaten budur.

Cinayetten sonra Kürdistan Post ve İndymedia gibi sitelere PKK’liler tarafından gönderilen mesajlarda, ‘Ne yani PKK kendisinden ayrılan herkes için sigorta poliçesi mi çıkarsın? Kani sen bunu hak ettin’ türünden tepkiler ortaya konulmaktadır.

Kürdlerin toprak altı edilmek istenen özgürlük ve statü sahibi olma mücadelelerinin önüne geçmek için, PKK kendisinden ve kendisinden olmayan bir çok insanı şimdiye kadar ‘toprak altı’ etmiş ve etmeye devam edecektir.

Kani Yılmaz’ın katledilmesi de büyük bir olasılıkla Mehmet Şener’in katledilme haberinin alındığı anda olduğu gibi havaya silah sıkılarak kutlanmış ve kutsanmıştır.

Şimdi gelelim Şahin Cilo’nun açıklamalarına:

Cilo’nun açıklamaları da gösteriyorki Kani Yılmaz, o sırada PKK’nin Avrupa örgütünden sorumlu birisi değildir. Aksine sorumlu olanlardan birisi Cilo’dur.

Cilo’nun açıklamalarına göre PKK’nin 1 eylül 1998’de ilan ettiği ateşkese Türkiye devleti de karşılık verecekti. Demekki o sırada devlet ile bir ilişkileri var. Ki öyle olduğunu söylüyor.

Bu durumda Türkiye durup dururken niye Suriye’yi sıkıştırmaya çalışıyor? Ya da niye sıkıştırsın?

Bu bölgesel ve dış dinamiklerin zoruyla olan bir sıkıştırma mı, yoksa PKK eliyle Kürd halkına karşı sürdürülen topyekün savaş stratejisinin kamufle edilmesi için iç kamuoyuna yönelik bir gösteri mi?

Şahin Cilo şöyle diyor:

“Bunlar bir şeyler yapmak istiyorlar diyerek komplonun olacağını anladı ve tedbirlerin alınması konusunda uyarılarda bulundu.”

Demek ki Öcalan bir şeyler olacağını anlamış. Ya da kendisine gelen talimata göre davranma ihtiyacı his etmiş.

Bu kadar ‘öngörülü!’ bir kişinin herhalde, ‘dağdan başka dost yok’ deyip ‘yoldaşlarının’ yanına gitmesi gerekirdi.

Ama Apo, ‘yoldaşları’nın ve halkının yanına gitmiyor.

Niye?

Şahin Cilo’dan dinleyelim:

“Ya Avrupa’ya ya da Kürdistan dağlarına çıkacaktı. Buna göre de kırsalda bazı hazırlıklar yapılmıştı. Dağa gelişi savaşın tırmandırılması ve Kürd sorununun daha da derinleştirilmesi anlamını taşıdığı için bu tercihten vazgeçti. Çünkü Kürd sorununu siyasal yollarla çözmek istiyordu. Bu yüzden de Yunanistan’dan bazı güvenceler almıştı. (…) Bunun da ötesinde önderlik Yunan halkına güveniyordu…”

Sanki Kürdler için ölen Yunanlılar da, Öcalan Kürdlere değil Yunan halkına güveniyor!

Peki Rusya’dan İtalya’ya gidiş kimin fikri?

Şahin Cilo’yu dinleyelim:

“Aslında benim ilk aklıma İtalya geldi, çünkü solun iktidarda olduğu bir ülkeydi ve hükümet çevreleriyle de ilişkilerimiz vardı. Arkadaşları bu temelde İtalya’ya gönderdik. (…) İtalya ile Almanya arasında Şengen anlaşması olduğu için tutuklanma durumu İtalya’da yaşanabilirdi. Bunun için de İtalya temsilcimiz Ahmet Yaman ile iki milletvekilini Rusya’ya, önderliğin yanına gönderdiler. Önderlik bunu kabul edince İtalya’ya geldi.

(…) Başkanın Avrupa’da kalmasını sabote eden ve komplonun bu şekilde yürümesinde Kani Yılmaz’ın rolü belirleyiciydi. Çünkü diplomasi çalışmalarının üzerinde Kani duruyordu. Kani, önderliğin bir temsilcisi gibi hareket etmekten ziyade Almanya ve İngiltere’nin bir temsilcisi gibi hareket ediyordu. Başkan bunu biliyordu ve öyle yaklaşıyordu.. Kani, Başkanı Roma’da ziyaret ettiğinde önderlik ona güvenmediği için Hollanda’ya gönderdi ve Avrupa’yı terkedip ülkeye gideceksin dedi. (…) Bunun üzerine önderlik Kani’nin Avrupa’ya geri dönmesine fırsat vermeden ülkeye gönderdi. (..) Kani ve Mahir Welat’ın oynadığı olumsuz rol önderliğin Rusya’ya çıkışında etkili oldu…”

Şimdi yukarıdaki satırlarda, Cilo, Öcalan’ın D’allema, sıkıntıya girmesin diye İtalya’dan çıkmayı kabul ettiğini, bundan öncesinde ise Almanya’da tutuklanmayı bile göze aldığını söylüyor..

Sonra ise Öcalan’ın Kani Yılmaz’a güvenmediği için onu ülkeye gönderdiğini söylüyor.

İtalya adını ortaya atan da Şahin Cilo.

Şengen anlaşması nedeniyle Öcalan’ın İtalya’da tutuklanabileceğinin de farkında.

Fakat suçlu Cilo değil de Kani Yılmaz.

Gelecek sene de Cilo öldürülürse buna şaşmamak lazım. Çünkü o da anlaşılıyor ki Apo’nun sırlarını biliyor.

Şimdi bu kadar aktörün sahne aldığı bir filimde faturanın Kani Yılmaz’a çıkarılması tesadüfi mi?

Üstelik bunlar Kani Yılmaz’ın katlinden sonra söyleniyor.

* * *

Kani Yılmaz yıllarca Londra’da Belmarsh Hapishanesi’nde hapis yattı. Almanya ilticacı statüsünü geri almak istedi.

Kani Yılmaz’dan önce de yüzlerce Kürd sırf PKK eliyle Kürdlere giyidirilmek istenen Türk resmi ideolojisini kabul etmedikleri, halka giydirilmek istenen deli gömleğini giymedikleri, Kürdlere vurulan ‘terörist’ damgasını kabul etmedikleri ve « peygamber »in günahlarını gördükleri için katledildiler.

PKK’de kim siyasallaşma peşinde koşuyorsa, kim ki ABD ve gelişmiş ülkelerin artık insanların tuvalete bile gitmelerini izleyebildikleri, biyolojik silahlar çağında kendi halkını katletme çılgınlığı demek olan silahlı mücadele ile hak arama mücadeleden vazgeçmek istiyorsa, yeni dünya düzeninin konseptine göre realist ve akılcı politikalar geliştirmek, silahlara veda etmek istiyorsa kurşunu ve bombayı yiyor.

Öcalan’ın misyonun sorgulayan kim olursa olsun ya devletler tarafından öldürülüyor, ya da Öcalan’ın özel kuvvetleri tarafından.

İnsanın yaşama hakkına saygı duyma açısından cinayetlere baktığımızda, insan olma kimliğimizin diğer kollektif  ve bireysel aidiyetlerimizden önce geldiğini görürüz. Bu nedenle her türlü cinayete karşı çıkmak insani bir görevdir.

Kani Yılmaz ve Serdar Kaya’nın öldürülmesine ilişkin yazarak tepki göstermemin ana nedeni budur.

Kani Yılmaz ve arkadaşlarının geçmişte yaptıkları hataları eleştirmiştim, şiddetle karşı çıkmıştım.

Bu, Kani Yılmaz ve Serdar Kaya’nın yaşam hakkını savunmama engel değildir.

Ne PWD ne de başka bir yapıyla ilişkisi olmayan bir birey olarak, Kani Yılmaz ve arkadaşlarının Kürd hareketinin sivilleşmesi ve siyasallaşması noktasında gösterdikleri çabaya değer biçiyorum.

* * *

11 Şubat katliamının olduğu günlerde PKK İstanbul’da ve Erzincan’da bir dizi terörist eylemlerde bulundu. Bunların asıl nedeni de 11 Şubat katliamını unutturmak, gündemi değiştirmekti.

Önce bir internet kafeye saldırıldı. Bu olay PKK’nin ajansı ANF’ye yapılan açıklamada TAK tarafından üstlenildi.

Ardından 13 Şubatta Bahçelievler’de bir Hipermarkete saldırı yapıldı. Bu saldırı da ANF’ye yapılan bir açıklama ile TAK tarafından üstlenildi.

16 Şubatta HPG tarafından yapılan açıklamada bu olaylarla ilişkileri olmadığı iddia edildi.

 18 Şubat tarihli ANF haber bülteninde ise TAK’ın Erzincan’da Bağımsız Türk Partisi bürosu ve Alperen ocaklarına yapılan bombalı saldırıları üstlendiğini duyurdu.

PKK önce yapıyor, üstleniyor ve sonra inkar ediyor.

Sonra tekrar yapıyor.

Bu tür provakatif olaylar oluyor ve hepsinin altından da TAK çıkıyor. Daha önceki yıllarda yapılan saldırılar Hürriyet gibi gazetelere yapılan açıklamalarla üstleniliyordu. Şimdi ise ANF’ye bu açıklamalar yapılarak bu terör eylemler Kürdlerin üstüne yıkılıyor.

Devletin resmi ideolojisini kabul eden, Kürdlük adına hiç bir talebi olmayan PKK Kürdlere karşı bir suikast aleti olarak kullanılıyor. Kürd gibi yaşamayı red eden, Kürdlerin Güneyde kazanımlarından öcü gibi korkan PKK’nin silahının hakkından Kürdler olarak gelemezsek, kökümüz kurutulacaktır.

***

ABD, Öcalan’ın Türkiye’ye teslimiyle ‘Kürdler teröristtir’ kozunu Ankara’nın elinden aldığını sanıyordu.

Bölgeye ilişkin planlamalarında Türkiye’ye bir rol biçtiği için Türkiye’nin buna göre yapılanmasını sağlamak istiyordu.

ABD’nin bölge politkalarına karşı politika geliştiren Ankara’nın elindeki ‘Apo kozu’nun alınması için herhalde Öcalan-Ankara ilişkisinin deşifre edilmesi faydalı olacaktır.

***

11 Şubat katliamının yeniden hatırlattığı noktalardan birisi, Güney’deki Kürdlerin Kuzey Kürdlerine ilişkin bir politikalarının olmamasıdır.

Güneyli Kürdler, kendilerini sağlama almak için garantili politikalar izleme hakkına sahip olsalar bile, Kuzey Kürdlerini bir pazarlık unsuru ve gelir kapısı olarak kullanma hakları yoktur.

Güneyli Kürdler de maalesef mevcut statükodan yanadırlar. Öyle olmasa PKK’den ayrılanlardan büyük bir örgüt kurabilirlerdi.

PKK de bunu bilmektedir ve bu nedenle pervasız davranmaktadır.

Kuzeyli Kürdlerin artık kendi kapılarının önünü temizleme zamanı gelmiştir.

Kürd federe devletinin kurulmasıyla gururlanalım, ama kendi görevimizi de ihmal etmeyelim.

Maaşa bağlanmış bir kaç kişi için bugün ‘Bıji Barzani, Bji mam Celal’ demek, kursaklarını doldurmak için çok önemli olabilir.

Kuzey Kürdlerinin artık kendi göbeklerini kesme zamanı gelmiştir.

PKK’den ayrılanların en temel sorunu, hem PKK zeminine oynamak, hem de onunla aktif bir mücadeleyi gündemleştirememektir.

Eğer Kani Yılmaz ve Serdar Kaya’nın arkadaşları bu aktif mücadele içine girmezlerse, PKK onları da tek tek ortadan kaldıracaktır.

Kani Yılmaz olayı da göstermektedir ki, derin devlet ve tetikçileri Kürd hareketinin demokratik bir çizgiye gelip siyasallaşmasından korkmaktadırlar.

Kani Yılmaz ve Serdar Kaya’nın taziyelerine halkın gösterdiği ilgi, gösterilen tepkinin Hikmet Fidan cinayetine gösterilen tepkiden kat be kat fazla olduğunu göstermektedir.

Yukarıda özetlediğim yazı Kani Yılmaz ve Sabri Kaya’nın katledilmelerinin yıldönümünde yazılmıştı. Bilindiği gibi Kani Yılmaz ve Sabri Kaya 11 Şubat 2006’da PKK tarafından aracına konan bomba ile öldürüldüler.

Kani Yılmaz, Londra’da Belmarsh Hapishanesinde yılllarca hapis yattı. O süre içerisinde kendisini sık sık ziyaret edenlerden birisi Ali Kemal Özcan idi.

Ali Kemal Özcan sonra Tunceli Üniversitesi’nde öğretim üyesi oldu. 2019 yerel seçimlerinde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Öcalan’dan AKP lehine bir seçim mesajı getirmesi için İmralı’ya gönderildi. Özcan daha sonra yaptığı açıklamalarda MİT ile ilişkilerinden övgüyle bahsetti.

Özcan’ın oğlu Gıran Özcan ise HDP’nin ABD temsilciliğini yapmaya devam ediyor.

* * *

Şahin Cilo nam-ı diğer  Mazlum Abdi’nin başına talih kuşu kondu! Lahor Talabani aracılığıyla Brett McGurk tarafından ABD nezdine önemli bir taşeron konumuna getirildi. Dahası Trump tarafından generalliğe terfi edildi.

Trump’ın “Generali”, adı gibi hiç de mazlum olmayan Şahin Çilo PKK-YPG’nin geçen gün peşmeregeye saldırıp, Abdurrahman Emin adlı peşmergeyi katletmesinden sonra, “KDP’nin gerillaya saldırısını kınıyoruz. Saldırılar Kürt kazanımlarını ortadan kaldırır. Saldırıların durması ve  diyalog çağrısı yapıyoruz. Rojava’da ENKS ve siyasi partilere kimsenin saldırma hakkı yok. Asayiş Güçleri görevlerini yerine getirecek.” şeklinde bir açıklama yaptı.

Öldüren PKK ama saldıran KDP!

Şahin Cilo, Trump’un uyduruk generali kendisinden ‘umutlu’ olan Kürdlere gerçek yüzünü yeniden hatırlattı.

Trump’ın generali sık sık Türkiy’ye karşı efelenip ‘direneceğiz, savaşacağız’ filan diyordu ama öyle olmadı. Efrin’I Türkiye’ye vermek, sonra da Efrin’in zeytini üzerinden siyaset! yapmak için ‘direniş’ modunda olması gerekiyordu.

Trump’un generali Mazlum aynı zamanda Türkiye’nin de sahadaki ‘Generali’dir. Şahin Cilo, nam-ı diğer Mazlum Kobani, 1998’de Türk istihbaratı ile ilişkide olan üç kişiden birisiydi. Sakine Cansız öldürüldü ama general yaşıyor.

“General”den umutlu olanlara duyurulur!

Apo ve Trump’ın generali Mazlum Abdi (Şahin Cilo)