Kürdistan referandumu (1) Barzani’nin çocukluk hayali

İhtilaflı bölgelerin statüsünün 2007 sonuna kadar tayin edilmesi gerekirken birtürlü yapılmadı. KYB’nin petrol gelirinden yüzde 17’lik payı 2014’ten beri ödenmedi. Merkezi hükümet tarafından karşılanması gereken peşmerge giderleri, on yıldan bu yana karşılanmadı (buna mukabil Bağdat, son derece tartışmalı bir yapılanma olan Haşdi Şabi’yi merkezi hükümete bağladı ve giderlerini de merkezi bütçeden karşıladı).

Kürdistan Bölgesel Yönetimi, uluslararası camianın destek vermediği, komşularının ise hiddetle karşıladığı bağımsızlık referandumunu 25 Eylül’de gerçekleştirdi. Koparılan fırtınaya kıyasla son derece sakin bir ortamda ve şenlik havasında yapılan halk oylaması, şimdiden birçok dengeyi sarstı. Önümüzdeki dönemde bu sarsıntıların artması beklenebilir. Dolayısıyla 25 Eylül’den sonraki süreçte Kürdistan referandumunu daha fazla konuşmak durumunda kalacağız. Birkaç yazıda, bu referanduma dair Türkiye’de öne çıkan bazı argümanları tartışmaya çalışacağım.

Türkiye’de bilhassa iktidar temsilcileri artı her hal ve şart altında iktidarı savunmayı görev belleyen kalemler, 25 Eylül’ü tamamen Mesud Barzani’nin şahsi bir meselesi olarak lanse ettiler. Barzani’nin bu meseleyi takip eden herkesçe bilinen bir düşüncesini tarihsel seyrinden ve bağlamından kopararak, bağımsızlığı bir “çocukluk hayali” biçiminde resmettiler ve bunun üzerinden itibarsızlaştırmak istediler. Cumhurbaşkanı Erdoğan hem içerde hem dışarıda birçok kez “Çocukluk hayaliymiş, böyle devlet mi yönetilir?” mealinde açıklamalarda bulundu.

“Kurucu aktör”

Peki, gerçekten böylesine tarihi bir nitelik taşıyan bir hamle çocukluk hayali ile açıklanabilir mi? Acaba Barzani, milliyetçilikten gözleri körelmiş, sağını solunu görmez olmuş bir hırs küpü mü? Milyonlarca insanın kaderini kendi hayallerine bağlayacak kadar kendinden geçmiş bir lider mi? Yoksa hesap kitap bilmez bir kumarbaz mı?

25 Eylül’e dair böyle bir çerçeve, olan biteni anlamayı imkânsız kılar. Referandumu salt Barzani’nin kişiliğiyle ilişkilendiren bir okuma, sahibini hiçbir yere götürmez. Referandumun Kürdistan’ın iç siyasetiyle irtibatı yadsınamaz. Bağımsızlığın iç bütünleşmeyi sağladığı ve böylece Barzani’ye güç takviye ettiği de su götürmez. Keza, Barzani’nin kendisine “Kürdistan’ın kurucu aktörü” misyonunu biçtiği de aşikâr; zaten bunu hiçbir zaman gizlemedi.

Lakin bunlar “referandum neden yapıldı?” sorusunun cevabını vermeye yetmez. Barzani’nin kendisine tarihi bir rol atfettiği belliydi. Ayrıca bir siyasetçi olarak iç politikaya dair bazı hesaplar içinde olması da normaldi. Fakat eğer referandum yapmayı mümkün hale getiren tarihi ve güncel şartlar olmasaydı, Barzani salt kendi özlemlerinden hareketle böylesine kritik bir adımı atamazdı. Bu meyanda, Kürdistan’da halkın önüne sandık konmasını ve halkın da bunu sahiplenmesini sağlayan başlıca üç dinamikten söz edilebilir.

Varlık-yokluk mücadelesi

(1) Referandum, Kürdistan için yeni bir tartışma konusu değil. Bu fikir bir gün içinde doğmadı. Barzani gece uykuya dalıp sabah referandum düşüncesiyle uyanmadı. Referandum, bilhassa 2003’ten sonra, Kürdistan’ın gündemini sürekli meşgul etti. Aslında 2005 yılında bir referandum yapıldı ve yine yüzde 90’ların üzerinde bir “evet” oyu çıktı. Fakat bu, sivil toplumun öncülük ettiği ve herhangi bir resmi hüviyet taşımayan bir referandumdu. Dolayısıyla etkisi sınırlı oldu; bir niyet beyanının ötesinde bir anlam ifade etmedi.

Merkezi hükümet ile tansiyonun yükseldiği dönemlerde, örneğin 2014’te KBY referandumu tekrar masaya getirdi. Ancak referandum iradesinin belirmesinden kısa bir süre sonra IŞİD, Kürdistan’a saldırdı. Kürdistan bir varlık-yokluk mücadelesi içine girdi ve doğal olarak öncelik IŞİD ile mücadeleye verildi. O dönem için referandum düşüncesi rafa kaldırıldı ama bundan tamamen vazgeçilmedi.

Ezcümle, referandumun bir tarihi, toplumda bir karşılığı var. Öyle ki, karar alındığında, referanduma karşı sert bir muhalefet sergileyen Goran ve Komel gibi partiler bile, 25 Eylül’de sandığa gidileceği kesinleşince, kitlelerini karşılarına almamak için muhalefet saflarını terk ettiler ve halka “evet” oyu kullanma çağrısında bulundular. Yani Kürdistan halkının referanduma dönük bir kabulü olmasaydı, Barzani’nin sırf içteki siyasi rekabetten hareketle bir referandum kararına öncülük etmesi söz konusu olamazdı.

Kâğıt üzerinde kalan anayasa

(2) Erbil ile Bağdat arasında çok çeşitli sorunlar var. Bunlardan beş tanesinin iplerin kopmasına neden olduğu belirtilebilir:

  1. İhtilaflı bölgelerin statüsünün belirlenmesi (2007’nin sonuna kadar statünün tayin edilmesi gerekiyordu).
  2. KYB’nin petrol gelirinden yüzde 17’lik payının — 2014’ten beri – ödenmemesi.
  3. Merkezi hükümet tarafından karşılanması gereken peşmerge giderlerinin, on yıldan bu yana karşılanmaması (buna mukabil Bağdat, son derece tartışmalı bir yapılanma olan Haşdi Şabi’yi merkezi hükümete bağladı ve giderlerini de merkezi bütçeden karşıladı).
  4. KYB’nin petrol ve doğal gaz üretimi ve satış konusunda talep ettiği yetkilerin tanınmaması ve Erbil ile Bağdat arasındaki yetki karmaşasının devam etmesi.
  5. Şiiliğin Irak’ın resmi ideolojisi haline gelmesi ve Kürtler ile Sünni Arapların başta merkezi hükümet ve ordu olmak üzere sistemden dışlanmaları.

Uzun bir zamana yayılan bu problemlerin giderilmesi noktasında herhangi bir mesafe alınamadı. Tersine, gerilim artıkça Kürtler daha çok sistem dışına itildi. Federal ilkeler uygulanamaz hale geldi, anayasal hükümler kâğıt üzerinde kaldı. “Iraklılık” herkesi kapsayan bir kimlik olamadı. Özellikle Maliki döneminde başvurulan bağnaz siyaset, Irak’taki halklar arasındaki güvensizliği had safhaya çıkardı, bir arada yaşayabilmenin bütün zemini dinamitledi.

Dolayısıyla Kürtler, keyifleri öyle istediği için referanduma gitmiş değiller. Irak’ta sürdürülemez bir durum vardı. Referandum hem bunu fâş etti, hem de çözüm için KYB’nin alternatifini ortaya koydu.

Doğru zaman

(3) Kürdistan yönetimiIŞİD’e karşı verilen mücadelenin, bağımsızlık için uygun bir ortam yarattığı kanısındaydı. Bir kere, IŞİD’e karşı verilen savaşta KYB önemli bir işleve sahip. Hem IŞİD karşıtı koalisyon hem de (özellikle) ABD, mücadelenin başarıyla sonuçlanması için KYB’nin sahadaki varlığına büyük bir önem atfediyor. KYB referanduma giderken, IŞİD’le mücadeleden kaynaklanan bu önemi ve ihtiyacı kendisi için bir avantaja çevirmek istedi. Ayrıca Erbil, IŞİD belasının tamamen bertaraf edilmesi halinde Bağdat’ın kendi taleplerini karşılamada çok daha eli sıkı davranacağını, bağımsızlık meselesine ise çok daha sert bir tavır alacağını hesapladı. Bu nedenle, kendisi için bundan daha uygun bir vakit olmadığını hesap ederek bu adımı attı.

Keza bağımsızlık, Kürdistan’daki hemen herkesin ortaklaştığı bir konuydu. Politik angajmanları ya da hayat tarzları birbirinden farklı olsa da, bağımsızlık konusunda insanların düşünceleri birbirine tahmin edilenden çok daha yakındı.  Bağımsızlık bu zor durumda kitleleri birleştiriyor ve onları müşterek bir arzu etrafında bir araya getiriyordu.

Dolayısıyla Erbil’in yaptığı hamle bir siyasi okumaya dayanıyordu; öyle çocukluk hayalleriyle açıklanabilir bir vaziyet yoktu ortada. Ayrıca bu, dayanağı olmayan bir okuma da değildi. KYB’nin şartların kendi lehine olduğu düşündüğü bir aralıkta bağımsızlık referandumu kartını masaya sürmesi, siyasetin kuralları içerisinde anlaşılabilir ve doğal bir durumdu.

Devam edeceğim. 03.10.2017

Kürdistan referandumu (2) zamanı değil

Türkiye’de bu kez “Referandum iptal edilsin” ve “Referandum yok hükmündedir” yollu sesler yükseliyor. Bunların da Türkiye lehine bir netice üreteceğini sanmıyorum. Referandum yapıldı ve bitti; KBY’nin bunu iptal etmesi düşünülemez.

Kürdistan’daki bağımsızlık referandumuna “zaman” gerekçesiyle karşı çıkanlar iki büyük grupta toplanabilir: Birincisi, aslında Kürdistan’da bir referanduma “hiçbir zaman” rıza gösteremeyecek olanlardır. Referanduma gösterdikleri aşırı reaksiyona bakarak Türkiye ve İran’ı bu grupta değerlendirmek yanlış olmaz. Her iki ülke de, bağımsız bir Kürdistan’ı iç ve dış politik hedeflerine dönük büyük bir tehdit olarak algılıyor ve karşı çıkıyor. Bunun temelinde, hem İran’ın hem Türkiye’nin kendi içlerindeki Kürt meselesini demokratik bir çözüme kavuşturamamış olması yatıyor. Irak Kürdistanı’ndaki bir gelişmenin domino etkisi yaratmasından ve kendi topraklarına da sirayet etmesinden korkuyorlar.

İkinci grup ise, kendi önceliklerini gerçekleştirmek için “şimdilik” bağımsızlık yolunda adım atılmasını tasvip etmeyenlerden oluşuyor. Bu ülkeler, ilkesel olarak Kürdistan’ın bağımsızlaşmasına bir karşıtlık sergilemiyor. Kürtlerin kaderlerini kendi ellerine alma taleplerine saygı duyduklarını belirtiyorlar. Ancak mevcut şartlar nedeniyle böyle bir girişimin bölgedeki sıkıntıları büyüteceğini belirterek “şimdi zamanı değil” diyorlar. ABD, Avrupa ve Rusya, genel olarak bu çerçevede mütalaa edilebilir.

Mesela ABD’nin referanduma karşı çıkmasında başlıca iki sebep vardı. Sebeplerden biri, IŞİD ile sürdürülmekte olan mücadeleydi. ABD referandumunun dikkatleri dağıtacağını, IŞİD’e olan yoğunlaşmayı bozacağını, IŞİD’e karşı omuz omuza savaşan Irak ordusu ile KBY güçlerini karşı karşıya getireceğini düşünüyordu. Böyle bir zaafın yaşanmaması için de KBY’den referandumu ileri bir tarihe almasını talep ediyordu.

Sebeplerden diğeri ise, 2018’de Irak’ta yapılacak olan genel seçimlerdi. ABD, Ibadi’nin güç kaybetmesini istemiyordu (ve istemiyor). Çünkü Ibadi’nin yerine Maliki gibi bütün dizginleri İran’ın eline verecek birinin seçimlerin galibi olmasını, kendi planlarını bozacak bir unsur olarak görüyor. Seçimlerden İbadi’nin zaferle çıkmasını istiyor ve Irak üzerindeki İran etkisini bu yolla dengelemeyi hesap ediyor. Dolayısıyla ABD, Ibadi’nin elini zayıflatacak bir faktör olarak değerlendiğinden referandumun şimdi yapılmasını doğru bulmuyor(du).

Ne zaman?

Fakat bu noktada gerek ABD’nin, gerekse diğer zamanlama karşıtlarının yanıtlaması gereken bir soru vardı: “Ne zaman? Referandum yapmak için hangi zaman uygun olur?”KBY muhataplarına ısrarla bu soruyu iletti ama cevabını alamadı. Zira herhangi bir gücün böyle bir mesuliyeti üstlenmesi ve referandumu programlaması söz konusu değildi.

Ayrıca, IŞİD’in Irak’taki varlığına son verildiğinde ve Irak merkezi hükümeti toprakları üzerindeki hâkimiyetini tahkim ettiğinde, KBY’nin referandum yapmasına ses çıkarmayacağının bir teminatı var mıydı? Hayır, böyle bir teminatı da kimse veremezdi. Hattâ bazı veriler, Irak’ın güç toplaması halinde Kürdistan’a karşı çok daha şedit bir tavır alacağına delalet ediyordu. Ibadi’nin söylemlerindeki değişim, bunun en büyük kanıtıydı.

KBY referandum kararını açıkladığında Ibadi, mealen, “Bağımsızlık Kürt kardeşlerimizin de hakkıdır. Onların da kendi devletlerini kurmak hakkı vardır. Ama hepimizi tehdit eden bir IŞİD belası mevcut, o nedenle şu anda bir referandum yapmak doğru olmaz” diyordu. Fakat sonradan uluslararası camianın gösterdiği tepki Ibadi’yi cesaretlendirdi; artık referandumun ertelenmesini değil tamamen iptalini dillendirmeye başladı. Hülasa, bugünkü konjonktürel karşıtlığın, yarın koşullar KBY aleyhine geliştiğinde mutlak bir karşıtlığa dönüşmeyeceğinin garantisi yoktu.

“Kötü, daha kötü, en kötü”

KBY Başbakanı Neçirvan Barzani bir keresinde “Kürdistan’ın bağımsızlığı için kötü zaman, daha kötü zaman ve en kötü zaman vardır” demişti.  Bir gerçeğin özlü bir ifadesiydi bu.

Gerçekten de bilhassa komşu ülkeler ve uluslararası camia açısından bakıldığında, bir Kürdistan referandumu için koşullar hiçbir zaman mükemmel olmayacaktı. Mutlaka itiraz eden, çekince koyan ya da cepheden reddeden biri veya birileri bulunacaktı. Dolayısıyla referandum için şartların tümüyle tamama erdiği ve herkesin kabullendiği bir dönem hiç gelmeyecekti.  Kürdistan’ın bu tür bir eşref saatini beklemesi, Godot’yu beklemekten öte bir mana taşımayacaktı. Godot gelmemişti; o dört başı mamur eşref saati de gelmeyecekti.

KBY de bunu gördü, riski üstlendi ve referandumunu yaptı. Referandum geride kaldı ve zamanlamadan kaynaklı itirazlar da anlamını yitirdi. Artık geleceğe odaklanmak gerekiyor. Nitekim ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri söylem ve eylemlerini bu yeni duruma uyarlıyor.

Lakin Türkiye’de bu kez “Referandum iptal edilsin” ve “Referandum yok hükmündedir” yollu sesler yükseliyor. Bunların da Türkiye lehine bir netice üreteceğini sanmıyorum. Referandum yapıldı ve bitti; KBY’nin bunu iptal etmesi düşünülemez. Keza referandumu“keenlemyekün” (hiç olmamış, yoklukla mâlul) saymak da kafayı kuma gömmek olur. Referandum hüküm doğurdu. Sadece Macron’un Bağdat ile Erbil arasındaki müzakere masasını Paris’e kurmak için yaptığı hamlelere bakmak bile bunu anlamaya yeter.

Artık hiç kimse sanki referandum yapılmamış gibi davranamaz. Eğer davranırsa, bu onun etki alanını küçültmesine ve oyundaki rolünün azalmasına mal olur. 09.10.2017

Kürdistan referandumu (3) İkinci İsrail

Sanırsın ki Kürtler, Müslüman değil. Hiç ateşle sınanmamış. Bölgedeki diğer bütün Müslüman devletler ise birbirine muhabbetle bağlı. Ortadoğu devletlerinin hepsi emperyalizme bayrak açmış da cengâverce mücadele ediyor… Ve sanırsın ki bir tek Kürtler nankörlük yapıyor. Müslümanların ortaklaşa kurduğu oyun salt Kürtler tarafından bozuluyor.

Türkiye’de Kürdistan referandumu iki konu üzerinden itibarsızlaştırılmaya çalıştırıldı. Biri Kerkük’tü. Diğeri de İsrail’in bağımsız bir Kürdistan’ı destekleyeceğine dair açıklamalardı. Kerkük ile milliyetçilerin, İsrail desteği ile de muhafazakâr-mütedeyyin kitlelerin referandum karşıtlığı bilenmeye çalışıldı.

Öyle bir propaganda yapıldı ki, sanki Türkmenlerin Kerkük’te bağımsız bir devleti varmış da, Kürtler orayı işgal edip Türkmenleri boğazlayacakmış gibi bir atmosfer yaratıldı.

Ve yine öyle bir propaganda yapıldı ki, Kürtler Ortadoğu’da İsrail’in kılıcını kuşanmış, Müslümanları dağıtmaya gelen “hain” ve “nankör” bir halk olarak resmedildi. Bağımsız bir Kürdistan “Ortadoğu’nun bağrına saplanan hançer” olarak nitelendi. “Müslümanları parçalayacak bir nifak tohumu”na benzetildi. Kürdistan “İkinci İsrail” olacaktı. Bu devletçik “emperyalizmin yeni ileri karakolu” vazifesini görecekti. Bölgeyi paramparça etmek isteyen büyük güçler, Ortadoğu ateşinde Kürtleri “maşa” olarak kullanacaktı.

Sanırsın ki Kürtler, Müslüman değil. Sanırsın ki Kürtler, hiç ateşle sınanmamış. Sanırsın ki, bölgedeki diğer bütün Müslüman devletler ise birbirine muhabbetle bağlı. Sanırsın ki Ortadoğu devletlerinin hepsi emperyalizme bayrak açmış da cengâverce mücadele ediyor…

Ve sanırsın ki bir tek Kürtler nankörlük yapıyor. Müslümanların ortaklaşa kurduğu oyun salt Kürtler tarafından bozuluyor. İslâmın birliğine, ümmetin kardeşliğine darbeyi sadece onlar vuruyor. Yalnızca onlar büyük güçlerle ilişki kuruyor…

Öylesine bir gözbağcılık, öylesine tek yanlı bir propaganda…

“Mazlum Kürtler”

Kürdistan’ın bağımsızlık referandumuna “İkinci İsrail” kodlaması üzerinden kara çalınması hakkında söylenecek çok söz var. İki tanesiyle yetineyim.

Birincisi, İsrail’in Kürdistan’ın bağımsızlığını desteklemesi, kendi politik çıkarlarıyla ilgilidir. İsrail her zaman, Ortadoğu’da Araplar dışındaki kimliklerle mümkün mertebe irtibatlı olmaya çabaladı. Şah döneminde İran’la, bugün Türkiye ve Azerbaycan ile kurduğu ilişkiler bunun bir göstergesi. Bu bağlamda, Kürdistan’ı da müttefik olabileceği bir ülke olabilir diye destekliyor. Kürdistan’ın bağımsızlaşmasıyla İran’ın bölgedeki nüfuzunun kırılacağı beklentisi, İsrail’i bağımsızlığın yanında durmaya itiyor.

İsrail, Kürdistan’ın bağımsızlığını dış kamuoyunda (a) Kürdistan’ın özgür bir ülke olacağı, (b) Kürtlerin IŞİD’e karşı mücadelede sağlam bir ortak olduklarını kanıtladıkları ve (c) Kürtlerin kendi kaderlerini belirlemeye dönük iradelerine saygının demokrasinin bir gereği olduğu tezleriyle savunuyor. İsrail bu meseleyi kendi iç kamuoyuna ise “mazlum Kürtlerle dayanışma” üzerinden anlatıyor. Kürdistan’ın bağımsızlığını savunmanın insani bir görev olduğundan bahisle bağımsızlıkçı bir hat kuruyor.

Hem komşuların hem de uluslararası camianın bağımsızlık referandumuna karşı olduklarını beyan ettikleri bir ortamda, İsrail’in referanduma son derece net ifadelerle arka çıkmasının Kürdistan’da İsrail’e dönük bir sempati oluşturması, dolayısıyla bağımsızlık mitinglerinde birkaç İsrail bayrağının ellerde dolaşması da doğaldır. Doğal olmayan, Kürdistan camilerinde okunan salalara kulaklarını, kılınan şükür namazlarına gözlerini kapatanların, bütün bir referandumu bu birkaç kare üzerinden mahkûm etmeleri ve Kürtlerin bağımsızlık talebini sırf İsrail bağlantısı üzerinden okumalarıdır.

İsrail bayrağını Kürdistan sokaklarında görmekten rahatsızlık duyanlar, bunun sorumluluğunu Kürtlere atacaklarına kendi hal ve hareketlerine eleştirel bir gözle bakmayı deneseler, hem kendileri hem de Kürtler için daha faydalı bir iş yapmış olurlar. Eğer ortada ruhlarını muazzep eden nahoş bir manzara varsa, buna Kürtlere karşı yıkıcı ve tahkir edici bir söyleme müracaat edtem suretiyle kendilerinin sebebiyet verdiklerini de bilmek durumundalar.

İlk taşı günahsız olan atsın

Mevcut durumda doğal olmayan ikinci husus, İsrail’in desteğini bir ayıp, bir günah gibi diline dolayanların, dönüp kendileri ile İsrail arasındaki yoğun ilişki ağına bakmamalarıdır. Öyle bir intiba uyandırıldı ki, sanki bütün İslam âlemi İsrail’i tecrit etmiş de sadece Kürtler İsrail’in elini tutar olmuş. Oysa gerçeğin bunun tam aksi olduğu aşikârdır.

Her şeyden evvel, İsrail’in Kürdistan Bölgesi’nde bir temsilciliği dahi bulunmuyor. Peki, mesela Türkiye’nin durumu nedir? Türkiye, kuruluşundan kısa bir süre sonra İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülkedir. Türkiye ile İsrail arasında askeri, iktisadi ve sınai alanlarda büyük ortaklıklar var. “One Minute” ve “Mavi Marmara” hadiselerinde bozulan ilişkileri tamir etmek için Türkiye’nin çok büyük bir gayret sarfettiğini, hükümet yetkililerinin İsrail’i “dost ülke” olarak tarif ettiğini de herkes hatırlıyor.

Yanlış anlaşılmak istemem: Türkiye’nin İsrail’i tanımasını, İsrail ile her alanda işbirliği yapılmasını ve yara alan münasebetleri tamir etmek için diplomatik emek harcanmasını eleştiriyor değilim. Eleştirdiğim nokta, iktidarın (ve iktidar medyasının) İsrail ile bu kadar içli dışlı olmasını karartıp, İsrail’in Kürdistan’a verdiği — o da açıklama düzeyindeki —  desteği bir “günah” gibi yansıtmaktır.

Acaba Türkiye’ye “mübah” olanı Kürdistan’a “haram” ve “günah” kılan nedir? Var mıdır böyle ölçüt? Eğer İsrail ile temas bir günahsa, o günah duvarını yıkmak için atılacak ilk taşı, bugün Kürdistan’a İsrail üzerinden efelenenler arasından hangi günahsız atacaktır? 14.10.2017

Vahap-Coşkun

[email protected]

http://www.serbestiyet.com/yazarlar/vahap-coskun/kurdistan-referandumu-1-barzaninin-cocukluk-hayali-821217