I

Osmanlı yönetiminin uyguladığı merkezi politikalar sonucunda, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar yarı bağımsız bir konumda olan Kürdistan’daki Mirlik sistemi çöktü. Ondan sonra Kürd toplumundaki dini ve siyasi temsiliyet bütünleşerek, ağırlıklı olarak ulema ve şeyhlere geçmiş. Bu genel dönüşüm çerçevesinde, Kürdistan’ın genelinde olduğu gibi, Barzan bölgesinde de dini ve toplumsal temsiliyet bütünleşerek zamanla milli bir temsiliyete dönüşmüştür. Çünkü bahsedilen bu dönemde, aynı zamanda bölgede modern milliyetçi düşüncenin de yayıldığı dönemdir. Avrupa’dan da etkilenen bu düşünsel ve toplumsal değişim ve dönüşümler, özellikle de Birinci Dünya Şavaşı’nın yaratığı sonuçlar, milliyetçi fikirlerin de gelişmesiyle Kürd toplumundaki dini, siyasi ve ulusal liderliği bütünleştirmiştir. 1880’deki ilk halka olarak Şeyh Ubeydullah hareketinden sonra, Şeyh Abdüsselam da bu damarın devamı ya da zincirin yeni bir halkası olarak ortaya çıkmış liderlerden biridir. Şeyh Abdüsselam, Şeyh Ubeydullah’tan sonra bu hattın ikinci lideri olarak da görülebilir. O, bu özellikleriyle 1904’lerden itibaren Osmanlı yönetiminin dikkatini üzerine çekmiştir.

Barzan şeyhleri de aslen Amediye mirleri soyundan gelmektedir. Barzan şeyhlerinden ve 1868 doğumlu II. Abdüsselam, Şeyh Muhammed’in oğlu ve I. Abdüsselam’ın torunudur. Diğer bir deyişle I. Abdüsselam Mustafa Barzani’nin dedesi ve II. Abdüsselam da ağabeyi oluyor. Bizatihi Mevlana Halid tarafından Nakşibendi tarikatının postnişini olarak tayin edilmiş olan I. Abdüsselam, 1872’de vefat edince yerine büyük oğlu Şeyh Muhammed geçti ve kısa zamanda bölgenin dini-siyasi lideri konumuna geldi.

Şeyh Muhammed yaklaşık otuz beş yıl boyunca Barzan bölgesi aşiretlerine dini ve toplumsal öncülük yapar, tekke ve tarikat hizmetlerinde babasından geri kalmaz. Onun döneminde “Barzan tekkesi dini ve toplumsal hizmetlerin yanı sıra komşu aşiretlerden bölgelerine sığınan mazlumların da barınağı olmuş. Bu tutumundan dolayı, komşu aşiretler tarafından Osmanlı hükümetine şikayet edilmiş ve bu nedenle Şeyh Muhammed Bitlis şehrine sürgüne gönderilmiş. Burada bir sene kadar hapsedilmiş, Barzan bölgesine geri döndüğünde, fazla yaşamamış ve 1903 yılında vefat etmiş. Şeyh Muhammed geride Abdüsselam (II), Ahmed, Muhammed Sıdık, Babo ve Mustafa adında beş erkek çocuğu bırakmış.”[1]

Şeyh Muhammed’in ölümünden sonra, yerini postnişin olarak oğlu Abdüsselam alır. Şeyh Abdüsselam dedesinin ismini almıştır ve bu nedenle II. Abdüsselam olarak da adlandırılır. Bu yazının devamında onu artık Şeyh Abdüsselam olarak adlandıracağız.

Şeyh Abdüsselam’ın yaptığı ilk önemli çalışma, bölgedeki kavgalı ve küskün olan aşiret ve aşiret liderlerini bir ara getirmek olmuştur. Bu çerçevede Şîrvanî, Dolemerî, Mizurî, Berojî, Nizarî, Gerdî, Herkî ve Binecî gibi aşiretleri bir araya getirerek bölgedeki toplumsal birliği sağlamaya çalışmış. Bu toplumsal birlik çalışmaları sonucunda, öncelikle Barzan bölgesi aşiretleri konfederasyonu oluşturulmuş. Barzan, konfederasyonun yönetim yeridir ve bölge ismidir, herhangi bir aşiretin veya ailenin ismi değildir. Bu bölgeden veya bahsedilen aşireteler konfederasyonundan olanlara “Barzanî” denir. Toplumsal birliği oluşturma çalışmaları, sadece yukarıda belirtilen aşiretlerle sınırlı kalmamış, diğer aşiretleri de kapsayarak ulusal bir birliği oluşturmak amacıyla sürekli genişletilerek sürdürülmüştür.

Şeyh Abdüsselam genel olarak bölgede bu toplumsal birliği sağladıktan sonra, birlikteliği pekiştirmek ve Kürd toplumunun bütün kesimlerinin desteğini alabilmek için çok önemli toplumsal-ulusal reforumlara girişir. O dönem Kürdlerin toplumsal, kültürel ve sosyolojik yapısı göz önünde bulundurulduğunda, alınan bu reforum kararlarının ne kadar radikal ve önemli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

“1- Mülkiyetin ortadan kaldırılması; 2- Toprakların çiftçilere dağıtılması; 3- Başlık parası ve gönülsüzce yapılan evliliklere son verilmesi; 4- Sosyal ilişkilerin adalet ve eşitlik esasına göre düzenlenmesi; 5- Her köyde bir mescidin kurulması, bu mescitlerin dini faraziyelerin gerçekleştirilmesi yerleri olduğu kadar, sosyal merkezler, istişare yerleri ve toplumsal ihtilafların çözüm yeri olarak da kullanılması, 6- Köy meselelerini her yönüyle ele alıp çözümlemek üzer her köyde bir konseyin kurulması; 7- Her aşiretten silahlı kişilerin oluşturulması ve bunların başına sorumlu kişilerin tayin edilmesi.”[2]

Mesud Barzanî’nin aktarımına göre, “O dönem, bu kadar geniş kapsamlı ve radikal toplumsal reforum kararları alma ve uygulamakta, en büyük desteği dayısı Ahmet Ağa Birsiyevî vermiştir.” Bu toplumsal reforum kararlarının içeriğine bakıldığında ne kadar sosyal, dayanışmacı, paylaşımcı, eşitlikçi, adil, korumacı, istişareci ve çözüm odaklı olduğu çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Şeyh ve tarikat mensubu olduğu halde, dinin akait yönünden çok, sosyal paylaşımcı yönünü öne çıkarmış. Kurulan geleneksel rûsıpi meclislerinde yapılan müşavereler sonucunda kararlar alınır ve uygulamaya konuluyordu. Özellikle de sadece ibadet yeri olarak görülen “mescitlerin, aynı zamanda herkesin orada toplanıp ortak akla ve dayanışmaya dayalı meselelere çare bulacakları bir serbest kürsü, ortak platform olarak kullanılan”[3] bir toplumsal kuruma dönüştürülmesi çok önemlidir.

Bu toplumsal reforumların içeriği ve gelişim süreci göz önünde bulundurulduğunda, yaklaşık olarak aynı dönemde Osmanlı ve İran İmparatorluğu bünyesinde gelişmekte olan meşrutiyet hareketleriyle bir etkileşim sonucu olup olmadığı da düşünülebilir. Çünkü 1906 yılında İran’da ve 1908’de de Osmanlı yönetimi içerisinde bir meşrutiyet hareketi başlamıştı. Ancak bu reforum hareketlerini mukayese ettiğimizde, İran ve Osmanlı yönetimindeki reforum hareketleri daha çok siyasi, idari düzenlemelere odaklanmış, Şeyh Abdüsselam’ın başlattığı reforum hareketi ise, daha çok sosyal-toplumsal ve kültürel içeriklidir. Örneğin; Osmanlı ve İran yönetimi toprak reformunu göze alamazken, Şeyh Abdüsselam radikal bir toprak reformunu ortaya koymuş. …

Şeyh Abdüsselam, bu reforumcu yaklaşımıyla, Kürd toplumu üzerinde çok önemli bir etki yapar ve bu vesileyle Kürdistan toplumunun bütün kesimleriyle ilişkilerini geliştirir. Bir taraftan ileri gelen aşiret liderleri ve ulemadan şahsiyetleri ziyarete başlar, diğer taraftan da İstanbul’da bulunan Kürd siyasetçileri, aydınları ve cemiyetleriyle ilişkisini geliştirir. Gelişen bu ilişkiler ağı içerisinde, o artık sadece bölgesel toplumsal reforumlara öncülük etmeyi yeterli bulmuyor, Kürd milletini bir bütün olarak değerlendirip, milli hak ve hukukunun tanınmasını da Osmanlı yönetiminden talep ediyor. Bunun için dönemin ileri gelen Kürd aydınları ve liderleriyle; Şeyh Mahmud Berzenci, Şikak Konfederasyonu lideri Sımko, Seyyid Abdülkadir Nehrî, Abdurrezzak Bedirhan, Muhammed Emin Bedirhan, Kürd Şerif Paşa gibi şahsiyetlerle görüşüyor.

Bu görüşmeler sonucunda, Kürd milletinin milli hak ve hukukunu kapsayan bir bildirge hazırlamak üzere 1907 yılının baharında Birifkan köyünde, Kadiri tekkesinin lideri Nûr Muhammed Birîfkanî’nin evinde geniş katılımlı bir toplantı düzenleniyor. Bu toplantıda yapılan istişareler sonucunda, Kürd milletinin milli hukukunun tanınması için, bütün katılımcıların onayıyla Osmanlı İmparatorluğu yönetimine aşağıdaki taleplerin bir telgrafla gönderilmesi kararlaştırılıyor:

“1- Kürd bölgelerinde Kürdçenin resmi dil olarak kabul edilmesi; 2- Eğitimin Kürdçe yapılması; 3- Kaymakamların, nahiye müdürlerinin ve diğer memurların Kürdçeyi iyi derecede bilenlerden tayin edilmesi; 4- Devletin dini İslam olması hasebiyle mahkemelerde verilen hükümlerin İslam şeriatına göre verilmesi; 5- Vergiler eskiden olduğu şekliyle alınacak. Ancak bunların Kürd bölgelerindeki yolların onarımı, okulların açılması için kullanılması gerekir.”[4]

Kürd milletinin taleplerini içeren bu telgraf Osmanlı yönetiminin eline geçince, bu meşru hak ve hukuk talepleri, bir başkaldırı ve ayrılıkçılık olarak değerlendirilir. Bu hareketin başını çeken Şeyh Abdüsselam’ın yakalanması için, 1907’nin sonbaharında Dağıstanlı Mehmet Fazıl Paşa komutasında büyük bir askeri kuvvet bölgeye sevkedilmiş. Ancak bu saldırı başarıya ulaşmaz ve ikinci bir kez bölgedeki bazı aşiretlerin de desteğiyle daha büyük bir kuvvet gönderilmiş. Maalesef birçok defa olduğu gibi, bazı bölge aşiretleri anlaşmalarına bağlı kalmaz, gerekli savunmayı yapmaz ya da Osmanlı kuvvetlerine destek verdiği için, Şeyh Abdüsselam ve kuvvetleri yaklaşık iki ay direndikten sonra geri çekilmek zorunda kalır. Barzan bölgesini terk edip Mar Şamûn’un liderliğindeki Asuri asıllı Teyari aşireti bölgesine sığınırlar.  Mar Şamûn, o zor günlerde onları dostlukla ve iyi bir şekilde karşılar, o günden bu yana Kürd ulusal hareketi ve Asuriler arasında güçlü bir dostluk bağı kurulur.

II

Mehmet Fazıl Paşa komutasındaki kuvvetler Barzan bölgesine girdikten sonra, bölgeyi yıkıp viraneye çevirir, talan eder, çok sayıda günahsız kadın ve çocuklar esir alınır. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, oluşan nispi yumuşak ortam sonucunda, Şeyh Abdüsselam ve beraberindekiler 1908 yılında Barzan bölgesine geri dönerler. Ancak iktidarı ele geçiren İttihatçılar, İmparatorluğun merkezileştirme politikasını sürdürerek, periferideki yerel güç odaklarını tasfiye etmeye devam ederler. Bu bağlamda peyderpey Kürd güçleri ve Osmanlı kuvvetleri arasındaki çatışmalar yeniden artarak devam eder ancak 1910’da taraflar arasında imzalanan yedi maddelik bir antlaşmayla Osmanlı kuvvetleri bölgeden çekilirler. Olayları bir yönüyle kişiselleştiren Mehmet Fazıl Paşa, Albay Saffet Bey’in de desteğiyle görevden azil edilir, onun yerin Esad Paşa tayin edilir ve daha ılımlı bir tutum sonucu yumuşak bir ortam oluşur. İttihatçıların iktidarda olmadığı kısa bir dönemde, Osmanlı yönetimine olan bağlılığının teşviki için Abdüsselam Barzani’nin itibarı iade edilmiş ve “17 Ağustos 1913’te Sultan Reşad tarafından  Abdüsselam Barzani’ye ‘Dördüncü rütbeden Osmanlı nişanı”[5] verilmiştir.

İttihat ve Terakki kısa bir süre sonra tekrar iktidarı ele geçirince, Esat Paşa, Şeyh Abdüsselam Barzani’yle işbirliği yapmakla suçlanarak görevden alınır ve onun yerine Diyarbakırlı Said Paşa’nın oğlu İttihatçı Türkçü Süleyman Nazif Musul valiliğine tayin edilir, Mehmet Fazıl Paşa da tekrardan Musul vilayeti askeri komutanlığına getirilir. Süleyman Nazif 1869 doğumlu olup daha önce birçok yerde mutasarrıflık yapmış, II. Meşrutiyet döneminde de Irak’ın Basra ve Bağdat valiliğini yapmış ve son olarak da Musul Valiliğine tayin edilmiş İttihat ve Terakki döneminin muktedir ve sadık bürokratlarından olup merkezileşme politikasının ateşli savunucularından biriydi. Bu bağlamda ne pahasına olursa olsun, Şeyh Abdüsselam Barzani’yi etkisiz kılıp kontrol altına almak istiyordu. Bağnaz bir ittihatçı olan Süleyman Nazif’in muhalefete asla tahammülü yoktu, şeyhleri de hiç sevmezdi. Şeyh Abdüsselam’ı küçük düşürmek ve itibarsız kılmak için huzuruna çağırır ancak şeyh bu davetin hayra alamet olmadığını düşünerek geri çevirir. Doğrusu saldırmak için bahane arayan Vali Süleyman Nazif de, bu ret cevabını bir kalkışma hazırlığı olarak değerlendirerek karşı saldırıya geçer.

Böyle bir ortam ve süreçte, 1913 yılının sonlarına doğru tekrar çatışmalar başlar. Aynı dönemde Bitlis’te de Mele Selim liderliğinde bir Kürd hareketi başlamıştı. O dönemde, Çarlık Rusya’sının bulunduğu bölgede Kürd aşiretleri arasında örgütleme çalışmalarında bulunan ve Rusya’yla da ilişkileri iyi olan Abdürrezzak Bedirhan diyor: “Rusya Dışişleri Bakanlığı’nda bulunduğum bir sırada, Bitlis’teki Mele Selim ve Barzan Şeyhi’nin başkaldırısını bana sordular, dedim; Barzan şeyhi çok değerli bir insan, onu desteklemeniz çok önemlidir.”[6] Yukarıda belirtiğim gibi, çatışmalar başlamasına rağmen, daha geniş kapsamlı bir hazırlık için Şeyh Abdüsselam, Osmanlı Ordusuyla çatışmaktan kaçınmak istiyordu.

Abdürrezzak Bedirhan ve Sımko’nın da teklifi üzerine, Doğu Kürdistan’da bulunan Seyyid Taha’nın da danışarak Rusya gibi gayri Müslüm bir bölgesel güçten destek almak umuduyla, Rus Çarı Nikola’nın temsilcileriyle görüşmek üzere Sımko ile Tiflis’e giderler. Önce Sımko ile birlikte Urmiye’deki Rus Konsolosluğu’yla görüşürler ve ondan sonra da Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e doğru yola çıkıyorlar. Orada Abdürrezzak Bedirhan’la buluşup Çar Nikola’nın temsilcileriyle görüşerek geniş kapsamlı bir Kürd başkaldırısı için siyasi ve maddi destek talebinde bulunuyorlar. Bölgede etkili olan büyük devletlerin desteğini alabilmek ve görüşme girişimleri sadece Çarlık Rusya’sıyla sınırlı değildi, ondan önce İngiliz misyoner W. A. Wigram aracılığıyla İngiltere’nin desteğiyle bir Kürdistan’ın kurulması için şöyle bir mesaj göndermişti: “Hindistan’a gittiniz, sizi istemedikleri halde orada kaldınız. Oysa biz sizi istiyoruz, neden bize gelmiyorsunuz? Burada her yerde hoşnutlukla karşılanırsınız.”[7]

Bu arada İttihat ve Terakki yönetimi de onu tutuklama kararını çıkartmış ve başına da büyük bir ödül koymuştu. Dönüşte Sımko ile Şeyh Abdüsselam Salmas şehrinde birbirinden ayrılırlar, Şeyh Abdüsselam üç korumasıyla birlikte yoluna devam eder. Bu arada Musul Valisi Süleyman Nazif, Mart 1914’te İstanbul Hükümeti’ne gönderdiği bir mektupta, “Yakın bir zamanda Şeyh Abdüsselam Barzani’nin yakalanacağını”[8] belirtir. Şıkak bölgesine geçtiklerinde, Gengeçin köyü yakınlarında Şeyh Celaleddin ve Sofi Abdullah isminde iki Kürd yollarını keser ve ısrarla kendilerine misafir olmalarını isterler. O da yolculuğun verdiği yorgunluk ve saf gönlüyle bu karakalpli sofinin isteğini geri çevirmez ve misafirlik davetlerini kabul eder, yemek yerler, sohbet ederler ve yatma saati gelince herkes odasına çekilip yatar. Sofi Abdullah daha önceden tasarlanmış olan ihanet planı dahilinde, gece yarısı uyku anında, adamlarıyla birlik önce şeyhin korumalarını yakalayıp silahsızlandırıyorlar ve sonra da en yakın sınır noktası olan Sîro (Sêro) bölgesindeki Osmanlı askeri birliğine haber ederek şeyhi esir ettiklerini bildiriyorlar. Böylece Van vilayetine bağlı Osmanlı askeri birliğine belirtilen ödül karşılığında Şeyh Abdüsselam’ı teslim ediyorlar. O zaman Van bölgesinde üstteğmen olarak görev yapan ve Cumhuriyet döneminde Mareşallik rütbesine ulaşan Fevzi Çakmak, anılarında, Şeyh Abdüsselam Barzani’yi kendisinin bir küçük birlikle alıp Van’a getirdiğini, Süleyman Nazif’in talebi üzerine oradan da alıp Musul’a götürerek Süleyman Nazif’e teslim ettiğini belirtir. Bir Kürd atasözünde söylendiği gibi; Kûrmê darê ne ji darê be, dar pûç nabe. (Türkçesi: Ağacın kurdu ağaçtan olmazsa ağaç çürümez.) Maalesef Kürdlerin tarihinde böyle birçok olay vardır ve bu atasözü de bu tür olaylar için söylenir. Eğer Erhan Afyoncu’nun yukarıda belirtiği telgraf olayı doğru ise, Şeyh Abdüsselam’ın gittiği yol istikametinin önceden bilindiği veya seyahat boyunca takip edildiği anlaşılmaktadır.

Süleyman Nazif şeyhin yakalanıp Van merkeze götürüldüğünü öğrendiği gibi, kendi eliyle cezalandırabilmek için yargılama sürecini beklemeden üst düzeyde siyasi müdahaleyle Abdüsselam Barzani’nin mahkeme edilmek üzere Musul’a gönderilmesini talep eder. Çünkü Abdüsselam Barzani’yi kendi eliyle idam etmek onun açısında hem ideolojik, hem örgütsel, hem makamsal ve hem de duyduğu kişisel kin nedeniyle çok önemliydi. Bu nedenle Vali Süleyman Nazif hukuksal süreci beklemeden siyasal bir kararla Şeyh Abdüsselam Barzani ve arkadaşlarına idam cezası verir ve bu karar hızlı bir şekilde İstanbul hükümeti tarafından da onaylanır. “24 Kasım 1914’te Harbiye Nazırı tarafından Sultan Reşat’a gönderilen idam kararı, hızlı bir şekilde 26 Kasım 1914’te onaylandı.”[9] Sultan Mehmet Reşat ve dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın isteği üzerine, altı maddeden ibaret olan idam kararı Harbiye Nezareti’ne gönderilir. İlginç olan şey, “Harbiye Nezareti’nden Musul’a bir başka yazı gönderilerek “Daha önce yollanan idam kararına bazı isimlerin yazılmasının unutulduğunun farkedildiği” söylenerek, birkaç kişinin daha darağacına gönderilmesi talimatı verildi ve emir yerine getirildi…”[10] Sözkonusu kararın bir maddesinde belirtildiğin göre, Şeyh Abdüsselam tarafından “Dîwanî/Dîvane” adıyla gizli bir örgüt de kurulmuştur. Şeyh Ali Rıza’nın anlatımından öyle anlaşılmaktadır ki “Dîvane”, bir örgütsel yapıdan ziyade, Barzan şeyhlerine bağlı aşırı müritleri ve taraftarlarına vurgu yapmak için kullanılmış bir kavramdır.[11]

Mustafa Barzani de 10 Kasım 1947 tarihinde Azerbaycan Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Bakırof’a verdiği uzun bir raporda, İstanbul’da kurulan gizli bir örgütten bahsetmektedir ancak bu örgütün sözkonusu “Dîwanî” olup olmadığı tam olarak bilinmemektedir. Mustafa Barzani’nin deyimiyle “Bu kabilenin tarihi, uzun bir özgürlük ve ilericilik mücadelesinden oluşmaktadır. 1894’te merhum kardeşim Şeyh Abdüsselam Sultan II. Abdülhamid zamanında Osmanlı hükümetine karşı ilk ayaklanmasını başlattı. O dönemde, İstanbul’da gizli bir örgüt kurdu. Bu örgütün hedefi, Kürd halkının özgürlüğü için mücadele etmekti. Bu örgüt, diğer Kürd kabilelerinin desteğini de almıştı. 1904’te, örgüt, legal faaliyetlere başladı, kitlesel direnişlere öncülük etti. 1914’te, Sultan V. Mehmed Reşad zamanında bu direniş silahlı bir savaş sürecine girdi. Ancak mücadelemiz hedefine ulaşamadı ve kardeşim tutuklandı. Türk cellatlar, onu Musul kentinde idam ettiler.”[12] Şeyh Abdüsselam’ın idamından sonra yerini Şeyh Ahmed alır ve ondan sonra da Mustafa Barzani gelir.

Araştırmacı yazar Faik Bulut’a göre, Barzani şeyhi II. Abdüsselam, Kürt aşiretlerini “Kürtlük” davası etrafında birleştirmeye öncülük etti; Barzan bölgesinde, tarikat tarihinde görülmemiş sosyal reformlar gerçekleştirdi. “Barzani önderliği, sömürücü feodal bir önderlik değildir; ortakçılık ve dayanışmacılık temelinde mülksüzleri koruyan, hakiki Müslümanlığı temsil eden bir özelliğe sahiptir. Bu ortakçı ve paylaşımcı özelliği de, Nakşi tarikatının inanç ve felsefi yaklaşımından kaynaklanmaktadır. [13]

Böylece Osmanlı yönetimi adına İttihat ve Terakki, başlayan Birinci Dünya Savaşı sürecinde Kürdistan’ı kontrol altında tutmak açısından önemli bir başarı elde etmiş, Kürdlerin çok etkili bir dini ve siyasi liderini daha etkisiz hale getirmiş, öncülük ettiği ulusal mücadeleyi de kesintiye uğratmıştır.   

Abdüsselam Barzani ve arkadaşlarının idam karar hızlı bir şekilde onaylandıktan on sekiz gün sonra, 14.12.1914 tarihinde infaz edildi. Reforumcu ve milliyetçi Kürd lider Şeyh Abdüsselam Barzani ve arkadaşları Musul’da idam edildiği zaman, sonradan Kürd ulusal direnişinin sembolüne dönüşecek olan küçük kardeşi Mustafa Barzani, on bir yaşlarında gencecik bir çocuktu ve diğer bir kısım aile üyeleriyle birlikte idam cezasının infazını seyreden kalabalık içerisinde yer alıyordu. Aslında kendisi de anasından doğduğu gibi, daha birkaç aylık çocuk iken, diğer Kürd çocukları gibi Osmanlı yönetiminin baskı ve zulümleriyle karşılaşmıştı. 1902’te Bitlis sürgünü dönüşünden kısa bir müddet sonra, erkek ve kadın birçok Barzani ailesi efradı tekrardan namı geçen vali tarafından Musul’da hapsedildiği zaman, o da birkaç aylık bebek olarak annesinin kucağında bu hapislik döneminden nasibini almıştı… Tekrar idam gününe dönersek, Mustafa Barzani anılarında, o olayın ve o günün üzerinde yarattığı etkiyi 18.04.1970 tarihli Tercüman gazetesine verdiği röportajda şöyle anlatıyor: Ağabeyimin asılı cesedi gözümün önünden gitmiyordu. O küçük aklımla ‘insan haksız yere asılmaktansa, dağlarda, ormanlarda, kurtlar tarafından parçalansın daha iyidir’ diyordum ve o anda hiçbir şekilde bir daha hapishaneye girmemeye yemin ettim. Ölecektim, parçalanacaktım, kaçacaktım fakat zindanlara düşmeyecektim ve böyle gaddar bir valinin elinde can vermeyecektim. Hayata bu felsefe ile başladım. Ölüm var, fakat teslim olmak yok!”[14] dedim.

Barzanilerin Osmanlı yönetimiyle mücadelesi Şeyh Abdüsselam’dan çok daha önce, 19. yüzyılın başlarından itibaren başlamış. Tarihçi Murta Bardakçı, “Barzanilerin 1800’lerin başından bu yana genellikle devlete başkaldırdığını…. O devirde “Bağımsızlık” pek kullanılan bir kavram olmadığı için, arşivlerde muhafaza edilen belgelerde sadece “isyan” sözü geçer. Barzan Aşireti’nin İstanbul’a karşı seneler boyunca devam etmiş olan başkaldırısı ile alakalı çok sayıda belge ve bilgiler olduğunu belirtir.[15]

Sonuç itibariyle eğer bu mücadele sürecini Şeyh Abdüsselam Barzani’den başlatmış olsak dahi, Barzaniler yaklaşık 120 yıldır Kürd ulusal mücadelesinin en ön saflarında çok önemli hizmetlerde bulunmuş, büyük bedeller ödemiş, talan, katliam ve enfaller yaşamıştır. O günden bugüne, bütün bunlara 25 Eylül 2017 tarihinde yapılan bağımsızlık referandumu sonucunda da ortaya konulduğu gibi, hedeflenen en büyük amaç Kürd milletinin bağımsızlığı ve özgürlüğü olmuştur. Bu kısa yazıda, ancak bu geleneğin ki sadece Barzaniler’den ibaret değildir; Şeyh Ubeydullah, Seyyid Abdülkadir, Şeyh Abdüsselam, Şeyh Said, Seyyid Rıza ve Qazi Muhammed gibi liderlerin temsil ettiği bu çizgi ve mücadelenin küçük bir kesiti ve halkasından çok özet olarak bahsettim.  Dün olduğu gibi, bugün de bu milliyetçi-özgürlükçü tarihsel çizgiden ve mücadelesinden rahatsız olan bazı çevrelerin, ister ümmetçilik, isterse de solculuk ve Marksizm adına olsun, işgalci ve emperyalistlerin söylemi olan “feodal, aşiretçi, sömürücü ve ilkel milliyetçi” gibi kavramlar kullanarak, Kürd milletinin ağır bedeller ödeyip büyük fedakarlık göstererek tarihsel süreç içerisinde yaratığı değerlere, ulusal çizgisine bir koro halinde saldırmaları, emperyalist ve işgalci siyasetin söylemi olup ve bu siyasetin gönüllü savunuculuğuyla açıklanabilir bir şarlatanlıktır.

Musul Askerî Mahkemesi’nin Abdüsselâm Barzani ve arkadaşları hakkında verdiği idam kararı

Kaynak: https://www.rudaw.net/turkish/opinion/12122022

[1] Mesûd Barzanî, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, Doz Yayınları, İstanbul, 2005, r. 24.

[2] Mesûd Barzanî, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, Doz Yayınları, İstanbul, 2005, r. 24-25.

[3] Faik Bulut,https://www.indyturk.com/node/256356/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/barzanilerin,11.12. 2022

[4] Mesûd Barzanî, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, Doz Yayınları, İstanbul, 2005, r. 25.

[5] Murat Bardakçı, https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1644700-barzaninin-ailesine-once-madalya-takmis-ve-ardindan-idam-etmistik

[6] Prof. Dr. Celîlê Celîl, Autobiyografiya Ebdurrezaq Bedirxan, Weşanên Pêrî, îstenbol, 2000, r. 37

[7] W. A. Wigram & Edgar T. A. Wigram, İnsanlığın Beşiği Kürdistan’da Yaşam, Avesta Yayınları, İstanbul, 2004, 184

[8] Erhan Afyoncu, Osmanlı Barzanî’nin İsyancı Amcasını Asmıştı, https://www.sabah.com.tr/yazarlar/erhan-afyoncu/2017/09/24/osmanli-barzannin-isyanci-amcasini-asmisti. 27.05.2019

[9] Hulûsi Turgut, Barzani Olayı; Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni XIX. yüzyıldan beri meşgul eden bir Kürt aşiretinin belgeseli, Doğan Kitap, İstanbul, 2008, r. 368

[10] https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1644700-barzaninin-ailesine-once-madalya-takmis-ve-ardindan-idam-etmistik

[11] Dılşad Fırat & Dilhad Fırat, Şeyh Said’in Oğlu Şeyh Ali Rıza Anlatıyor Babam Şeyh Said,40 Kitap Yayınları, Ankara, 2022, s. 72, 73

[12] Hulûsi Turgut, Barzani Olayı; Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni XIX. yüzyıldan beri meşgul eden bir Kürt aşiretinin belgeseli, Doğan Kitap, İstanbul, 2008, r. 402

[13] Faik Bulut,https://www.indyturk.com/node/256356/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/barzanilerin,11.12. 2022

[14] Dr. M. Sıraç Bilgin, Barzanî, Fırat Yayınları, İstanbul, 1992, s. 21-22

[15] Murat Bardakçı,  https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1644700-barzaninin-ailesine-once-madalya-takmis-ve-ardindan-idam-etmistik,12.12.2022