Mehmet Cevdet, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularından, aynı zamanda Kürt siyasetçi, entelektüel, yayıncı, çevirmen ve yazarlardan Dr. Abdullah Cevdet’in oğludur. Birçok yayın ve cemiyetin kuruluşunda yer almış olan Abdullah Cevdet, 1 Eylül 1904 yılında sürgünde olduğu Cenevre’de yayınlamaya başladığı İçtihat dergisi ve aynı isimle kurmuş olduğu İçtihat Evi ile bütünleşmiştir. 1904 yılı Ekim ayında Cenevre’den sınır dışı edilmek üzere ayrılmak zorunda kalınca, oradan Mısır’a gitmiş. Avrupa ve Mısır arasında mekik dokuyan Abdullah Cevdet ancak 1910 yılının sonlarında İstanbul’a dönebilmiştir. Avrupa’da iken yayınlamaya başladığı İçtihat dergisi, ölümüne kadar aralıklı olarak yayınını sürdürmüştür. Burada İçtihat Evi ve İçtihat yayınlarının en önemli emektarlarından olan Diyarbekirli Kurdizade Ahmed Ramiz’i de anmak gerekir.

Abdullah Cevdet İstanbul’a döndükten sonra, Kürd ve Kürdistan meselesiyle daha yakından ilgilenmiş ve 1913 yılında Hêvî Talebe Cemiyeti’ne bağlı olarak yayımlanan Rojî Kurd ve daha sonra Hetawî Kurd dergilerinde yazıları yayınlanmıştır. 1918’in sonlarında kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC)’nin üyesi ve Kürt Neşri Maarif Cemiyeti (KNMC)’nin de kurucularından[1] biri olmuştur. Sahibi olduğu İçtihat Evi, birçok Kürd aydın ve siyasetçisinin uğrak yeri ve Kürdlerle ilgili birçok toplantı ve istişarenin de ana mekanı olmuştur. Dr. M. Şükrü Hanioğlu, “Abdullah Cevdet’in mütareke döneminde Kürt milliyetçileri arasında Batı ile ilişkilerin geliştirilmesi ve Wilson ilkelerinin uygulanması ile Batı desteğinde kurulacak bir “Kürdistan” düşüncesinin önemli savunucularından biri olduğunu”[2] belirtmektedir.

Abdullah Cevdet’le ilgili bu kısa bilgilendirmeden sonra tekrar bu yazının konusu olan oğlu Mehmet Cevdet’e dönelim. Mehmet Cevdet, Abdullah Cevdet’in ilk evliliğinden ikinci çocuğu olarak Arapkir’de doğdu. Annesi Palu’nun Zaza Kürdlerinden Fatma hanımdır. Fatma hanımdan biri kız ve diğeri de erkek olmak üzere iki çocuk olmuş. Adını öğrenemediğimiz kızı, “evlilikten kısa bir dönem sonra verem hastalığına yakalanıp ölmüş ve böylece Fatma Hanım’dan yalnızca Mehmet Cevdet sağ kalmıştır.”[3] Mehmet’in çocukluğu Arapkir’de geçti, ilköğrenim ve rüştiyeyi dedesi Hacı Ömer Efendi’nin nezaretinde Elazığ’da okudu, liseyi İstanbul’da babasının yanında Galatasaray Lisesi’nde okudu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, Paris Sorbon Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde tahsilini tamamlamış.”[4] Yüksek tahsilini bitirdikten sonra 23 yaşında Mamüratülaziz hapishanesine müdür olarak tayin edilir. Bu süreçte genel eğitime ve neşriyatın yayılmasına katkıda bulunmak, Meşrutiyet fikrinin halk arasında yaygınlaşmasını sağlamak için arkadaşlarıyla birlikte Seda mecmuasını bugünkü adıyla Elazığ’da yayınlamaya başlarlar.

Seda dergisi

Seda dergisi, 9 Teşrinisani 1325-R (22 Kasım 1909) tarihinde yayın hayatına başlamış, sahibi ve müdürü Mehmed Abdullah Cevdet ve başmuharriri de İdris Ulvi’dir. Seda’nın birinci sayısının künye kısmında, derginin içeriğiyle ilgili şöyle bir açıklama yapılmıştır: “Feni, edebi, ilmi makaleler kabul olunur.”[5] Derginin yayın peryoduyla ilgili olarak da şöyle denilmektedir: “Edebi, Tarihi, İlmi on beş günlük Osmanlı mecmuasıdır.”[6]

Seda dergisi birinci sayısının mukaddimesinde, yayın maksadı hakkında şöyle denilmektedir: “Maksadımız terbiye-yi umumiye hadım [hizmet] ve şu’un-ı ilmiyeye ve havadisi medeniye ve vakayi-i siyasiyeden bahis makalelerle vatandaşımıza elimizden geldiği kadar hizmet etmektir.” Ve yine aynı başlık altında, Meşrutiyet’le birlikte yaygınlaşan gazete ve mecmua neşriyatının vatandaşların aydınlanmasındaki önemi ve büyük katkısından bahsederek şöyle denilmektedir: “İnkılab-ı ahirimiz üzerine memalik-i Osmaniye’nin [Osmanlı memleketi] her tarafında birkaç gazete ve risaleler çıkmaya başladı. Zira vatandaşlarımız tenvir-i efkarına [fikirlerin aydınlanmasına] ve memleketimizde meşrutiyet-i idarenin neşr-i füyuzatına [feyizlerin neşrine] bundan büyük ve müessir vasıta olamaz. Bugüne kadar vilayetimizde böyle bir hadım-i medeniyet [medeniyet hizmetçisi] ve ma’rifetin görünmemesi bütün terakki ve maarif taraftarlarını müteessir ettiğini bildiğimiz için lütf-i Bari’ye [Allah’ın lütfuna] mütevellilen ve rağbet ve teşvik etmeye istinaden bu risaleyi neşre niyet ettik.”[7]

Seda dergisinin, toplam kaç sayı yayımlandığını bilmiyoruz ancak elimizde 1. ve 2. sayıları mevcuttur. Derginin ikinci sayısı, 23 Zilkade 1327-H/ 9 Teşrinisani 1325-R (6 Aralık 1909) tarihinde yayımlanmıştır. Seda dergisinin içeriğine baktığımızda: Birinci sayısı, sekiz sahifeden ibaret olup “Tarihten”,  “Edebiyattan”, “Ulemadan” ve “Eşkal-i Edeba” olmak özere, yazılar dört başlık altında yayımlanmıştır. Tarih, edebiyat alanında genel ve yerelden olmak üzere celbedici ve aydınlatıcı makaleler içermektedir. Özelikle “Tarihten” bölümünde, “Geçen Ondokuzuncu Asrın Kısaca Muhakemesi” başlıklı imzasız makalede, bu asırda bilim, sanayi, siyaset, edebiyat, sanat alanındaki gelişmelerin yaratığı olumlu ve olumsuz sonuçlarla birlikte ince bir eleğe vurularak değerlendirilmektedir. “Bu asır henüz bitti, artık maziye dönüştüğünden dolayı Şiller’in tabir ettiği tarih mahkemesi huzuruna çıkacaktır. Acaba istikbal, bu asır üzerine ne hüküm verecektir? … ”[8]

“Hiçbir vakitte şairler bir “İyers”, bir “Şiller”, bir “Leopardi”, bir “Alferd Doyin”, bir “Sollirodom”un eserinden yayılan acı, ümitsizlik ve derin bir takım şikâyete tercüman olmamıştır. Zamanımızda sonsuz yer ve göğü kaplayan bir gaz gibi bir hiçlik felsefesini müşahede etmek mukadder imiş. İyimserlik ve kötümserlik, endişe içinde bulunmak, kavmiyet davasında bulunmak, insanlık kardeşliği fikri, barış sevdalılığı, savaş arzusu, ırki yönden kavimler arası düşmanlık ve sınıf ile guruplar arasındaki mücadeleler gibi nice nice zıt duygulara, henüz son bulan bu asır bir şiddetli arbede içinde çarpışmış ve onları şimdi çehresi açılmış olan asra, miras bırakmıştır.”[9]

Birinci sayının “Edebiyattan” bölümünde, Diyarbekirli Faik Ali Bey’den “Niyaz” sernamesi adı altında Mehmet Ali Ayni Bey’e peşkeş edilmek üzere bir şiir yayımlanmış. Aynı sayıda “Ulemadan” sernamesi adıyla, “Bakır Altun olur mu?”[10] başlığıyla uzun bir yazı yayımlanmış. “Eşkali Edeba” sernamesiyle “…..Faik Ali Bey’in on bir sene evvel yazılmış makalatından:…”[11] aktarılmak üzere, Hüseyin Cahit Bey’in Hayat matbaasında yayımlanmış eseri değerlendirilmektedir. Ondan sonra da “Mahmud Ekrem Bey”le ilgili kısa bir anma yazısı vardır.

Seda’nın ikinci sayısı da 9 Teşrinisani 1325 (6 Aralı 1909) tarihinde neşredilmiş. Bu sayının “Tarihten” sernamesi altında, “Vestfalya barış antlaşmasından sonra Almanya’da 1356’dan ziyade müstakil devlet tesis etmişken bunlar nasıl birleşip şimdiki heybetli Almanya İmparatorluğu ortaya çıktı?”[12] sorusuyla başlayan yazıda, Prusya’nın uluslaşma süreci anlatılarak bugünkü Almanya’nın nasıl oluştuğunu konu alan altı sayfalık uzun bir imzasız makale yayımlanmış. Makalenin içeriğinde, bu süreç adeta ders alınması gereken çok önemli bir tarihsel dönem ve deneyim olarak sunulmaktadır.

Mevzubahis olan yazıda, “Yeni Almanya ve tarihçileri” başlığı altında, tarihçilerin bu sürecin gelişmesindeki katkıları hakkında şöyle denilmektedir: “Asrımızda Almanya ittihadının [birliğinin] oluşum tarihi tetkik edilirse, onda tarihçilerin gördükleri büyük görev, insanı hayretler içerisinde bırakır. 1866 ve 1870 zaferlerinden sonra galibiyet şerefiyle elde edilen milli özgürlüğün siyasetini onlar ortaya çıkarmışlardır…”[13]

“19. asırda Almanya’nın bütün siyasi tarihçileri -Niyebur, Walman, Ranke, Watiz, Keyzebreht, Droysen, Hanosser, Maks Dunker, Sibel, Mu(o)msen ve Trişke Prusya’nın başkanlık ve hakimiyeti altında “Küçük Almanya” taraftarı idiler. Keyfiyet onlar için mazinin verdiği dersten apaçık bir tarihi zaruret idi. Şu tarihçiler bunu gerek Prusya ve Alman tarihini hikâye ve gerek başka ülkelerin tarihleriyle iştigal ederek vakf-ı enfas ettiler. Zira, onların nazarında yüce kanuna uyan terakki ve milli kalkınma bütün memleketlerde birdir. Almanya’nın bütün yüksek okullarında öğretmenlik yapan bu zatlar, tedrisat kürsülerinin üstünde bu kuralları neşrettikleri gibi, kitaplarıyla da insanlar arasında yaymaya çalıştılar. …”[14]

İkinci sayının “Eşkali Edeba”[15] sernamesi altında, “Halit Ziya” ve “Cenap Şahabettin”in eserlerinden bir-iki paragraf aktarılarak anılmışlardır. Seda mecmuasının her iki sayısında da imzalı tek yazı “Kemaleddin Harpûtî”nin dir. Diğer imzasız yazıların kimlere ait olduğunu bilmiyoruz. Mecmuanın sahibi ve müdürü olan Mehmet Abdullah Cevdet’in, kendi imzasıyla yazılmış bir yazısına rastlamadık ancak imzasız bazı yazıların onun olma ihtimali yüksektir.

Mehmet Cevdet, Umumi Savaş’a birinci mülazım olarak katılır ve birçok cephede görevde bulunur.  Savaştan sonra, daha önce görev yapmış olduğu Mamüratülaziz’e döner ve 1918’den sonra KTC’ne üye olur ve çalışmaları içerisinde yer alarak Mamüratülaziz’de KTC şubesinin kurulmasına öncülük eder ve aynı zamanda şube reisi olur. Önümüzdeki hafta bu süreci daha ayrıntılı bir şekilde anlatacağız.

Kaynak:https://www.rudaw.net/turkish/opinion/19022023

[1] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siaysal Partiler, Cilt 2 Mütareke Dönemi, İletişim Yayınları, 4. Baskı, 2010, s. 224

[2] Dr. M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, 1981, s. 320

[3] Sabahattin Karlıdağ, Röportaj, İstanbul, 11.02.2020

[4] Can Karlıdağ, Röportaj, İstanbul, 19.03.2020

[5] Seda, no: 1, 9 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325/ (22 Kasım 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 1

[6] Seda, no: 1, s. 1

[7] Seda, no: 1, s. 1

[8] Seda, no: 1, s. 2

[9] Seda, no: 1, 9 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325/ (22 Kasım 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 5

[10] Seda, no: 1, s. 6

[11] Seda, no: 1, s. 8

[12] Seda, no: 2, 23 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325 (6 Aralı 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 1

[13] Seda, no: 2, s. 1

[14] Seda, no: 2, s. 2

[15] Seda, no: 2, s. 8