14 Mayıs 2023 seçimlerine gelince; seçim olacak olmayacak tartışmaları geride kalırken, şimdi ise 14 mayısta ortaya çıkacak seçim sonuçlarını taraflar hazmedip kabul edecek mi etmeyecek mi tartışması ve şüpheleri halan devam etmektedir. Bu şüphe ve varsayım, geçen yerel seçimler sonucuna itiraz ederek İstanbul belediye seçimlerinin tekrarlanmasını sağlayan AKP’nin tutumuna dayanarak ileri sürülmektedir. Şimdilik genel seçimle ilgili ileri sürülen varsayım ve kabullerin haklılığını veya haksızlığını, 15 Mayıs günü bütün kamuoyu görecektir. Günbegün kızışarak ileri sürülen iddialar ve açıklanan yeni vaatlerle seçim; Cumhur ittifakının ana omurgasını teşkil eden AKP-MHP ile Millet ittifakının motor gücü olan CHP-İyi Parti arasında cereyan etmektedir. Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanı seçiminde kilit rolü olan üçüncü ittifak ise, Emek ve Özgürlük ittifakıdır ki burada da HDP yerine ikame edilen Yeşil Sol Parti öne çıkmaktadır. Mevcut seçim sistemine göre, milletvekili sayısında olmasa da Cumhurbaşkanı seçiminde, Memleket Partisi adayı Muharrem İnce’nin tahmin edilen mevcut oy oranı da gözardı edilebilecek bir oran değildir, en azında cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura erteleyebilir.

Peki kimi çevrelerce iddia edildiği gibi, önceki seçimlerden çok farklı olarak bu seçim, “Kürdlerin kaderini belirleyecek bir seçim” mi ya da Kürdler ve Kürdistan için bir dönüm noktası teşkil edebilir mi? Kürdlerin bir kısmının desteklediği kimi örgütler, tahayyül ettikleri grup çıkarlarını Kürd milletinin çıkarları gibi yansıtmaları büyük bir manipülasyondur. Hiçbir tarafın küçük gurup çıkarları pahasına, Kürdlerin millet olmaktan kaynaklı haklarını aşındırma hakkı yoktur.

Yukarıda kısaca bahsettiğimiz yüz küsur yıl önceki tarihsel süreçle bugünü mukayese ettiğimizde, aslında bu seçim sonucunda da hem Türkiye’nin geneli hem de Kürdler açısında pek fazla bir şeyin değişmeyeceği görülecektir. Çünkü şimdiye kadar muhalefet Türkiye’nin temel sorunları ve özelikle de dış politikayla ilgili, mevcut iktidardan çok farklı bir alternatif ortaya koyamamıştır.

Bugünkü siyasi yelpazesine baktığımızda, genel hatlarıyla Hürriyet ve İtilaf Partisi yerine Cumhur İttifakını, İttihat ve Terakki Partisi yerini de Millet ittifakını koyduğumuzda, mücadele bu iki ana çizginin iktidar kavgası ve bunların periferisinde toplanan diğer küçük gruplar arasındadır. Bütün yolsuzluk, baskı, antidemokratik uygulamalar, ekonomik kriz, Kürd düşmanlığı, kötüleşen bölgesel ve uluslararası ilişkilere rağmen yaklaşık yirmi yıllık AKP iktidarı değişebilir mi? Başını CHP ve İyi Parti’nin çektiği muhalefet, bu sorunları çözebilir mi ya da çözüme dair bir programa sahipmidirler. En azından muhalefetin ağzından Kürdçenin ikinci resmi dil olarak kabul edilmesi, ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim dili olması, Kürdlerin demokratik-kültürel haklarının tanınması ve anayasal güvence altına alınmasına dair bir açıklama duymadık. Tam tersine CHP yöneticileri, iktidara geldiğimizde “andımız” marşını geri getireceğiz diyorlar. AKP’nin yirmi küsur yıllık kesintisiz iktidarına karşı, toplumda bir değişim ve yenilenme talebi olduğu tartışma götürmez ancak bu değişimi karşılamaya aday tarafların da bir demokratik açılım programına sahip olmadıkları apaçık ortada.

Buna rağmen seçimleri Kürdler açısından bir yeniden varoluş olarak yansıtmak büyük bir manipülatif yaklaşımdır. Eski CHP’li Ahmet Türk ve temsil ettiği siyasi yapı, bu manipülasyonu yapanlardandır. Ahmet Türk yaptığı açıklamada, 14 Mayıs seçimini, demokratik cumhuriyetin başlangıcının inşaası olarak gördüğünü belirtmektedir. Bu zihniyetin “Demokratik Cumhuriyet”ten ne anladığını merak edenler varsa, A. Öcalan’ın İmralı görüşme notlarına başvurabilirler. Kendisi İttihat ve Terakki’nin enkazı olan CHP’ye tav olan Türk, aynı zamanda bütün Kürdleri de CHP’ye oy vermeye çağırmaktdır. CHP’ye oy vermeyenleri ise, Kürd halkına düşmanlık yapmakla ve ahlaksızlıkla suçlamaktadır. A. Türk, Diyarbakır’daki Newroz konuşmasında: Bugün faşizme karşı mücadele ediyoruz, ……. Bu iktidara karşı halen sessiz kalanlar, ona destek verenler Ķürd halkına karşı adeta düşmanlık ediyor, bu büyük bir ahlaksızlıktır. Bunu açık bir şekilde dile getirmek istiyorum. Hiçbir Kürdün bu iktidara oy verme, destekleme gibi bir hakkı yoktur.” diyor. CHP, SHP, DEP, DTP, HDP ve bağımsız aday olarak altı dönem milletvekilliği ve belediye başkanlığı yapmış olan Türk, TBMM emeklisi ve CHP’de Kürd kökenli adayları belirleme komiseri olarak kendisinden farklı düşünen ve tercihte bulunan Kürdlere hakaret edeceğine, İttihat ve Terakki zihniyetinin devamı, “ceberrut cumhuriyetin” kurucusu ve Kürd kanının akıtılmasında büyük payı olan CHP’den hesap sorup aralarına biraz mesafe koyarsa, kanımca daha ahlaklı ve tutarlı bir duruş sergilemiş olur. HDP-YSP’nin öncülük ettiği Emek ve Özgürlük İttifakı ve bileşenleri, 14 Mayıs seçimini “Kürdlerin kaderini belirleyecek bir seçim” olarak değerlendirip CHP’ye eklemlenmesi, ne demokrasi ne de Kürd ve Kürdistan sorununun çözümüne bir katkı sağlayacaktır, yaşanan yüz yıllık pratiği görmezlikten gelip böyle beklenti içerisine girmek ancak siyasi öngörüsüzlük ve bir tahayyülden ibarettir. Çünkü, tecrübe edileni tekrar deneyen pişmanlığa uğrar.

Kürd partileri içerisinde seçimlere girme hakkını kazanmış olan HAK-PAR (Hak ve Özgürlükler Partisi) ise seçime, “Federal Çözüm” sloganıyla kendi başına katılacak. Şimdiye kadar diğer Kürd örgütlerinden yapılan açıklamalara göre; PAK, TDK-Tevger ve Hereketa Azadî dışarıdan HAK-PAR’a destek vereceklerini beyan etmişler.

Kitle ve sosyolojik taban olarak ana omurgasını Kürdlerin oluşturduğu HDP ya da yeni adıyla Yeşil Sol Parti’yi, Emek ve Özgürlük İttifakı üzerinden demokratikleşme tahayyüllü ile CHP ve İyi Parti’nin başını çektiği Millet İttifakına bağlamak, büyük bir yanılgı ve aldatmadır. Yakın tarihte 1977’de de Ecevit CHP’sinin demokratikleşmeyi sağlayacağı hayaliyle bir kısım Kürdler CHP’ye oy verilmiştiler ve sonu hüsran olmuştu. Aynı şekilde 1987’de benzer bir şekilde Erdal İnönü’nün SHP’sine ve daha sonra yine Ecevit’in DSP’sine oy veren Kürdler de hayal kırıklığına uğramıştı.

14 Mayıs seçimleri, içeride büyük bir çekişme ve kamplaşmayla devam ederken, adeta taraflar bu seçimi bir varoluş-yokoluş meselesi, yeni bir istiklal harbi gibi yansıtmakta ve olası dış etkileri de, egemenlik hakkına bir müdahale olarak değerlendirmektedir. Dış etki derken; Amerika, Avrupa, Rusya ve Çin gibi büyük güçler ve onların etki alanındaki yapıların iktidar lehine ya da aleyhine, seçime direk veya dolaylı etkileridir. Bunlardan Çin, Rusya ve bölgede de İran’ın mevcut iktidarın devamından memnun olacakları, yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır. ABD ve beli başlı Avrupa Birliği ülkeleri ise, açık bir şekilde olmasa da çeşitli vesilelerle AKP iktidarından rahatsızlıklarını belirtmelerine rağmen, şimdiye kadar mevcut iktidara karşı açık ve net bir tavır ortaya koymamışlar.

Seçim denince diğer önemli bir konu ise, siyasi partilerin milletvekillerini belirleme süreç ve yöntemleri, milletvekili profilleridir. Dünden bugüne, düzen partileri başta olmak üzer, istisna kaideyi bozmaz düsturunu da hatırda tutarak, bütün partilerde aday belirleme sürecinin merkezci ve antidemokratik bir yöntemle gerçekleştiği apaçık ortadadır. Bu nedenle her dönemde meclise vekil olarak seçilenlerin profili, gelişmiş ülkelerdekiyle kıyaslandığında, çok düşük kalıyor. Mehmet Mihri Hilav bu konuda isabetli bir tespitte bulunarak yaklaşık yüz yıl öncesinde şöyle yazmıştır: Medeni ülkelerde mebus; milletin mümessili, ruh hallerini, medeni ve manevi ihtiyaçlarına vakıf, genelin teveccühüne mazhar (erişmiş), alim, hür, serbest, azade, vatan-millet ve devlete hizmetçi, hakkı söyleyen, hakperest, iradesine sahip ve mazlumun hamisi ve koruyucusudur. Halbuki bizim memlekette mebus; -nadir bulunan şey yok hükmündedir- temsil niteliğinden binlerce merhale uzak, seçilme dairesinde meçhul, muhtaç, ihtirasperver, gaddar bir fırkanın yöneticilerine köle, cahil, vicdanını satmaya hazır, vatan-devlet ve milletle alakasız, irtibatsız, hercai (hiçbir şeyde kararlı olmayan), zulmü onaylayan, siyaset rüzgarlarına karşı her dakika yüzlerce vaziyetlere maruz, bilâ-ihtiyar (kendiliğinden) elleri kalkar-ayakları da kalkar, bir ferdin veya birkaç kişinin zorbalıklarına binaen tayin edilen kişilerden ibarettir. Bununla birlikte böyle bir uğursuz mebus ve bu gibi seçimler şüphesiz ki me’şûm (uğursuz) olacaktır!” (Kurdistan, Sayı: 14, 23 Eylül 1335/23 Eylül 1919)

Hulasa çok tarafgir olmayan araştırma şirketlerinin kamuoyuyla paylaştıkları verilerin ortalamasına baktığımızda, şimdilik pek fazla olmayan bir farkla başa baş giden bu seçim; demokrasi, ekonomi, Kürd hakları ve diğer sorunların çözümü için söylendiği gibi büyük bir değişim getirmeyeceği, bir dönüm noktası olmayacağı apaçık ortadadır. Hele hele bugünkü seçim sistemde, oylarıyla bir kilit pozisyonunda olan Kürdler kendi adına, kendi örgütleriyle, kendi içinden çıkan nitelikli temsilcileriyle masaya oturmadıkça her zaman kaybeden taraf olmaları büyük bir ihtimaldir.