Mesud Barzani başkanlığındaki Güney Kürdistan Federe Yönetimi, yaklaşık olarak iki yıldan beri aktif bir şekilde içeride ve dışarıda yürütülen siyasi-diplomatik çalışmalar sonucunda, Kürdistan’daki farklı etnik ve dini toplulukları temsil eden siyasi partilerin de katılımıyla 7 Haziran’da yapılan zirvede, bağımsızlık için yapılacak referandum tarihi 25 Eylül olarak belirledi ve dünya kamuoyuna duyurdu.

Kürdistan’ın bağımsızlığı için referanduma başvurulması, olmazsa olmaz bir yol değildir. Dünden bugüne bağımsızlığını kazanmış birçok millet ve devlet, referanduma gitmeden de bağımsızlığını ilan edebilmiştir. Barışçıl bir şekilde ayrılmak isteyen toplumlar ise, kamuoyuna başvurmayı tercih etmişler. Güney Kürdistan Federe Yönetimi’nin bağımsızlığa giden yolda referandumu tercih etmesi, Kürdistanlıların demokratik ve barışçı bir yolla ayrılma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Ancak muhatapları tarafından şimdiye kadar yapılan açıklama ve gösterilen tepkilere baktığımızda, Kürdlerinki kadar barışçı, medeni ve demokratik tahammüllerinin olmadığı görülmektedir. Oysa baştan itibaren Kürdlerin Irak’la olan birliktelikleri, kendi özgür iradesi ve rızaya dayalı bir birliktelik olmadığı bilinen bir gerçekliktir.

Bağımsızlık referandumu tarihinin belirlenmesiyle birlikte her birinin bir Kürd meselesi olan Türkiye, İran, Suriye ve Irak devletleri benzer tepkiler ortaya koydular. Irak Arap yönetimi yaptığı açıklamada, Kürd yönetiminin Anayasayı ihlal ettiğini ileri sürmekte. Bu itirazı, öncelikle adı geçen bölge devletleri de resmi ya da gayri resmi açıklamalarında dillendirmektedirler. Peki Irak yönetimi kendi Anayasası’na ne oranda uymuş, Irak’ın iddialarını destekleyen ülkeler ve onların siyasi uzantıları bu yönde ne kadar hassas olmuşlar?

Örneğin; 2005 yılında kabul edilen yeni anayasasının 140. maddesine göre, tartışmalı bölgelerin geleceğini belirlemek üzere, söz konusu bölgelerde en geç 2007 yılına kadar halk oylaması yapılacağı belirtilmişken, arada on yıl geçmesine rağmen her seferinde çeşitli bahanelerle bugüne kadar söz konusu maddenin uygulanması ertelendi. Aynı şekilde bütçeden Kürdistan’ın payı olan %17’lik kısmın keyfi olarak kesilmesi, ekonomik yaptırımlar ve petrol ihracının engellenmesi, peşmerge güçlerine silah ambargosu uygulanması, Arap yönetiminin yaptığı başlıca anayasa ihlallerindendir. Kürdlerin bütün çağrılarına karşı, Arap yönetimi hep duymazlıktan geldi ve anayasayı ihlal etmeye de devam etti. Anayasayı ihlal etmek Araplara haktır da, Kürtler anayasanın gereğinin yapılmasını istediği zaman Anayasaya aykırı mı davranmış oluyorlar.

Kürdistan bağımsızlık referandumuyla ilgili olarak bölge devletlerinin yaptığı açıklamalar, Irak’ınkinden pek farklı değildir. Şii yönetimi üzerindeki etkisi oldukça fazla olan İran, yaptığı resmi açıklamada, Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduklarını belirterek, “Tek taraflı verilen bu kararın Irak Anayasası’nda yeri bulunmamaktadır. Karar, Irak’ın mevcut durumunu istenmeyen bir aşamaya getirerek, yeni sorunların yaşanmasına sebep olacaktır” ifadelerini kullandı. Benzer bir açıklama da Türkiye tarafından yapılarak referandum kararı “vahim bir hata” olarak değerlendirildi. Hükümet sözcüsünün açıklamalarının yanı sıra, Türkiye’de farklı meşreplere ait basın-yayın organları ve köşe yazarlarının önemli bir bölümü “bağımsızlık referandumu”nu değerlendirirken kendini devletin yerine ikame ederek çok rahat bir şekilde tehditlerde bulunmakta. Aynı basın-yayın organları küçümseyici ve horlayıcı bir dille, “Suriye Krizi” ve “Katar Krizi”nin yaratığı sarsıntıya ek olarak “bağımsızlık referandumu” kararı alınmasını “fırsatçılık”, “yangından mal kaçırma” veya “Türkiye’yi parçalama projesi” olarak değerlendirmeleri, aslında ırkçı-şoven bir yaklaşımın sonucu olup Kürt milletinin kendi geleceğini belirleme hakkının olmadığını farklı sözlerle anlatmaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Kürdistan bağımsızlık referandumuna karşı olan devletler ve onların siyası uzantıları, Kosova ve Filistin meselelerinde tam aksi bir tutum takınırken, Kürdistan bağımsızlığına karşı çıkarak ikircikli ve çelişkili bir tutum sergilemektedirler.

Bölge devletlerinin “bağımsızlık referandumu”yla ilgili tedirginliklerinin en önemli nedeni de, bu yöntemin başarıya ulaşması durumunda, her birinin devasa bir Kürdistan meselesi nedeniyle hem kendi Kürd meselesinin çözümünde hem de benzer sorunların çözümünde, Ortadoğu’da model olabilecek yeni bir çözüm yolunun ortaya çıkmasından korkmalarıdır. Çünkü onlar şiddeti, meselelerin çözmenin yegane ve kestirme yolu olarak kabul etmişler.

Başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere uluslararası topluluk ise, Kürdlerin Bağdat’la olan sorunlarını çözmede uzlaşmacı bir siyaset izlemelerinin önemini vurgulayarak “Birleşik, istikrarlı, demokratik ve federal bir Irak”tan yana olduklarını belirtirken “Irak Kürdistanı’nın meşru özlemlerini de anlıyor ve takdir ediyoruz” şeklinde açıklamada bulunarak “bağımsızlık referandumu”na yeşil ışık yakmıştır.

Mesud Barzani liderliğindeki Federe Kürdistan Yönetimi ise, yaklaşık olarak çeyrek asırlık bir pratikten çıkartılan sonuçlara vurgu yaparak Arap-Kürd uzlaşmasının mümkün olmadığını, uluslararası topluluğun Bağdat’a baskı yaparak Kürdistan’ın bağımsızlığına taraf olmalarını talep etmektedir. Elbette ki kendi geleceğini belirleme hakkı, tüm milletlerin olduğu gibi, Kürdistanlıların de meşru ve vazgeçilmez hakkıdır. Bu hakkın nasıl kullanılacağını ancak Kürd milleti ve onun meşru temsilcileri belirleyebilir. Güney Kürdistan’da 25 Eylül 2017’de yapılması kararlaştırılan bağımsızlık referandumu, Kürdistan’ın bağımsızlık yolundaki ilk aşmadır, büyük ihtimalle yüksek bir oranda da evet çıkacaktır. O aşamadan sonra Kürdistan yönetimine düşen en büyük sorumluluk da, bu süreci uzatmadan bağımsızlığın ilan edilmesidir. Güney Kürdistan’ın bağımsız olması tartışılmaz bir haktır, hem bütün Kürdistanlılar için hem de bölge halkları için daha güvenli ve demokratik bir ortam yaratacaktır.