Anadili ve/veya babadili Kürdce olan çocukların kırmançki ve kurmanci lehçelerini içeren Kürdce dilinde zorunlu eğitim hakkının olmaması akademik hayatı boyunca fırsat eşitsizliğine neden olur mu? Meseleye literatürsel ve objektif bakabilen her eğitimci ve eğitim bileşeni birey bu soruya benzer yanıtlar verecektir. Tebeşir dergisi editörü DİERG’den bu konuda görüş istediğinde evrensel ve yerel çalışmalarla desteklenmiş ve çokdillilik kapsamında sürdürülmüş anadilinde eğitim uygulamaları hakkında daha ne söyleyebiliriz diye duraksadık. Üstelik, çoğu devletin kendi içindeki anadili farklı toplum ya da toplulukların kimliğini ve anadilini kabullendiği, tanıdığı ve her bir anadiline ya da babadiline eğitimde eşit ve gerektiğince yer verdiği bilgi ve deneyimi yeni de değil! Türkiye’de Kürdce anadilinde eğitime halen başlanamadı. Peki, acaba Türkiye’de can çekişir haldeki Kürdce seçmeli ders uygulaması başlatılıncaya dek neler yaşandı?

Bu yazı ile işaret edilmek istenen; bir kronolojik değerlendirme yapmak ya da yaşanan trajedileri, sebep olunan kompleksleri, kayıpları sergilemek değil. Tüm bunların dışında yazı “Olay yeri neresiydi ve orada fail olarak kimler vardı?” sorusuna yanıt arayabilme amacında. Olay yeri elbette tüm Türkiye’dir.

“Gayet mahremdir”

“Gayet mahremdir” ibaresi taşıyan ve 24 Eylül 1925 tarihinde uygulamaya konan Şark Islahat Planı Kararnamesi’nin 13. maddesi “Aslen Türk olup Kürtlüğe mağlup olmaya başlayan bervech-i âtî Malatya, Elaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Behinsi (Besni), Arga (Akçadağ), Hekimhan, Birecik, Çermik, vilayet ve kaza merkezlerinde hükûmet ve belediye dairelerinde ve sair mücessesat ve teşkilâtta, mekteplerde, çarşı ve pazarlarda Türkçeden maada lisan kullananlar evâmir-i hükûmete ve belediyeye muhalif ve mukavemet cürmile tecziye edilirler.” ve aynı kararnamenin 16. maddesinde yer alan “Fırat garbındaki vilayetlerimizin bazı akvamında dağınık bir surette yerleşmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşmaları behemahal men edilmeli ve kız mekteplerine ehemmiyet verilerek kadınların Türkçe konuşmaları temin olunmalıdır.” ifadeleri ile Kürd dili yasaklanmıştı. Bu yasaklara Kürd ve Kürdistan kelimeleri de dahildir.

1925’ten 1946’ya dek sıkıyönetim ile yönetilen; 1961’e dek yabancı turistlerin girişi devletçe hoş karşılanmayan bölgemiz sadece bu kararnameden değil, bir diğer güçlü ve amansız kampanyadan da etkilendi. Dâr-ül-fünûn Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti öğrencilerinin 13 Ocak 1928’te başlattığı ve hükümet desteği ile 30’lar boyunca devam eden “Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyası sadece Kürdceyi değil, Türkçe dışındaki tüm dilleri hedef almıştı.. Türk dilini, Türklük ülküsünü ve Türk kültürünü tek kılmayı amaçlayan bu kampanya ile Kürdce, Rumca, Lazca, Gürcüce, Ermenice, Yahudi İspanyolca vs dillerinin konuşucuları göze batmaya, tepki görmeye başladı. Bu kampanya sayesinde belediyeler de Türkçe dışındaki dilleri konuşanların cezalandırılması kararı aldı, meydanlarda bu kararlar ilan edildi ve cezalandırmalar Türkiye çapında kararlıca ve açıkça uygulandı.

Çok partili dönemin başlamasıyla yani 1946’dan itibaren “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyası gündemden düştü. Ancak, 27 Mayıs 1960’tan sonraki Ağustos ayında yine öğrenciler yeni bir “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyası başlattı. Dönemin İstanbul Valisi Tuğgeneral Refik Tulga, öğrenci liderleri ile görüşerek mevsimin yaz olması ve İstanbul’da turistlerin fazlalığı nedeniyle böylesi bir kampanyanın çığırından çıkıp turistleri rahatsız eder bir hale bürünmesinin Türk ekonomisini zarara uğratacağını öne sürerek kampanyanın sona ermesi için öğrencileri ikna etti (http://www.rifatbali.com/images/stories/dokumanlar/turkce_konusma_birgun.pdf).

Bu zorba süreçler tek parti ya da 1960 anayasası ile son bulmadı, hafiflemedi; aksine, şiddetlenerek devam etti. Yıllar geçtikçe iştahını artıran bu yasakçı, yutucu zihniyet 12 Eylül darbesi sayesinde Türkçe dışındaki dillerin soluğunu tamamen kesmeyi denedi. Bu amaçla, 19.10.1983 tarih ve 2932 sayılı “Türkçe’den Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun”un 2. maddesinde “Türk Devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dilde düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır” hükmü konuldu. 26. madde “düşünceyi açıklama ve yaymada” ve 28. madde ise “basında” Türkçe dışındaki dillere net bir yasak getiriyordu.

Kürd diline 2012 yılından beri kamusal alanda, devletin yayın kuruluşlarında ve üniversitelerde kısmi alan açılmış olsa bile, Kürd Dili ve Edebiyatı bölümlerinde lisans ve enstitülerde lisansüstü programlara devam edenler ve mezunlar öğretmen olabilme seçeneğine sahip olamadı. Okullarda seçmeli Kürdce derslerini seçen öğrenci sayısına uygun sayıda öğretmen atamasının yapılmaması Kürdlerde güvensizliğe neden oldu. Bazı öğretmen atama dönemlerinde Kürdce öğretmenliğine tek bir kontenjan bile verilmedi. Kürdce seçmeli ders saati artırılmadı, örneğin Kürdce bazı kademelerde zorunlu hale getirilmedi. Eğitimde Kürdceye karşı olan bu tutum yani iyileştirmelerin göstermelik ya da oyalayıcı ve çıkmaz sokak olduğunu düşündürten bu tutum, Kürdce anadilinde zorunlu eğitimin statüko ve statükodan ibaret toplumun kimi kesimleri tarafından doğal ve sıradan bir toplumsal gereksinim olarak algılanmadığının işareti oldu. Halk Eğitim Merkezlerinde Kürdce derslere de yer verilmesi ve yaygınlaşmaya devam etmesi de olumludur ancak okullardaki seçmeli Kürdce derslerinin akıbeti ortada iken, genel olarak Kürdce ile ilgili geliştici ve güçlendirici ve yaygınlaştırıcı bir işleyiş ve plan, program olmadığını düşündürüyor. Halbuki, Kürdce anadilinde zorunlu eğitim Kürdlerin de elinde olmayan, doğuştan sahip oldukları yani yaşadıkları kadim topraklarda binlerce yıldır analarından ve/veya babalarından devraldıkları bir zorunlu mirastır ve bu mirası sonraki nesillere devretmeleri de zorunluluktur. Bu da şu anlama geliyor: Kürdler anadilinde eğitimden vazgeçemez!

Kürd çocuklarının Kürdce anadilinde zorunlu eğitime başlayamamasının nedeni Kürd toplumunun bu talebin zorunluluğunu, masumiyetini ve aciliyetini “yasak getirenlere ve yasağı savunanlara” anlatamamış olması ya da yeterince “yalvarmaması” değildir. Bir zamanlar anadili yasaklanmış ve son on yılda kısmi gelişmeler sağlanmış olsa bile anadilinde eğitime halen de başlayamamış bir toplum anadilini yasaklayanlara ve yasağı savunanlara karşı böyle bir ruh halinde olmamalıdır; eğer bu durumda ise, bu hastalıklı ruh halini fark etmeli ve kurtulmalıdır. Kürdce anadilinde eğitime geçişi bekletenler ya da Kürdce anadilinde eğitime geçiş kararlılığının sönmesini bekleyenler ve bu yok saymayı destekleyenler halen de 1925’li ya da “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyalı ya da 1980-90’lı günleri kesintisiz devam ettiriyor olabilir mi?

Olay yeri

Olay yerinde Türkçe olmayan anadili katledilmiş milyonlarca konuşucu mezarı var. Olay yerinde anadilinde yazılmış yazılı eserlerin külleri var. Olay yerinde anadilinde yazılmış sözlü eserlerin fısıltıları, yokluğu var. Olay yerinde asıl anadili katledilmiş milyonlarca Türkçe konuşucusu var. Olay yerinde asıl anadiline sessizleşmiş, düşmanlaşmış, yabancılaşmış, reaksiyonerleşmiş milyonlarca Türkçe konuşucusu var. Ayrıca, olay yerinde konuşucusunun korkutulduğu, susturulduğu, bozuklaştığı milyonlarca anadili konuşucusu var.

Olay yerinde devletin dil yasakları, verilen cezalar, cezalardan alınan paralar, cezaevlerinde sayılan günler var; okullarında döve, aşağılaya, yok saya, sınıfta bıraka, rehabilitasyon merkezine sevk edile-rek Türkçe öğretilmesi var; olay yerinde Türkçeye dahil edilen farklı anadillerinde kültürel zenginlikler var; hastanesinde, okulunda, cezaevinde Türkçe dışındaki anadillerinin yok sayılması, eziyet edilmesi var.

Olay yerinde, sosyal kimliğin önemli bir parçası olan Türkçe dışındaki farklı anadillerinin baskılanması, aşağılanması ve inkarı sayesinde toplum mühendisliği pratiği ile Türk kimliği dışındaki kimliklerin reddi yani tekliğin inşası kalıntısı, harabesi var.

Olay yerinde sayılmadık kaldı mı?

Olay yerinde 1925’ten beri anadili Türkçe olanlar ve nesilleri var. Olay yerinde 1925’ten başlayarak anadili Türkçe olmadığı halde artık anadilini Türkçe kabul edenler ve artık tek dili savunanlar var.

Olay yerinde bir başka sayılmadık kaldı mı?

Olay yerinin asıl faillerinden biri de artık anadili Türkçe olup da statükonun kesintisiz dil politikalarını, yasağını benimsemeyen, huzursuzluk duyan ya da reddedenlerdir. Kürdleri anladığını, duyumsadığını düşündüğümüz bu kesimler ise bu süreçlerde inisiyatif almaktan kaçınan, milyonlarca Kürdün ortak talebi olan anadilinde eğitimi kendilerinin de birincil talebi, kırmızı çizgisi, ilk sözü, son sözü haline getirmeyen birey, sivil toplum ve siyasi yapılardır. Etnik olarak Türk olan ya da günümüzde kendini artık Türk sayan, Türk kabul eden toplumun olay yerindeki varlığının tarihselliğini, kanıtlığını, tanıtlığını, tanıklığını değerlendirmeye; olay yerindeki faillerden biri olduğunu görme ve kabullenme konusunda toplum ya da topluluk içi tartışma yapmaya davet ediyoruz.

Aynı olay yerinde bulunsak da; çoğu hafızamız, deneyimimiz, yaramız, yöntemimiz ve yolumuz ortak değil. Demokratikleşme, hayatı olduğu gibi kabullenmekle başlar; “başkalarının” hayatındaki, çilesindeki, dramındaki etkimizi, eksikliğimizi sorgulamakla başlar; olay yerinde yer alan avcıların kendi tarihini tekrar yazmasıyla başlar; statükodan ve statükolaşan toplumdan kaçınmasıyla, sıyrılmasıyla başlar; statükoya ve statükolaşmış kimi kesimlere karşı çağcıl tutum almasıyla başlar.

(*) Bu yazı Tebeşir dergisinin Kasım 2021 tarihli sayısında yayımlanmıştır.