Nezirê Cibo/ Anadil ve Eğitimi

0
2269

Sözlüklerde dil, insanların düşünce ve duygularını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zeban olarak tanımlanır. Diğer bir ifadeyle dil, insanların anlaşmasını, iletişim kurmasını, düşünce ve duygularını birbirine aktarmasını sağlayan bir araçtır. Maddi manevi ortamı algılama, hayallerinin, ilişkilerinin belirleyicisi, iletişimin olmazsa olmazıdır. Kendini anlamanın, anlatmanın ve öteki insanı anlayabilmenin temel yoludur.

Tarihte insanların kelime ve cümle kuramadıkları, konuşma etkinliğinin gelişmediği dönemler olmuştur. O zamanlar insanlar çeşitli işaret ve sesler aracılığıyla anlaşıyorlardı. Zaman geçtikçe ses ve işaretler anlamlı hece ve kelimelere, kelimeler cümlelere dönüşür. Böylece insanlığın daha önce sahip olamadığı, dilsel etkinlik olan konuşma yeteneği gelişti. Bu anlamda insanlık tarihinin en önemli keşfi diye bileceğimiz dil, toplum ve toplulukların oluşmasında, bilimin ilerlemesinde ve günümüz uygarlıkların oluşumunda önemli bir öğe olmuştur. Dil sayesinde insanlar bir araya gelerek günümüz kültürel değerleri oluşturmuşlardır. Nitekim ilk çağ uygarlıklarına baktığımızda felsefe, matematik, tıp, astronomi, vb. bilimsel alanlarda gelişmenin dilin gelişimine paralel olarak geliştiği görülecektir.

Anadil ise, insanın doğumdan itibaren öğrendiği ve konuştuğu dildir. Diğer bir ifadeyle çocuğun ailesinden ve içinde yaşadığı topluluktan edindiği, “aile ve soyca bağlı bulunduğu toplum çevresinden öğrendiği, bilinçaltına inen ve kişilerle toplum arasındaki ilişkilerde en güçlü bağı oluşturan dildir”1 (Korkmaz Zeynep, Gramer Terimleri Sözlüğü, TDK Yayınları 575, Ankara. 1992: 8)

Konuşma yeteneğinden mahrum ya da çeşitli nedenlerden (asimilasyon, yasaklama vb) dolayı ana dilini sağlıklı bir şekilde öğrenemeyen insanlar, toplumla uygun bir iletişim kurmaları zorlaştığı gibi yaşamda başarıyı yakalamaları da zor olmaktadır. Bu nedenledir ki, gerek Türk gerekse de yabancı pedagog, eğitimci ve dil bilimcileri “ana dil eğitiminde konuşma yeteneğinin geliştirilmesi, gerekli önemin verilmesi ve öğrencilere yeterli pratik yapma olanağı sağlanması”1 (Dr. Mustafa Durmuş Çelebi) gerektiğini ısrarla vurgulamaktadırlar.

Kuşkusuz anadil eğitimi derken, yukarıda belirtildiği üzere, temel dil becerileri olarak adlandırılan dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerilerini, “kişinin önce annesinden ve ailesinden, daha sonra da sosyal çevresinden öğrendiği, şuur altına yerleşen ve onun toplumla kendi arasındaki bağlarını oluşturan dil” 2 (Topaloğlu, Ahmet 1989: 24) olarak anlamak gerekir

Dil insanlar arasında iletişimi sağlayan bir öğeden öte yeni neslin geleceğine de yön verir. Kişinin sosyolojik kimliğinin oluşmasında temel rol oynar. Bundan dolayıdır ki, bugün devlet yapılarında, anayasalarda vazgeçilemeyen yasaların başında anadil ile ilgili yasalar durur; bunun en önemli nedeni ise anadilin aynı kültür ve kader birliği taşıyan insanları bir araya getirerek aralarındaki iletişimi sağlamasıdır. İletişimi sağlamakla kalmayıp aynı zamanda kültür taşıyıcılığını da yapar. Bugün anne, baba ve çevremizden öğrendiğimiz türküler, stranlar, ninniler, yemekler, giyim, kuşam, folklor ve daha sayacağımız birçok değer anadil sayesinde geleceğe taşınmaktadır. Bu da dilin sadece günümüz için değil geleceğimiz adına da önemli olduğunu gösterir.

Anadilin toplumsal iletişimi sağlaması ve kültür taşıyıcılığı yapmasının yanında birey olarak insanın düşüncelerini en derin duygularla ifade edebilmesi, hayatı anlamlandırması, anlatması ve bireyi hayata özgür bir fert olarak hazırlamasında da temel rol oynadığı göz önünde de tutulursa, anadil eğitiminin bireysel ve toplumsal olarak ne denli önemli olduğu görülecektir.

Alman bilim adamı Wilhelm Von Humboldt’a göre, dil bir ulusun kültür düzeyini gösteren en iyi bir araçtır. Ancak kendi diline dayanan, kendi dilinde ilerlemeler yapan bir ulus gerçek bir kültürün de yaratıcısı olabilir.

Çinli filozof Konfüçyüs’e sorarlar: “Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?”

Konfüçyüs şöyle cevap vermiş: “İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa kelimeler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

Günümüzde medeni dünyada anadili ve eğitimini geliştirmek için başta devletler olmak üzere, bilim adamları, dil bilimcileri bilimsel çalışmalar yayınlanmakta, konferanslar düzenlemekte ve birçok araştırma yapmaktayken, Türkiye’de bu alanda hala büyük eksikliğin olduğu gün gibi ortadadır. Bu gün milyonlarca Kürt çocuğu ana diliyle ağitim yapmaktan, okuyup yazmaktan hatta konuşmaktan bile mahrumdur. Mahrum olması bir yana en ağır asimile uygulamalarıyla Kürtçe yok edilmeye, genç kuşaklara unutturulmaya çalışılmakta ve toplumsal bir realite olarak yok sayılmaktadır. Durum böyle olunca da büyük filozof Konfüçyüs’ün dediği gibi “töre ve düzen bozulması… Adaletin yoldan sapması.” Kaçınılmaz olmaktadır.

İşte bütün bu nedenlerden dolayı Türkiye Cumhuriyeti Cumhur Başkanı Recep Tayip Erdoğan’ın da teslim ettiği gibi ana dil eğitimini “Anne sütü gibi hak ve pak” kabul etmek gerekmektedir. Üstelik bu evrensel hukuk normların, insan hak ve özgürlüklerinin kaçınılmaz gereğidir de.  Diğer bir ifadeyle anadil eğitimine yer verilmemesi büyük bir eksiklik, hukuksuzluk ve adaletsizliktir.

Son yıllarda, çok gecikmeli, kısıtlı ve yetersiz olsa de olsa Türkiye’de bu alanda bazı adımların atılması, Kürtçe ve diğer yerel dillerin özel okullarda “seçmeli ders” olarak okutulmasına izin verilmesi, bazı üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin açılması, TRT Kürdinin açılması her şeye rağmen umut vericidir. Ancak sağlıklı ve özgür bireyler yetiştirmek, kuşaklar arası kültürel alışverişinin sürekliliğini sağlamak ve “yoldan sapman adaletin” gerçek rayına oturtulmasını sağlamak için bu alanda daha doyurucu, bilimsel, pedagojik eğitim öğretimin gereklerine uygun adımların atılması gerektiği de yadsınamaz.

Kürt meselesi her ne kadar bir ulus ve ülke sorunu olsa da diğer yanıyla bir dil sorunu olarak da görmek ve bu perspektifte ele almak gerektiği kanısındayım.  Bu anlamda gerek devlet gerekse de Kürt kurum ve kuruluşlarının atacağı her adım değerlidir ve desteklenmelidir. Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt dili üzerindeki yüz yıllık asimilasyoncu politikalarının yarattığı tahribat ve yıkımın atılan bu tür adımlarla giderileceğine inanmak ne kadar saflıksa bu girişmeleri görmezlikten gelmek ya da küçümsemekte aynı derecede saflıktır.  Her şeye rağmen bu girişimlerin önemsenmesi ve desteklenmesi Kürtlerin zararına değil yararınadır.

Gel gör ki, Kürtler adına siyaset yapma iddiasında olan olmayan çevreler bu anlamda pozitif bir duruş sergilemekte uzak kaldılar. PKK çevresi devletin bu girişimlerini teşvik etmesi gerekirken açıkça engellemeye çalıştı. TRT Kürdîyi izletmemek için elinden geleni yaptı. Kanalda program yapan, Kürtçe müzik yapmak için programlara çıkan Kürt sanatçıları tehdide kadar vardırdı. Kürt ses sanatçısı Rojin bu kanalda salt Kürtçe şarkılar söylediği için resmen linç edildi. Böylece Kürt dili, kültürü ve müziğinin geliştirilmesi için oldukça yetersiz ama önemli olan bu imkandan yeterince faydalanması engellendi.

Öte yandan yine devleti bu tür girişimlere zorlamak daha da yaygınlaştırmak için öncelikle çaba sarf etmesi gereken aynı çevreler, Kürtçenin okullarda seçmeli ders olarak konulmasına da pek olumlu bir yaklaşım göstermediler. Çocuklarına Kürtçeyi ders olarak seçmedikleri gibi halkı da bu yönde yönlendirdiler. Dolaysıyla okul yöneticileri öğrenci yok diyerek Kürtçe sınıf açmadılar. Kuşkusuz devletin bu girişimleri Kürt dili ve kültürünün gelişip serpilmesi için yeterli değildir ama her şeye rağmen önemsenmesi ve desteklenmesi gereken adımlardır.

Aynı çevreler günlük yaşamlarında da Kürtçeyi çıkartmışlardır. Bu gün kuzey Kürtlerinin en popüler isimlerinden olan Selahattin Demirtaş buna en ilginç örnektir. Başta kendisi olmak üzere, çocukları, eşi, Kürtçe konuşmaz ya da bilmezler. Türkçe nutuklar atar, Türkçe şiir, Kitap yazar, türkü söyler, Türkçe besteler yapar. Kısaca söylemek gerekirse hayatının hiç bir yerinde Kürtçe yoktur Ama Kürt oylarıyla Tük parlamentosuna gider. Bir kaç istisna hariç diğer Kürt siyasilerin çoğunun durumu pek farklı değildir. Çocuklarını özel okullarda ya da yurt dışında okuturlar ama Kürtçe bilmezler ve öğrenmek gibi dertleri de yoktur. Türkiye’deki Özel okulların hemen hepsinde Kürtçeyi seçmeli ders olarak okuma imkanları olduğu halde okutmuyorlar. Herhalde Kürtlükle tek alakaları Çocuklarının isimlerinin azat, Welat, Dılda, Delal olmasıdır, desek haksızlık yapmış sayılmayız.

Biliyorum, birçok Kürt yazar ve aydın haklı olarak “bu kadar ahkam kesiyorsun da neden bu satırları Kürtçe değil de Türkçe yazıyorsun” diyecekler. Hemen söyleyeyim, Türkçe yazıyorum çünkü söz konusu çevreler Kürtçe yazıları okumuyorlar ya da anlamıyorlar. Bu nedenle Türkçe yazmayı uygun buldum ama yine de kendi payıma bir eksiklik kabul ediyorum.

Eksikliktir çünkü bir dilin yaşayıp, gelişmesinin yolu öncelikle yazı ve edebiyat dili olmasından geçer. Bu da doğal olarak yazı ve edebiyatla uğraşan aydın, yazar kadrolara büyük sorumluluk yüklemektedir.

Özcesi, her ne kadar Kürt dili ve kültürünün gelişmesinin önündeki en önemli engel devletin yıllardır devam eden inkarcı, yasakçı ve asimilasyoncu politikalarıysa da yukarda söz konusu ettiğimiz çevrelerin yine yıllardır devam eden, Kürde ait olan değerleri küçümseyen, ana vatanında bile iflas eden çarpık, sol argümanlarla bezenmiş hastalıklı  uygulama ve politikaların vebalıda af edilecek gibi değildir.