Kavalcı Hafız Zülfo (1) ile ilgili bir yazı, dört fotoğraf aldım.

Yazı ve fotoğrafları Mahmut Yüceli gönderdi(2). Kendisi 1993 yılında Ergani Lisesi’nde öğretmenlik yaptığı zaman, akıl edip, Kavalcı Hafız Zülfo’nun fotoğraflarını çekmiş ve ardından da o dönem yayımlanan Gündem gazetesine “Ergani’de bir Vivaldi” başlığıyla bir yazı yazmış (28 Nisan 1993).

Yazı başlığının üst tarafında Hafız’ın iki fotoğrafı var. Biri yaşadığı toprak evin önünde ayakta, diğeri evin tek odasında mukavva kutuların üzerine serili yatak üzerinde oturur vaziyette. Fotoğrafların altında ise şunlar yazılı: “Zülfo Dede ayakta duruyor. Bastonunun yardımıyla yürüyor. Elleri bir zamanlar nasıl da kavalın deliklerinde dolaşırdı.”

Mahmut Yüceli Arkadaşım, ricam üzerine bu fotoğrafların hikâyesini bana şöyle anlattı (12 Nisan 2022):

«Daha önceleri Diyarbakır’dan Batı şehirlerine gidilirken genellikle trenle seyahat edilirdi. Ergani Tren İstasyonu’nda kaval çalan uzun boylu ve yaşlı bir kişi görürdüm; yanında küçük bir kız, o kızın elinde bir tas ve kaval eşliğinde yolcular bozuk paralarını tasa atarlardı. O zamanlar Hafız’ın hikâyesini bilmiyordum. Öykü kitabı yazarı ve Dicle Öğretmen Okulu mezunu, Hilvanlı (Curne Rêş) Sadun Akiz Hoca, Hafız’dan ve kavalından bahsetmişti. Bana, ‘Ergani’de mutlaka Hafız’ı gör ve hakkında yazı yazmalısın.’ dedi.

Aynı günlerde, Diyarbakır’da bulamadığınız birçok kitabı bulabileceğiniz Hikmet Öztürk ve oğulları Yaşar ve Ümit tarafından işletilen Ergani’nin meşhur kitapçısından, Osman Şahin’in ‘Ay Bazen Mavidir’ öykü kitabını tesadüfen aldım; kitaptaki ‘Bozkırda Vivaldi’ öyküsü, bizim Ergani’deki Hafız’ı anlatıyordu.

Ergani Lisesi güzel bir okuldu, derslerden sonra, Bagur Mahallesi’ndeki, Diyarbakır yolu üzerindeki Paşa’nın Kıraathanesi’nde otururduk. Bazen de gezmek için Ergani Tren İstasyonuna gider, hava alırdık. Böylesi bir gezi anında arkadaşlardan yaşlı kavalcıyı sordum, Onlar da istasyondaki kaval çalanın, ‘artık yaşlandığını ve kaval çalamadığını, üç kızının da evlendiğini, evde yalnızlıklar içinde, perişan hâlde yaşadığını,’ söylediler.

Bahar gelince bir gün Hıdıran köyünden rahmetli Ramazan Evren Hoca ile kahvede otururken konu açıldı; Hoca, Hafız’ın evini bildiğini söyledi. Ramazan Hoca ile kalkıp Hafız’ın evine gittik. Hafız, evdeydi, bizi eve aldı: Tek oda, toprak damlı bir ev…

O anda ikimizin içinde vaveyla koptu, yoksulluk ve yalnızlığın sırtımıza yüklediği yükü, acıyı, dertleri, kederleri, kahırları… hatırladık. Çok az konuşturabildik ve deklanşöre bastık. İki sene sonra, Hafız, hayatın önüne çıkardığı bütün yokuşları aşıp göçtü aramızdan. Soyadı olarak ona Yokuş’u uygun görmüşler; o Birsin Köyü’nden Ergani’ye gelip istasyonda kaval çalıp evini geçindirmiş.

Fotoğraf makinesindeki deklanşör düğmesi dondurur zamanı bazen, işte bu fotoğrafların hikâyesi Müslüm Hoca’m.»

Gençlik uçan kuştur, yaşlılık ağır iştir. Bu fotoğraflar çekildiği zaman Hafız yaş olarak 85’in üzerindedir. Çocukken geçirdiği bir hastalık yüzünden gözlerden mahrumdur. Yaşlılık ve hastalık nedeniyle zor konuşmaktadır. Yaşamın kıyısında, tek odalı toprak bir evde, tek başına, yalnız yaşamaktadır. Çok zor bir yaşam! İnsanın dayanma gücünün sınırlarına bazen çok şaşırdığım zamanlar olmuştur. Bu fotoğraflara bakarken de o şaşkınlık duygusunu yaşadım.

Birçok yazı okumuştum Hafız’la ilgili, ama okuduklarımdan hiçbiri bu fotoğraflar kadar beni etkilememişti; sefalet ve perişanlığın kâğıt üzerine ışıkla işlenmiş yalansız bir görüntüsüydü fotoğraflar. Okumakla bakıp görmek çok farklı bir şeymiş. Bakarken içim parçalandı. Duygulandım, öfkelendim, üzüldüm ve hüzünlendim.

Daha önceleri Hafız ile ilgili yazılar yazdım: Çayönü’nden Ergani’ye: Uzun Bir Yürüyüş kitabımda “Hüzün ve Gurbetin Sesi: Xalé Zülfi: Zülküf Yokuş”(2005), dilop dergisinde “Anıtı dikilesi bir derviş: KAVALCI HAFIZ” (Ocak-Şubat 2020), bazı web sitelerinde yayımlanan “Kavalından Çıkan Sesle Bütünleşen Kavalcı: HAFIZ ZÜLFİ YOKUŞ” (Mart 2020) gibi… Merak edenler yazıları bulup okuyabilir. Ben, bu yazımda Hafızla ilgili yeni bir şey yazmayı amaçlamıyorum, sadece fotoğrafların çekim hikâyesini, fotoğrafların bende yarattığı duyguyu ve gelen fotoğraflardan ikisini sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Zülfo Dede artık üflemiyor kavala. Ergani tren istasyonu biraz daha yoksul, biraz daha ıssız…”

Oysa zamanında Hafız bir deryaydı. Bozkırların Vivaldi’siydi. Bu nedenle Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Osman Şahin, Malmîsanij, Yılmaz Odabaşı gibi birçok ünlü yazar ve sanatçı kıymetini bilip anmışlardır onu.

Çünkü “Hafız’ın bir bildiği vardı. Bütün bu ülkenin sorunlarını, acılarını, talanları, kıyımları kavalıyla mesaj haline getirirdi. Hafız, Hoşan Ovasının, etrafındaki Hilar Mağaralarının, Çayönü kabartmalarının susturulmuşluğunu dile getiriyordu. Kürtçe konuşmanın parayla cezalandırıldığı tek parti döneminde; Hafız Kürtlerin acılarını kavalına aktarmıştı. Kavalın deliklerinden çıkan sesler, Ergani tren istasyonunu geçen; Dicle Köy Enstitüsünde okuyan yoksul köy kökenli öğrencilerine hangi uygarlıkları anımsatmıyordu ki?”(Gündem/28 Nisan 1993)

Yaşarken yeryüzü ve gökyüzünün çok farklı renklerine tanık olduğumuz gibi değerlerini bilmediğimiz insanlarımıza da tanık oluyoruz. Hafız; Erganililerin, Diyarbakırlıların, Kürtlerin bir değeriydi. Ama ne yazık ki değerlerimizin kıymetini yaşadıkları zaman ve sonrasında bilemedik, bilemiyoruz! Okullara, kütüphanelere, parklara, caddelere, sokaklara isimlerini versek, anıtlarını diksek, adlarına müzeler açsak güzel olmaz mı, vefa bunu gerektirmez mi?

Yazar Milan Kundera bir hikâyesinde çok düşündürücü bir tespit yapmaktadır: “Şimdiki zamandan gözlerimiz bağlı geçeriz. Çok çok yaşamakta olduğumuz şeyleri sezebilir ve tahmin edebiliriz. Ancak daha sonraları, gözlerimizin bağı çözüldüğünde ve geçmişi incelediğimizde, yaşamış olduğumuz şeyleri kavrar ve onların anlamına varırız.” (Gülünesi Aşklar, Ayrıntı Yayınları, Çev: S.Rifat Kırkoğlu, s.20)

Bizimki de o hikâye…

Dipnotlar:

  1.   Hafız’ın resmi kayıtlardaki ismi Mehmet Zülfi Yokuş’tur. 01.07.1912 tarihinde Diyarbakır-Ergani’ye bağlı Birsin köyünde doğmuş, 15.09.1995 tarihinde Ergani Bagur’da vefat etmiştir.