Şeyleri kavradığımızda bunları bellekte kayıt altına alır, kavramsallaştırırız. Sahip olduğumuz bu kavramlar sayesinde de düşünür ve hareket ederiz. Kavramların nicelik, nitelik ve enerji seviyeleri ise düşünce ve hareketimizin çapını ve derinliğini belirler.

Doğa yasalarına aykırı, nesne ve hareketleri tanımlamayan içi boş tanımsız kavramlara sahip bir insanın matematikçi, mühendis ve bilgisayarcı olması çok zordur. Böylesi kavramlara fazla sahip olan biri olsa olsa imam veya ilahiyatçı olur. Sayı, boyut, renk gibi özellikleri tanımlanmış tanımlı kavramlara sahip olan birinin ise imam ya da ilahiyatçı olmasından daha çok matematikçi, mühendis ve bilgisayarcı olması büyük bir olasılıktır.

Şunu anlatmak istiyorum. Şayet belleğimizde “teknoloji”, “bilgisayar” ve “yazılım” gibi sözcükler birer kavrama dönüşmemiş ve bellekte kayıtlı değilse, teknolojik gelişmeyi anlamamız ve katkı sunmamız, bu konularda verimli bir çalışma yapmamız söz konusu olamaz.

Matbaa yaşadığımız topraklara icadından ancak 600 yıl sonra girdi. Günümüzde teknolojinin üstel gelişimini, yanı çok hızlı gelişmesini dikkate aldığımızda, benzer gecikmeyi bilgisayarın gelişi için de söyleyebiliriz. Örneğin, Türkiye’de televizyon 1971 yılında siyah-beyaz banttan yayına başladı. Ve o dönem gazete ve dergilerden bilgisayar hakkında bazen az da olsa yazılar okuyordum ama bilgisayarın kendisi Çin Seddi kadar bana uzaktı. Bilgisayar denilen şeyle pratikte ilk somut karşılaşmam 1984 yılında Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nden çıktıktan sonra İstanbul’a göç ettiğimde oldu. Kimyasal maddelerin ithalat ve ihracatını yapan bir firmaya kimya mühendisi olarak işe girmek için yaptığım başvuruda, firma yetkilisi: Seri daktilo yazıp yazamadığımı, yabancı dil bilip bilmediğimi, faks ve bilgisayar kullanıp kullanamadığımı sorduğunda “bilgisayar” karşıma bir engel olarak çıkmıştı. O zaman cevap olarak; “Mühendis mi arıyorsunuz, yoksa ofis elamanı mı” diye kendimi ağırdan alarak soruya soruyla cevap vermiştim. Sorumlu: “Olur mu, biz ithalat ve ihracat yapan bir firmayız. Bunlar olmadan ticareti nasıl gerçekleştirebiliriz?” diyerek haklı bir açıklamada bulunmuştu.

Bilgisayarı fiziksel olarak görmem ancak 1985 yılında İstanbul Avcılar’da bir kimya fabrikasında mühendis olarak işe başladığımda oldu. Yahudi olan patronumun fabrikadaki özel odasında kişisel bir bilgisayarı vardı. Bilgisayarı sadece kendisi kullanırdı, kimse dokunmazdı. Hammadde girişleri, üretim miktarı ve satışlar, stok durumu, personel giderleri ve diğer masrafları bilgisayara günlük olarak kendisi işlerdi. Bilgisayara şahsen dokunmam ise 1990 yılında 10 ve 13 yaşlarındaki iki oğluma Commodore 64 diye isimlendirilen bir bilgisayarı almamla oldu. Bilgisayarı yoğun kullanmam da ancak 1990’lı yılların ortalarında İBB Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü’nde teknik eleman olarak çalışırken şahsıma zimmetli olarak verilen bilgisayar sayesinde gerçekleşti.

Oysa ABD’de 1970’lerin başında daha önceden kurulmuş olan Silikon Vadisi’nde zeki, yaratıcı, aykırı ve özgüveni yüksek iyi donanımlı liderlik vasfı olan çalışkan birçok genç bilgisayar teknolojisiyle yatıp kalkarak çok boyutlu yoğun bir çalışma içerisindedir. Yine, 1970’te Life dergisi Shaky adlı robotu tüm dünyaya tanıtmıştı. Türkiye’de ise o tarihlerde üniversitede okuyan benim kuşağımın büyük bir çoğunluğu bilgisayarın ismini bile henüz duymamıştı.

Bizlerin bu durumdan habersiz oluşumuzu teknolojik gelişmelerle ilgilenmeyip de devrimci mücadele ile uğraşmamıza bağlanmamalı. Yaratıcı fikirler çoğunlukla muhalif devrimcilerden çıkar. Silikon Vadisi’nde bu “faaliyetlerin öncülüğünü yapanların çoğu, altmışlı yılların karşı kültürünün çocukları” hippi ve solcu devrimcilerdi (s.17). Bizlerin böylesi bir gelişmeden bihaber oluşumuzun nedeni devrimci bir duruşumuzun oluşundan değil, ülkeler arasındaki gelişmişlik düzeyi ile alakalı.

Teknoloji devrimin özellikle ABD ve Silikon Vadisi’nde gerçekleşmesi de tesadüfi değildir. Vadi’nin temeli, Sovyetler Birliği ile girişilen uzay ve savunma/ silahlanma yarışı ve Soğuk Savaş nedeniyle devlet destekli muazzam bütçelerle askeri-endüstri komplekslerinin kurulması ve desteklenmesine dayanmaktadır. 1957’de “Amerikan devleti elektronik işine girişmiş ve vadinin ilk ve belki de en büyük risk sermayesi yatırımcısı” (s.30) olmuş ve desteğini durmadan sürekli artmıştır. NASA’nın 1971 bütçesi, 1966 ABD bütçesinin yarısına denk gelişi buna en iyi kanıttır (s.121). Kısacası, maddi ve psikolojik koşulların uygun olması sebebiyle teknolojik devrim ABD’de gerçekleşmiştir. Bu devrimin oluşum evrelerini ve arka plandaki diğer şeyleri KOD: Silikon Vadisi’nin Kısa Tarihi(*) kitabını okuduğumuzda daha iyi görebiliriz. Anılan kitapta biraz Amerikan kapitalizmi ve serbest piyasa ekonomisinin övgüsü yapılsa da, kitap ileri teknoloji sektöründeki gelişimi tüm yönleriyle anlatan kapsamlı bir çalışma olması nedeniyle önemli: “California eyaletindeki küçük, yeşillikler içindeki bir vadinin yetmiş yıllık öyküsü” (s.15), yani Silikon Vadisi’nin Microsoft, IBM, Apple gibi devlerinin tarihsel kronolojide nasıl başarılı birer örnek oldukları ve sonrasında da nasıl “kâinatın hâkimleri” oldukları anlatılıyor.

Söz konusu kitabı Margaret O’Mara kaleme almış. Kendisi Washington Üniversitesi’nde tarih profesörü olup, ABD siyaset tarihi, yüksek teknoloji ekonomisinin yükselişi ve ikisi arasındaki bağlantı üzerine yoğunlaşan ve Bill Clinton döneminde Beyaz Saray’da çalışan biri. Silikon Vadisi’nin “modern Amerikan tarihinin seyrinde kısa ömürlü bir sayfa değil, tam merkezindeki bir olgu”(s.21) olduğunu iddia ederken, Silikon Vadisi “Amerikan ileri teknoloji sektörüyle eş anlamlı söz öbeğine nasıl dönüştü?” (s.134) sorusuna yanıt aramaya çalışır.

Yazar, KOD: Silikon Vadisi’nin Kısa Tarihi çalışmasında Vadi’nin gelişim süreci hakkında detaylı bilgiler vermenin yanında çok önemli tespitler de yapıyor. İki alıntıyla yazarın önemli tespitlerinden birkaçını aktarıp sonrasında izninizle bir soru sormak istiyorum:

Üç milyar akıllı telefon. İki milyar sosyal medya kullanıcısı. İki trilyon dolarlık şirketler. San Francisco’nun en yüksek gökdeleni, Seattle’ın en büyük işvereni, yeryüzündeki en pahalı kurumsal yerleşkelerin dördü. İnsanlık tarihinin en varlıklı kişileri.

Yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılının sonları için Amerika’nın en büyük teknoloji şirketlerinin koyduğu hedefler hayal gücümüzü zorluyor. Bu yetmezmiş gibi Apple, Amazon, Facebook, Google/ Alphabet ve Microsoft’tan oluşan Büyük Beşli’nin değeri, İngiltere ekonomisinden bile büyük. (…) Onlarca yıldır yüksek siyasete karşı sergilenen mesafeli duruşun ardından, Amerika’nın Batı kıyısındaki ofislerde yazılan zarif bilgisayar kodları, siyasi sistemin her köşesine sızmaya başladı ve bu kodlar, çevrimiçi reklamcılık kadar, siyasi kutuplaşmanın tohumlarını ekmek için de yazılıyor.” (s.13)

Görünürde çok bildik bu öyküde bir başka sürpriz daha yaşandı. İleri teknoloji devrimi, kolektif bir çabanın yanı sıra bireysel dehanın da bir sonucuydu. Teknoloji alanında uzmanlığı bulunmayan nice isim, bu öyküde önemli roller üstlendi. Başarı, yalnızca en çok satan biyografilerin ve en çok izlenen Hollywood filmlerinin başrol oyuncuları değil, gayretli ve heyecanlı binlerce oyuncu sayesinde geldi. Bunların bazıları mükemmel birer mühendisti. Diğerleri pazarlama, hukuk, finans ve operasyon alanında parlak beyinli kimselerdi. İçlerinden önemli bir bölümü zengin oldu, onlardan çok daha fazlası olamadı. Kuzey California’nın hoş ve huzurlu bir köşesinde, siyasi ve finansal güçlerin merkezlerinden uzakta faaliyet gösterirken, girişimcilik evreninde bir Galapagos (Kurbağa adası-M.Ü.) yarattılar. Bu iklimde yeni tür şirketlerin yuvası oldular, farklı kurum kültürlerinin gelişmesine ve belli bir doz marjinalliğe, kaçıklığa tolerans gösterdiler. Ülkenin veya dünyanın başka yerlerinden gelmiş kişilerin ağırlıklı olduğu, zeki insanlarla dolu bir yerdi orası. Bilindik şeyleri geride bırakmaya ve bilinmeyenin kollarına atılmaya hazırdılar. Bir defasında eski tüfek bir teknoloji uzmanıyla konuşurken bana, hayretini gizlemeden, ‘Tüm ezikler buraya geldiler ama mucizevi bir şekilde hepsi de başarılı oldu’ demişti.” (s.20)

Soru: Peki, bazı insanlar neden daha başarılı oluyor?

Yanıt: Gelecek yazıda.

(*) Margaret O’Mara, KOD: Silikon Vadisi’nin Kısa Tarihi, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı, Çev: Levent Göktem, Hazırlayan: Optimis Yayın Grubu, 2022, İstanbul, 608 sayfa. (Not: Kitap parayla satılmıyor, TTGV bazı şahıslara hediye olarak veriyor.)