Muhammed Munis/  Botan Bey’i Bedirhan: Bir yaşam, bir isyan, bir sürgün

0
26337

“O Kürtler için ideal bir Kürt liderinin sembolü oldu”

Wadie Jwaideh

HAKİMİYET

Bedirhan Bey, merkezi Cizira Botan (Cizre) olan eski Botan Beyliği’nin son beyidir.

Doğum tarihiyle ilgili çeşitli görüşler vardır. Bazı kaynaklarda Bedirhan Bey’in 1802’de doğduğu yolunda bilgiler varken, Malmîsanij, Bedirhan Bey’in oğlu Abdurrahman’ın verdiği bilgilere dayanarak 1806’da[1] doğduğunu ileri sürüyor.

Tarihçiler, Bedirhan Bey’in doğum tarihi konusunda bizi çelişkiye düşürseler de, doğum yeri konusunda böyle bir çelişki yoktur: Doğum yerinin Cizre olduğu kesindir.

Azizan adıyla bilinen, tarihte Botan bölgesinde hep yöneten kişilerin mensup olduğu soydan gelen Bedirhan Bey’in soy kütüğü şöyledir:

“Emir Şeref Han I

Emir Muhammed Han

Emir Şeref Han II

Mansur Han

İsmail Han

Mustafa Han

Abdullah Han

Emir Bedirhan”[2]

Bedirhan Bey’in de mensup olduğu ailenin soyunun Selahaddin-i Eyyubi ile birleştiğini iddia edenler vardır. Bunun yanında, birçok kaynakta[3] bu soyun Halid

Bin Velid ile birleştiğine ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Bu iki iddianın da kanıtlanabilirliği çok zor olduğu için bu konuda bir yorum yapamayacağım. Buna karşılık bu ailenin soyunun -Kürtçe yazılan ilk Kürt tarihi olmasıyla bilinen- Şerefname’nin yazarı I. Şerefhan’a dayandığına dair iddialar diğerlerine nazaran daha kabul edilebilir görünüyor.

Bedirhan Bey’in Cizre Emiri olan babası Abdullah Han öldüğünde, Bedirhan’ın ağabeyi Salih Bey hakimiyeti devraldı. Salih Bey, dine fazla bağlı bir kişiliğe sahip olduğundan, dünya işlerinden elini eteğini çekmişti. Çok geçmeden görevinin kendisine uygun olmadığını anladı ve genç kardeşi Bedirhan’ı çağırarak emirliği ona teslim etti.

Bedirhan Bey’le ilgili muğlâklıklar sadece doğum tarihi ve soy kütüğüyle sınırlı değildir. Bedirhan Bey’in emir olma, bir başka deyişle “tahta çıkma” tarihiyle ilgili de kaynaklarda değişik bilgiler mevcuttur. Bazı kaynaklar Bedirhan Bey’in 1821’de[4], on sekiz yaşında iken, bazıları ise 1835’te[5]  hakimiyeti ele geçirdiğini yazmaktadır. Kesin olan bir şey varsa o da, Bedirhan Bey’in genç yaşta Kürdistan beyi olduğudur.

Bedirhan Bey ilk zamanlarında Cizre’nin soylu hükümdarı Emir Seyfeddin Şir adına hüküm sürdü. Bu dönemde yazışmalarında Emir Seyfeddin Şir’in mührünü kullandı.

Bedirhan Bey’in hakimiyet dönemi kendisi açısından talihsiz bir döneme denk gelmiştir. Zira bu dönemde Osmanlı’nın başında sultan II. Mahmud vardır ve Sultan Mahmud, Sultan Selim döneminden beri yarı otonom durumundaki Kürt beyliklerine pek de sıcak bakmamaktadır. 1828 yılında II. Mahmud zamanında Kürt emirliklerine yönelik yürütülen siyasetin sonucunda sadece birkaç emirlik kalmıştı. Bu emirliklerin başlıcaları Baban, Soran ve Botan emirlikleriydi. Sultan Mahmud, Kürt liderlerini tanımadığını açıkça ortaya koymuş ve onların yerlerine Türk memurları tayin etmişti.[6]

Sultan Mahmud, yeniçeri ocağını kaldırıp yerine kuracağı büyük orduya Kürtler’i de dahil etmek istiyordu. Bu amaçla sık sık Kürtler’den asker talebinde bulunuyordu. Bu duruma pek de alışık olmayan Kürtler sıklıkla isyan ediyorlardı.

Bedirhan Bey, hükümdarlığının ilk dönemlerinde pek etkili olmamıştır. Bunun sebebi, güç toplamak için beklemesiydi. Şüphesiz etrafında gelişen olayları dikkatle izliyordu; fakat olayların içine girmekten -kendisini henüz yeteri kadar güçlü hissetmediğini için- kaçınıyordu.

Bedirhan Bey, 1838’de kendisi gibi bir Kürt beyi olan Sait Bey’in Osmanlılar tarafından yakalanmasına yardım etti. Sait Bey Kalesi’ne sığınan bu beyin yakalanma süreci Feldmareşal Helmuth Von Moltke’nin mektuplarında detaylı ve çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır.[7]  Bedirhan Bey’e, Sait Bey Kalesi’nin düşürülmesindeki katkılarından dolayı -her ne kadar Moltke, “ismi var, ismi yok” dese de- bir redif alayının albaylığı verildi.[8]  Bunu yanında birçok kazanın hakimi olması da kabul edildi.[9]

Osmanlı yönetimi Bedirhan’la her zaman sıcak ilişkiler kurmadı. Nitekim, tam da bu sıralarda (1838) Osmanlı yönetimi kendisinin başına buyruk hareketlerinden rahatsızlık duymuş olacak ki, Bedirhan’ın üzerine bir ordu gönderdi. Bu harekat sırasında Cizre abluka altına alında ve Bedirhan teslim olmak zorunda kaldı; yetkileri büyük ölçüde kısıtlandı; fakat görevinden alınmadı.[10]

Bundan tam bir yıl sonra Bedirhan, yüz bin kadar askeriyle Osmanlıların Kavalalı Mehmet Ali’nin oğlu İbrahim’le yaptığı Nizip Savaşı’na katıldı. Bilindiği gibi bu savaş, Osmanlılar açısında tam bir hazmetle sonuçlanmıştı. Bedirhan Bey de bu savaşta yaklaşık otuz bin askerini kaybetti. Bunun üzerine Bedirhan, birliklerini önce Diyarbekir’e oradan da Cizre’ye çekti.

İSYAN

 

 “Kimse deneyene kadar, neler yapabileceğini bilmez.”

  1. Syrus

Osmanlı, Mısırlılarla uğraşırken, Kürt beyliklerine yönelik yapmak istediği düzenlemeleri bir süre askıya aldı. Bedirhan bunu fırsat bildi ve diğer Kürt beylikleri, üzerinde hakimiyetini kurmak için harekete geçti. Bütün aşiret liderlerine adamlarını gönderdi. “Eskiden düşmanı olan Hakkari emiri Nurullah Bey’le ilişkilerini düzeltti. Moks beyi Abdal Han’ı da kendi tarafına çekmeyi başardı.”[11]  Birkaç yıl içinde Mardin ile İran arasındaki bütün bölgeyi denetimi altına aldı ve Kürt aşiret reislerinin çoğu emirin vassâlı oldu.[12]

İttifaka giren taraflar kendi topraklarında yarı yıkılmış kaleleri ve istihkâmları yenilemeye, sahip bulundukları asker sayısını arttırmaya başladılar.[13]

1840’a gelindiğinde, Bedirhan’ın egemenlik alanı içerisinde Viranşehir, Sincar, Siverek, Diyarbekir, Siirt, Urmiye, Sablah, Musul ve Revandız bulunmaktaydı. Bu yerler ismen Osmanlı Devleti’nin olmasına rağmen, gerçekte Bedirhan Bey’in egemenliğinde bulunuyordu.[14]  Bedirhan Bey bu kayıtsız tavrının bir gün büyük devletlerden tepki alacağını biliyordu. Bu nedenle elindeki orduyu güçlendirme yoluna gitti. İlk önce Avrupa’dan uzman kişileri Kürdistan’a getirterek, Cizre’de biri barut, diğeri silah imalatı yapan iki atölye kurdurdu. Bunlarla da yetinmeyerek – egemenliğinin uzun vadeli olacağını hesapladığından olsa gerek- Avrupa ‘ya Kürt gençlerini göndererek, savaş teknolojileri konusunda eğitim görmelerini sağladı.

“Bedirhan Bey’ in Kişiliği” başlıklı bölümde de değineceğimiz gibi, Bedirhan Bey çok ihtiraslı ve idealist bir liderdi. Van Gölü’nde gemi yapım çalışmalarına başlaması bu özelliğini kanıtlamaya yeterlidir sanırım. Gemileri, Van Gölü’ nde taşımacılık ve nakliye için kullandı.

Bedirhan, ordusunu güçlendirmek için her yola başvurdu. Hakimiyeti altında bulunan yerlerde tesis ettiği adalet kulaktan kulağa yayılmıştı. Bu nedenle Botan’a Kürdistan’ın dört bir yanından göçler oluyordu. Bedirhan, bu göçleri bir tek şartla kabul ediyordu. O da, “ata, tüfeğe, kılıca ve tabancaya sahip bulunmaktı. Bu koşul ordunun hızla büyümesini sağlıyordu.”[15]

Berdirhan, emirliğine göç eden köylülere toprak veriyordu, bunun karşılığında, onlardan elde ettikleri ürünün üçte birini vergi olarak alıyordu.

Bedirhan, emirliğindeki yoksulları da gözetiyordu. Cizre’de aş evleri kurdurdu. Bununla birlikte yoksullara para yardımı da yaptı.

Bedirhan’ın egemen olduğu bölgelerde suç işleyenler sert biçimde cezalandırılıyor, hırsızlık yapanların eli kesiliyordu.[16] Bu nedenle onun bölgesinde hırsızlık vakalarına hemen hemen hiç rastlanmıyordu. Ayrıca Bedirhan, bölgesinde avlanmayı yasaklamıştı. Söylenene göre, yabani hayvanlar bile insanların yanına korkmadan gelebiliyordu.

Bedirhan ülkesini gezen Rus araştırmacı Ditil, izlenimlerini şöyle aktarıyor:

“Bu yörede gerçekleşen genel asayiş ve emniyet kural halinde gelişmiş ve Bedirhan Bey’i ülkesinde çocuk, elindeki altın ile korkmadan gezmeye başlamıştır. Diğer yörelerde yaşayanlar buralara göç ediyorlar ve insanlar buralardan ayrılmak istemiyorlar.”[17]

Ditil’in izlenimleri de gösteriyor ki, Bedirhan’ın egemen olduğu topraklarda asyiş tam manasıyla sağlanmıştı.

Bedirhan, sadece Müslüman Kürtler’e değil, emirliğindeki Ermeni ve Asuriler’e de eşit davranıyordu. Emirliğin merkezi olan Cizre’de her dine mensup olanların özel ibadethaneleri mevcuttu.[18]  Ermeni tarihçilerden Şahpazyan, bu konuda şöyle diyor: “Bedirhan için ‘siyasal bağımsızlık’ ilkesi yegane ve en yüksek bir istek olduğundan kendisi, Ermeni ve Kürt olmayı eş sayardı.(…) Çünkü kendisi için ırk ve din kavramlarının bir önemi yoktu.”[19]

Emir, Kürtler’le Ermeni’lerin evlenmelerini destekliyor, hatta bunu ödüllendiriyor, onlarla bağlarını güçlendirmek istiyordu. Bu durum, bölgede yaşayan Müslüman Kürtler’in pek de alışık olmadığı bir durumdu. Bedirhan’ın Ermeniler’e özel bir ilgisi olsa gerek; çünkü kendisine danışman olarak Ermeniler’i seçmiş, ordusunda da kilit noktadaki görevleri Ermeniler’e teslim etmişti. Ordusundaki askerlerin önemli bir kısmı da Ermeniler’den oluşmaktaydı.

Kaynakların hemen hemen hepsinin hemfikir olduğu konu, Bedirhan ülkesinde, zamanın büyük devletlerinin hiçbirinde olmadığı kadar adaletin, huzurun ve zenginliğin var olduğudur.

Urfa’da görüştüğüm bir Cizreli, “Bedirhan Bey, o kadar adaletliydi ki” diye söze başlıyordu. Devamla: “Cizre’nin Batısı’nda oturan köylülerin, merkezdeki hal pazarına getirdikleri ürünlerin fiyatını, Doğuda oturan köylülerin getirdikleri ürünlerden daha fazla fiyatla satılmasını emretmişti. Çünkü ona göre, Batıdan gelen köylüler sabahları gelirken yüzleri güneşe dönük olarak geliyor, akşam döndüklerinde, yine yüzleri güneşe dönük olarak gittikleri için, Doğu’daki köylülerden daha fazla eziyet çekiyorlardı.” diyordu.[20]

Tarihler 1842’i gösterdiğinde Bedirhan artık hiç olmadığı kadar güçlüydü. Kürdistan’daki bütün Kürt beylerini hakimiyeti altına sokmuş, onlarla “kutsal İttifak” adı altında bir anlaşma imzalamıştı. Kürt beyleri Bedirhan’a boyun eğmek zorundaydılar; çünkü hiç birisi Bedirhan gibi barut ve silah imal eden fabrikalar kuracak, Van Gölü’nde “deniz taşımacılığı”[21] yapacak kadar güçlü değildi.

Emir Bedirhan, nihayet 1842’de bağımsızlığını ilan etti. Kendi adına para bastırdı.[22]  Cizre’yi başkent ilan etti. Bunun üzerine, diğer Kürt beyleri, Emir’e bağlılıklarını bildirdiler; her koşulda sonuna kadar onunla olacaklarına and içtiler.

Bedirhan, adeta devlet kurmuştu. Onun bu dönemde (1842), Cizre’de kendi bayrağını çektiği söylenir. Hatta Osmanlı Devleti’ndeki gibi, kendi bürokrasisini de oluşturmuştu. “Şeyhulislamı Molla ‘Ebdulqudus, umum seraskeri Tahir Ağa (Tahir Mamo), umum süvari kumandanı Hamid Ağa, hazine-i hassa ve umur-i hususiyesi nazırı da Efendi Ağa idi”.[23]

Bedirhan artık kendisini o denli güçlü hissediyordu ki, kendisine Osmanlı sultanı tarafından gönderilen elçileri geri çeviriyor, sultanı tanımadığını söyleyebiliyordu. Bölgeye, Pers-Türk sorunu nedeniyle gönderilen İngiliz Albay K. Rich, Bedirhan Bey’in yanına kendisini ağırlaması için gittiğinde, Emir’e elindeki sultan fermanını uzatır ve kendisine bir konak tahsis etmesini ister. Fermanı okuduktan sonra, Bedirhan Bey’in yanıtı şöyle olur: “Hiçbir sultanı tanımıyorum. Bu sultan kimdir? Neden onun fermanları bana geliyor? Ben burada ev sahibiyim ve misafirlerimin bana neden geldiğini elindeki fermandan değil kendisinden öğrenmek isterim.”[24]

Emir, bütün bu cüretkâr tavırlarının Osmanlı Devleti tarafından tepkiyle karşılanacağını biliyordu. Fakat bu tepkinin ne zaman ve ne vesile ile geleceğini kestiremiyordu. Bu durum onu tam bir paranoyak yapmıştı. Çevresinde gelişen her olayın altında “Osmanlı parmağı” arıyor; fakat bulamıyordu. Osmanlı’nın tepkisi gecikmişti.

KATLİAM

 

“Erken elde edilen başarı, insanı kararsız ve maceraperest yapar.”

Bacon

 

   “Kürt doyarsa ya bir kadın kaçırır ya bir adam öldürür.”

Kürt Atasözü

“Sıcak bir yaz günü, Bedirhan Bey’in yazlık konağına iki adam gelir. Aceleyle Bey’in huzuruna çıkarlar. Sinirli ve üzgün oldukları her hallerinden belli olan bu kişiler, Bey’e gecikmeden maruzatlarını bildiriler: ‘Bizler seyyidiz.[25] Yüce dinimize olan bağlılığımızdan hiç şüphemiz yoktur. Bu yüzden size geldik. Maruzatımız şudur ki; bu gün iki gencecik evladımızı katleden Nesturi gavurlarına hadlerini bildirmenizi ve herkese bir Seyyid’i öldürmenin cezasının ne denli büyük olduğunu göstermenizi istiyoruz. Bu katliama gerektiği şekilde karşılık vermediğiniz takdirde, öte dünyada dedem Hz. Muhammed’e sizi şikayet edeceğimizden şüpheniz olmasın.’

Bey bir süre düşündükten sonra şu yanıtı verdi: ‘beni çok zor durumda bıraktığınızı bilmenizi isterim. Nesturilere hadlerini bildirirsem, bu benim beyliğimin sonu olur. Dolayısıyla dünyamdan olurum. Yok eğer sesiz kalırsam, bu sefer de ahiretimden olurum.’

Bir süre daha düşündü, ardından derin bir of çektikten sonra: ‘Ben ahiretimi tercih ederim. Hazırlanın sefere çıkıyoruz.’ dedi.”[26]

Bu hikayeye, Siirt’te görüştüğüm bir Şeyh’ten temin ettiğim Arapça bir kitapta rastladım. Cizre’de görüştüğüm yaşlı köylüler de buna benzer hikayeler anlattılar.

Tarihler 1843’ün Haziran ayını gösteriyordu ve Bedirhan hayatının en büyük hatasını yapmaya hazırlanıyordu. Nesturiler[27] epey bir zamandır boyun eğmez bir tavır takınmışlardı. Vergi vermemeye de başlamışlardı. Oysa Bedirhan bu konuda çok titizdi. Bu yüzden Bedirhan epey bir süredir asi Nesturilere karşı bir sefer düzenlemeyi planlıyordu. Nesturilerin iki Seyyid’in kanlı gömleklerini Bedirhan’ın yazlık kasrına göndermeleri[28]28  bardağı taşıran son damla oldu. Bedirhan bunu savaş ilanı olarak algıladı. Zaten diğer Kürt beyleri de (Amediyeli İsmail Paşa, Hakkarili Nurullah Bey) Nesturilerin son zamanlardaki tavırlarından memnun değillerdi. Nurullah Bey, defalarca Bedirhan Bey’e Nesturilere karşı sefer düzenlemeyi teklif etmişti.

Bedirhan nihayet kararını verdi ve bütün Kürt beylerine haber saldı. Nesturileri doğduklarına pişman edecek 100 bin kişilik bir ordu oluşturdular. Bu ordu Van’dan Rewanduz’a ve Dicle’den İran sınırına kadar olan bölgeden toplanmıştı.[29]

Ordu harekete geçti ve Kutran Geçidi’ni tırmanırken ilk direnişle karşılaştı. Savaş başladı.[30]  Daha doğrusu katliam başladı. Bazı kaynaklara göre Tiyar’a düzenlenen bu sefer sırasında 10 bin, bazılarına göre ise 20 bin[31] Nesturi katledildi. Bedirhan’ın askerleri önlerine çıkan her şeyi ateşe verdiler. Bedirhan Müslümanların evlerine beyaz bayrak asmalarını emretti; yanlışlıkla evleri yakılmasın diye. Beyaz bayrak asılmayan bütün evler yakıldı.[32] Bu dehşetengiz katliam günlerce sürdü. Durumun vehametini anlayan Bedirhan’ın kardeşlerinden biri, Emir’in kabul salonuna Nesturileri köylülerinin giydiği bir kıyafetle ve omuzunda bir çapayla girmişti. Şaşkınlık içerisindeki Emir: “Maşallah! Bu maskaralığın sebebi nedir?” diye sorunca, kardeşi katliamın aynı hızda devam etmesi halinde hiçbir Nesturi’nin sağ kalmayacağını ve dolayısıyla her Kürdün kendi toprağını eşelemek konumuna indirileceğini kendisinin de bunun için pratik yaptığını söylemişti.[33]

Nesturilere karşı ikinci sefer 1846 yılında yapıldı. Bu kez, Thuma’da yaşayan Nesturiler hedef alındı ve birinci işgaldeki gibi katliam ve yağma tekrarlandı.

NEDEN?ler

 

Peki Nesturiler NEDEN ayaklanmışlardı? Ya da ayaklanırken böyle bir katliamın gerçekleşeceğini kestirememişler miydi?

1840’lara kadar Nesturiler ve Kürtler hep barış içinde yaşamışlardır. Daha önce de değindiğimiz gibi 1838’de Bedirhan Bey, Osmanlı kuvvetleriyle çarpışırken Nesturiler Bedirhan’a destek verdiler. Yani yüzyıllardan beri süren Nesturi-Kürt kardeşliği Bedirhan döneminde de sürdü. Nesturilerin bu son andaki tavır değişikliğinde etkili olan faktör, Avrupalı misyonerlerin bölgede yürüttükleri propagandadır. Misyonerler, Nesturilerin artık Kürtlerin boyunduruğu altında yaşamamaları gerektiğini söylüyorlar, olası bir ayaklanmada Nesturilere destek vereceklerini söylüyorlardı. Nesturiler de Avrupa desteğine kanarak ayaklandılar. Hatta Nesturi patriği Mar Şamun karargahına İngiliz bayrağı çekmişti. Böylece Kürtlerin kendilerine dokunamayacaklarını hesaplamıştı.[34] Nitekim Mar Şamun da, sonradan bu olaylar nedeniyle Batılı misyonerleri suçladı.[35]

Bununla birlikte Osmanlı devleti de bu olayda bir nebze pay sahibidir. Musul Paşası (Valisi), Nesturi patriği Mar Şamun’a gönderdiği bir mektupta olası bir savaşta Kürtlere karşı Nesturileri destekleyeceğini söylüyordu.

Peki Bedirhan bu denli büyük çaplı bir katliamı NEDEN yapmıştı? Daha soğukkanlı davranamaz mıydı? Bu katliamın uzun vadede kendisine ve beyliğine çıkaracağı olumsuz sonuçları kestirememiş miydi?

Şüphesiz Bedirhan gibi zeki bir insan bütün bunları hesaplamamış olamazdı. Ben Bedirhan’ın bu katliamı gerçekleştirmesindeki temel etkenin kendisinin Kürdistan’ın tek hakimi olduğunu göstermek istemesi olduğuna inanıyorum. Yukarıdaki hikayede ve daha birçok kaynakta zikredildiği gibi Bedirhan’ın bu konuda salt dini duygularla hareket ettiğine inanmıyorum. Şüphesiz Bedirhan’ın dindar kişiliğinin ve etrafındaki bazı kışkırtıcı din adamlarının propagandalarının da bu olayın gerçekleşmesinde bir miktar etkisi vardır; fakat bütün bunlar belirleyici değildir.

Bedirhan yaptığı bu büyük katliamın Osmanlı Devleti ve özellikle Batılı büyük devletler tarafından tepkiyle karşılanacağını bildiği halde NEDEN bu katliamı gerçekleştirmişti? Bu soru başta benim aklımı çok kurcaladı. Fakat sonunda bu konuda bazı ipuçlarını Wadie Jwaideh’in kitabında buldum. Osmanlı’nın Erzurum Paşası, olası bir katliamda tarafsız kalacağını bildirmişti. Bedirhan bunu, Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalacağı şeklinde algılamış olabilir.

Bedirhan’ın Nesturilere saldırmasındaki bir diğer etken de, Nesturilerin topraklarına ve mallarına göz dikmesiydi. Katliamdan sonra Nesturilerin malları günlerce yağmalanmıştı. Bununla birlikte Hakkari Beyi Nurullah Bey’in öteden beri Bedirhan’a Nesturilere karşı ortak bir sefer düzenlemeyi önermesi de katliamın gerçekleştirilmesinde bir etken olarak gösterilebilir. Bedirhan bu teklifi çok da tereddüt etmeden kabul etmişti. Çünkü bu sayede Hakkari bölgesi de onun tam denetimi altına girecekti.[36]

Nesturi kıyımının gerçekleştirilmesindeki en önemli nedenlerden biri de, Kürt beylerinin Nesturilerin son zamanlardaki faaliyetlerinden ciddi şekilde ürkmeleridir. Amerikalı misyonerler Nesturiler için bir hizmet binası (okul, hastane) kurmuşlardı. Bu durum başta Nurullah Bey ve Bedirhan Bey olmak üzere diğer bütün Kürt beylerinde ciddi şüpheler oluşturmuştu. Bu Kürt beylerinin bazıları, bu hizmet binasının Nesturileri Kürtlere karşı ayaklandıracak bir kale olduğuna inanıyorlardı. Kürtlerin böyle düşünmelerindeki neden bu binanın eski bir kalenin yanına yapılmasıydı.[37]

Nedeni ne olursa olsun Nesturi Katliamı Bedirhan’ın emirlik süresi boyunca yaptığı en büyük hataydı.

Katliama büyük devletlerin tepkisi gecikmedi. İngiliz, Fransız ve Rus konsoloslukları Osmanlı’yı mektup bombardımanına tutarak, Bedirhan’ı durdurmalarını ve yaptıklarından dolayı cezalandırmalarını istediler.[38]

Osmanlı hükümeti nihayet, biraz da batılı devletlerin ısrarıyla, harekete geçti. Osmanlı, ilk etapta bu işi barışçıl yollarla çözmeyi ümit ediyordu. Bu amaçla Diyarbekir Valisi Hayreddin Paşa, Cizre’deki Nakşibendi şeyhlerinden Salih, İbrahim ve Azrail Efendilere Nisan 1847’de yazdığı mektupta, kendisinin Nakşibendi tarikatı müridlerinden olduğunu,bedirhan Bey’in de Nakşibendi tarikatına dahil bulunduğunu işittiğini tarikat kardeşliği münasebetiyle Bedirhan Bey’e nasihat etmelerini ve Bedirhan’ı teslim olmaya ikna etmelerini istemiştir.[39]

Fakat, Bedirhan Bey’in ikna olmaya hiç niyeti yoktu. Hatta, Osmanlı Devleti’yle savaşmaya can atıyordu. Bunu Anadolu Ordusu Komutanı Müşir Osman Paşa’nın raporundan takip edelim:

“(…)

Kaymakam Ahmet Bey’in ifadesine göre, Bedirhan Bey, üzerine varılırsa savaşacağını söylemiştir. Buna cevaben Ahmet Bey, ‘size iki gün mühlet veriyoruz, güzelce düşünün. Mühlet bitinceye kadar hakkınızda hasım muamelesi yapılmayacaktır.’ diye nasihat etmişse de, Bedirhan Bey, ‘mühlete hacet yoktur. Hemen bir saat evvel yapacağınızı yapınız, geleceğiniz varsa, göreceğinizde vardır. Benim Orak (Evrah olacak, M.M) adında sağlam ve kuvvetli bir kalem var. Siz değil üç kral gelse zapt edemezler. Takatim kesilinceye kadar sizinle dövüşeceğim. Nihayet, baş edemediğim halde, kaleme çekileceğim.’ diye cevap vermiştir.(…)”[40]

Bedirhan’ı ikna yoluyla teslim alamayacağını anlayan Osmanlı, büyük bir ordu kurmak için hazırlıklara başladı. Artık Mısır sorununu da halletmiş olan Osmanlı, bütün gücünü bu ordu için seferber edebilirdi. Nitekim öyle de oldu; Urfa’dan Harput’a, Erzurum’dan Bağdat’a ve Musul’a, birçok yerden ordular çağrıldı. Oluşturulan bu muazzam ordu yaklaşık 35 bin kişiden oluşuyordu ve iki koldan harekete geçti. Sağ kanada Müşir Osman Paşa, Sol kanada ise Ferik Ömer Paşa komuta ediyordu.

Ferik Ömer Paşa komutasında 2 Temmuz 1847’de harekete geçen sol kanat ordusunun hedefi Van bölgesine hakim olan Han Mahmut ve Abdal Han’ dı. Ferik Ömer Paşa, öteden beri asi olan bu iki Kürt beyini kısa sürede yakalamayı başardı.

Bu arada ordunun sağ kanadına komuta eden Müşir Osman Paşa da Bedirhan Bey’i hedef alarak Diyarbekir üzerinden Botan’a yönelmişti.

Bedirhan, 35 bin kişilik tam teçhizatlı Osmanlı ordusuna, 15 bin kişilik sınırlı imkanlara sahip ordusuyla karşılık verecekti. Buna rağmen, ilk çarpışmada Bedirhan’ın kuvvetleri galip geldi. Bundaki en büyük etken, bölgenin dağlık olması ve Osmanlı kuvvetlerinin bölgeye yabancı olmasıydı.

Bu yolla zaferi elde edemeyeceğini anlayan Osmanlı ordusu komutanı Osman Paşa, başka yollar aramaya koyuldu.

İHANET

“Kişinin rakibine değil, kendisi tarafından yenilmesi en büyük trajedidir.”

CUS D’ AMA

“Bir düşmanı affetmek, bir dostu affetmekten daha kolaydır.”

Mme Dorothe Delusy

 

Tam bu sırada Bedirhan, hiç ummadığı bir olayla karşılaştı: Cizre’yi savunması için görevlendirdiği akrabası Yezdanşêr,[41] Müşir Osman Paşa’nın vaatlerine kanarak saf değiştirdi ve Bedirhan’ın gözü gibi baktığı Cizre’yi Osmanlı güçlerine teslim etti. Böylelikle Brütüs’ten beri süregelen ihanet geleneği burada da kendisini gösteriyordu. Bedirhan Bey, bu ihaneti ömrü boyunca unutmayacak, affetmeyecektir. Onun yanında kimse, Yezdanser’in adını anamazmış. Rüyasında bir oğlunun kızını, Yezdanşêr’in oğlu Tahir’e verdiğini görmüş de, bunun için günlerce, aylarca üzülmüş.[42]

Yezdanşêr’in Bedirhan’a İhanet etmesindeki en önemli etkenin kıskançlık olduğu anlaşılıyor. Yezdanşêr, Bedirhan’ın bir zamanlar babası Mir Seyfeddin’in vassalı durumundayken, şimdilerde Kürdistan’ın tek hakimi olmasını içine sindiremiyordu.[43]

Bu arada Bedirhan, hiç beklemediği bir anda uğradığı ihanetin şokunu bir an önce atlatarak harekete geçti. Kuzeydeki bütün birliklerini Cizre’yi tekrar almak için seferber etti ve çok geçmeden Cizre’yi tekrar ele geçirdi. Ancak, bu durum uzun sürmeyecekti. Zira, Bedirhan’ın ordusu, kuzeyde Osman Paşa’nın birlikleriyle yaptığı çarpışmalarda yorgun düşmüştü. Bununla birlikte, Bedirhan Cizre’ye girer girmez, ordusunda şiddetli bir kolera hastalığı baş gösterdi.[44]

Osman Paşa, Bedirhan’ın Cizre’yi tekrar almasına pek de üzülmüyordu. Aksine, bu beklediği ve İstediği bir durumdu. Zira, Cizre’yi dört taraftan sarması, Bedirhan’ı yakalaması için yeterliydi. Nitekim, öyle de oldu. Osman Paşa’nın, yeni kuvvetler ve erzak ikmali yapma gibi olanakları olmasına karşılık, Bedirhan’ın böyle bir şansı yoktu.

Savaşın kendi aleyhine devam ettiğini gören Bedirhan, başkentini istemeyerek de olsa, terk ederek, beş yüz kadar adamıyla 24 Temmuz 1847’de Evrah (Ewrax)[45] Kalesi’ne sığındı.

Bedirhan, “üç kral gelse zaptedemezler” dediği Evrah Kalesi’nde ancak dört gün tutunabildi. Emir, kendisine Büyük Reşit Paşa’nın kaleminden çıkan amanname ile, eğer teslim olup İstanbul’a gelirse canına, malına ve ailesine dokunulmayacağı hakkında bir mektup gönderildikten sonra, 28 Temmuz 1847’de teslim oldu.

Böylelikle bağımsız bir Kürdistan hayaliyle başlayan, Emir Bedirhan önderliğindeki bu büyük çaplı hareket bitirilmiş oldu.

Daha sonra Osmanlı Hükümeti bu isyanın bastırılmasında emeği geçenleri çeşitli şekillerde ödüllendirdi. Öncelikle, İsyanın bastırılmasından dolayı çıkarılan ferman bütün memlekette okunarak, padişahın memnuniyeti bildirildi. Daha sonra, isyanın bastırılmasında payı olanlara “Kürdistan Madalyası” verildi. Bu madalya, 29 mm çapında, bir yüzünde padişahın tuğrası, öbür yüzünde kabartmalı bir dağ dizisi ve bunun yukarısında “Kürdistan “, altında “sene 1263” yazılı, altın ve gümüşten dört türlü olarak çıkarıldı. L türden olanlar sadrazama, serasker paşaya, Orduyu Hümayun müşirine; H. türden olanlar, ayaklanmayı bastırma işine katılan ferik ve liva paşalara, defterdara, Musul, Harput, Sivas ve Erzurum valilerine; III. türden olanlar, miralay ve mülazım rütbesinde olanlara; gümüş olan IV. tür madalyalar ise çavuş ve bölük eminlerine verildi.[46]

İsyanın bastırılmasına en az Osmanlı yönetimi kadar -belki de daha fazla-sevinenler, tabii ki batılı devletler oldu. Osmanlı hükümeti, tıpkı isyan sırasında olduğu gibi, bu kez tebrik mesajlarına boğuldu.[47]

İsyanı bastıran Osmanlı, bir nebze rahatladı ve bir daha benzeri bir durumla karşılaşmamak için bölgede yeni bazı idari yapılanmalara gitti. Bölgede “Kürdistan Eyaleti” adı altında bir eyalet kuruldu ve bu eyaletin valiliğine Musul Valisi Esat Muhlis Paşa atandı.[48]

SÜRGÜN

“Bazı hedefler başarısız olmaya da değer.”

Sweeney

Bedirhan Bey, yaklaşık yüz kişilik devasa ailesi ve iki yüz kişilik maîyetiyle birlikte 19 Eylül 1847’de İstanbul’a vardı. Çok geçmeden Sultan Abdulmecid, Bedirhan’ı huzuruna çağırdı. Ona isyan etmesinin nedenini sorunca, Bedirhan, sultana Ömer Hayyam’ın şu dörtlüğüyle yanıt verdi:

“Var mı dünyada günah işlemeyen söyle: Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle; Bana kötü deyip kötülük edeceksen, Ne farkın kalır benden söyle.”

Bu yanıt sultanın hoşuna gider; fakat, yine de bu Bedirhan’ın Girit’e sürgüne gönderilmesine mani olamaz.

Bedirhan Bey ve ailesi. Girit’in Kandiye şehrine 31 Ekim 1847’de vardılar. Girit’e gitmek İstemeyen ailesinden bir kısmı İstanbul’da kaldı.[49]49  Bedirhan’ın şeyhi Abdulkuddus Efendi ve Şeyh Abdulgani de Girit’e gönderilenler arasındaydı.

Emir, Girit’teki yaşamına çabucak alıştı. Orada bir kısım emlak ve arazi aldı,[50] yavaş yavaş kendisine bir mevki yaptı.

Bedirhan Girit’teki yaşamı boyunca bir nevi gözetim altında tutuluyordu. Kendisinin oradan kaçıp tekrar “tehlikeli işler” peşinde koşmasından korkuluyordu. Fakat, zamanla Bedirhan, kendisinin bir daha Kürdistan’ı hiç göremeyeceğini anladıktan sonra Girit’i yeni yurdu olarak kabul etti. Girit’te 1856’da çıkan Yunan ayaklanmasının bastırılmasında büyük rolü oldu. Bu vesileyle kendisine, Mir-î miranlık rütbesiyle Paşalık unvanı verildi.[51] Ayrıca kendisine, eğer isterse İstanbul’a gelebileceği ve orada oturabileceği söylendi. Hatta, Anadolu tarafında olmamak kaydıyla, Rumeli tarafında, kendisine bir memuriyet (Rumeli Valiliği) verilebileceği de bildirildi.[52]

Bedirhan Bey on yıl kadar Girit’te oturduktan sonra, İstanbul’a gelmeyi kabul etti. Burada yaklaşık sekiz yıl kaldıktan sonra, ömrünün son yıllarını geçirmek üzere Şam’a gitti. Birkaç yıl sonra, 1869’da fırtınalı yaşamı son buldu.

Botan Mir’i Bedirhan Bey öldüğünde, geride 62 kişilik bir aile bıraktı. 4 hanımı, 6 odalığı, 21 oğlu, 21 kızı, 10 torunu vardı.

Emir, ölmeden önce bütün çocuklarını yanına çağırarak, onlara vasiyetini açıkladı. Vasiyeti şöyleydi:

“Hepiniz evlerinizde çocuklarınızla Kürtçe konuşun; eğer onlarla Kürtçe konuşmazsanız Kürtçe’yi unutursunuz; Kürtçe’yi unutursanız Kürdistan’ı da unutursunuz; Kürdistan’ı unutan benim evladım değildir.”

BEDİRHAN BEY’İN KİŞİLİÐİ

Bedirhan Bey, Kürdistan tarihinde eşine az rastlanır biçimde, bütün Kürt beylerinin hakimiyeti altına alabilecek kadar otorite sahibi ve zekiydi. Hırslıydı, döneminin en büyük devletlerinden olan Osmanlı’dan toprak koparmak isteyecek kadar. Bir o kadar da hayalperest; Van Gölü ile Karadeniz’i Süveyş Kanalı benzeri bir kanalla birleştirme düşü kuracak kadar.[53] Dört hanım ve sayısız cariye alacak kadar kadın düşkünü ve yakışıklıydı. Uğruna on binleri öldürecek kadar ve görev saatlerinde bilezikir yapacak kadar dinine bağlıydı. Osmanlı ordusu gibi güçlü bir orduyu defalarca yenebilecek kadar iyi bir askerdi. Kendisini ve ülkesini ziyaret eden batılı gezginlerin hepsini şaşırtacak derecede yönetim işinde başarılı; bir o kadar da siyasette başarısızdı (Hatırlanacağı gibi, Nesturi katliamı meselesinde büyük devletlerin kendisine oynadıkları oyunu fark edememişti).

Bu noktada Bedirhan Bey’in değinmeden geçemeyeceğim bir özelliği de, onun karizmasıdır. Wadie Jwaideh kitabında Bedirhan Bey’in kişiliğinin, Max Weber’in karizmatik lider tanımına tam anlamıyla uyduğunu belirtiyor.”[54]  Doğrusu, Jwaideh’e bu noktada katılıyorum. Bedirhan Bey’in, hiçbir zaman birlik olamamalarıyla ünlü Kürt beylerini kısa sürede tek bir çatı altında toplayıp, bir tür konfederasyon kurması -ki bence dünyanın belki de en zor işidir bu- onun karizmatik kişiliğinin bir göstergesidir. Ayrıca geniş kitleleri bir mıknatıs gibi kendisine çekmesi ve onların saygınlığını kazanması, bir birey olarak kendisini aşması, Jwaideh’in iddiasında pek de haksız olmadığını kanıtlamaya yeterlidir sanırım.

SONUÇ

Mir Bedirhan, hiç şüphesiz, Kürt tarihinin en renkli ve önemli şahsiyetlerinden biridir. Onun bu önemi, sadece Kürt tarihindeki ilk ulusal başkaldırıya önderlik etmesinden değil, aynı zamanda Kürt tarihinde eşine az rastlanır biçimde büyük bir alanı hakimiyeti altına alması ve hükmettiği bölgede her anlamda birliği sağlayabilmesinden de kaynaklanıyor.

Bedirhan Hareketi kimilerinin iddia ettiği gibi feodal nitelikli bir hareket değildir. Bu ayaklanmayı diğer aşiret liderlerinin kendi konumlarını güçlendirmek için çıkardıkları ayaklanmalardan ayrı tutmamız gerekir. Çünkü, bu tür ayaklanmalarda, aşiret liderleri, diğer komşu aşiretleri kendisine rakip olarak görür ve öncelikle bunlarla mücadeleye girer. Oysa Bedirhan’ın ayaklanmasında bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Bildiğimiz gibi, Bedirhan’ın ayaklanmadan önce yaptığı ilk iş, diğer aşiret liderleriyle bir “Kutsal İttifak” imzalamasıdır. Bu da gösteriyor ki, Bedirhan Bey hareketi aşiretler üstü (ulusal) bir hareketti. Evet, Bedirhan bir aşiret lideriydi; fakat onun salt bu özelliği, yürütmüş olduğu hareketi feodal nitelikli olarak açıklamamıza yeterli kanıt oluşturmaz.

Bedirhan ayaklanmasının tam da tüm dünyada ulusal başkaldırıların ortaya çıktığı bir dönemde cereyan etmesi bir tesadüf değildir. Bu bağlamda, bu ayaklanmayı, öncesindeki feodal Kürt beylerinin çıkardığı ayaklanmalarla bir tutmak yanlıştır. Bedirhan ayaklanması tam manasıyla bir ulusal kurtuluş mücadelesidir.

***

Bedirhan Bey, öldükten sonra, geride bıraktığı ailesi de boş durmamıştır. Torunları, Bedirhan’ın vasiyetini yerine getirdi mi bilinmez; ama en azından birinci kuşak torunları için bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira, 1898’de Kahire’de çıkan ilk Kürtçe gazete “Kürdistan”ı, Bedirhan Bey’in oğlu Abdurrahman çıkarmıştır. Yine

Bedirhan’ın torunlarından Celadet Ali Bedirhan (Emin Ali Bey’in oğlu) ilk Kürtçe latin alfabesini çıkarmıştır.

Günümüzde yaşayan Bedirhaniler, garip bir şekilde, kendilerinin bu soya mensup olduklarını saklamaktadırlar.

Halen yaşayan ünlü Bedirhaniler arasında, eski Dışişleri Bakanlarından Emre Gönensay’ı[55] ve “Yaşayan tarih” lakaplı tarihçi Cemal Kutay’ı[56]   sayabiliriz.

War, Hejmar: 13

YARARLANILAN KAYNAKLAR

*   ARIKANLI, Oğuz, Tarihimizde İlkler, Milliyet yay., 1973

*   Bin Dokuz Yüzden İki Bine Kürtler, Ses yay., İstanbul 2000

*    BRUINESSEN, Martin Van, Ağa Şeyh ve Devlet, çev. Remziye Arslan, Özge yay., Ankara   1993,

*    -, Kürdistan Üzerine Yazılar, 2.B., iletişim yay., İstanbul 1993

*    BURKAY, Kemal, Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan Coğrafya- Tarih Edebiyat, C.l, Deng yay.,  İstanbul 1997

*    CELİ L, Celilê, XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda Kürtler, Özge yay., Ankara 1992

*    CELİL, Celilê, GASARATYAN, M.A., JEGALİNA, O.İ. LAZAREV, M.S.,

*    MIHOYAN, Şakire X., Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, çev. M. Araş, 3. B., Peri yay., İstanbul 1998

*   EZ-ZİBARİ, Muhammed Şefik,, El-Ahval Ed-Durriye Vel Ahbar El-Meskiye Fi Silsilet-i Zibariye, Ummu Rabiiyyin Matbaası, Musul 1935, s. 37-38 (Arapça)

*   GÖKTAŞ, Hıdır, Kürtler İsyan-Tenkil, Alan yay., İstanbul 1991

*   İslam Ansiklopedisi, “Kürtler”, C. 6, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993

*   JWAİDEH, Wadie, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, l B., İletişim yay., İstanbul 1999

*   KAFTAN, Dr. Kaws, Baban Batan Soran, çev. Alihan Zerşati, Nûjen yay., İstanbul 1996

*   KIZILKAYA, Muhsin, Gölgeler Çabuk Ölür, İletişim yay., İstanbul 2001

*   -, “Tiyar Katliamı”, 2 Bin ‘de Yeni Gündem Gazetesi, 25 Haziran 2000

*    LÛTFİ EFENDİ, Ahmed, Vak’anüvîs Ahmed Lûtfi Efendi Tarihi, C. 6-7-8, YKY, İstanbul 1999

*    MALMISANİJ, Cızira Botanlı Bedirhaniler ve Bedirhani Ailesi Derneği ‘nin tutanakları, APEC, Sweden 1994

*   Meydan Larousse, “Bedirhan Bey”, C. 3

*   -, “Nesturilik”, C. 14

*   -, “Kürdistan Madalyası”, C. 12

*    MOLTKE, Feldmareşal Helmuth Von, Moltke’ nin Türkiye Mektupları, 2.B., Remzi Kitabevi. İstanbul 1995

*   NIKITIN, Bazil, Kürtler Sosyolojik ve Tarihi İnceleme, C. 1-2, 4. B, Deng yay., İstanbul 1994

*   NOEL, Edward Villiam Charles, Kürdistan 1919 Binbaşı Noel ‘in Günlüğü, Avesta yay., İstanbul 1999

*   PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 2, Milli Eğitim Basımevi,     İstanbul 1993

*    PERTEV, Zerdüşt Baha, “Osmanlı Arşivlerinde ‘Kürdistan Eyaleti’ nin Kurulması ile İlgili 2 Belge “, WAR Dergisi, Sayı 8, Islanbul 1999

*   SEVGEN, N azmi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ‘da Türk Beylikleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1982

*   TORİ, Tarihselden Güncele Kürt Gerçeğ, Sorun yay., İstanbul 2000

*   XEMGİN, Etem, Osmanlı-Safevi Döneminde Kürdistan Tarihi, C.3, Doz yay., İstanbul 1997

*   YAŞIN, Abdullah, Bütün Yönleriyle Cizre, Yücel Matbaası, 1983

*   ZEKİ, M. Emin, Kürdistan Tarihi, Beybûn yay., Ankara 1992

[1] Malmîsanij, Cizira Botanlı Bedirhaniler ve Bedirhani Ailesi Derneği’nin Tutanakları, Sweden 1994, s. 48

[2] Malmîsanij, a.g.e., s. 48

[3] Edward William Charles Noel, Kürdistan 1919 / Binbaşı Noel’in Günlüğü, İstanbul 1999, s. 92; İslam Ansiklopedisi, “Kürtler”, C. 6, MEB yay., 1993, s. 1102

[4] Martin Van Bruinessen, Ağa Şeyh ve Devlet, Ankara 1993, s. 220; 1900’den 2000’e Kürtler, İstanbul 2000, s.10

[5]  Malmîsanij, a.g.e., s. 49

[6]  Dr. Kaws Kaftan, Baban, Botan Soran, çev., Alîhan Zerşatî, İstanbul 1996, s. 63

[7] Feldmareşal H. V. Moltke, Moltke’nin Türkiye Mektupları, 2. B., İstanbul 1995, ss. 219-231

[8] Feldmareşal H. V. Moltke, a.g.e., s. 220

[9]  Malmîsanij, a.g.e., s. 51

[10]  Martin Van Bruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, 2.B., İstanbul 1993, s. 130

[11] Celilê Celil ve d., Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi, 3. B., İstanbul 1998, s. 16

[12] M. V. Bruinessen, a.g.e., s. 130

[13] Celilê Celil ve d., , a.g.e., s. 16

[14] Halfin, XIX. Yüzyılda Kürdistan Üzerinde Mücadeleler, 2. B., İstanbul 1992, s. 50

[15] Celilê Celil ve d., , a.g.e., s. 16

[16] Malmîsanij, a.g.e., s. 50; Celilê Celil, XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda Kürtler, s. 128

[17] Ditil’den aktararak yazan: Halfin, a.g.e., s. 51

[18] Halfin, a.g.e., s.51

[19] Kemal Burkay, Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan Coğrafya-Tarih Edebiyat, İstanbul 1997, s. 362

[20] Görüştüğüm kişiye de bu hikayeyi dedesi anlatmış. Cizre’de ve Siirt’te görüştüğüm kişiler, bana buna benzer ve daha değişik onlarca hikaye aktardılar. Yeri geldikçe bu hikayelerden ilginç olanları aktaracağız. Bununla birlikte, bu hikayelerin hepsinin gerçek olduğunu kabul edemeyiz. Ben bu hikayeleri ayrıştırırken, basılı kaynaklardaki bilgilerle ve özellikle de, Bedirhan Bey zamanında bölgeyi gezen araştırmacıların verdiği bilgilerle örtüşmesini temel aldım.

[21] Eskiler Van Gölü’ne, büyüklüğünden dolayı “deniz” derlermiş. Bu gelenek Van’da halen sürmektedir.

[22]  Bedirhan Bey’in kendi adına bastırdığı sikkenin ön yüzünde “Emir-i Bohtan Bedirhan”, arka yüzünde ise “1258” yazılı idi.

[23]  Nazmi Sevgen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Ankara 1982, s.62

[24]  Celilê Celil, XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda Kürtler, Ankara 1992, s. 128

[25] Hz. Muhammed’in soyundan olanlara verilen isim.

[26] Muhammed Şefik Ez-Zibari, El-Ahval Ed-Durriye Vel Ahbar El-Meskiye Fi Silsilet-i Zibariye, Musul 1935, ss. 37-38

[27]  Hıristiyanlar tarafından hem Tanrı, hem de insan olarak kutlanan İsa Peygamber’in nitelikleriyle ilgili tartışmalardan doğan mezhebe üye olanlara verilen isim.

[28] Muhsin Kızılkaya, “Tiyar Katliamı”, 2 Bin’de Yeni Gündem Gazetesi, 25 Haziran 2000

[29] Wadie Jwaideh, Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi, 1. B., İstanbul 1999, s. 138

[30] Muhsin Kızılkaya, a.g.m.

[31] İbrahim Alaettin Gövsa, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, C.1, İstanbul 1945, s.67

[32]  Muhsin Kızılkaya, a.g.m.

[33] Wadie Jwaideh, a.g.e., s. 139

[34] Kemal Burkay, a.g.e., s. 361

[35] Kemal Burkay, a.g.e., s. 363

[36] Wadie Jwaideh, a.g.e., s. 129

[37] Wadie Jwaideh, a.g.e., s. 134

[38] Bu mektuplardan bir tanesi için Bkz. Nazmi Sevgen, a.g.e., s. 89

[39] Söz konusu mektup için Bkz. Nazmi Sevgen, a.g.e., s. 81

[40]  Nazmi Sevgen, a.g.e., s. 99

[41] Yezdanşêr. Bedirhan’ın amcasının  oğlu olan Mir Seyfeddin Şir’in oğludur. Kimi kaynaklarda zikredildiği gibi kardeşi  ya da yeğni değildir.

[42] “Yezdan” Farsça’da “Allah” anlamındadır; “Şer” ise Kürtçe’de “Aslan” demektir, Yezdanşêr “Allah’ın Aslanı” anlamına gelmektedir.

[43]  Malmîsanij, a.g.e., s. 55

[44] 44  Daha sonra Osmanlı yönetimi sözünü tuttu ve Hakkari’nin yönetimini Yeşdanşêr’e verdi. Fakat, isyan etmek Kürtlerin doğasında olmalı ki, Yezdanşêr de 1855’te Osmanlı-Rus savaşında zor durumda kalan Osmanlı’ya karşı isyan bayrağını çekti. Kısa sürede egemenlik alanını genişleten Yezdanşêr, üzerine gelen Osmanlı kuvvetlerini de savuşturmayı başardı. Ardından Musul’u işgal eden Yezdanşêr, Siirt’i de ele geçirdi. Bu dönemde Yezdanşêr’in ordusundaki askerlerin sayısı yüz bine ulaşmıştı. Ve çok gecikmeden,  Kürt tarihinin hemen her noktasında görülen İngilizler, bu olayda da sahneye çıktılar. İngilizler, tıpkı Bedirhan hareketinde olduğu gibi Yezdanşêr’in başlattığı hareketi de kendi politik çıkarlarına uygun görmüyordu. Bu nedenle Musul’daki konsoloslukta görevli bulunan Risam, görüşmeler yapmak amacıyla Yezdanşêr’e gönderildi. Usta diplomat Risam, İstanbul’dan gelen hükümet temsilcisiyle barış yapmak bahanesiyle çağırdığı Yezdanşêr’i kaçırmayı ve İstanbul’a göndermeyi başardı. Yakalanan Yezdanşêr, İstanbul’da hapsedildi. Böylelikle başsız kalan bir Kürt isyanı daha İngiliz eliyle bitirilmiş oldu.

[45] Bu kale. birçok kaynakta geçtiği gibi Eruh Kalesi değildir. Eruh, Siirt’in bir ilçesidir; oysa Evrah Kalesi Şırnak’tadır.

[46] Meydan Larusse, “Kürdistan Madalyası”, C. 12, s. 139;  Oğuz Arıkanlı, Tarihimizde İlkler, Milliyet yay., 1973, s. 180; M. Zeki Pakalm, “Kürdistan Madalyası”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 2, s. 342

[47] Bu mektuplardan birisi için Bkz. Nazmi Sevgen, a.ge., ss. 104-105

[48] Nazmi Sevgen, a.g.e., s. 106

[49]  Nazmi Sevgen, a.ge., s. 103

[50]  Nazmi Sevgen, a.ge., s. 111

[51] İbrahim Alaettin Gövsa, a.g.e., s. 67; Nazmi Sevgen, a.g.e., s. 116

[52] Nazmi Sevgen, a.g.e., s. 112

[53] Muhsin Kızılkaya, Gölgeler Çabuk Ölür, İstanbul  2001, s. 103

[54] Wadie Jwaideh, a.g.e., s. 126

[55] Prof. Emre Gönensay, Bedirhan Bey’in oğullarından Abdurrahman’ın torunudur.

[56] Cemal Kutay, Bedirhan Bey’in oğullarından Tahir Muhlis’in oğludur.