Ferid Uzun bildiğimiz gibi, Ankara’da Ziraat Fakültesinde öğrenci iken,1969 yılında kurulan DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) içinde yer alarak aktif siyasi çalışmaların içine girer.

Ferit Uzun’un önemli özelliklerinden biri Kürd diline, kültürüne ve folkloruna verdiği önemdir ve bu konuda aktif çalışmalar yapmıştır.12 Mart 1971 Askeri Darbesinde cezaevine atılan binlerce Kürd Aydın’ın içindedir ve o dönemde en ağır ceza ile (14 yıl) yargılanan bir kaç Kürd yurtseverinden biridir aynı zamanda.

1974’te iktidardaki Bülent Ecevit (CHP) hükümetinin çıkardığı genel afla serbest kalır. Ferid Uzun, cezaevinden çıktıktan sonra 1974’te kurulan DDKD’nun (Devrimci Demokratik Kütür Derneği) içinde de aktif olarak yer alır.1975’te Kürdistan’ın güneyinde Mele Mustafa Barzani önderliğinde gelişen Eylül Devrimi’nin, ABD, İran, Türkiye ve Arap ülkelerinin ortak girişimi ile başarısızlığa uğraması, o dönemde SSCB’nin aktif olarak Irak BAAS rejimini desteklemesi ve SSCB uçakları ile Kürdistan’ın viran edilmesi üzerine DDKD’nin içinde SSCB üzerinde ciddi tartışmalar başlar. Ferid Uzun ve bir grup arkadaşı SSCB’nin sosyalist olmadığını, sosyalizmin temel ilkelerinden biri olan, mazlum milletleri destekleme ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesine aykırı hareket ederek barbar BAAS rejimini desteklemeyi mazlum Kürdistan halkına tercih ettiğini iddia ederler.

Buna karşılık diğer kesimlerde, Barzani hareketinin ilkel milliyetçi, gerici ve aşiret yapısı üzerinde mücadeleyi sürdürdüklerini, BAAS rejiminin SSCB’nin müttefiki olması hasebiyle ilerici olduğunu, parça bütün meselesi ile soruna bakıp, eğer parça bütünle çelişiyorsa, gerekirse parça sökülüp atılır gibi Kürdistan mefkuresi ile bağdaşmayan saçma sapan tezlere sarılırlar. Bu tartışmalar Ferid Uzun ve arkadaşlarının DDKD’den ayrılmasına ve KAWA örgütünü kurmasına tekabül eder.

1975 tarihi sadece Güney Kürdistan’da değil, Kürdistan’ın kuzeyinde de çok önemli bir ayrışma dönemidir. Bu tarihten sonra gelişen olayları çok iyi analiz edemediğimiz içindir ki bu gün içinde olduğumuz girdabı bir türlü aşamıyoruz.1966’da Kürdistan mefkuresinin önemli lideri Av. Faik Bucak’ın kirli bir suikastla şehit edilmesi,1971’de Kürdistan davasının diğer lideri Said Elçi’nin, Faik Bucak’ın suikastinden daha kirli bir yöntemle şehit edilmesiyle kuzeyde Kürd hareketi içinde ilk ayrılık tohumları ekilmeye başlanmıştı.

1975’te Barzani önderliğindeki Eylül Devrimi’nin başarısızlığa uğraması, ucube bir ideoloji ile bezenmiş Kürd hareketinin palazlanmasını da beraberinde getirecekti. Düşünebiliyor musunuz, Kürd’lük adına Saddam ve Hasan Elbekir önderliğindeki ırkçı faşist Irak yönetimini Barzani’ye tercih eden bir çizgiye gelmişti Kuzeyde ki sözde Kürd milli hareketi. Kuzeydeki Kürd hareketi öyle bir hal aldı ki Faik Bucak ve Said Elçi gibi iki büyük liderin kanı ile sulanmış TKDP dahi o dalganın içinde yer almış 1977’de yapılan üçüncü olağan kongresinde, Barzani çizgisinde olan kadro ve parti üyelerinin tümü ihraç edilmişti.

Bu çerçevede baktığımızda Ferid Uzun’un 1975’teki çıkışı çok önemli idi. Barzani’ye karşı Saddam’ın yanında yer alanlara karşı sesini alabildiğine yükseltmeye başlamıştı.1975’lerden itibaren Ferid’in şiirlerini ve stranlarını teyp kasetlerinde duymaya başlamıştık. Diyebilirim ki, o dönemde Ferid Uzun’un Pêşmerge, Kevokên Sipî gibi şiirleri ve stranlarındaki milli temalı şarkılar bizim kuşağımızı son derece etkiliyordu. Dost dar günde belli olur misali, Ferid Uzun, Barzani’nin çok darda olduğu dönemde şiirleri ve stranları ile ona ve kutsal mücadelesine karınca kararınca misali de olsa sahip çıkmaya çalışıyordu.

Ferid Uzun ziraat mühendisi idi ve aynı zamanda Siverek’te ziraat kurumunun müdürü idi, bir taraftan söz konusu görevini sürdürürken, diğer taraftan da Siverek’in köylerini tek tek dolaşır, köylülerin sorunları ile ilgilenirken, bunun yanında siyasi örgütlenme faaliyetlerini de sürdürüyordu. Ferid Uzun’un siyasi örgütlenme faaliyetleri elbette ki Siverek’le sınırlı değildi, bir taraftan Urfa’nın ilçelerine ulaşırken, diğer taraftan da Kürdistan’ın diğer bölgelerine fırsat buldukça gider, fikirdaşları ile sürekli bir diyalog içine idi. Siverek’te Ziraat kurumu müdürlüğü yaptığı dönemde, adil davranır ve küçük çiftçilerle, büyük toprak ağaları arasındaki rekabette tutumunu küçük çiftçilerden yana alır ve bu adaletli tutumu ile bölgede her gün saygınlığı yükselir. Bir keresinde Bucak ailesinden hanım ağa Yıldız Bucak ile aralarında sert bir tartışma olur. Hanım ağa devlet desteği olarak gelen gübrenin ve buğdayın büyük payını almakta ısrar eder, Ferid isteklerini red eder ve hakkın neyse onu alırsın der. Hanım Ağa Ferid’in bu tutumuna karşı hakaretvari sözlerde bulunarak tehdit eder, Ferid de onun laflarının altında kalmayarak gerekli cevapları verir.

KAWA hareketi 1977’den itibaren Kürdistan’ın birçok il ve ilçelerinde dernek çatıları altında bir araya gelerek, halk arasında örgütlenmeye, halkla bütünleşmeye önem verir. Çünkü KAWA hareketi özgücüne güvenerek gelişmek isteyen bir hareketti. Ucube solcular gibi SSCB’den gelecek Afganistan’vari bir askeri desteği asla kabul etmiyordu Derneklerin çatısı altında yürüttükleri faaliyetlerde diğer hareketlerden farklı olarak, halkın inançlarına ve değer yargılarına azami derecede hassasiyet gösteriliyordu. Diğer hareketlerin yaptığı din aleyhtarlığını ve dini değerlere saldırmaya fırsat vermiyordu. İlçemiz Kurtalan’da ki dernek çatısı altında derneğin sorumluları olarak üç temel prensip edinmiştik, birincisi halk arasında dini inançlar ve değerlere karşı saygısızlık yapılmayacak. Alkollü ve uyuşturucu şeylerden uzak durulacak, kadın ve kız peşinde uygunsuz bir şekilde dolaşılmayacaktı.

Bu prensiplere aykırı hareket edenler, üç sefer uyarılacak buna rağmen bu tutumlarından vazgeçmezlerse ihraç edilecekler ve bu ihraçlar da toplumla paylaşılacaktı. Alkolden kastımız, alkol alıp çarşıda sokakta nahoş hareket ve davranışlarda bulunanlar içindi. Adaba uygun bir şekilde içenlere karşı söyleyebileceğimiz bir şey olamazdı tabii. Bu prensipleri koymamızın sebebi gençleri kirli ilişkilerden ve lümpenlikten alıkoymaktı ve bu tutumuz da Halk arasında karşılık buluyor ve itibarımızı yükseltiyordu.

Siyasi faaliyetlerimiz de Barzani yanlısı ve dolayısı ile TKDP’nin faaliyetlerine destek olmaya çalışıyorduk.1977’de TKDP’nin üçüncü kongresinde Barzani çizgisindeki kadro ve üyelerin tasfiyesinde TKDP’nin çekirdek kadrosu olan Barzani yanlılarına sahip çıkıyorduk. Diğer tarafı darbeci ve tasfiyeci olarak değerlendirip, alabildiğine eleştiriyorduk.1978’de Hakkari’nin Cilo dağlarında PDK ile YNK arasında çıkan çatışmada, PDK’den yana tavır alıyorduk. Çünkü YNK’nin muhalif BAAS’çılarla, Irak Komünist partililer, Hafız Esad ve SSCB’nin istihbarat örgütü KGB tarafından Kürdistan’a gönderildiğini ve amaçlarının PDK’yi tasfiye etmek olduğunu biliyorduk. O dönemde konu ile ilgili kamuoyuna bir bildiri dağıtıldığını da iyi hatırlıyorum.

1977’deki en önemli gelişme; PDKT içinde kurucu gelenekten gelen, milli mefkureyi esas alan ve Barzani tutkunluğunu her koşulda amasız, fakatsız savunan kadro ve üyelerin partiden ihraç edilmesi idi.

1971’den sonra PDKT ikinci büyük darbesini bir kez daha ucube solculardan alıyordu. Kuzeyde Barzani çizgisinin darbe yemesi, Barzani aleyhtarlığı,1958’de Barzani’nin Sovyet Rusya’dan ülkesine dönmesi sürecinden sonra Türk devletinin oluşturduğu bir konseptti ve o konseptin ilk adımı 1971’de Said Elçi’nin ve iki arkadaşının cinayetinden sorumlu tutularak idam cezasına çarptırılan Dr. Şıvan ve iki arkadaşının 27.11.1971’de idam edilmelerinden sonra ilk meyvelerini vermeye başlıyordu.1977’de PDKT’de yaşanan komplo ve tasfiyeler, Kuzeyde Barzani çizgisine karşı alınan ikinci mevzilenme idi.

Barzani Dr. Şıvandan arda kalan solcu kadrolar tarafından her gün saçma sapan, ideolojik merkezli komplo teorileri ile topa tutuluyordu.1975’te Barzani önderliğindeki Eylül devriminin sekteye uğraması, büyük bir moral bozukluğuna yol açmış. Bu durum sosyalist rüzgarın o süreçte Dünya’nın birçok bölgesinde revaçta olması, özellikle de ezilen uluslar ve kesimler üzerindeki pozitif etkisi, kuzeyde başta PDKT’nin genç kadroları olmak üzere, bütün kesimleri etkiliyordu. Bu rüzgarın yükselmesini bir kenara bırakalım, buna paralel olarak Kürd ve Kürdistan milliyetçiliğinin merkezi ve lideri konumuna gelen Barzani çizgisi ve şahsiyeti de, bu kesimlerin baş hedefi haline geliyordu.

PDKT’nin üçüncü kongresinde ortaya çıkan sonuç; 1965 yılında kurulan ve Xoybûn örgütünden sonra Kuzeyde Kürd, Kürdistan milliyetçiliğini esas alan parti de büyük bir kırılmaya yol açıyordu.

Ferid Uzun ve arkadaşlarının kurduğu KAWA örgütü Kürdistan’ın birçok bölgesinde hızla örgütlemesini sürdürürken, diğer taraftan da bir kulakları güneydeki gelişmeler ve PDKT içinde yaşanan olumsuz gelişmeler üzerinde idi. Her alanda Barzani karşıtı jenerasyona karşı tavır alırken, diğer taraftan da PDKT’nin milliyetçi kesimleri ile dirsek teması halinde idiler.1979’da Mele Mustafa Barzani vefat ettiğinde, Kuzey Kürdistan’ın birçok il ve ilçelerinde Barzani’yi anma toplantıları düzenlediler. Bugün geldiğimiz noktada bazı arkadaşlarla geriye dönüp baktığımızda kendimizi o dönem PDK’nin gençlik kolları gibi çalışıyorduk demekten alamıyoruz.

1977 yılı KAWA örgütü içinde önemli ve örgütü bölünmeye götüren bir tartışmanın ilk fitili yakılmıştı. Örgüt üniversite öğrencilerinin seçkin kadroları tarafından kurulmuş ve yönetilen bir örgüttü. Bu seçkin kadrolar ciddi, nitelikli ve Kürdistan davasında çok kararlı insanlardı. Kürdistan milliyetçiliği damarları güçlü idi ki, Barzani’nin en zayıfladığı ve Kürd solcularının büyük çoğunluğunun hışmına uğradığı bir süreçte onurlu ve inadına bir tavırla Barzani’nin uzun erimli mücadelesinin yanında durdular.1975 yılında Sovyet Rusya’nın, Güney Kürdistan’da yaptığı mezalimi üzerinden Sovyet Rusya’nın “sosyal emperyalist” olduğu tezini savunarak DDKD’den ayrıştılar. Şimdi sıra “üç dünya teorisi” diye adlandırılan ve yaklaşık bir yıl devam eden yeni bir tartışma sürecine girilmişti.

KAWA örgütünün kadroları ile ilgili yaptığım değerlendirme, aslında kuzeydeki birçok örgütün kadroları için de geçerli olduğunu söylemeliyim. Bu örgütün kadrolarının özelliği o dönemde doğru halkayı yakalayarak Barzani çizgisine yakın durmaları idi. Ne var ki örgüt kadroları da dahil olmak üzere  üniversite öğrencilerinin önderliğinde gelişen tüm yapıların temel bir zaafı vardı. O zaaf da 1938’den sonra büyük bir yenilgi ve demoralizasyonun Kuzey’i her yönüyle sarmalaması, bu uzun aradan sonraki boşluğun Kürd hareketi üzerinde yarattığı tecrübesizlikti. Güney’le kıyasladığımızda bu farkı daha iyi görebilmekteyiz. Güney’de 1907’de yakılan bir ateş hiç sönmeden yoluna devam etti ve Güney’in lider kadrolarına büyük bir tecrübe sağlayarak düşmanın hile ve desiselerine, komplolarına karşı ayakta durabildiler

Kuzeyde ise maalesef bu tecrübeden yoksun bir jenerasyon vardı. Hele hele, Faik Bucak ve Said Elçi gibi önemli liderlerin tasfiyelerinden sonra durum daha da dezavantajlı bir konuma geldi.

Türk devletinin güdümünden hiç bir zaman çıkmayan Türk solcuları bütün maharetlerini ortaya sererek, Kürd milliyetçiliğini şeytanlaştırdılar.

Milliyetçiliği savunmanın sosyalizmle, enternasyonalizmle bağdaşmadığını bunun sosyalizme en büyük ihanet olduğunu on bir yıllık asimilasyoncu temel eğitim sürecinden geçip üniversitelerde sahte solcu Kemalist hocalar tarafından zihinlerine zerk ettiler. Bütün bunlardan hareketle 1974’den sonra kurulan kuzeyli Kürd sol örgütlerinin, Türk sol örgütleri ile ilişkilerinin büyük bir zaaf olduğu, hatta hemen hemen bu örgütlerin çoğunun arka bahçesinde bir Türk sol örgütünün olduğunu düşünüyorum. Bunlardan hareketle 1977 yılında Doğu Perinçek denen sahtekarın, solculuk kisvesi altında KAWA örgütünü içerden yıkmak üzere Devletin derin labirentlerinden görevlendirildiğini düşünüyorum. SSCB’yi sosyal emperyalist olarak görmekten kaynaklı duruşla KAWA ile yakınlığı bilinen bir gerçektir.

Benim düşünceme göre Doğu Perinçek, o dönemde örgütü üç dünya teorisi üzerinden dağıtmak ve üç dünya teorisini savunan kanadı yanına çekerek, Kürdistan’da örgütlenmeyi önüne koymuştu ve bu görev ona devletin derin labirentlerinde verilmişti.1978 baharına kadar süren yoğun tartışmalardan sonra KAWA örgütü, KAWA merkez ve DENGÊ KAWA adıyla ikiye bölündü. Doğu Perinçek örgütü ikiye böldü ama üç dünya teorisini savunan kanadı yanına çekemedi. Çünkü Ferid Uzun onun o planının önünde Diyarbakır surları gibi dimdik durdu ve o oyunu bozdu. Ferid o oyunu bozdu ama çok değil, sadece sekiz ay sonra küçücük kızı yanında arkadaşları ile birlikte bir nişan törenine gitmek üzere hazırlanırken arabanın içinde insanlıktan nasibini alamayan alçaklar tarafından silahlı saldırıya uğrayarak Kürdistan şehitleri kervanı yanındaki yerini alıyordu.

KAWA hareketi, bir gençlik örgütü olmasına rağmen, hızla örgütleniyordu.1975’ten 1978’e kadar, Serhat bölgesinden tut, Kürdistan’ın en ücra köşelerine kadar örgütlenmeye hız vermişti. Türkiye’nin metropol kentlerinde okuyan öğrenciler zamanlarının büyük çoğunluğunu kendi memleketlerinde siyasi faaliyetlerde bulunarak geçiriyordu. Hatta örgüt karar alarak, birçok öğrencinin kayıtlarını dondurarak ülkeye dönüp halkla bütünleşmeye, halkı birlik olma yönünde motive ediyordu. Diğer bir çok örgütten farklılığı bürokratik, halka tepeden bakan bir tutum ve davranışlarının olmaması idi. Herhangi sansasyonel bir eylemi olmamasına rağmen, halk arasında üç yıllık bir süre zarfında bu kadar hızlı örgütlenen ve halkla bütünleşen bir hareket olduğunu düşünemiyorum.

Şırnak’tan tutun Suriye Kürdistan’ı sınırı boyunca, Gaziantep’e, Adıyaman’a, Maraş’a, Hakkari’den tutun Kars’a kadar hemen hemen Serhad bölgesinin tümünde örgütlülüğün alt yapısını oluşturmuştu ve hızla halk arasında örgütleniyordu. Siverek başta olmak üzere Dicle havzası boyunca Siirt’e kadar örgütlenmişti.

Örgütlü olduğu il ve ilçelerde dernekler kurulmuş, o dernekler üzerinden seminerler, siyasi faaliyetler, halk arasındaki çelişki ve problemleri barışçıl yollarla çözmek için azami derecede çalışma yapılıyordu. Bizim ilçede köylülerle birleşme ve dayanışma adı altında bir derneğimiz vardı. Derneğe bıraktığımız bir daktilo ile, özellikle köylerden gelip, kamu kurumlarına gitmekte sıkıntı çeken insanlarımıza ilgili yere dilekçeyi yazıyorduk. Bir genç arkadaşımızı da onunla gönderdiğimizde yetkili memur, dernekten gelindiğini bilerek, işini seri bir şekilde bitiriyordu. Dernek kısa süre içinde toplumun sorunlarının adresi konumuna gelmişti. Derneğin bu prestiji asla baskı ve şiddet kaynaklı değildi, gençlerin pozitif mücadeleleri halk tarafından olumlu bir karşılık bulmasından kaynaklı idi.

Aynı dönemlerde Şırnak ve Silopi kömürü, Kurtalan Devlet Demir yolları istasyonunun yanındaki yüzlerce dönüm araziye depo ediliyor ve demir yolu ile İç Anadolu ve Doğu Anadolu’daki illere sevk ediliyordu. Genç arkadaşlarımız temin ettikleri bir traktörle gece geç saatlerde kömür tevzi sahasına traktörü yaklaştırarak, önceden tespit edilen ve çok ihtiyacı olan evlerin önünde traktör boşaltılıyordu. Kış boyunca bu yapılıyordu, kömür tevzi istasyonunun bekçileri dernekten gelindiğini fark ettiğinde bırak engel olmayı, genç arkadaşlara yüklemede yardımcı oluyordu.

Bir yıl içinde 600 yüz köylüye TÖB-DER’in desteğiyle diploma verilmesine yardımcı olduk. Köylerde yapılan kavgalarda araya girip sorunu çözüyorduk, bizim aracılığımızla yapılan barışlar uzun ve kalıcı oluyordu. Çünkü biz bütün bunları kişisel hiçbir karşılığı aklımızdan geçirmeden yapıyorduk. Kuzeydeki örgütlerin çoğu gibi KAWA örgütü de, silahlı mücadelenin meşru ve haklı bir yöntem olduğunu ama halkın büyük ölçüde bilinçlendirilerek güçlü bir örgütlülük gerçekleştikten ve demokratik tüm yöntemlerin kullanılmasından sonra ancak başvurulabileceğine inanıyordu. Aksi taktirde maceracı ve aceleci bir anlayışla şartlar oluşmadan yapılacak bir girişimin Kürdistan halkını büyük bir felakete sürükleyeceğini düşünüyordu.

KAWA örgütünü bu şekilde değerlendirirken, işin doğrusu Kuzeydeki örgütlerin çoğu büyük bir çalışma ve örgütlenme faaliyetlerini kararlılıkla sürdürüyordu. Söz konusu sürecin çok önemli temel bir özelliği de örgütler, genç ve tecrübesiz olmalarına rağmen, bu örgütler arasında Dr. Şıvan’ın 1971’de Said Elçi ve arkadaşlarını, hiçbir gerekçe olmadan sırf kişisel hırs ve ihtirasları ile ideolojik saplantıları sonucu işlediği suikatın dışında darbeci tasfiyeci bir geleneği yoktu. Dolayısı ile Kuzeydeki Kürd hareketi, iç çatışma, tasfiye ve iç suikastlarda temiz bir sicile sahipti. Xoybûn örgütü de dahil olmak üzere 1970’lerin ortalarına kadar Kürd hareketleri içinde düşmanlaştırıcı bir kültür yoktu.

Bazı küçük istisnaların dışında farklı örgütler arasında hararetli tartışmalar olmasına rağmen, çatışma kültürü yoktu. Tartışmalar alabildiğine demokratik ve uygar bir anlayış içinde giderek yayılıp genişliyordu. Kuzey Kürdistan tarihinde yeni bir süreç gelişiyordu, asimilasyoncu eğitim sistemi içinde yetişen Kürd gençleri yeni bir süreç başlatıyordu. Tartışmalar genellikle karşılıklı saygı ve birbiriyle tahammül anlayışı içinde yürütülerek toplumsal ve demokratik bilinç hızla gelişiyordu.

Kürdlerin cephesinde bu denli geleceğe umut veren gelişmeler olurken, devlet katında olup bitenlerden muhtemelen büyük ölçüde bihaberdi, Kuzeydeki gençlik hareketi. Çok geçmeden 1977 yılında UKO’cular veya zaman zaman Apo’cular olarak bilinen grup sahada kendini göstermeye başlıyordu. Apo’cular veya UKO’cular olarak ortaya çıkan hareket, yukarıda saydığım Kürd örgütlerinin tümünün aksine tepeden tırnağa Kürd sosyolojisini, kürd ahlakını yok sayan, bunun ötesinde Kuzeydeki Kürd hareketlerinin tümünü hain ajan ve işbirlikçi olarak değerlendirip bu hareketlerin başta lider kadroları olmak üzere, silahlı suikast yöntemleri ile ortadan kaldırmayı temel bir hedef olarak koydu.

Girdiği her yerleşim yerinde, orada güçlü olan Kürd örgütü kimse onu hedef alarak, tartışma ortamına çekiyor, tartışma sırasında karşı tarafa karşı tezlerini savunamaz duruma geldiklerinde hemen kavga yöntemlerine başvurmaya başladılar. Bunların bu tutumu herkesi düşündürüyor, endişelendiriyor ve birçok soru işaretleri ile karşı karşıya bırakıyordu. Batman ve Kurtalan onların hedefleri arasına girmişti. Her iki yerde de KAWA’cılar ve onlar arasındaki sürtüşme, kavgalar büyüyerek devam ediyordu. Kurtalan’da bir gün birisi ile göz göze geldim ve ona şunu sordum: “Bak dedim Kürdistan büyük bir ülkedir, düşmanları da çok büyüktür, neden siz gidip geliyorsunuz ve ayağımıza dolanıyorsunuz? Bu büyük Kürdistan’da Kürd halkını örgütleme ve mücadelesini verme konusunda kimseye engel olma gibi bir niyetimiz olmadığı gibi öyle bir yetki ve gücümüz de yoktur. Buyurun örgütlenin ve bize dalaşacağınıza gidin düşmanın ülkemizdeki devasa güçleri ile uğraşın dedim.” Bu beklenmedik soru karşısında aptallık ile şaşkınlık arasında bir bocalamaya girdi ve hiçbir cevap veremeden çekip gitti.

Ferid Uzun’u gıyabında tanıyordum ama onunla ilk yüz yüze tanışmam, nisan ayı olduğunu hatırladığım Ankara’da oldu.1978 yılında çalışmaya başladığım kurum vasıflı eleman yetiştirmek üzere kurumun Ankara’daki genel müdürlüğüne eğitim kursuna göndermişti. Hafta sonları SBF’nin yanındaki Cumhuriyet Lokali üniversitelerde okuyan arkadaşlarımızın uğrak yeri olduğu için, biz de onlarla vakit geçirmeye, buluşmaya gidiyorduk.

Bir hafta sonu oraya gittiğimde Ferid Uzun’un bir grup arkadaşla oturup sohbet ettiğini görünce doğrusu hem çok sevindim hem de gururlandım.

Belli bir süredir teyip kasetlerinden müziğini ve şiirlerini duyduğum Ferid ile yan yana idim. Doğrusu beklenmedik bir karşılaşma olduğu için, aynı zamanda bir sürpriz gibi de gelmişti bu buluşma.

Üç dünya teorisinin örgüt içinde en yoğun tartışıldığı süreçti aynı zamanda o günler. Ferid’le iki gün boyunca, akşam yatma yerlerimize dağılıncaya kadar hep birlikte idik. Değişik fikirlerdeki Türk ve Kürd siyasi kadrolarla girdiği tartışmada öyle bir uygar davranıyordu ki karşısındaki saatlerce konuşsa dahi onu sakin sakin ve sabırla dinliyor, sıra kendisine geldiğinde sesini hiç yükseltmeden derin siyasi bilinci ve kültürü ile karşısındaki üzerinde mutlaka olumlu bir intiba bırakıyordu. Sanıyorum tanışmamızın ikinci günü idi, yine cumhuriyet lokalinde otururken, baktım bizi cumhuriyet yurdunun olduğu tarafa doğru götürdüler.

Cumhuriyet yurdunun bir odasına girdik, şimdilik otuz kişi civarında olduğunu hatırladığım kişinin odanın içine yerleştirilen sandalyelerde oturduklarını gördüm. Yaklaşık bir yıldır örgüt içinde harıl harıl tartışılan “Üç Dünya” teorisine son şekli verilmek üzere, toplanıldığını gördük. Üç Dünya teorisini savunan tarafın konuşmacıları olarak Ferid Uzun ve diğer yetkili bir arkadaşı oturuyordu.

Üç Dünya teorisini reddedenlerin tarafında ise üç konuşmacı duruyordu. Ferid’in elindeki yazılı dokümanlardan Ferid Uzun’un hazırlıklı olduğu anlaşılıyordu.

***

Cumhuriyet Öğrenci Yurdu’nun bir odasına adeta üst üste istif edilen 30 kadar siyasi nitelikli kadro 13 saat süren bir tartışma boyunca büyük bir disiplin içinde, üç dünya teorisini savunan ve reddeden tarafları büyük bir heyecan ve dikkatle dinlediler.

Tartışmanın seviyesi hem yüksek hem de alabildiğine uygarca bir tutum içinde gelişti. Taraflar birbirine saygı temelinde görüşlerini alabildiğine demokratik ve özgür bir atmosferde dile getiriyordu. Ferid Uzun aylarca üzerinde çalışıp döküman halinde getirdiği görüşlerini beş saatlik bir zaman diliminde karşı tarafa sunuyordu. Ferid’in yanındaki arkadaşı da sadece beraberinde getirdiği iki kitaptan alıntı yaparak, tezlerini iki saate sığdırarak karşı tarafa sunuyordu. Üç Dünya teorisini reddedenlerin tarafında ise üç konuşmacı vardı ve her birine ikişer saatlik konuşma süresi verilmişti.

13 saatlik tartışmanın sonunda, yaklaşık bir yıldır devam eden Üç Dünya teorisi döngüsüne son veriliyor ve taraflar 1978 yılının Nisan ayından itibaren Merkez KAWA ve Dengê KAWA diye iki ayrı örgüt halinde varlığını sürdürmeye karar veriyordu.

Üç Dünya teorisini reddedenler merkez KAWA, üç Dünya teorisini kabul edenler ise Dengê KAWA olarak adlandırılmaya başlıyorlardı. Merkez KAWA daha çok Serhad bölgesinde (Dersim başta olmak üzere) varlığını sürdürürken, Dengê KAWA ise Botan bölgesi, Garzan bölgesi, Mardin, Amed, Urfa, Gaziantep ve Maraş’a kadar uzanan bölgelerde varlığını sürdürmeye başlıyordu.

1978 yılı genel olarak KAWA, özel de ise Dengê KAWA örgütü için çok kritik bir yıldı. Derin labirentler tarafından, yaklaşık bir yıldır Doğu Perinçek üzerinden dayatılan üç dünya teorisi örgütü bir taraftan bölünmeye götürürken, diğer taraftan da yine derin labirentler tarafından sahaya sürülen PKK hareketi de, Dengê KAWA’ya yönelik provokatif girişimlerine hız veriyordu. Özellikle Batman ve Kurtalan’da Dengê KAWA’cılara ait derneklere gelip tartışmaya başlıyorlar, tartışma esnasında sıkıştıklarında hemen kaba kuvvete baş vurarak kavga çıkarıyorlardı.

Batman’daki provokatif girişimleri tehlikeli bir boyuta gelince, Dengê KAWA taraftarları, bölgenin ve hatta Kürdistan’ın akil adamlarından biri olan din adamı ve Kürdistan yurtseveri Mele Evdile’yê Xerzî (Timoqî)’yi arabulucu olarak o dönem, Batman’da TÖB DER başkanı olan ve PKK ile ilintili olduğu bilinen Maşallah Öztürk’ün yanına iyi niyet elçisi olarak gönderdiler. Ne yazık ki Maşallah Öztürk, o saygın ve yaşlı akil insana saygısız davranarak bu işler senin işin değil gibi bir tutumla o iyi niyet girişiminin önünü kapatıyor.

Sanıyorum aynı gün, Dengê KAWA’cılara ait derneğin yanıbaşındaki çayhane kelaşinkoflu birinin silahlı saldırısına uğruyor. Çayhane Dengê KAWA’cılara ait değil, derneğe yakın olduğu için, sıklıkla orada oturuyorlardı ve genellikle de orası Batman çevresindeki köylülerin uğrak yeriydi. Silahlı saldırı esnasında ne yazık ki, hiçbir tarafla ilgisi olmayan iki kişi hayatını kaybederken, Dengê KAWA’cı iki kişi de ellerinden hafifçe yaralanıyor. PKK’nin Mele Evdileyê Xerzî gibi bir şahsiyetin arabulucu rol almaya çalıştığı bir günde böyle pervasızca bir saldırıda bulunması, halka açık olan bir çayhaneyi taraması, Kürd coğrafyasında tehlikeli ve kritik bir sürecin de habercisi idi aynı zamanda.

PKK’nın bu provokatif eylemi tez elde bölgeye yayıldı. Doğal olarak Kurtalan’a olan yakınlığı nedeniyle olacak ki, ilk yansıma Kurtalan’da oldu. Kurtalan’daki Dengê KAWA taraftarları Batman’daki saldırıya karşı misilleme olarak Kurtalan’daki PKK’lilere saldırma eğilimi içine girdiler. Sağduyulu insanlar bir araya gelerek, Batman’daki olayı gerekçe göstererek Kurtalan’da onlara saldırı yapılmasının doğru olmadığını ileri sürerek, çoğunluğu bu konuda ikna ettiler. Dengê KAWA’cılar Kurtalan’da ezici bir çoğunluğa sahiptiler. Ne var ki Kurtalan kamuoyu Batman’daki olayların içeriğinden bihaber olabilirdi ve durup dururken, ezici çoğunluğa dayanarak onlara yapılacak bir saldırı halk arasındaki meşruiyetimizi ve güvenirliliğimizi gölgeleyebilirdi. Bu vesileyle onlara saldırı yapılmaması kararı verildi.

Ertesi gün Batman’daki saldırıda yaralanan iki Dengê KAWA’cı Kurtalan’a geldi. Elinin ayasından geçen merminin yarasının görünmemesi için, sargı bezi içine alan Batmanlı Yaşar ismindeki kişi, elinin yaralı olduğunun gözükmemesi için, ceketinin iç cebine koyup çarşıda gezinirken, karşı taraftan gelen PKK’nın Kurtalan sorumlusu (İdris Güzel) ile karşı karşıya gelirler. PKK’nin Kurtalan sorumlusu aslen Elazığ’lı ve görevli olarak Kurtalan’a yerleştirilmişti. Elinden yaralı olan Yaşar’ı, Batmanlı olduğu için, her iki taraf ta birbirlerini iyi tanıyorlardı. Batman’daki olayların etkisi ile olacak ki, PKK’li militan karşısında eli ceketinin iç cebinde olan Yaşar’ı görünce kendisine saldırabilir endişesi ile hemen üzerindeki tabancayı çıkararak karşı tarafta bir gün önce yaralanan iki kişinin üzerine doğru yöneltir. Kaldırımın üzerinde olup bitenlerden habersiz bekleyen Nasır Güneşin ağabeyi Nevzat Güneş, çevik bir hareketle İdris güzelin üzerine doğru bir hamle yaparak, silah tutan elinin bileğini sıkarak İdris güzelin elindeki silahın yere düşmesini sağlar. O esnada orada hazır bulunan başka bir Dengê KAWA’cı yerdeki silahı alarak yerde uzanan İdris Güzel’in bacaklarına doğru sıkar. İdris Güzel yaralı bir şekilde olay yerinden uzaklaşarak kaçıp gider. İşin gerçeği, yerdeki silahı alıp silahsız durumdaki PKK’li militana sıkması, Kürd kültürüne ve ananelerine ters bir hareketti. Çünkü silahsız biri savunmasızdır, ayrıca silahı elinden alınan biri ölümden beter bir durumdadır. Olaydan kısa süre sonra arkadaşları İdris Güzel’i Batman’a götürürler ve oradan saldırı talimatı alırlar. Aylardan beri aradıkları provokasyon ortamı onların ayağına gelmişti.

Aynı gün (07/10/1978), günün ağarmaya başladığı dakikalarda, silahlı bir grup çarşıya girer, evi çarşıya çok yakın mesafede olan ve bir Berber dükkanının önünde oturan, Dicle Üniversitesi Eğitim Enstitüsü öğrencisi Nedim Sak silahlı saldırıya uğrayarak ağır yaralanır. Aynı anda saldırganlara karşılık kendini korumaya çalışan Nedim Sak da, saldırganlardan Hulusi Aydar isimli Siirt Eğitim Enstitüsü öğrencisini yaralar. Her iki yaralı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edilirler. Nedim Sak isimli değerli arkadaşımızın yaraları ağır olduğu için, ameliyata yetişemeden 19 yaşında hayatını kaybeder.

Ertesi gün (08/10/1978), Nedim Sak’ın cenazesi beş, altı bin kişinin eşliği ile Kurtalan’a getirildi. Kurtalan’ın tarihinde bir ilk yaşanıyordu, Kürdistan davası için mücadele ettiklerini iddia eden iki grup arasında çıkan çatışmada ilk cinayet işleniyordu. İlçe kaymakamı, yanında jandarma bölük komutanı ve ilçe emniyet komiseri beraberlerindeki güvenlik güçleri ile cenazeyi almak istedilerse de, cenaze kortejinden sorumlu bir arkadaşın biz cenazemizi nasıl kaldıracağımızı çok iyi biliyoruz şeklindeki kararlı tutumu ile devlet yetkilileri geri adım atmaktan başka bir seçenek bulamadılar. Nedim Sak arkadaşımızın vurulması ilçede büyük bir hüzne ve öfkeye yol açmıştı, bölgede zaten bir etkinliği olmayan PKK bu cinayetten sonra bölgede iyicene tecrit oldu.

Batman ve Kurtalan’da bunlar olurken, Kürdistan’ın diğer bölgelerinde de PKK boş durmuyordu. Girdiği her il ve ilçede, orada etkin olan Kürd örgütü veya aşiret güçlerini hedefleri arasına alıyordu. Kuzey Kürdistan’ın en hareketli ve dinamik merkezlerinden biri Siverek ti. Siverek, Dengê KAWA’nın en güçlü olduğu merkezlerin başında geliyordu diyebiliriz.

1 Mayıs 1978’de Dengê KAWA hareketi Siverek’te kitlesel bir gösteri düzenlemişti. Kuzey Kürdistan’ın birçok bölgesinden taraftarlar Siverek’e akın ediyordu. On binlerin katıldığı bir mitingde, Ferid Uzun kitlelere fazla uzun olmayan bir hitap yaparak gösteri sonlandırılıyordu. Bu Ferid’i ikinci görüşümdü ama sadece uzaktan görebilmiştim onu. Çünkü mitingden hemen sonra yolumuz uzun olduğu için konvoy halinde geri dönmek durumunda kalmıştık

Beşinci bölüm

1970 ile 1980 yılları arasındaki süreç Kuzey Kürdistan için bütün eksikliklerine ve emekleme döneminde olmasına rağmen, dinamik, kararlı, fedakarane ve aydınlanmacı bir süreçti. Eğer o süreç, bir on yıl daha devam edebilseydi, o emekleme dönemindeki gençlik hareketinin ayakları yere basacak ve geleceğe dönük kalıcı mevziler elde edebilecekti.

Bu dinamizmden ve aydınlanma sürecinden korkan egemen Devlet güçleri, derin labirentlerde bu gelişmelerin önünü kesmek için her türlü yol ve yöntemlere başvurmaya başlamıştı. KAWA’nın dışındaki Kürd örgütlerinde de benzer dinamizm ve örgütlenme hızla gelişiyordu. KAWA, Dengê KAWA’yı diğer hareketlerden ayırt eden özellik, sol, sosyalist bir yelpazede durmalarına rağmen, milli damarı iyi yakalamış olmaları idi. Bu yapı, onların SSCB’nin Irak rejiminin yanında pervasızca durması nedeniyle, masaya yatırıyor ve sosyalistliğini ciddi bir şekilde sorgularken, diğer taraftan da Kürdistan mefkuresinin sarsılmaz kalesi durumuna gelen ve Barzani önderliğinde gelişen güneydeki özgürlük mücadelesine amasız fakatsız destek veriyordu.

1978 Nisan ayındaki ayrışmadan sonra da Dengê KAWA faaliyetlerini dur durak bilmeden sürdürmeye devam ediyordu. İlçelerdeki örgüt birimleri birden fazla komiteler kuruyor, üçer kişiden oluşan komiteler, köyleri kapsayan örgütlenme ve propaganda faaliyetlerini sürdürüyordu. Gün geçtikçe gençler, gönüllülük esası çerçevesinde mücadeledeki yerini alıyor, ilçe merkezlerinde kurulan köylülerle dayanışma dernekleri vasıtası ile halkla ilişkiler gün geçtikçe daha da pekişiyordu.

1 Mayıs 1978’de Siverek’te yapılan ve onbinlerin katıldığı miting, çok zor şartlarda yapılıyordu. İlçenin mülki amiri ve asayişten sorumlu birimlerinin önlenemeyecek olayların çıkabileceği endişesi ile engellemeye çalışmaları da miting tertip komitesinin kararlılığını durduramıyordu. Miting yapılıyordu yapılmasına ama Dengê KAWA hareketi ve onun doğal lideri konumundaki Ferid Uzun da artık Devletin derin labirentlerinin objektifine giriyordu.

Ferid Uzun daha 12 Mart 1971’de girdiği Diyarbakır sıkıyönetim komutanlığına bağlı cezaevinde dikkatleri üzerine çekmişti ki en ağır ceza ile yargılanan tutuklular arasındaki yerini almıştı.

KAWA hareketi zaten başından beri, sözde enternasyonalizm dayanışması ile Doğu Perinçek’in kumpasına alınmış. 1978’deki ayrışmadan sonra da, Doğu Perinçek örgütün üç dünya teorisini savunan kanadı olan Dengê KAWA’yı yanına çekmek için, ciddi çabaların içine girmeye başlamıştı. Dengê KAWA hareketi içinde bazı kadrolar hareketin kendini feshedip Doğu Perinçek’in liderliğini yaptığı TİKP’e (Türkiye İsçi Köylü Partisi’ne) geçmeyi dayatıyordu. Zaten Üç Dünya teorisi üzerinde yapılan ve 13 saat devam eden tartışmada da, üç dünya teorisini reddeden lerin en büyük argümanı, Üç Dünya teorisini kabul edenlerin ayrı örgütlenmekten ve Kürdistan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin sömürgesi olduğu tezinden vazgeçeceği iddiası idi. Ferid Uzun bütün bu iddiaları hazırladığı dökümanlarla karşı tarafın tezlerini çürütüyor ve şöyle cevap veriyordu: “Kürdistan kendine has bir coğrafyası, tarihi, dili ve kültürü olan kadim bir ülkedir. Bu ülke Türkiye Cumhuriyeti’nin işgalinde sömürgeleştirilmiş bir statüye sahiptir. Bütün bu nedenlerle ayrı örgütlenmesi olmazsa olmaz bir gerçekliktir. Bu nedenle hareketin içindeki bazı kadroların bu yönlü eğilimleri Ferid Uzun’un bu kararlılığının önünde bir etki gösteremedi ve sesleri deyim yerindeyse kısıldı.

Doğu Perinçek cephesinde ise işler istediği gibi yürümemişti. Örgütün bölünmesi onun temel hedefi idi ama bölünmeden sonra Üç Dünya teorisini savunan kesimin kendi partisine iltihak etmesi meselesinde, evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Ferid Uzun, Kürdistan’a olan derin bağlılığı ile onun hesabının önüne çomak sokmuştu.

1975 ile 1978 arasındaki kısa bir sürede hızla örgütlenen ve Siverek’teki mitingde on binleri bir araya getirme yeteneğine sahip ve halk arasında sevilmeye başlayan Ferid Uzun, artık birçok odağın da hedefleri arasına girmişti. 1966’da Faik Bucak’ın siyasi çalışmalarından ürküp, kirli bir suikastle onun önünü kesen, 1971’de Said Elçi’nin önünü keserek Kuzeydeki milli damarı öndersiz bırakan güçler, bu sefer de Ferid Uzun’u kumpaslarına almaya başlamıştı.

Nihayet 22 Kasım 1978 günü “yılanın başı küçükken ezilir” deyiminden hareketle (Darbeci Kenan Evren’in tarihin kirli sayfalarına işlenmiş sözü) Ferid Uzun, insanlık duyguları ve özellikleri tümden yok edilmiş, zavallı bir tetikçinin saldırısına uğrayarak, Kürdistan şehitleri kervanına katılıyordu. Hem de yanındaki küçücük kızı Yekbûn ve bir kaç yakın arkadaşı ile diğer bir arkadaşlarının en mutlu gününde (nişan törenine) onunla birlikte olmaya gitmek üzere hazırlanırken evinin önünde vahşice saldırıya uğrayarak hayatını kaybediyordu.

Kara haber tez elden Kürdistan’ın her tarafına yayıldı. Siirt, Kurtalan, Batman, Silvan ve Diyarbakır güzergahı üzerinden oluşturulan uzun bir konvoyla Siverek’e gidildi. Ne yazık ki bu hat üzerinden giden konvoy, Siverek’e vardığında cenaze gömülmüş ve mezarlıklardan kitleler halinde insanlar büyük bir yas ve hüzün içinde şehir merkezine doğru yürüyordu. Aynı gün aldığımız bilgilere göre, PKK yandaşları da cenaze törenine katılmış, “Ferid’ler ölmez”, “Ferid’in intikamı alınmalıdır” şeklinde sloganlar atılmıştır. Ferid Uzun’un ölümü sadece Siverek’te değil, Kürdistan’ın her tarafında büyük bir yankı uyandırdı, hemen ertesi günlerde, Ferid’in fotoğrafının bulunduğu ve altında “Dara Azadî’yê bi xwîn û xweydan tê avdan” yazılı bir afiş Kürdistan’ın bir çok il ve ilçelerinde duvarlara asılmıştı.

Ferid Uzun’un suikastinde Siverek’e özgü olacak herhalde, ilk akla gelen, Bucaklar ve MİT işbirliği ile düzenlenmiş olabileceği, hatta Dengê KAWA ve DDKD arasındaki keskin ideolojik çekişmelerden okun ucu biraz DDKD’ye de gidiyordu. Esas olarak ilk başlarda Bucak’lar sorumlu tutuluyordu, bunda suikastten kısa bir süre önce, Hanımağa Yıldız Bucak ile Ferid Uzun arasında geçen bir tartışma ve Yıldız Bucak hanımın Ferid’i tehdit etmesi gerekçe olarak gösteriliyordu. Ferid Uzun’un yakın arkadaşları, bu öngörülerden hareketle, Bucak aşiretinin lideri ve o dönemde AP’si milletvekili olan Mehmed Celal Bucak’ı hedef tahtasına alarak onu infaz etme girişimlerinde bulunurlar. M. Celal Bucak çok iyi korunduğu için, eylem yapma işi uzar. Bir süre sonra bu durumun farkına varan M. Celal Bucak, bir şekilde Ferid Uzun’un yakın arkadaşlarına haber salarak, “Bu işte hiçbir şekilde Bucak ailesinin bir rolü yoktur, bizim ve sizin üzerinizde kirli ve karanlık oyunlar oynanıyor, esas hedef Siverek’te huzur ve kargaşanın yaygınlaştırılmasıdır. Bir gün ben veya Bucak ailesinin bu işle ilgisi ortaya çıkarsa her türlü bedeli ödemeye hazırım.” diye inandırıcı mesaj gönderir.

  1. Celal Bucak’ın bu girişiminden sonra M. Celal Bucak ve ailesi üzerindeki zan kalkar ve Ferid Uzun’un arkadaşları kamuoyuna bir bildiri yayınlayarak Ferid Uzun’un intikamı, onu öldüren zavallı bir tetikçinin öldürülmesi ile alınamaz. Ferid Uzun’un intikamı ancak ve ancak onun inandığı ve en büyük ideali olan bağımsız, birleşik, demokratik Kürdistan’ın kurulması ile alınabilir. Bizim mücadelemiz, Ferid Uzun’un inandığı bu inanç ve ideali hayata geçirilmek üzere odaklanacaktır.

Dengê KAWA önderliğinin kamuoyuna bu açıklamayı yapmasından sonra, PKK, Ferid Uzun gibi bir devrimci önderin intikamı yerde bırakılamaz şiarı ile işe sarılarak, Ferid Uzun’un kanı üzerinde Bucak’lara karşı yüzlerce kişinin ölümüne sebep olacak çatışma ortamını yarattı. Gerçekten o dönemde, Ferid Uzun’un PKK’nın hedefi olabileceği ve bu kadar karmaşık ve profesyonelce işlenecek bir cinayete kurban edileceği, pek akla gelebilecek bir durum değildi. Çünkü PKK de lideri daha genç ve işin başlangıcında olan, bu kadar derin işlere imza atabilecek tecrübelere sahip olmadıkları öngörülüyordu. İleriki yıllarda cinayetin bizzat Apo’nun emri ile yapıldığı bilgileri bizzat örgütün içindeki kadrolardan kamuoyuna parça parça da olsa sızdırılınca akla ilk gelen soru şu oluyordu: “Bu iş genç ve tecrübesiz bir örgüt liderinin aklından çıkacak bir iş değildir, bu işler ancak ve ancak devletlerin derin güçlerinin (istihbarat örgütleri) altından çıkabilecek işlerdi.” öngörüsü insanda hasıl oluyordu. Hayatını Kürdistan davasına adayan bu uğurda cezaevine giren ve her türlü tehlikeyi göze alarak meşru ve haklı bir mücadeleyi demokratik yöntemlerle sürdüren ve Halk arasında büyük bir sevgi ve saygı seline sahip, birini öldüreceksin, cenazesine katılıp, intikamcı sloganlar atacaksın. Dengê KAWA örgütünün Bucak’larla çatışmasından medet umacaksın, ondan sonra da Ferid’in arkadaşları onun katillerine karşı suskun kalıp intikamını almıyor deyip, Ferid’in cesedini Bucak’larla çatışmak için sıçrama tahtası yapacaksın. Bu olabilecek bir iş değildir, ancak ve ancak bir üst aklın önüne serdiği ve dayatması olduğuna inanıyorum.

1985 yılında Milliyet gazetesinin iç sayfalarından birinde, Ferid Uzun’un fotoğrafının yanında bir sayfa dolusu konu ile ilgili yazıyı gördüğümde aklıma ilk gelen soru işaretlerinden biri bu yukarıda dile getirdiğim durum, ikincisi de Ferid Uzun’u öldüren bir hareketin Kürdistan’a asla özgürlük getiremeyeceği algısı idi. 1985’te olayı işittiğimden bu yana meydana gelen gelişmeler her iki konuda da ne kadar haklı olduğumu pratikte yaşanan olaylar gün gibi ortaya çıkardı. Milliyet gazetesindeki bilgilerin,1984 yılında Semir kod Çetin Güngör isimli PKK MK üyesi kişinin Avrupa’da konu ile ilgili dağıttığı broşürden alındığını öğrenmiş olacaktım.

Ferid Uzun’un öldürülmesi Kürdistan’da sadece iki kişinin işine yarayacaktı. Biri Apo ve etrafındaki ihanetçi klik, diğeri de KAWA örgütünü ikiye böldürdükten sonra Ferid’in engellemesi ile Dengê KAWA kanadını kumpasına alamayan Doğu Perinçek’tir. Kürdistan’da bu iki gücün dışında hiç kimse Ferid Uzun’a suikast yapmayı aklının ucundan bile geçiremezdi. Bu iki kişi, 12 Eylül darbesi öncesi birbiri ile kanlı bıçaklı gibi görünse de 1989 yılında Doğu Perinçek’in Bekaa vadisine giderek, Apo’ya kırmızı karanfil sunarken en devrimci Kürd, en sosyalist Kürd, en antiemperyalist Kürd, en enternasyonalist Kürd sensin ama senin bizden bir eksiğin var, biz Türkeşlerimizle savaşıyoruz ama sen Türkeşlerinle savaşmıyorsun diye hitap ettiğinde, ikisinin de aslında evvelden beri, derin labirentlerde kuyruklarının birbirine değdiğini ve Birinci Dünya Savaşı süreci içinde Güney Kürdistandaki birliklerin başında bulunan, İttihat Terakkici Özdemir Paşa’nın, Şeyh Mahmud Berzenci’yi İngilizlere karşı motive etme görevini de üstlenerek Yalçın Küçük’le birlikte Apo ve örgütünü ABD’ye karşı motive etme göreviyle Bekaa ya gittiklerini anlayabiliyorduk.

Devam edecek