Ulus Devletin Birinci Kurucu Kavramı, Egemenliğin Doğuşu

  1. Machiavelli’den Bodin’e (1530-1596)

Machiavelli siyasi iktidarı, eşitsiz güç ilişkisi çerçevesinde düşünmekteydi. Siyasi iktidar, eşitsiz güç ilişkilerinin ifadesidir. Eşitsiz güç ilişkisi, dünyanın her toplumunda bazı sınıfların, toplumsal kümelerin başka sınıfları, toplumsal kümeleri baskı/onay yoluyla yönetmesidir. Eşitsiz güç ilişkileri olarak siyasi iktidarın meşruiyet kaynakları, yönetim biçimleri ne kadar değişik olursa olsun, yöneten/yönetilen ilişkisini içermek zorundadır. Yöneten/yönetilen ilişkisinin ögeleri de baskı ve onaydır. Baskının güç ve şiddeti içerdiği açıktır. Bununla birlikte yönetilenler, yönetenlerin baskısını belli ölçülerde kabulleniyorsa bu karşılıklı ilişki, siyasi iktidar ilişkisidir. Bu siyasi iktidar ilişkisi de hukukidir. Yani yönetenin yönetme meşruiyetini yönetilenin rızasından alır. Rızanın da koşulu, yönetenin uygulamasının yasaya bağlı olmasıdır. Yönetenin uygulaması, ilgili toplumda geçerli olan yasaya uygun olması gerekir. Tersi durumda baskı ve güç ilişkisi, onaylanmamış ve meşrulaşmamış olduğundan dolayı siyasi iktidar ilişkisi değildir. Bu durumda siyasi iktidar ilişkisi, yasa/uygulama ilişkisidir. Antik ve ortaçağ ya da kent ve feodal devlet yapılanmasında, yasa; toplum ötesi aşkın bir güce ya da Tanrı’ya ilişkindir, insan ya da toplum ancak yasaya göre uygulama yapabilir. Yani yasa; kutsallığı, sürekliliği, uygulama ise dünyevi ve geçiciliği temsil eder. Bu anlayışa göre iktidar, Tanrı’dan gelir.

İşte Machiavelli, siyaset sorununu, yani, iktidar ilişkisi olarak ilke/uygulama ya da yasa/uygulama ilişkisini prensin iktidarı biçiminde formüle etmiştir. Başka deyişle Machiavelli, eşitsiz güç ilişkilerinin belirlendiği siyasi iktidar ilişkisinin, prensin bedensel varlığına bağımlı olarak her prenste yeniden kurulan bir araç durumunda olduğunu söyler. Machiavelli, artık iktidarı Tanrı’ya ait olmaktan çıkarıp, insanlara ilişkin bir ilişkiye indirgemiştir. Böylelikle prens, eşitsiz güç ilişkileri alanında, siyasi iktidarı talih ve yeteneğiyle yeniden kurar. Eşitsiz güç ilişkisinin ögeleri olarak prens ile halkın ortak amacı yoktur. Prensin amacı iktidarının pekiştirilmesidir, halkın amacı ise zulüm görmemesidir. Ortak yanı iki ögenin de feodallere karşı olmasıdır.

Machiavelli’nin siyasi iktidarı; prensin bedensel varlığına bağlı ve eylemiyle sınırlanan, Tanrı’dan bağı koparılan ve başka bir odağa da bağlanmadığı için sürekliliği olmayan, bundan dolayı da meşrulaştırılmamış durumda olan bir iktidardır.

Machiavelli, Tanrı’yı siyasal ilkenin ya da yasanın kaynağı olmaktan çıkardı ve siyasal iktidarı diğer tüm iktidarlarda daha üstün, mutlak iktidar görüşünü ortaya koydu, ancak iktidarın sürekliliğini sağlayan bir ilke kaynağını koyamadı. İşte modern siyasi iktidar düşüncesine süreklilik unsurunu, egemenlik kuramıyla katan siyaset kuramcısı Bodin olacaktır. Bodin, modern devletin siyasi-hukuki teorisinin üzerinde yükseleceği dünyevi ilkeyi, niteliği süreklilik olan egemenlik kavramıyla ortaya koymuştur. Bununla da, modern düşünceye büyük katkı yapmıştır. Machiavelli’de devletin kurucusu prens iken Bodin’de devletin kurucusu egemenlik kavramıdır. Yedinci bölümün sonunda belirtildiği gibi, egemenlik; ulus ya da modern devletin siyasal ve hukuksal olarak kuramsallaştırma ve kurumsallaştırma sürecinin temelini oluşturan kavramıdır. Egemenlik; devletin kuramı ve ideolojisidir. Başka bir deyişle devlet kuramı, hukuku ve ideolojisi, ancak egemenlik kavramıyla açıklanabilir.

  1. Jean Bodin’in Devlet Anlayışı [1]

Fransız hukukçu, tarihçi, siyaset felsefesi filozofu, Paris parlamentosunun üyesi ve önemli bir Protestan nüfusuna sahip olan Toulouse’de hukuk profesörü olup ve 1561’de avukatlık yapmak üzere Paris’e yerleşir. Bodin, Reformasyon Dönemi’nde (dini reform) yaşamıştır. Reformasyon Dönemi ya da Reform Hareketi 16. yüzyılda Avrupa’da toplumsal, ekonomik ve siyasal değişimlerin yarattığı etkileşimden dolayı, ortaya çıkan yeni bir dinsel ve siyasal hareketlerdir. Reform hareketlerinin mücadelesiyle, Kilise’nin devlet yönetiminden ayrı dinsel bir örgüt olarak kalması ve faaliyet göstermesine yönelik dini reformların yapılmasına neden olmuştur.

Bodin, Fransa’da devletin desteklediği Katolik Kilisesi ile Kalvinist Huguenot’lar (Fransız Protestanları) arasında büyük bir ihtilafın yaşandığı bir dönemde eserlerini kaleme almış, düşüncelerini geliştirmiştir. Bodin, Fransa’daki kargaşa ortamının, iktidar boşluğunun ve mezhepler arasındaki savaşların yaratığı sorunların, ancak dinsel hoşgörünün hâkim kılınması ve mutlak monarşi egemenliğiyle çözümleneceğini savunmuştur.

Fransa’da 1562 yılında başlayan mezhep savaşı, Mart 1563’te sona erer. Mezhep savaşı 1568 ve 1570’te tekrar başlayacaktır. Bu çatışmalar 1572 yılının 23 Ağustosunu 24’e bağlayan gecede Saint- Barthélemy Katliamının yapılmasıyla doruğa ulaşacaktır. Katliam, 29 Ağustos’a kadar devam eder ve Bodin’in kendisi de bu katliamdan canını zor kurtarır. Bu katliam daha sonra taşraya sıçrar ve dönemin tarihçileri Fransa’da yüz bin (100.000) kadar Protestan’ın katledildiğini söylemektedir.

Fransa’da mezhep savaşları, ancak 1598’de imzalanan Nantes Fermanı’yla bitmiştir. Bu metni, gecikmeli olarak Paris Parlamentosu onaylamıştır. Taşra parlamentoları ise ancak 1600’lü yılların başlarında onaylamışlardır. Böylece Fransa’da Nantes Fermanı ile inanç özgürlüğü kabul edilmiş ve inanca hoşgörü ilkesi siyasal terminolojiye girmiş olacaktır. [2]

Bodin, Fransa’nın, yaşadığı mezhep savaşlarının, iktidar boşluğunun ve kargaşanın üstesinden ancak mutlak iktidar sahibi bir krala aşacağını düşünmektedir. Bunun için egemenlik kuramıyla pekiştirilen monarşiyi savunan, Les six livres de la République (Devletin Altı Kitabı) eserini 1576’da yayımlar. Bodin’in devlet felsefesinde merkezi kavram egemenlik ilkesi ya da teorisidir. Ve egemen iktidar teorisini ilk ortaya çıkaran ve geliştiren düşünürdür. “Ulus devletin iktidarını egemenlik kavramıyla nitelendiren ilk düşünür Bodin’dir. Bodin’den sonra, bu kavram kamu hukukunda, siyaset felsefesinde ve siyaset biliminde uzun süre merkezi bir kavram olmuştur. Günümüzde de, çoğu bilim dalı bu kavramı kullanmaktan büyük ölçüde vazgeçmiş olmakla birlikte, anayasalar hâlâ bu kavram üzerinden devlet iktidarını düzenlediğinden, “egemenlik” kamu hukukunda eski önemini korumaya devam ediyor. Egemenlik kavramını ilk kez Bodin’in kullanması, bu kavramın masa başında ideal bir devlet için icat edildiği şeklinde düşünülmemelidir. Avrupa’da egemen devlet ortaçağın sonu ile Yeniçağın ilk dönemlerindeki uzun zaman diliminde mutlak monarşiler olarak fiilen ortaya çıkmıştı. Bodin’in yaptığı, fiilen varolan egemen iktidarları niteleyecek uygun kavramları bularak teorik çerçeveyi çizmekti.”[3]

Bodin, devlet teorisini; Machiavelli’nin siyasette ahlaksal ilkelerin dışlanmasına ilişkin düşüncelerini ve Monarkomakların (Fransız Calvincileri ya da Protestanları) mutlak monarşiyi iktidarın gaspı olarak algılamalarından hareketle, mutlak iktidara karşı direnme düşüncesinin eleştirisi üzerinde inşa etmiştir.[4] Bodin’de Padovalı Marsilius ve Machiavelli gibi toplumsal yaşamın var olmasının ve devamının zorunlu koşulunun siyasi iktidar kurumu olduğunu kabul etmektedir. Bu nedenledir ki, Marsilius, Machiavelli’den sonra Bodin, modern devlet teorisinin oluşumuna katkı yapan bir siyasi düşünürüdür. “Ancak eski düşünsel ve kurumsal yapılardan kendisini tümüyle kurtaramaması, kuramında Tanrı’ya yer vermesi, astrolojiye siyasal olayların açıklanmasında önemli bir yer atfetmesi, onun tam anlamıyla yeni bir düşünür olmasını da engellemektedir.”[5]

Bazı yazarlara göre, Bodin’in siyasi felsefesi modern değildir. Siyasi düşüncesi, ortaçağdan kopuşu değil, geçişi ifade etmektedir. “Bodin’in siyasi felsefesi de eski ile yeninin özel bir karışımı idi; modern değildi, ama ortaçağa da girmiyordu,” (Sabine, s. 76-77). “Bodin’in siyasal düşüncesi, bir kopuş düşüncesi değil, fakat geleneği yeniliğin ve ilerlemenin hizmetine koyarak idealin ve gerçeğin isteklerine yanıt vermeye çalışan bir geçiş düşüncesidir.” (Goyard-Fabre, s. 76)[6]

Bununla birlikte Devletin Altı Kitabı’nın merkezi kavramı, egemenlik kavramı ve kuramıdır. Diğer konular da merkez kavram olan egemenlik ilkesine göre anlamını ve ifadesini bulur. Mairet, eserin özgün baskısının yedi yüz otuz dokuz sayfa olduğunu ve ilk beş satır da hemen devletin tanımını verdiğini ve geriye kalan her şeyin bu tanımdan türetileceğini söyler. “Devlet, birçok ailenin ve egemen güçle ortak olan yönlerinin adil yönetimidir. Bu tanımı başa yerleştiriyoruz, çünkü her şeyde başlıca amacı aramak gerekir; sonra da ona ulaşmanın yollarını. Oysa tanım, ortaya çıkan konunun amacından başka bir şey değildir ve onun iyi bir dayanağı yoksa üstüne kurulacak her şey çok geçmeden yerle bir olur”[7] Burada egemenlik, hükümdarın eyleminin muhtevası olarak ele almaktan ziyade, devletin muhtevası olarak ele almaktadır. Yani egemenlik; devleti oluşturan bir ilke olduğundan ötürü, egemenliği, egemenlik yetkisini kullanan kişi ya da kurumdan ayırt etmek gerekir. Çünkü egemenlik, sınırsız bir ilkedir.

Bir başka çeviri de şöyledir. “Devlet, birçok ailenin ve bu ailelere ortak olan şeylerin egemen erk tarafından doğrulukla (adaletle-çev. ) yönetilmesidir.”[8] Ya da “devlet, ailelerin ve onların ortak varlıklarının egemen güç tarafından adaletle yönetimidir.”[9] Bu tariflerin de belirttiği gibi, Bodin’in devlet tanımının dört önemli ilkesi vardır: aile, ailelerin ortak çıkarları, adalet ve egemenlik.

  1. 1. Aile

Bodin’e göre aile; özel mülkiyet hakkına sahip ve aile başkanın otoritesi altında örgütlenen doğal bir birimdir. Bu aile birimleri devleti oluşturmaktadır. “İyi yönetilen aile, devletin gerçek suretidir ve ailedeki erk egemen erke benzer. Ayrıca evin doğru yönetimi, devlet yönetiminin gerçek modelidir.”[10] Burada aile birimleri devletin hücreleri durumundadır. Devletin iyi düzenlenmesinin koşulu da, aile birimlerinin iyi düzenine bağlı görülmektedir. “Eğer devletin temelini oluşturan aileler iyi düzenlenmemişse, devletin bir değerinin olması mümkün değildir.”[11]

Böylece devlet otoritesini, aile başkanlarının otoriteleriyle gerekçelendirerek açıklar. Bodin, Devletin Altı Kitabı’nda tarif ettiği aile, ataerkil ailedir. Aile başkanı evinde mutlak bir yetkiye sahiptir. Bakmakla yükümlü olduğu hane halkı üzerinde yaşam hakkı da içinde olmak üzere karar vermede mutlak yetkiye sahiptir. Aile başkanının ya da babanın otoritesi tartışılamaz, çünkü otoritesini Tanrı’dan almış olduğundan dolayı doğaldır. Bodin, “baba, büyük egemen Tanrı’nın gerçek suretidir…İyi düzenlenmiş devlette, Tanrı’nın ve doğanın yasasının babalara verdiği yaşam ve ölüm üzerinde erk kullanma hakkını kabul etmek gerekir.”[12] Alıntılardan da anlaşıldığı gibi, Bodin’e göre, aile, devletin gerçek kökeni ve kaynağı olmanın yanı sıra devletin temel bileşenidir. Buradan hareketle babanın aile içindeki rolünü ve yetkisini devlet içinde krala vermektedir. Babanın aile fertleri üzerindeki mutlak otoritesinin aynısını kralın da uyrukları üzerinde kullanmasının tanınmasını savunur.

Bodin, aile fertlerinin aile başkanına itaat etmesiyle, yurttaşların krala itaat etmesinin tarifinde çelişkili bir durum vardır. Çünkü aileyi doğanın yasasıyla ilişkilendirirken, devleti ise insan eylemi ile ilişkilendirmektedir. Aile, doğal bir toplumsal birim, devlet ise insan yapımı bir kurum olarak tarif ettiğinden dolayı, baba ile kralın otoritesini özdeşleştirmesini tutarlı bir şekilde açıklayamamaktadır. Bodin “kralın tanrısal hakkı” kuramını reddettiğine göre, niçin devlete mutlak biçimde itaat etmelidir? Devletin Altı Kitabı’nda bunun cevabı yoktur. Bu nokta, Bodin’in kuramının zayıf yönlerinden biridir. Bodin’in bir başka zayıf yönü, aile birimlerinin devlete geçişinin nasıl olduğuna dair bir açıklaması yoktur.[13]

Yukarda da belirtildiği gibi, Bodin Roma tipi ataerkil aileyi yalnızca devletin gerçek kökeni ve kaynağı değil, aynı zamanda devletin temel birimi olarak kabul etmektedir. Bu da kendisiyle birlikte önemli iki sonuç ortaya çıkarır. Birincisi, aileye ait olan variyet üzerinden özel mülkiyet hakkını dokunulmaz kılmaktadır. Roma’da aile; koca, karı, çocuklar, köleler ve variyetinden oluşur. Ailenin, üyelerinin geçimini sağlayan bir variyetini yani malvarlığını yönetmesi bir doğa yasası olup ve bu variyet devletin yetki alanın dışında olduğunu kabul etmektedir. Malvarlığının üzerinde özel mülkiyet hakkına sahip olan aile, devletten önce doğal bir birim olarak var olduğundan ve devletin kurucu birimi olarak kabul edildiğinden, Bodin’e göre, egemen sıfatına sahip olsa da, devlet özel mülkiyete müdahale edemez. Devletin vergi toplaması da, ancak vergi verenlerin temsilcilerinin rızasıyla olabilir.

İkincisi, ailenin başkanı, başkanlık ettiği haneyi bırakıp da diğer ailelerin başkanlarıyla ortak çıkarları için çalışmak amacıyla bir araya gelirse, artık bir lord veya efendi değildir. Diğerleriyle eşit ve ortak olur. Artık devlet işleriyle uğraşmak için kendi kişisel meselelerini bir kenara bırakmıştır. Böyle yaparak bir efendi olmaktan çıkar ve bir yurttaşa dönüşür. Yurttaş ise başka birinin otoritesine bağlı olan, özgür bir yurttaş demektir. Kralın ya da egemenin nezdinde bütün yurttaşlar eşit durumdadır. Bu da devletin tiranlık olarak adlandırılacak bir rejime sahip olamayacağı anlamına gelir. Bodin’e göre, tiranlık, ancak köleler, serfler ya da kullar üzerinde olabilir. Bodin, “Gerçek bir kral, uyruklarından kendi koyduğu yasalara uymasını beklediği gibi, kendiside doğal yasalara harfiyen uyarak uyrukların özgürlüğünü ve mallarından yararlanma haklarını güvence altına alır. Bu krallığı despotizmden ayıran bir özelliktir.”[14] demektedir. Bodin, mutlak monarşi rejimini savunmakta, ancak aileyi devletin temel birimi olarak kabul ettiğinden dolayı, bu rejimin bazı sınırlarını da belirtmiş oluyor.

Bodin, yurttaşları, din adamları, soylular ve halk olmak üzere üç toplumsal sınıfa ayırır. Bu nedenledir ki Bodin’e göre yurttaşlar toplumsal ilişkilerde eşit değillerdir. Farklı haklara ve ayrıcalıklara sahiptirler. Bununla birlikte tüm uyrukların egemen iktidar karşısında konumlarının eşit olmasını savunmaktadır. Uyruğun soylu ya da halktan biri olması, bu durumu değiştirmiyor. Böylece Bodin, siyasal bağımlılığı gayrişahsileştirmiştir, yani kişiye bağımlılıktan kurtarmıştır ki, bu modern devlet kuramına önemli bir katkıdır. Buradan hareketle uyrukların tümü olmak üzere egemene mutlak bir biçimde itaat etmek zorundadır. Egemen de yurttaşlara adalet, yardım, mal ve can güvenliği sağlar. Bodin, “Yurttaşı yapan, bir yanda özgür uyruğun egemen prensini tanıması ve ona itaat etmesi, öte yandan prensin uyruk için koruma, adalet ve savunmada bulunmasıdır,” der[15]

Burada egemen güç ile yurttaşlar karşılıklı etkileşim içinde olan bir tümdür. Yani yurttaşın olmadığı yerde egemen güç, egemen gücün olmadığı yerde yurttaş olamaz. Başka bir deyişle, egemen ile yurttaş arasında ontolojik bir ilişki vardır; var oluşlarını birbirleriyle olan ilişkide bulurlar: Egemen, yurttaşların ona mutlak itaat etmesiyle var olur; yurttaş ise var olabilmek için egemenin yardımına ve korumasına ihtiyaç duyar.[16]

  1. 2. Ailelerin Ortak Varlıkları

Bodin’in devlet tanımında bir diğer önemli ilkesi de  “ailelerde ortak olan varlıkların yönetilmesi”dir. Ailelerde ortak ve kamusal olan bir şeylerin olmaması durumunda devletin de olamayacağını söylemektedir. Bodin,”Egemenlikten başka ortak ve kamusal olan bir şeylerin olması gerekir; tıpkı ortak ya da kamusal olan ya da her ikisi birden olan kamu mülkü, kamu hazinesi, kentler, sokaklar, duvarlar, alanlar, tapınaklar, pazaryerleri, gelenek ve görenekler, yasalar, adalet, cezalar ve bunlara benzer şeyler gibi; çünkü kamusal hiçbir şey olmazsa devlet de olmaz.”[17]

Toplumsal yaşamda ortak ve kamusal şeylerin olduğu gibi özel olan şeyler de vardır. Bodin’in devlet tanımında, devlet iktidarı, ailelerin özel yaşamına ve özel mülkiyetine karışmaya ve yönetmeye hakkı yoktur. Bodin, “Herhangi özel bir şey olmazsa kamusal bir şey de olamaz ve kişisel bir şeyin olmadığı durumda ortak bir şeyin olması bile düşünülemez.”[18]

Bodin’in yaşadığı dönemde, Batı Avrupa’da merkantilist ekonomik ilişkiler egemen konumdadır. Ticaret ve malların üretimi kamusal alnının dışında olup özel alanla ilgilidir. Bunun için devletin özel mülkiyet alanına ya da ekonomik alana müdahalesine karşıdır ve yasaklanmasını istemektedir. Bodin, “Topraklar ne şekilde bölünürse bölünsün, bütün malların ortak kılınması olanaksızdır; örneğin Platon, devletlerin başına gelen bütün kötülüklerin ve yıkımların nedeni olarak gördüğü senin ve benim sözcüklerini sitesinden kovmak amacıyla birinci devletinde kadınlara ve çocuklara varıncaya kadar her şeyi ortak kılmak istemişti. Ama böyle bir şey gerçekleştiği takdirde, devletin tek belirtisinin ortadan kalkacağını kavrayamamıştı.”[19]

Bodin, devletin, merkantilist ekonominin gelişmesinin ve dolayısıyla burjuva sınıfının zenginleşmesi ve merkezileşmesinden kaynaklanan ekonomik eşitsizliklere müdahalesine karşıdır. Bodin, “Malların eşit dağılımının devletler için çok tehlikeli ve zararlı olduğu söylenebilir… Çünkü hiçbir zaman eşitler arasında olduğundan daha büyük nefret ve daha köklü bir düşmanlık görülemediği muhakkaktır; eşitler arasındaki kıskançlıklar da kargaşaların, isyanların ve iç savaşların kaynağıdır.”[20]

Bodin, uyrukların egemene mutlak bir biçimde itaat etmesini, aile başkanının aile fertleri üzerindeki otoritesinden üretirken, ailelerin ve ailelere ait özel mülkiyetin kaynağının doğa yasası olduğunu hatırlamaz. Ancak devletin özel mülkiyete, ekonomiye müdahalesinin söz konusu olduğunda hatırlar. Şöyle ki, ailelerin ve ailelere ait özel mülkiyetin kökenin doğa yasası olduğundan dolayı aileler arasındaki farklılık ve ekonomik eşitsizlikler de doğal düzenin gereğidir. Bunun için devletin, özel mülkiyete ve ekonomiye müdahalesinin yasaklanmasını savunmaktadır. Böylece Bodin, aile ve özel mülkiyet ile kamusal varlıklar arasında ayrım çizgisini çeker. Bu ayrımı, daha sonraları liberal düşünürler tarafından özel alan ve kamusal alan olarak geliştirilecektir.[21]

  1. 3. Adalet

Bodin, devletin temelinin insana mahsus zor ve güç kullanmaya dayandığını kabul eder ama zor ve güç kullanılması devletin temel özelliği değildir. Egemen iktidarın zoru ve güç kullanımı, adaleti içermesi gerekir. Yani zor ve güç kullanımı, adalet çerçevesinde sınırlandırmasıdır. Bodin, devlet faaliyet alanı, Machiavelli’de ki gibi başarmak üzerine değil, meşruluk üzerinedir. Meşruiyetin kaynağı da hukuk ve ahlaktır. Devlet faaliyeti, ancak ahlak ve hukuka dayanması durumunda meşruiyeti olur.

Bodin, Machiavelli’nin tersine siyasetle ahlakı birbirinden ayrılmaz bir biçimde bütünselleştirir. Bodin’e göre devletin amacı; yurttaşların can ve mal güvenliğini, mutluluğunu, barışı, düzeni sağlamaktır. Bununla birlikte devletin başka bir amacı daha vardır ve bu da, ruhların ihtiyaçlarının karşılamasına yöneliktir. Devlet düzeninin, doğal düzenin bir parçası olduğundan hareketle siyaset ve ahlak alanının doğanın (Tanrı’nın) temel yasalarıyla uygunluk içinde olmasının gerekliğini savunmaktadır. Halbuki ve yukarda da görüldüğü gibi Bodin, devleti insan eylemlerinin bir ürünü olarak düşünmektedir. Bu nedenle, devlet doğa ya da Tanrı yasalarının bir ürünü değildir. Bodin, devletin ortaya çıkmasında Tanrı’ya yer vermemekle ve devleti insanlar tarafından oluşturulan laik ve dünyevi bir kurum olarak düşünmekle birlikte, devletin amacı söz konusu olduğunda işin içine Tanrı’yı katarak, devletin adalet düzeninin tanrısal düzenin bir parçası olduğunu söyleyerek bu düşüncesini bulanıklaştırmaktadır.[22]

  1. 4. Egemen İlke ve Nitelikleri

Egemenlik, modern siyasi-hukuki kuramsallaştırmanın özünü oluşturan kavramıdır. Egemenlik kavramı, modern devletin siyasi-hukuki yapılanmasının içeriğine ve biçimlenmesine yön vermiş ve görünür kılmıştır. Onun içindir ki, egemenlik, modern devletin özü ve tüm yetkilerinin hukuki kaynağıdır. Modern devletle egemenlik kuramı aynı tarihlerde doğmuştur. Her ikisinin de doğumu XVI. yüzyılda olmuştur. Bu dönem, devlet iktidarının merkezileşmesi yoluyla, yerel iktidarların/güçlerin yani feodal güçlerin tasfiyesiyle birlikte ulusal bütünleşmenin hızlı geliştiği bir dönemdir.

Bu süreçte, siyasal iktidarın sınırını Padovalı Marsilius ve çerçevesini de Machiavelli tarafından belirlemişlerdir. O da şudur: Siyasi iktidarın nedeni ve amacı kendi kendisinden kaynaklanır. Bu tanımlamayla siyasi iktidarın ya da devletin meşrulaştırıcı ögesi olan ilke ya da yasanın kaynağını Tanrı’da ya da doğada aramanın anlamı kalmamıştır. Bu çerçevenin tanımlanması gerekirdi. İşte Bodin, tanrısallık ötesinde, dünyevi alanda ve sürekliliği içeren egemenlik kavramıyla, devletin yasasıyla kullanımının ilişkisini bütünleştirecektir. Böylece egemenlik, devlet iktidarının merkezileşmesini simgeleyen bir kavram olarak doğmuştur.

Bodin, egemenlik kuramını, Devletin Altı Kitabı adlı eserinde geliştirmiştir. Bodin’e göre egemenlik, siyasal topluma yani devlete içkin bir ilkedir. Devleti, diğer tüm yapılanmalardan ayıran da egemenlik ilkesidir. Bodin, devletin özünün egemenlik ilkesi olduğunu bir örneklendirmeyle açıklar. “Nasıl ki kenarları, pruvayı, pupayı, güverteyi bir arada tutan omurgaya sahip olmayan bir gemi biçimsiz bir tahta yığınından başka bir şey değilse, bütün üyeleri ve bunların parçalarını, bütün aileleri ve dernekleri tek bir beden şeklinde birleştiren egemen erki olmayan bir devlet de devlet değildir.”[23] Bodin, egemenliği ilk tanımlayanın kendisi olduğunun farkındadır ve zaten bunu da söylemektedir. Kavramsal olarak egemenliğin ilk kullanıcısı, Jean Bodin’dir. “Bu kavramın tarihçesini Bodin’le başlatmak adettendir.”[24] Bodin’e göre egemenliğin nitelikleri mutlak, sürekli ve bölünmez oluşudur.

Egemenlik Mutlaktır: Egemenlik, kendinden başka hiçbir güç tarafından belirlenemeyen bir güçtür. Egemenlik, kendi kendinin belirleyeni olmasından dolayı kendine özgü bir niteliği olan güçtür. Egemenlik, hiçbir güç tarafından şu ya da bu şekilde yönlendirilemeyen ve sınırlanamayan bir güçtür. Egemenlik, eylem alanının, konusunun ve amacının belirleme gücüne sahiptir. Egemenlik bu gücünü hiçbir zaman kendisinden başka bir güçten almamıştır. Aksi takdirde egemen değil, söz konusu olan güce bağımlı olurdu. Onun için egemenlik mutlaktır. Egemenlik mutlak olmasaydı, egemenliği sınırlayacak bir başka güce bağımlı olurdu. Böyle bir durumda egemenlik, kendi kendisinin belirleyeni olmaktan çıkardı. Egemenliğin mutlak olması, her şeyden öncel ve üstün olması anlamına gelir.

Egemenliğin mutlak olduğunun en açık belirtisi, egemenin yasalarla olan ilişkisidir. Onun için egemenlik; kimseden onay almadan ve danışmadan yasa yapma, değiştirme ve yok etme gücüdür. Bodin, “Egemenliğin ve mutlak erkin temel noktası, genel olarak bütün uyruklara onaylarını almaksızın yasa vermesinde yatar.”[25] “Egemen olan kişi, uyruklarına yasa verme, yeni yasalar yapmak için gereksiz yasaları bozma ya da ortadan kaldırma hakkına sahiptir. Bundan dolayı prens, yasaların gücünden bağımsızdır.”[26]

Yasa, egemenin iradesinden başka bir şey değildir. Bodin, “Egemen hükümdarın ilk belirtisi, özel olarak her birey, genel olarak da herkes için, yasa yapma gücüdür; ama bu yetmez, şunu da eklemek gerekir: Kendisinden büyük, kendisiyle eşdeğer ya da kendisinden küçük birinin rızası da gerekmeden…”[27]

Bundandır ki egemen yasaya tabi değildir. Ve egemen, yasaların etki alanı dışındadır. Bodin, “Eğer egemen hükümdar kendisinden öncekilerin yasalarına tabi değilse, çıkardığı yasa ve emirnamelere daha da az tabi olacaktır; çünkü bir başkasının yasasına boyun eğilebilir, ama insanın kendi kendisi için yasa çıkarması da, iradesine bağlı bir şeyi kendi kendisine buyurması da, tabii olarak, imkânsızdır.”[28] Bodin’e göre hukuk adalettir. Yasa ise egemenin buyruğu ya da iradesi olduğundan dolayı hukuktan (adalet, adil) üstündür. Ancak egemenin iradesi keyfi, kişisel irade değil, kamu çıkarını gözeten devletin iradesidir.

Gérard Mairet, Bodin’in “yasa, hükümdarın iradesinden kaynaklanır” sözünden hareketle şunu söylemektedir. “Antik ve ortaçağ düşünceleriyle bu düşüncesi arasındaki fark temel niteliktedir: Yasa hukukun önüne geçmektedir, bir başka deyişle “Hükümdar”ın (yalnızca hükümdarın kişiliği değil, aynı zamanda devlet) iradesi adil fikrinin üstüne çıkmaktadır. Bu Bodin’in yasayı “gücünü kullanan egemenin buyruğu”, hukuktan (adalet) ayırdederken dile getirdiği şeydir. Aristoteles’e ya da Aguinolu Thomas’a göre, hukukun kaynağı asla, yalnızca onu açıklamaktan başka şey yapmayan hükümdar olamaz; hukukun kaynağı tabiat ya da Tanrı’dır. Hatırlanırsa, adil olan şeyin yasadan kaynaklandığını öne süren Padovalı Marsilius’un henüz çok erken bir dönemde dile getirdiği düşünceleri, egemenliğin ışığında sistemleştirmekten başka bir şey yapmaz Bodin. Tabiat adil olanın ne kurucusu ne de kaynağıysa, onun kaynağını hükümdarın iradesi oluşturuyorsa, devletin artık hiçbir doğrulama türüne ihtiyacı yoktur: Egemenliği mutlaktır.”[29]

Egemenlik; yasa yapma ve yok etme gücüdür. Egemenin yani hükümdarın; şiddet tekeli, vergi tekeli, savaş-barış kararı, cezai müeyyidenin uygulanması, para basılması gibi yetkilerin kaynağı, egemenlik gücüdür.

Bodin, “Yasaları yapma ve bozma erkinin altında egemenliğin diğer bütün hakları ve nitelikleri yer almaktadır; öyle ki tam anlamıyla egemenliğin yalnızca bu niteliğinin olduğu ve diğer bütün haklarının buna içkin bulunduğu söylenebilir.”[30] Görülüyor ki Bodin yasama gücünü yargı gücünün önüne geçirmiştir. Bu da Bodin’in devlet felsefesine önemli bir katkısıdır. “Ancak Bodin’den yaklaşık 250 yıl önce Padovalı Marsilius’un yasamayı devletteki en önemli erk olarak kabul etmiş olduğu gözden kaçırılmamalıdır.”[31]

Egemenlik Süreklidir: Bodin, egemenlik ile yöneticiyi birbirinden ayırmaktadır. Egemenlik, süreyle kısıtlı olmayıp, süreklidir. İktidarı, belirli bir süreyle sınırlı olan egemen değil, yöneticidir. Süreyle kısıtlı olan yönetici yani siyasi iktidar da egemenlik değil, bir yetkidir. Demek ki, yöneticinin kullandığı iktidar, egemenlik değil, belli bir süreyle sınırlı olmak üzere verilmiş bir yetkidir. Zaten yönetici, egemenin vatandaşıdır. Bundandır ki, yönetici yani siyasi gücü kullanan ya da kullananlar devletin temsilcileri olarak yasalara ve devlete ya da egemene bağımlıdır. Bodin’e göre, yönetici “ne prensin iradesine ne de prensin çiğneyebileceği insani yasalara karşı çıkabilir.”[32] Egemen prens, egemenlik hakkını yaşam boyu kullanır ve öldükten sonra yeni prens egemenlik hakkına sahip olur. Prensin iki bedeni vardır; bir biyolojik beden diğeri siyasal bedenidir. Biyolojik bedeni ölür ama siyasal bedeni ölmez. Bu anlayışın bir örneği, Fransa monarşisinde “kral öldü, yaşasın kral” deyişidir.

Antik ve ortaçağ düşüncesine göre, dünyevi uygulamayı belirleyen yasaların kaynağı, toplum ötesi doğasal ya da Tanrısal güce aittir. Bu durumda yasa yapma ve iptal etme gücünün kaynağı, dünyevi değil, Tanrısal ya da doğasaldır. Siyaset (dünyevi güç), yalnızca bu yasaların uygulayıcısıdır. Bu yüzden iktidarın gücü ya da ilkesi, toplum ötesi aşkın güçte olduğundan dolayı dışsallıktır. İktidarın gücü, meşruiyetini aşkın güçten alır.

Bodin, dünyevi uygulamayı belirleyen yasaların tümünün, kral ya da devlet tarafından belirlendiğini, egemenlik kavramıyla açıklar. Egemenlik kavramı yasayı Tanrısallıktan çıkarıp dünyevileştirmiştir. Böylelikle yasa ve uygulamanın kaynağını egemen kralda ya da devlette birleştirmiş olur. Böylece iktidar gücünü yani yasa yapma ve bozma yetkisini, Tanrı’dan yani dünyevi alanın dışından alır, dünyevi alanın içerisine taşır. Artık iktidar gücü aşkın bir güç değil, devlette ait içkin bir güçtür. İçkin güç; yasa yapma ve iptal etmenin meşruiyetini kendinden alır. İktidarın uygulanmasının kaynağı da kendisidir. Gérard Mairet, egemenliğin baskın niteliği hakkında şunu söyler: “O, bütünüyle laikleştirilmiş ve dindışı bir iktidar anlayışını açığa çıkarır. Tanrı artık iktidarın temeli diye adlandırılamaz ve bu yüzden de, iktidarın ilkesi, deyim yerindeyse, dışarıdayken içeri alınır. Öyleyse söz konusu içkin bir güç anlayışıdır. Öyle ki, güç kendi meşruiyetini ve doğrulamasını yine kendinde bulur. İktidarın uygulanması, bir başka deyişle otoritenin kullanımı kendinden başka hiçbir şeye bağlı değildir”[33]

Bodin’in egemenlik kavramıyla yasayı dünyevileştirmesi ve egemenliğin özü olarak süreklilik ilkesini koymasıyla modern devlet kuramının sistemleşmesine büyük katkı yapmıştır. Süreklilik ilkesi sayesinde, kralın biyolojik bedeni ile siyasal bedeni birbirinden farklı niteliklere dönüşerek, egemenlik siyasal bedende süreklileşir. Egemenliğin süreklilik kavramı sayesinde devletin de sürekliliği içerdiği düşüncesini peyda etmiştir.

Egemenlik Birdir, Bölünemez ve Devredilmez: Bir ülkede ancak bir egemenlik olabilir. Ülkede yaşayan insanlar yalnızca tek bir egemenliğin altında olabilirler. Bir ülkede birden fazla egemen olamaz. Çünkü birden fazla yasa yapma, değiştirme ve yok etme iradesi olamaz. Olsa bile bunların çatışması sonucunda tek egemen kalır ya da ilgili ülke parçalanır ve farklı egemenlik güçlerine dönüşür. Egemenlik bir oluşundan dolayı bölünemez ya da paylaşılamaz. Belli topraklar üzerinde yasa yapma yetkisi yalnızca devlete aittir ve bu yetki başka bir irade gücü tarafından kullanılamaz. Aksi takdirde egemenlik söz konusu olmaz. Aynı zamanda egemenlik, devletin farklı organları arasında da bölünemez. Egemenlik, devletin iradesi oluşundan dolayı birdir ve çeşitli ögelere bölünemez. Böyle bir durumda bu ögelerin her biri egemenliğe yani bir devlete dönüşmesi gerekirdi. Bunun olamayacağı bellidir.

Burada tekrar da olsa şunu belirtmek gerekir; hem bölünmezlik hem de süreklilik ilkesi, yasa yapma ve iptal etme gücüne ilişkindir. Oysa kısmi yönetme yani iktidarın kullanımı yetkisini başkalarına devredebilir. Yasa yapma ve bozma gücü devlet biçimini, kısmi yönetme yetkisini devretmesi ise yönetim (idari) biçimini oluşturmaktadır. Onun için iktidarın kullanımı devlet biçimi değil, yönetim şeklidir.

Onun içindir ki, egemen, egemenliği temsil etmekle birlikte, egemenlik gücüne sahip değildir. Egemenin yetkilerinin sınırını, egemenlik gücü belirler. Dolayısıyla egemenlik yani yasa yapma ve iptal etme gücü, devredilemez. Sonuçta egemenliğin devredilmesi, bölünmesi halinde bir irade gücü olarak egemenlik var olmaktan çıkacaktır. Yani devlet, egemenlik vasfını kaybedecek ve bir başka egemenliğe bağımlı hale gelecektir. Onun içindir ki egemenlik devredilemez.

Egemenlik devlete içkin olduğundan dolayı tam egemen olan devlettir. Ancak egemenlik var olabilmek için, egemen bir kurumda somutlaşır. Egemenlik, egemen olarak prenste ya da halk meclisinde somutlaşır. Egemenlik bütünlüğünü muhafaza etmek koşuluyla bir prenste, aristokrasi de ya da halkta olabilir. Yasa yapma ve iptal gücü kimin elindeyse, egemenliği de o temsil eder. Bodin, egemenliğin somutlaştığı biçimlerden hareketle üç çeşit devlet biçimi olduğunu söyler. Yasa yapma ve iptal etme gücü, yani egemenlik, tek bir kişide birleşmişse, bu devlet biçimi monarşidir. Egemenlik bir azınlığın elinde toplanmışsa, bu devlet biçimi aristokrasidir. Egemenlik halkın elinde bulunuyorsa, bu devlet biçimi demokrasidir. Bodin’e göre, bu her devlet biçiminde üç yönetim biçimi olabilir. Monarşi devlet biçiminde, monarşik, aristokratik, demokrasi yönetim biçimleri; aristokrasi devlet biçiminde, monarşik, aristokratik, demokrasi yönetim biçimleri; demokrasi devlet biçiminde, monarşik, aristokratik, demokrasi yönetim biçimleri olmak üzere dokuz yönetim biçiminin olabileceğini düşünmektedir. Bodin’e göre, egemenliğe en uygun olan devlet biçiminin monarşi olduğudur.[34]

Kaynak: Mehmet Emin Aslan, Devlet Ve Egemenlik Teorisi, Dara Yayınları, 2019, Diyarbakır

[1] Bobin’den yapılan alıntılar, M Ali Ağaoğulları, Kral-Devlet ya da Ölümlü Tanrı kitabının s. 14-63’ten alınmıştır.

[2] Ağaoğulları, Kral Devlet ya da Ölümlü Devlet, s.10-14, Çıvgın, Çağdaş Dünya Tarihi, s.64-71

[3] Uygun, s. 197.

[4] Mehmet Ali Ağaoğulları Levent Köker, Kral Devlet ya da Ölümlü Tanrı, İmge Kitabevi Yayınları, s. 14-15, 2009.

[5] Ağaoğulları, A.g.e., s. 17.

[6]           24. Sabine-George, History of Political Theory, 1973, Goyard-Fabre, SimoneJean Bodin et le droit de la République, PUF, Paris 1989, aktaran Ağaoğulları, dipnot 12, s. 18.

[7]           Mairet, Padovalı Marsilius’dan Louis XIV’e Devletin Doğuşu, Devlet Kuramı, s. 234.

[8]           Ağaoğulları, A.g.e., s. 18.

[9]           Uygun, Devlet Teorisi, s. 198.

[10]         (Aktaran; Janet, Paul, Histoire de la science politique dans rapports avec la morale, Librairie Félix Alcan, c. 1, Paris, 1924, s. 116, ) Ağaoğulları, A.g.e., s. 20.

[11]         (Aktaran; Allen, J, W, a History of Political Theought ın the Sixteenth Century, Londra, 1967 s. 409,) Ağaoğulları, A.g.e., s. 20.

[12]         (Aktaran, Allen. s. 409. ) Ağaoğulları, A.g.e., s. 20-21.

[13]         Ağaoğulları, s. 21-22.

[14]         Bodin, 1995, Book II, Chapter III, Aktaran Uygun, A.g.e., dipnot: 21, s. 199.

[15]         (Aktaran;Goyard-Fabre, s. 128, Mesnard, Pierre, L’essor de la philosophie politique au XVIe Siécle, librairie Philosophique J. Vrin, Paris, 1977, s. 489. ) Ağaoğulları, s. 24.

[16]         AliAğaoğulları, s. 24.

[17]         (Aktaran; Mesnard, s, 482. ) AliAğaoğulları, s. 24-25.

[18]         ( Aktaran; Goyard- Fabre, s. 84, ) AliAğaoğulları, s. 25.

[19]         (Aktaran;Mesnard, s. 483) AliAğaoğulları, s. 25.

[20]         Bodin, Jean, De la République, Librairie de Médicis, Paris, 1949, s. 74-75, aktaran, Ağaoğulları, s. 25.

[21]         A.g.e., s. 24-26.

[22]         A.g.e., s. 18-19, Uygun, A.g.e., s202-203.

[23]         (Aktaran, Chevallier, Jean-Jacques, Les grandes ceuvres politiques de Machiavel a nos jours, Armand Colin, Paris. 1970 s. 37; Mesnard, s. 483,) Ağaoğulları, s. 26.

[24]         Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat, Dost y, 2010, s. 23.

[25]         (Aktaran; Allen, s. 412) Ağaoğulları, s. 27.

[26]         (Aktaran; Chevallier, 1970, s. 38, Goyard-Fabre, s. 95.) Ağaoğulları, s. 27.

[27]         Mairet, Padovalı Marsilius’dan Louis XIV’e Laik Devletin Doğuşu, A Devlet Kuramı, Der. Akal, s. 238.

[28]         A.g.e., s. 238.

[29]         A.g.e., s. 238.

[30]         ( Aktaran Passerin d’Entréves, La Notion de IEtat Editions, Sirey, Paris, 1969Alexandre s. 129 ) KralDevlet ya da Ölümlü Devlet, s. 29.

[31]         Ağaoğulları, A.g.e., s. 29, dipnot: 40.

[32]         (Aktaran; Goyard-Fabre, s. 132 ) Ağaoğulları s. 30.

[33]         Mairet, Padovalı Marsilius’dan Louis XIV’e Laik Devletin Doğuşu, Devlet Kuramı, s. 219.

[34]         Ağaoğulları, s. 10-63, Şenel, s. 338-346, Uygun, s. 196- 204, Gérard Mairet, s. 215-241.