TC’nin kuruluşundan 2002 yılına kadar Kemalist siyaset, farklı partiler ya da koalisyonlar veya askeri yönetimler biçiminde hep iktidarda olmuştur. 2002’den bugüne ise siyasi İslam anlayışına dayalı AKP iktidarı devam etmektedir. İşte 14 Mayıs seçimi de Kemalist siyasetin temsilcisi CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı ile İslami siyasetin temsilcisi AKP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı arasında olmaktadır. Bu iki ittifakın yanı sıra bir de HDP’nin başını çektiği Emek ve Özgürlük İttifakı vardır. Emek ve Özgürlük İttifakı da HDP (Yeşil Sol Parti) ve Türk sol akımlarından oluşmaktadır. Başka bir deyişle Kürd ulusal-azınlık siyaseti ile Türk Sol Kemalist siyasal yapıları arasında oluşturulan bir ittifaktır. Her üç ittifakın ortak karakteristiği ise; Kürd Ulusunun boynuna geçirilen kölelik zincirin savunucusu olmalarıdır. Yani her üç ittifak da, Kürdistan’ın sömürge ve Kürdlerin ezilen-ulus statüsünün kalıcılaştırılmasının kararlı savunucuları olup sadece Kürdlerin anti-sömürgeci ulusal-demokratik mücadelesini nasıl ve hangi yöntemlerle bertaraf edileceği konusunda farklılaşmaktadırlar.

Emek ve Özgürlük İttifakı, Millet İttifakın cumhurbaşkanı adayı olan Kemalist Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini açıkladılar. “Türkiye siyasetinin bu kırılma aşamasında, üzerimize düşen tarihi görevi hem geleneğimize hem de gelecek kuşaklara borcumuz kapsamında yerine getirme konusunda mutabık kaldık…  Bu tarihi seçimde; cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermeye çağırıyoruz”[1] denildi. HDP eş başkanı Mithat Sancar ise, “Mevcut rejim ülkeyi felaketler girdabına sokmuş ve her alanda çöküşün eşiğine getirmiştir. Ülkeyi bu karanlıktan çıkarmak için tek adam rejiminden kurtulmak gerekir.”[2] Görülüyor ki hem Millet İttifakı hem de Emek ve Özgürlük İttifakı’na göre, Ülke başka bir deyişle Türkiye çöküş sürecine girmiştir ve yapılması gereken de ülkeyi bu çöküşten kurtarmaktır.

Bu durumda PKK ve uzantısı olan HDP-Yeşil Sol Parti ile Hizbullah ve uzantısı olan HÜDA_PAR, Türkiye’yi çöküşten kurtarmak için farklı Türk siyasal cenahlarda yer almışlar ve taraf olmuşlardır. Yani Türkiyeli siyasetlerdir. Türkiyeli siyaset demek; Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk ulusunun bir siyasal akımı olmak demektir. Onun içindir ki bu iki siyasal yapılanmanın da tutumları açık ve nettir. Bu tutum ise sömürgeci devletlerin farklı siyasal akımlarının yanında yer almaları ve Kürd ulusal hareketini manipüle etme gayretleri içinde olmalarıdır. Yani Kürd ulusal hareketini, sömürgeci ya da ezen ulus-devletlerin çıkarına yönelik manipüle etme misyonunu üstlenmişlerdir.  Bu iki yapılanmanın etki alanı dışında kalan diğer Kuzey Kürdistan siyasi akımları ise anti-sömürgeci ulusal-demokratik siyaset bakımından etkin ve kararlı bir siyasi tutum ortaya koyamadıkları gibi hatta istikrarsız ve belirsiz bir siyasi tutum sergilemektedirler.

Bunun nedeni de Kürdistan siyasi akımlarının, ulusal siyaset ve ulusal-azınlık siyaseti kavramları üzerinde ayrım çizgilerini açık bir biçimde çekmemeleridir. Kürdistan’ın mevcut önde gelen siyasi akımlarını talepleri bakımından iki temel gruba ayırabiliriz. Bir grup, Kürd ulusunun egemenliğini değil ezen-ulusun iktidarına ortak olmayı hedefleyen siyasal taleplere sahiptir. Bu siyasi anlayış, ulusal azınlık siyasetidir ve önde gelen siyasal yapılanmaları da PKK ile YNK olup ve ayrıca Kürd siyasi İslam akımları da bu çerçeve içerisinde ele alınabilinir. Diğer grup ise Kürd ulusunun kısmi egemenliğini hedefleyen siyasal taleplere sahiptirler. Bu siyasi anlayışın önde gelen siyasal yapılanmaları da Kürdistan’ın Güney ve Doğu parçalarının KDP’leridir.  Söz konusu olan KDP yapılanmaları ise Güney Kürdistan, Doğu Kürdistan coğrafyasıyla sınırlandırılmış bir perspektifte yani parça katında ulusal siyaset yürütmektedirler. Siyasi talepleri de Tahran ya da Bağdat ’da iktidara ortak olmaktan çok, Kürdistan parçasında kısmi egemenliğe sahip bir siyasi birim olmaktır.   Başka bir deyişle, Federal Irak, Federal İran içerisinde Federe Kürdistan olarak bir siyasi birim olmaktır. Federe birimin hukuki statüsü, her federal devlette değişik olmakla birlikte, netice itibariyle kısmi bir egemenliğe sahip olan bir idari yapılanmadır. Günümüzde “tüm dünyadaki Kürt halkı için Kürdistan Bölgesi, ulusal ve hatta uluslararası yasalar çerçevesinde, tarihinde anayasal kabulü olan tek varlıktır.” [3]

Evet Kürdistan güney parçası, Irak ve uluslararası yasalar çerçevesinde federe birim olarak tanınmıştır. Ancak Irak Arap yönetimi ve Arap toplumu nezdinde Kürdistan Federe Yönetiminin herhangi bir meşruiyeti yoktur, gücü ve fırsatı buldukları taktirde ortadan kaldırmaya tereddüt etmeyeceklerdir. Aynı tutum İran. Türkiye ve Suriye devletleri için de geçerlidir. Bu hususta Kürd ulusal-azınlık siyasal akımların tutumunda ezen-uluslardan ve devletlerinden farklı değildir. Onun içindir ki sömürgeci devletlerin federal yapılanması içerisinde, Kürdistan federe birimlerinin oluşturulması imkânsız gibi bir şeydir. Bunun da iki nedeni vardır. Birincisi, tarihsel süreç içinde Türk, Arap ve Fars uluslarının zihinsel yapılanması, genel anlamda ırkçı, kleptokrasi, oligarşi gibi değerler üzerinden oluşmuştur. İkincisi de dünyanın neoliberalizmden neomerkantilizme yöneldiği süreçte liberal demokrasilerin geri çekilmekte olması ve yerini merkantilist politikaları uygulayabilecek rejimlere bırakmalarıdır.  Günümüzde Neomerkantilist politikalardan kaynaklı iki önemli değişim ortaya çıkmıştır. Biri ABD’nin rakibi olarak Çin’in ortaya çıkmasıyla birlikte, tek kutuplu dünyanın iki kutuplu dünyaya dönüşme sürecine girmesidir. Diğeri de iki kutuplu dünyaya dönüşme sürecine girmesiyle birlikte, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Mısır, BAE, Meksika, Güney Afrika Cumhuriyeti, Malezya gibi bir kısım çevre devletlerinde yaşanan ekonomik büyümenin etkisiyle, ABD’ye olan bağımlılık ilişkisinin gevşemesine neden olmuştur. Bu gelişmeler bazı çevre devletlerine daha fazla özerk hareket etme imkânı sağlamıştır. Bu gelişmelerden ötürü, devletler, farklı kültürel grupları, ezilen-ulusları daha çok baskı altına almaya başlamışlardır. Dolayısıyla içinden geçtiğimiz süreçte liberal demokrasiler, etkinliklerini yitirmekte ve akıbeti de belirsizleşmektedir.[4] Zaten liberal demokrasiler, farklı kültürel kimliklere, ulusal sorunlara çözüm üretemedikleri ortaya çıkmıştır. Ayrıca ulusal sorunların federal devlet yapılanmalarla çözülemediği de ortaya çıkmıştır. O zaman ulus kavramına daha yakından bakalım.

 Ulus

Ulus, belli bir toprak parçası üzerinde egemen olan belli bir insan topluluğudur. İşte, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan belli bir insan topluluğunu bir ulus durumuna getiren de nesnel ya da kültürel unsur ile öznel ya da siyaset/ideoloji unsurudur. Dolayısıyla ulus, öznel ile nesnel unsur arasındaki ilişkinin ürünüdür. O zaman da öznel ve nesnel unsurlara bakalım.

Nesnel Unsur

Nesnel unsurbelli bir toplum ve bu toplumun üzerinde yaşadığı belli bir coğrafyadır. Başka bir deyişle belli bir toprak parçası olarak ülke, bu ülke üzerinde ortak bir dile ya da dillere, tarihe, aidiyet duygusuna ve gelecekte birlikte yaşama iradesine sahip olan bir insan toplumunun yaşamasıdır. Ne var ki bu nesnel unsurun kendini yaşatması ve devam ettirebilmesi için, öznel unsurun somutlanmış biçimi olan egemenlik kurumuna gereksinmesi vardır.

Öznel Unsur

Öznel unsur, belli bir insan topluluğunun ülke olarak tasarımladığı belli bir toprak parçası üzerinde ortak hak ve görevler anlayışı temelinde egemenliğini yani devletini kurmasını ya da sürdürmesini   amaçlayan faaliyettir. Bu faaliyet de; belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insan topluluğunu meydana getiren bireyleri, ulusal egemenlik amacı doğrultusunda birbirine bağlı kılan ulusal siyaset ve ideolojisidir. Demek ki öznel unsur, belli bir coğrafya üzerinde yaşayan belli bir toplumun egemenliğini amaçlayan bir siyasi/ideolojik faaliyettir. Başka deyişle öznel unsur; ulusal siyaset ve ideolojisidir.

Uluslaşmanın veya devletleşmenin nesnesi; belli bir insan topluluğu ve üzerinde yaşadığı coğrafyadır. Öznesi ise; bu insan topluluğunun ülke olarak tasarımladığı coğrafya üzerinde siyasal egemenliğe sahip olma amacı ve bunun için mücadele etme kararıdır. Ulusu oluşturan öznel unsurdur, yani egemenliği hedefleyen siyasal/ideolojik faaliyettir.

Modern çağda, ancak, egemenlik yetkisine yani ulus-devlete sahip olabilen insan topluluğu bir ulustur. Zaten “modern toplumlar; bir ulus-devlet sistemi içerisinde var olan ulus-devletlerdir.”[5]  Modern çağda kronolojik olarak ortaya çıkan ulus-devletler sistemleri; Westfalya (15.5.1648- 1920) Cemiyeti Akvam (20.1.1920-18.4. 1946) ve Birleşmiş Milletlerdir (25. 10. 1945-). Modern çağda ulus-devletini kuramayan bir insan topluluğu, bir insan sürüsü ya da kalabalığı olarak, başka bir ulus-devletin egemenliği altında yaşamak durumundadır. Bu insan topluluğunun önünde ise iki alternatif vardır; ya asimilasyon veya entegre yoluyla ezen ulus-devletinin içinde erir; ya da ulusal siyaset ve ideolojisinin aracılığıyla nesnel koşulları devletleşme amacı doğrultusunda değiştirmek üzere mücadeleye girişir. İşte bu tür toplumlar, siyasal egemenlik hedefinde iradesini ve tercihini ortaya koyan ve mücadelesini veren bir insan topluluğu olarak ulustur, ancak ezilen-ulus konumundadır. Evet belli bir insan topluluğu olarak ezilen-ulus, ancak ulusal siyaset ve ideolojisinin aracılığıyla yürütülen mücadelelerle egemenliğini sağlayabilir yani bağımsız devletini kurabilir ve devam ettirebilir.  Ezilen-ulusların kurtuluş mücadelesinde liberal, komünist, sosyalist, sosyal-demokrat, ulusalcı, dini, vb. farklı siyasal akımlar olabilir.  Eğer bu siyasi akımların hedefi, ezilen-ulusun kendi devletini kurmak ise o zaman tümünün ortak zemini, ulusal egemenliği ele geçirmek anlamında ulusal-demokratik siyasetin fonksiyonunu üstlenmiş olur. Bu siyasi akımlar, ancak iki koşula sahip olmaları halinde ulusal-demokratik siyasetin fonksiyonunu üstlenmiş olabilirler. Birincisi, nasıl bir devleti hedeflediklerini açık ve net olarak açıklamaları, [çünkü devletle ilgili tartışmanın, ulusal-siyasal bilincin gelişimini ve ulusa bağlılık duygusunu pekiştirir.] İkincisi ise demokrat olmalarıdır. Devletleşme mücadelesini veren siyasi akımların kendi aralarında ittifak yapabilmelerinin yolu demokrat bir niteliğe sahip olmalarından geçer.  Devletleşmeyi değil de egemen devlet ve egemen ulusa entegre olmayı hedefleyen siyasi anlayışlarsa ulusal-azınlık siyasal yapılanmalardır. Yani ezilen-ulusun bir siyasi akımı değil, ezen ulusun siyasi akımlarından biri durumundadırlar.

Ulus-devlet, modern çağın siyasal toplum biçimi olması nedeniyle, modern çağ var olduğu sürece, ulusal siyaset de değişik muhtevalarda olmak üzere hep başat siyaset olacaktır. Ancak devletli toplumların ve devleti olmayan toplumların ulusal siyaset anlayışları farklıdır. Devletli toplumlarda ulusal siyaset hem yurttaşların hem de farklı kültürel kimliklerin eşit, ortak hak ve görevler anlayışına dayalı bir egemenliğin sağlanmasını veya sürdürülmesini hedefliyorsa meşrudur. Yok eğer ulusal siyaset, yurttaşların ve farklı kültürel kimliklerin eşit, ortak hak ve görevler anlayışına dayalı bir egemenliğin sağlanmasına ya da sürdürülmesine karşı ise o zaman meşru değildir.

Ulusal Siyaset

Ulusal siyaset, bir siyaset türü olarak ulus ve ulus-devlete ilişkindir. Ulus ve ulus –devlet; modern çağın olgularıdır. Modern dünyanın siyasal toplum biçimi, ulus-devlettir. Ulus-devlet formu, artık dünyanın tek bir siyasal toplum sistemine dönüşmüştür.  Ulus –devlet ikileminin bütünselliğini sağlayan da egemenlik yetkisidir. Egemenlik; kimseye danışmadan ve izin almadan yasa yapma, bozma ve uygulama yetkisidir. Jean Bodin (1530-1596) 1576’da Devletin Altı Kitabı isimli çalışması ile egemenlik kavramını siyasal düşünceye kazandırdı ve Thomas Hobbes’da (1588-1679) 1651’de Leviathan isimli çalışması ile bunu laikleştirdi. Jean Jacques Rousseau (1712-1778) ise, 1762’de Toplum Sözleşmesi isimli çalışması ile ulusal irade ya da ulusal egemenlik kavramını siyasal düşünceye kazandırdı ve o günden beri de ulusal egemenlik kavramı, modern siyasal düşüncenin bir temel ilkesine dönüştü. Hegel’de ulus-devletin felsefi alt yapısına büyük bir katkı yapmıştır. “Milli-devlet, en temel felsefi alt yapısını 19. yüzyılda Hegel sayesinde kazanmıştır. Bir milletin duygu ve bilincinin ancak ‘devlet şuurunda’ birleşmesiyle bir anlam kazanacağını ve sadece devletle oluşabileceğini ifade eden Hegel, aksi bir durumda millet unsurunun bir mana içermeyeceğini belirterek, devlet merkezli bir millet söylemini geliştirmiştir.”[6] Kürd ulusal-azınlık siyaseti içerisinde yer alanlar, Hegel’in bu felsefi katkısını dikkate alıp üzerinde düşünmelidirler.

Modern öncesi devletlerde   egemenliğin kaynağı tanrısal irade olarak görülmekte ve meşruiyetini de dinsel kaynaktan almaktaydı. Modern dünyada ise, egemenliğin kaynağı halktır. Egemenliğin kaynağı olan halk ise; eşit yurttaşların ortak hak ve görevler temelinde bütünleşmiş bir toplum olarak ulus kimliği çerçevesinde ortaya çıkmıştır.  Böylece halkın iradesi, ulusal egemenlik olarak teorileşir ve devlet de, ulusal egemenlik teorisi ile özdeşleşmiş bir ulus-devlettir.  Ulus-devlet de yönetme veya idari bakımından, üniter, bölgeli ya da federal devlet olabilir.   Yasa yapma ve bozma yetkisi devletin biçimini (ulus-devlet, feodal devlet, vb.), uygulama yetkisi ise yönetim biçimini (üniter, federal) belirttir. Ulus-devlette hem demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi medeniyetin hem de sömürgecilik, totalitarizm, soykırım gibi barbarlığın en güçlü silahlarıyla donanmış iki yüzlü bir örgüttür. İşte Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri sömürgecilik, soykırım, diktatörlük, vb. barbarlığın en güçlü silahları ile donanarak ortaya çıkmış ve kendilerini aynı anlayışla sürdüren devletlerdir. Üstelik Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerini oluşturan Türk, Fars ve Arap uluslarının bugüne kadar demokrasi, özgürlük, eşitlik, farklı kültürel kimliklerin ve dinlerin hakları, insan hakları gibi değerlere dayalı kitlesel, istikrarlı bir siyasal yapılanmaları ve mücadeleleri olmamıştır. Onun içindir ki, söz konusu uluslar; Kürd, Beluci, Azeri gibi başka ulusların ulusal-demokratik haklarını tanımamış ve ülkelerini de kendi ülkeleri olduğu iddiasında bulunmuşlardır.  Yine söz konusu olan bu ezen uluslar; ezilen-ulusların asimilasyon ya da entegre yoluyla ezen ulus-devletinin içinde eritilmesinin kararlı savunucuları olmuştur.

Bu açıklamadan sonra kuzey parçasının Kürd ulusal-azınlık siyasetinin 14 Mayıs 2023 seçimine yaklaşımına bakalım,

Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı, Türk Parlamento ve Cumhurbaşkanı seçimlerine ulusal-azınlık siyaseti perspektifinde yaklaşır.

Ulusal-azınlık siyaseti, Kürd ulus sorununu bir egemenlik yani devletleşme sorunu olarak değil, Türkiye’nin demokratikleşme sorunu olarak ele alır. Yani ulusal-demokratik mücadeleyi değil, demokratik-kültürel mücadeleyi esas alır. Başka bir deyişle Kürd ulusal sorununa, ulusal siyasetle değil, ulusal-azınlık siyasetiyle yaklaşır. Kürdistan kuzeyinin siyasal gelişmelerine damgasını vuran ve istikrarlı, kararlı bir biçimde Kürd ulusal-azınlık siyasetinin temsilcisi olan PKK ve PKK’nin uzantısı olarak HDP, DTK, DBP, YSP gibi yapılanmalardır.

İşte 14 Mayıs seçimlerine Yeşil Sol Parti listesinden girecek olan Halkların Demokratik Partisi (HDP), Türkiye’de sol ve “sosyalist” çevrelerle Emek ve Özgürlük İttifakı’nı kurarken Kürdistan kuzeyinde ise bazı Kürt siyasi partilerle ‘Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’ adıyla seçim ittifakı oluşturdu.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) öncülüğünde, Yeşil Sol Parti (YSP), Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Azadi Partisi, Devrimci Demokrat Kürt Derneği, İnsan ve Özgürlük Partisi (PİA), Kürdistan Komünist Partisi (KKP) ve Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) arasında ‘Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nı oluşturdu.  Adı geçen örgütler, 14 Mayıs 2023 seçimleri için yaptıkları ittifaklarını bir deklarasyonla açıkladı. Bu deklarasyonda Kürdlerin ulus olmaktan kaynaklanan egemen olma hakkını, hatta kısmi egemen olma hakkını bile talep etmiyor. Tam tersine Kürdleri Türkiye’nin bir etnik grubu olarak telaki ediyor ve bir kısım azınlık haklarını talep ediyor. Şöyle ki:

“Kürt halkının varlığının ve kimliğinin tanınması, yapılacak anayasada yer alması;

-Kürt dilinin anaokulundan, üniversiteye kadar eğitim dili olarak kabul edilmesi ve Türkçenin yanı sıra ikinci resmi dil olarak tanınması;

-Kürtlerin, Kürt ve Kürdistan isimleriyle özgürce örgütlenmeleri ve kendilerini ifade etmelerinin önünü açan demokratik bir ortamın yaratılması;

-Kürt halkına, Kürdistan’da kendi kendilerini yönetmelerine imkân verecek bir statünün tanınması;

-Kürdistan’da ismi değiştirilen yerleşim birimlerinin, coğrafik ve tarihi yerlerin Kürtçe isimlerinin iade edilmesi;

-Mezarları yok edilen ya da gizlenen tarihi Kürt şahsiyetlerin mezar yerlerinin açıklanması;

-Kürt halkının diğer halklarla bir arada, eşit, özgür ve onurlu bir şekilde yaşamasını güvence altına alan demokratik, çoğulcu, ademi merkeziyetçi bir anayasanın yapılması için; Ortak mücadele kararı almıştır.

Mevcut katı, tekçi, üniter siyasal yapı; her türlü toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişmeyi boğan bir işlev görüyor. Ademi merkeziyetçi, yerel inisiyatiflerin önünü açan demokratik ve çoğulcu bir siyasal sistem hem Kürtlerin talebidir hem de Türk halkının yararınadır. “

07.05.2011 tarihli ve Türk Sömürgeci Devletinin Parlamento Seçimleri başlığı altında şunu söylemiştik: “Kuzeyin egemen siyasi akımları PKK/BDP, PSK/HAK-PAR ve KADEP örgütlerinde cisimleşmişlerdir. Adı geçen örgütler, 12 Haziran 2011 seçimleri için yedi maddeden oluşan bir ittifak yaptılar. Bu ittifakın yedi madde halinde belirttiği talepler, kısmi azınlık haklarıdır. Kürd ulusunun meşru hakkı olan kendi kaderini tayin hakkı yerine, “Kürt kimliğini tanıyacak, Kürtlerin kendi kendilerini yönetme hakkını güvence altına alacak bir anayasanın yapılması” gibi muhtevası belirsiz bir talebi sunmuşlardır. Bu talep olsa olsa yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesini isteyen demokratik bir taleptir. Bu talepler kolektif zeminde azınlık haklarını bile kapsamıyor. Kolektif azınlık hakların somutlandığı biçim coğrafi kültürel özerkliktir. Bu ittifakın talepleri bireysel zeminde kültürel ve politik haklardan ibarettir. Türkiye’de sözü çok edilen entegrasyon ancak coğrafi kültürel özerklikle mümkündür. Diğer çözümler asimilasyona hizmet etmek durumundadır. Bu nedenledir ki bu ittifak, entegrasyona değil, asimilasyona hizmet etmektedir. Bu ittifakın talepleri, Kopenhag kriterlerinin de gerisindedir.

BDP, HAK-PAR ve KADEP’in bu ittifakı, TC’nin siyasi ilkeleri olan tek devlet, tek millet, tek vatan, tek resmi dil, tek bayrak ilkelerini kabul ettiklerinin ilanıdır. Adı geçen siyasi akımlar, kendilerini birer Türkiye siyaseti olarak tarif edip bundan hareketle azınlık siyaseti üzerinde ittifak yapabilirler. Ancak, azınlık siyaseti üzerinde yapılan bu ittifakın “Kürt halkının ulusal demokratik güçlerinin birliği” olarak tarif edilmesi doğru bir tutum değildir. Çünkü azınlık siyaseti üzerinde oluşturulan bir ittifak, ulusal siyaset temelinde bir ittifak olarak sunulmakta, bu yönde propaganda ve ajitasyon yapılmaktadır. Bu tutum, kelimenin tam manasıyla bir siyasi manipülasyondur.” Bu yazıda yapılan eleştireler, ittifakın adı hariç olmak üzere Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı için de geçerlidir. Yani 12 Haziran 2011 seçimleri için yapılan ittifakın adı, “Kürt halkının ulusal demokratik güçlerinin birliği “olup, ittifakın taleplerine uygun değildi,14.Mayıs 2023 seçimleri için yapılan ittifakın adı ise, ‘Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’ olup, ittifakın taleplerine yani ulusal-azınlık siyasetine uygundur.

Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nda PKK’nin uzantısı dışında yer alan yapılanmalar, PKK’nin manipülasyon siyasetinin suçuna ortak olmuştur. PKK, çıkışından bugüne kadar yürüttüğü gerilla mücadele stratejisi; hem Kürd ulusuna ulusal-azınlık siyasetini taşımakta hem de ulusal-azınlık siyasetinin üstünü örten bir şal görevini üstlenmektedir. PKK’nin uzantısı olan tüm siyasi ve sivil yapılanmaları da aynı anlayışın sürdürücüsü olmuşlardır. Onun için, PKK/HDP’nin öncülük ettiği Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nın siyaseti; Kürdlerin ulusal bilincinin ve ulusal duygusunun ve gelişmesinin önünü kesen ve nesnel bir öğeye yani Türkiye’nin bir etnik grubuna dönüştürmeye hizmet eden bir siyasi manipülasyondur.

Demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi desteklenmesi gereken bir siyasi ilkedir. Ancak Türkiye’deki demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde doğru bir siyasi çizgide yürümek için siyasi ölçütlerin olması gerekir. Türkiye ve Kürdistan ayrı birer komşu ülkedirler. Ancak Türkiye, Kürdistan’ın büyük bir parçasını işgal ederek sömürgeleştirmiş ve Kürd ulusunu da ezilen-ulus statüsüne indirgemiş ve bu statünün kararlı ve istikrarlı savunucusu olmuştur. Kürdistan siyasi akımları, bu ayrımı akılda tutarak siyasi tutum geliştirmelidirler. Ulusal-demokratik ya da kültürel -demokratik mücadeleye bu ayrımın bilinciyle yaklaşmalı ve Kürdistanlılar nezdinde siyasi hedefleri açık olmalıdır. Türkiye’deki seçimlere ve anayasa tartışmalarına da böyle yaklaşılmalıdır. Seçim ve anayasa tartışmaları Türk ulus devletinin sorunudur. Bir devletin üniter devlet ya da federal devlet olma sorunu, bir idari yapılanma olarak anayasa sorunudur. Kürdistan sorunu ise bir demokrasi, hukuk ya da anayasa sorunu değil, ülkesinde ve uluslararası arenada ulusal egemenliğe sahip olma meselesidir. Geleceği de ulusal egemenliğe sahip olma koşuluna bağlıdır.

Ezilen-ulus olarak Kürd Ulusal siyaseti, Türk Parlamentosu ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Kürdistan sorunu perspektifinde yaklaşır.

Parlamento ve seçim sorunu, sömürge ülkeler ve ezilen uluslardan ziyade ve asıl olarak işçi sınıfı hareketi ve bunun yanı sıra etnik grupların, dinsel grupların ve kadın hareketleri için tartışma konusu olmuştur/olmaktadır.  Ne var ki Kürdistan nesnel olarak dört parçaya bölünmüştür ve ezen-ulus devletleri Kürdistan coğrafyasının parçalarını kendi ülkelerinin birer parçası olarak kabul etmişlerdir. Dolayısıyla Kürdleri ayrı bir ulus olarak değil, kendi toplumlarının bir parçası olarak ifade etmektedirler. Bundandır ki ezen-ulus devletlerin seçim ve parlamento faaliyeti Kürdistan parçalarında da kendini ifade etmektedir. Kürd ulusal siyaseti için ezen-ulus devletlerinin parlamentosunun anlamı açıktır. Parlamento ezen-ulus devletlerin en önemli egemenlik yetkisine sahip olan bir organıdır. “Üç tane egemenlik yetkisi vardır. Bunlar, yasama, yürütme ve yargılama yetkileridir. Kuvvetler ayrılığı teorisine göre yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri birbirine eşit kuvvetlerdir. Ancak yasama yetkisinin, yürütme ve yargı yetkisinden üstün bir yetki olduğunu ileri sürmek mümkündür. Çünkü yürütme ve yargı yetkileri kanunlara uygun olarak kullanılabilen bir yetkidir. Kanun yapan organ ise yasama organıdır. Yani yürütme ve yargı organları, yasama organın iradesini uygulayan organlardır. Ayrıca bundan daha önemlisi yasama organı, yürütme ve yargı organının kuruluşunu belirleme yetkisine de sahiptir. Yasama organı kanunla bir idari teşkilat veya mahkeme kurabilir veya bunları kaldırabilir. Nihayet, yasama organı, yürütme ve yargı organlarının görev ve yetkilerini belirleme ve bu yetkileri değiştirme yetkisine de sahiptir.”[7]

Türkiye Cumhuriyeti nasıl ki Kürd ulusunun devleti değil de Kürd ulusunu sömürgeleştiren Türk ulus-devleti ise, bu devletin kanun yapma ve değiştirme yetkisine sahip olan parlamento da aynı şekilde Türk ulus-devletinin parlamentosudur. Bu parlamentonun, Kürdistan’ın kuzey parçasını sömürgeleştirmede, Kürdleri ezilen-ulus statüsüne dönüştürmede en önemli faktör olduğu bellidir.

Ulusal siyasetin yön vereceği bir Kürd ulusal-demokratik hareketinin hedefi Kürdistan’ın bağımsızlığı ve Kürdlerin devletleşmesidir. Kürdistan toplumunda muazzam bir devrimci dönüşüm anlamına gelen bu hedef, bir devrim yoluyla ezen-ulus egemenlik aygıtı olan devletin tüm organlarının dolayısıyla parlamentosunun da Kürdistan’daki varlığına son vermektir.

Kürd ulusunun egemen olma mücadelesi parlamento aracılığıyla gerçekleştirilemez. Hatta ezen-ulus parlamentolarının aracılığıyla Kürd ulusu, kolektif zeminde ulusal- azınlık hakları yani kültürel özerkliği bile ele geçiremez. Kürd ulusal-demokratik mücadelesinin temel aracı; ulusal siyaset üzerinde yükselen siyasal yapılanmaların yön verdiği kitle eylemi ve kitlelerin öz-örgütlenmeleridir.

Bununla birlikte tarihsel süreç içinde oluşan liberal-demokratik parlamenter rejim, devrimci dönemler haricinde halk kesimleri nezdinde genel kabul görmüştür. Bu nedenle ulusal-demokratik siyaset üzerinde yükselen yapılanmalar, parlamento ve seçimleri bir kenara itemezler. Çünkü Kürdistanlı halk kesimlerinin bilinç ve duygu durumunu veri almak zorundadırlar. Kürd ulusal-demokratik siyasetlerin görevi, parlamentonun niteliğini teşhir etmek suretiyle, seçim çalışmalarından ve parlamento kürsülerinden Kürdistan kitlelerinin en geniş çıkarlarını savunarak Kürdistanlıların ulusal siyasal bilincini geliştirmek için yararlanmaktır.

Kürd ulusal-demokratik siyaseti perspektifinde sömürgeci Türk parlamentosunun ve demokrasisinin teşhiri için günün koşularına göre farklı alternatifler geliştirilir. Bu alternatifleri belirtmek gerekirse; olağanüstü ya da devrimci koşullarda seçim boykot edilebilir, olağan koşullarda seçilen milletvekilleri parlamentoda evrensel insan hakları ve tüm ezilenlerin çıkarına bağlı olunacağına dair Kürtçe dili ile yemin edebilir ya da Kuzey Kürdistan’ın herhangi bir ilinde Kürdistan parlamentosu olarak açılabilir. Bütün bu alternatiflerin amacı, Türk devletinin ve dolayısıyla parlamentosunun sömürgeci siyasetini ve uygulamalarını Kürdistanlıların ve dünyanın nezdinde teşhir etmektir.

Buna karşın kuzeyli siyasi güçler ulusal siyaset zemininde, TC’nin ve parlamentosunun ve cumhurbaşkanlığı seçiminin meşruluğunu reteden ve seçim sürecinde kitlelere ulusal siyaseti taşımayı amaçlayan bir alternatif sunamamışlardır.

Sonuç olarak

Kürd ve Kürdistan sorunu farklı siyasi nitelikli sorunlardır. Çözümleri de farklı siyasi niteliklidir. Kürd sorununun çözümü; Kürdistan dışında İstanbul, Bağdat, Şam, Tahran, Berlin ve başka yerlerde yaşayan Kürdlerin, demokratik ve kültürel haklarına sahip olmasıdır. Bu hakları ele geçirme mücadelesi demokratik mücadelenin sorunudur.

Kürdistan Sorunun çözümü ise; Kürd Ulusunun kendi kaderini tayin etme yani Kürdistan’ın bağımsızlığı ve Kürdlerin devletleşme hakkıdır. Bu hakları ele geçirme mücadelesi ulusal-demokratik mücadelenin sorunudur. Onun için Kürd ulusal hareketi, demokratik mücadele ile ulusal-demokratik mücadeleyi birlikte içerir. Başka bir söylemle Kürd ulusal hareketi; ulusal-azınlık siyaseti ile ulusal siyaseti birlikte içerir.

Diyarbekir/02.05.2023

[1] Artı gerçek gazetesi, s28.4. 2023

[2] Sözcü gazetesi yazarı İsmail Saymaz’a konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, aktaran Rudaw Gazetesi,28. 4. 2023

[3] Adel Bakawan, 30. 4. 2023. Rudaw

[4] John Keane, Kısa Demokrasi Tarihi, Çeviren: Ali Nalbant, say Y. 2022, İstanbul, s. 11-23

[5] A. Giddens, Ulus Devlet ve Şiddet, Çeviren: Cumhur Atay, Kalkedon Y. 2008- s. 8

[6] Aktaran, Ali Özcan, Jürgen Habermas, Küreselleşme ve Milli Devletlerin Geleceği, Çevirmen: Medeni Beyaztaş, Yarın Y. İstanbul, 2018, s. 9

[7] Kemal Gözler, Devletin Genel Teorisi, Ekin Basım Y. 2014, Bursa, s. 82