M. Hüseyin Taysun/ Güney Kürdistan’ı kimler, neden karıştırıyor?

0
1520

Elbette ki yazımızın başlığına en doğru ve en genel cevap, Kürdistan’da var olan sömürgeci işgalin sürdürülme ısrarı ve özellikle 25 Eylül 2017 tarihinde Güney’de yapılan bağımsızlık referandumu sonrası ortaya çıkan Kürdistani iradenin kırılması ve Kürd halkında yükselen özgürlük umudunun öldürülmesi olarak düşünülmelidir.

En kaba hatlarıyla tarif etmeye çalıştığımız son gelişmeler, elbette ki kendi içinde birçok düşmanca planı barındıran ve Kürd halkının özgürlük hayallerini engellemeye çalışan ve birçok art niyetli tarafı olan bu büyük projenin, İran ve Türkiye gibi Kürdistan işgalcisi devletlerin stratejik mutfaklarında çok ciddi çalışmalar sonucu pratiğe sokulduğunu unutmamamız gerekiyor.

Son bir hafta içerisinde, başta Süleymaniye ve Halepçe olmak üzere çevre ilçelerde memur maaşlarının ödenmemesi gibi masum gerekçe ve bahanelerin arkasında yapılmak istenen şey, Kerkük ve havalisindeki son işgal ve ihanet hareketine meşruiyet kazandırmak ve ayrıca Kürdlerin enerjisini kendi içinde, farklı alanlarda tüketme tezgahıdır.

Aslında Kürdistan bölgesel yönetimini devirmeye ve var olan Kürdistani kazanımları tümden ortadan kaldırmaya yönelik bu düşmanca ve sinsi planın sahadaki en aktif uygulamacıları ne yazık ki Kürdlerin arasından seçilmekte ve Kürd ulusal mücadelesi bu alçaklar vasıtasıyla zaafa uğratılmaya çalışılmaktadır.

Konuyu biraz daha açacak olursak, Kerkük ihaneti ve işgali sonrası Kürdistan bölgesel yönetimi ve Kürd halkı, uğradığı ihanetin yaralarını sarmaya yönelik birçok alanda yeni çalışmalar başlatmışken ve bu arada batılı devletlerin Kürdlere yaptıkları yanlışlardan dönüş yolları arıyorken ve birtakım diplomatik çalışmalar sonucu Bağdat hükümetinin Haşdi Şabi çetelerinin barbarlıkları sonucu giderek köşeye sıkıştığı bir aşamada memur maaşları bahanesiyle Kürd kurumlarının ve Kürd parti binalarının ateşe verilerek masum insanların ölümüne ve yeni mağduriyetlere sebep olmaları hiçbir şekilde savunulacak davranışlar değildir.

Kürdistan bölgesel yönetiminin elini kolunu bağlamaya yönelik üç aşamalı bir planın nasıl da sinsice devreye sokulduğunu hep beraber izlemekteyiz. Birincisi, memur maaşları bahanesiyle Kürdistan kent ve kasabalarında büyük bir kargaşanın başlatılması, ikincisi, aynı zaman diliminde Bağdat hükümetinin Haşdi Şabi çeteleriyle birlikte Maxmur ve Guver cephelerine büyük bir güç yığınağı yapması, üçüncüsü ise yine aynı günlerde, dört yıldan beri Kürdistan parlamentosunda görev almış Goran ve Komala’nın hükümetten çekildiğini açıklaması ve ayrıca yine aynı zamanda birtakım Goran ve YNK’li parlamenterlerin, Bağdat hükümetini Süleymaniye ve çevresindeki olaylara müdahale etmek üzere utanmadan davet etmesi elbette ki tesadüfi sayılabilecek olaylar değillerdir.

Bütün bunlara bakıldığında, Kürdistan sömürgecilerinin ve Kürd halkına ihaneti marifet belleyenlerin nasılda birlikte hareket ettiklerini ve nihai hedeflerinin Kürd halkının kanlarıyla elde edilmiş kazanımları ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu rahatlıkla görebiliriz.

Konuya bu çerçevede baktığımızda, Güney Kürdistan’da ki özgürlükçü ve bağımsızlıkçı hareketin, kimleri nasıl rahatsız ettiği gün gibi açığa çıkmaktadır. Güney’de ki devletleşme mücadelesinin, Kürdistan’ın diğer parçalarını da etkileyeceğini herkesten çok iyi bilen işgalci devletlerin yoğunlaştığı alan Kürdler arası çelişkileri derinleştirmek ve mümkünse Kürdleri kendi içerisinde çatıştırmaktır. Böylesine düşmanca projeler yapılırken kendisini üç varil petrole veya üç beş dolara pazarlayan husumetli ve ihtiraslı sözde Kürdlere ne demeli?

Ancak bu düşmanca ve mahalli hesapların uzun vadede sonuç alabilmesi mümkün değildir. Sebebine gelince, değişen dünya koşullarında elli milyonluk ve yüz yıllardır özgürlüğü için savaşmış bu uğurda büyük bedeller ödemiş bir milletin, özgürlüğünden ve bağımsızlık hayallerinden vazgeçmesi mümkün olmayacaktır. Geldiğimiz bu aşamada, dünyaya hakim güçlerin, özgürlük tutkusuyla yanıp tutuşan Kürd halkını görmezden gelmesi ve orta doğuyu yeniden dizayn ederken Kürdleri hesaba katmaması artık mümkün değildir.

Bilinmelidir ki Kürdistan, enerji kaynaklarıyla, bulunduğu coğrafi konumuyla, genç ve dinamik nüfusuyla orta doğu da hesabı olan tüm devletlerin dikkatini çekmekte ve Kürdler bir statü sahibi olmadan coğrafyaya barış, huzur ve demokrasinin gelmesi de mümkün olmayacaktır. Bu anlamda, işgalci güçler ve tenezzülcü çevreler her ne yaparlarsa yapsınlar Kürd halkının haklı ve meşru mücadelesini engelleyemeyeceklerdir. Tarih boyunca birçok katliama uğramış ve uzun yıllar zulüm, yoksulluk ve mağduriyetler yaşamış bu kadim millet, yine direnecek ve kendi namusu gibi gördüğü milli mücadelesini tüm imkansızlıklara rağmen inatla sürdürecek ve mutlaka onurlu ve özgür bir yaşama kavuşacaktır.

Yapılması gereken umutları diri tutmak ve koşullar uygunsa oluşturulacak partizan güçler vasıtasıyla, Kerkük işgalinin sarhoşluğunu yaşayan İbadi’ye ve onun arkasındaki güçlere Kerkük’ün kolay yönetilemeyeceğini kanıtlamaktır. Bahsini ettiğimiz bu durumun hayata geçmesi için Kürdlerin oldukça engin bir savaş tecrübesine ve vazgeçilmez bir vatan sevdasına fazlasıyla sahip oldukları bilinmelidir.

Düşmanlarımızın tüm oyunlarını ve tezgahlarını, içimizdeki hainlere de hesap sorarak bozmanın ve özgürlük yolunda ilerlemenin, yurtsever ve sorumlu Kürdlerin birliğiyle mümkün olabileceği asla akıllardan çıkarılmamalıdır.

Saygılarımla

  1. Hüseyin Taysun

23.12.2017 / İstanbul

 

***

Ortadoğu’daki Kürd gerçekliği ve Batı’nın ikiyüzlülüğü

Batılı devletlerin, o dönemdeki çıkarları uğruna Kürdistan topraklarını dört ayrı parçaya bölerek her bir parçasını bir devlete peşkeş çektiği ve elli milyonluk Kürd halkını yaklaşık yüz yıl boyunca mağdur ederek büyük acılarla yüzleştiren günahkarlığını ne yazık ki günümüzde de devam ettirmektedir.

Yeri geldiğinde insan haklarından, demokrasiden, hümanizmadan dem vurarak barış ve demokrasi havarisi kesilen bahsi geçen bu devletlerin, Ortadoğu’daki çıkarları uğruna Kürd halkına her türden vahşeti uygulayanlara karşı nasıl da dut yemiş bülbül misali gelişen olaylara karşı sessiz kaldıklarını hatta zaman zaman zalimlerin saflarında yer aldıklarını insanlık adına büyük bir utanç ve üzüntüyle izlemek durumunda kalmaktayız.

Oysa batılı devletlerin çıkarları uğruna statüsüz bıraktıkları Kürd halkının, yüz yıldan bu yana ortaya koydukları mücadelede tek amaçları kendilerine ait topraklarda özgür ve insanca yaşayabilecekleri ulusal bir devlete sahip olma çabasından öteye bir iddia taşımamaktadır. Yani Kürdlerin mücadele anlayışında bir başkalarına ait toprakları işgal etme ve yine başka milletleri baskı altına alma ayrıca onların insan olmaktan kaynaklı demokratik ve hukuki haklarını gasp etme düşüncesi asla olmamıştır.

Bütün bunlara karşılık Kürdistan topraklarını işgal altında tutan Türk, Arap ve Acem devletleri ise Kürdlerin en doğal insani haklarını vermedikleri gibi yine Kürdlerin yasal ve meşru tüm taleplerini kan, zulüm ve zorbalıkla bastırmakta ve bu sözde uygar dünyaya rağmen her gün Kürd halkına insanlığın asla kabul edemeyeceği zulüm yöntemlerini uygulamaktadırlar. En son topyekün bütün Kürdlerin ortaya koyduğu ulusal irade sonucunda Güney Kürdistan’da yapılan referandum sonrasında kullanılan demokratik hakkaniyet pratiğine, Kürdistan topraklarını işgal altında tutan sömürgeci güçlerin birlikte saldırmasına uygar olduklarını iddia eden batılı güçlerin seyirci kalması demokrasi ve insaf ölçüleriyle tarif edilebilecek bir durum değildir.

Dört sömürgeci devletin ortak saldırısına muhatap olan Kürd halkının, dünyanın başının belası olabilecek IŞİD barbarlarına karşı üç yıllık mücadelesi ve bu uğurda şehit verilmiş binlerce kahraman Kürd peşmergesine rağmen kendisine yönelik tehdidin ortadan kalkmasıyla Kürd halkının verdiği mücadele ve ödediği bedeller batılı devletler tarafından bir anda unutulmuş hatta yok sayılmıştır. Geldiğimiz bu aşamada batılı devletler, Kürdistan’ın kalbi Kerkük’e İran ve Türkiye, Hizbullah, Haşdi Şabi ve benzeri örgütler vasıtasıyla yine batılı güçlerin vermiş oldukları en modern silahlarla saldırıp Kürd kazanımlarını ortadan kaldırıp Kürdlerin kendi topraklarında derbeder olmalarına sebep olduklarında olaylara kayıtsız kalan batılı güçler, daha aradan üç ay gibi bir zaman geçmemişken Kürdistan’a yönelik diplomatik seferler düzenlemelerini doğrusu anlamlandırabilmek oldukça düşündürücüdür.

Kürdlerin, sömürgeci güçler ve kendi içindeki hainler vasıtasıyla arkadan hançerlendiği bir dönemde körleri ve sağırları oynayan bu batılı güçlerin yeniden Kürdlerin hamisi pozisyonuna geçmeleri doğrusu anlaşılır bir durum değildir. Burada anlaşılan bir şey var ise o da batılı güçlerin asla vazgeçmedikleri İsrail devletinin, İran ve ona bağlı güçler tarafından ablukaya alınma durumudur. Buradan çıkarabileceğimiz sonuç, İsrail’in varlığını tehdit altına sokan Şii yayılmacılığın önünün kesilmesi için yeniden Kürdlere yatırım yapma ihtiyacıdır.

Elbette ki Kürdler, kendilerinin dışında hiçbir komşu milletin veya herhangi bir demokratik egemen bir devletin tehdit altına girmesine taraf değillerdir ancak Kürdlerin birinci önceliği başkalarının tetikçiliğini yapma yerine işgal altındaki kendi topraklarını özgürleştirmek ve zulme uğramış kendi halkının meşru haklarını savunmak olacaktır. 1974 Molla Mustafa hareketinde ve 16 Ekim 2017 Kerkük hadisesinde batıdan büyük ihanetler görmüş Kürd halkı, bu acı tecrübelerin eşiğinde kendi milli mücadelesini biraz daha özgün ve biraz daha doğru hesaplar üzerinden sürdüreceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Sonuç olarak, kendi içindeki birliği gerçek anlamda oluşturabilmek ve yine kendi hainlerinden hesap sorarak Kürd halkının haklı mücadelesini daha omurgalı ve sonuç almaya yönelik olarak sürdürmek Kürdlerin olmazsa olmazı olarak düşünülmelidir. Kürdler, üzerinde yaşadığı toprakların en kadim halkı ve zulme uğramış en mağdur milletidir. Bu anlamda elli milyon Kürdün, bunca acılardan ve bunca mağduriyetlerden sonra özgürlük iddialarından vazgeçmeleri asla mümkün olmayacaktır.

Kürdler, Ortadoğu’nun vazgeçilmez gerçeği ve Kürdistan, Kürd halkının yüzlerce yıllık hayalidir.

Saygılarımla.

16.12.2017 / İstanbul