Kürdistan coğrafyasını sömürgeleştiren İran, Türkiye, Irak ve Suriye işgalci devletlerinin gerek kendi içinde gerekse farklı devletlerle oldukça büyük ve derin sorunlar yaşadıkları mevcut süreçler, Kürd halkının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine olağanüstü fırsatlar sunmaktadır.

Ancak Kürdler açısından son derece elverişli bu koşullardan Kürdlerin dört parçadaki siyasi temsilcilerinin yeterince ve doğru bir biçimde yararlanamadıkları oldukça talihsiz bir tabloyu ortaya çıkarmaktadır. Kürdistanı işgal altında tutmakta olan İran, Türkiye, Irak ve Suriye devletlerinin özellikle son yıllarda yaşamakta oldukları olaylara baktığımızda, Kürdler açısından bu derecede elverişli koşullara tarihin hiçbir döneminde rastlanmadığı rahatlıkla görülecektir.

Son yıllarda İran’da ki gelişmeler:

1979 İslami devrimden sonra ülkeyi çağ dışı koşullarla yönetmek isteyen mollalar rejimi, ortaya koyduğu demokrasi ve insanlık karşıtı uygulamaları ve sözde anti-amerikancı tutumuyla kendisini uygar dünyaya kapatarak, İran tarihinin en büyük ekonomik tecrit ve krizleriyle karşı karşıya bırakarak adeta İran halklarını tahammülü mümkün olmayan yoksulluk sınırlarında yaşatmaktadır. Ayrıca uyguladığı mezhepçi anlayışıyla neredeyse 30 milyon civarındaki Kürdleri, Beluçları ve bir kısım Arapları insandan saymayarak bunlar üzerinde sürekli bir vahşet uygulamaktadır.

Bütün bu insanlık dışı uygulamalara İran halkları hayatın tüm alanlarında isyan ederken, mevcut gerici molla rejimi bütün muhalif çevreleri ve onlara öncülük eden siyasi şahsiyetleri vinçlerde sallandırarak günümüzün en iğrenç yöntemleriyle susturmaya ve bastırmaya çalışmaktadır.

Son yıllarda Türkiye’de ki gelişmeler:

Yakın zaman öncesine kadar Avrupa Birliğine girmek üzere birtakım çabalar ortaya koyarak var olan ekonomik krizleri aşması ve 12 Eylül döneminden kalma anti-demokratik yapıyı çözmesi gerekirken tam tersine 12 Eylül faşist darbesinin kurallarını güncelleştirerek hem hak ve özgürlükleri güvenlikçi politikalarla yönetmekte hem Kürdlerin insan olmaktan kaynaklı taleplerini zorla bastırmakta hem de bu ırkçı şoven politikalarından dolayı başta ABD olmak üzere Avrupa’da ki uygar dünyaya karşı koymayı birer argüman olarak kullanmaktadır.

Bütün bu yanlış ve ırkçı politikalar Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasal krizleri tetiklemekte ve kitleleri dayanması mümkün olmayan ekonomik ve siyasi koşullarda yaşamaya zorlamaktadır. Bunlarla da yetinmeyen T.C. devlet yöneticileri, bölgede ki hakimiyetini arttırmak üzere yeni Osmanlıcılık anlayışıyla komşu ülkelerin egemenlik haklarını tanımadan adeta yeni bir işgalcilik anlayışı geliştirmektedir. Bunlarla da yetinmeyen T.C. devlet yöneticileri, 15 Temmuz sonrası oluşturdukları AKP-MHP ve Ergenekoncu ittifakla Türkiye’de yaşayan 25 milyon Kürd halkının hak ve özgürlük taleplerine zulüm, zindan ve kırım anlayışıyla cevap vermekte ve Kürdleri adeta kendi atalarına ait bu topraklarda ölüme mahkum etmektedirler.

Velhasıl sürdürebilirliği mümkün olmayan bu uygulamalarla, T.C. devleti giderek dünyadan büyük bir kopuşu ve tecridi yaşarken kitlelerde sosyal patlamalara kapı aralamaktadır.

Son yıllarda Irak’da ki gelişmeler:

Saddam diktatörünün devrilmesinden sonra, on yıllarca zulüm gören Irak halkları, yeni yöneticilere büyük umut bağladıkları halde başta İran olmak üzere komşu devletlerin kışkırtmaları sonucu büyük çalkantılar meydana gelmiş, gerek Kürdlerle ve gerekse de Sunni Araplarla yapılan anlaşmalar hayata geçirilmemiş ve yine İran’ın büyük kışkırtmaları sonucu tarihin en derin mezhepsel çatışmaları yaşatılarak Irak bir baştan bir başa otoritesiz bir devlet görünümüyle kan gölüne dönüşmüştür. Mevcut haliyle hızla devlet olma özelliğini kaybeden bu ülkede Kürdlerin devletleşmemesi için başta İran ve Türkiye olmak üzere önemli provokasyonlar geliştirilmektedir. Muazzam petrol gelirlerine rağmen merkezi Irak yönetimindeki başıboşluk Irak halklarına ekonomik anlamda hayatı zindan haline dönüştürürken yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet adeta sıradan bir olay gibi görünmektedir.

Son yıllarda Suriye’de ki gelişmeler:

Fransızların ülkeyi terk ettiğinden günümüze kadar Baasçı ve ırkçı bir anlayışla yönetilen bu ülke, yaklaşık yarım asırdan beri baba Esad ve oğul Esad’la adeta Suriye halklarına zulüm ederek ve tüm insani haklardan mahrum bir biçimde muhaberatçı bir anlayışla yönetilmekteyken, 2011 yılında Arap baharıyla birlikte başlatılan zulme başkaldırı hareketleri çok kısa zamanda ülkenin var olan imkanlarına göz diken başta ABD, Rusya ve İran olmak üzere küresel güçlerin ve bunlara bağlı birtakım örgütlerin at oynattığı bir alana dönüşmüştür.

Muhaliflerin ve Kürdlerin doğru bir çizgide var olan halk muhalefetini doğru yönetemedikleri için ne muhaliflerin ve ne de Kürdlerin vermiş oldukları mücadele istenilen noktaya taşınmamış bu vesileyle Suriye ve Rojava coğrafyası kan gölüne dönüşmüş, Kürdler ve Suriyeli diğer muhalifler temsil ettikleri halklara huzur ve refah getireceklerine her biri küresel ve bölgesel devletlerin tetikçisi durumuna düşmüşlerdir. Bu durumu bir fırsata dönüştüren T.C. devleti, güneybatı Kürdistan’ın önemli bir kısmını işgal ederek geçici bir süreliğine de olsa Kürdlerin bu coğrafyadaki hayallerine ket vurmuş ve binlerce insanımızın kaybına neden olmuştur.

Dört sömürgeci devletin özet durumu bu iken ve her biri çok ciddi ekonomik, sosyal ve siyasal sıkıntılarla boğuşurken, Kürdleri doğru bir önderlik ve doğru bir siyasal anlayışla kurtuluşa götürmek için tarihte emsaline rastlanmayacak kadar elverişli koşullar vardır. Böylesi tarihsel fırsatları Kürdlerin kurtuluşuna götürecek yöntem ise Kürd siyasal yapılarının kendi aralarındaki yapay çelişkileri ve örgütsel menfaatleri bir kenara atarak Kürdler arası ulusal birliği sağlamakla mümkün olacaktır.

Kürd siyasal yapılarının gerçek anlamda birlikteliği ise Kürdlerin manevi değerleri olduğu tartışmasız olan Ala Rengin’e, Ey Raqip’e ve düşmanlara hiçbir koşulda baş eğmeyen büyük önderleri olan Qazi Muhammed, Şeyh Said, Mela Mustafa Barzani ve diğer emsalsiz genç şehitlerimizin anılarına bağlılıkla mümkün olacaktır.

Saygılarımla

16.12.2019/İst.