Babam Şeyh Hasan Taysun’la anılarımız

Yıl 1965-1966 yer Ağrı vilayeti, ben artık çocukluk dönemimi bitirmek üzereyim, bir taraftan okuluma gidiyor diğer taraftan babam Hasan Taysun’a yardımcı olmak üzere bize ait olan torna atölyesinde çalışıyordum. İşte o günlerin birinde ve babamın da atölyede olmadığı bir anda yaklaşık altmış yaşlarında saçı sakalı birbirine karışmış ve üzerindeki kıyafetleri oldukça yıpranmış bir şahıs atölyemize gelerek bana “burası Şeyh Hasan’ın dükkanı mıdır?” diye sordu ben bu yaşlı amcaya “evet” diyerek cevap verdim. Daha önce görmediğim ve tanımadığım bu şahıs bana “peki sen kimsin” dediğinde ben de kendisine “Şeyh Hasan’ın oğluyum” dedim. O arada beni şaşırtacak bir şekilde bana sarılarak “çok şükür Allah’a şükürler olsun” diyerek beni öpmeye başladı ve ben tanımadığım bu yaşlı adamın davranışlarıyla epeyce korkmuş ve paniklemiştim ki o arada babam Hasan Taysun atölyeye girerek beni rahatlatmıştı.

Babam Hasan Taysun bahsi geçen bu adamı görünce kendisine oldukça samimi davranmış ve bu adamı evimize davet etmişti. Akşam yemeği birlikte yenmiş ve onun dinlenmesi için bir odada özel bir yatak hazırlamıştık ağzında bir tek dişi dahi olmayan bu amcaya babamın özel davranması beni çok meraklandırmıştı. Amca uykuya geçtikten sonra ben dayanamayarak babama bu amca kim ve neden özel davrandığını sorduğumda, salonda babam beni karşısına alarak “bu gördüğün şahıs bizim Ortıli köyünden ve aşiretimizden birisidir. Adı Mıhemedê Hapo’dur ve bizimle Ağrı hareketinin başlangıcından itibaren beraber oldu. Ağrı hareketinin kırıldığı günlerde bizim aşiretimiz ve ailemiz her iki Ağrı dağı arasından İran’a geçmeye karar vermiştik. Bu geçiş sırasında dağın her iki yamacından bizlere ağır makineli tüfeklerle ateş ediliyordu. İşte bu geçiş sırasında ben anamı ve onlarca akrabamı kaybetmiştim. Bu kaçış sırasında Ağrı dağının keskin taşları benim ayakkabılarımı parçalamıştı. Bugün bizim şeref misafirimiz olan bu yiğit ve fedakar insan benim ayakkabılarımın parçalandığını görünce kendi ayağındaki çarıklarını çıkararak benim ayağıma giydirdi ve bizler öylece İran tarafına geçtiğimizde şafak vaktiydi. Ben Mıhemedê Hapo’nun ayaklarına baktığımda bütün parmaklarından kan fışkırıyordu. İşte gördüğün bu pejmürde insana ben 35 yıldır hem büyük bir minnet hem de bir çift ayakkabı borçluyum” dedi.

Babam bana dönerek “yarın bu değerli misafirimize iki çift Cızlavet marka ayakkabı bir takım da elbise alarak ve de kendisinin dişlerini yaptırarak birkaç gün misafir ettikten sonra köyümüze göndermemiz gerekiyor” dedi. Ve ekleyerek bana “sizler bugünkü yaşamınızı fedakar ve namuslu Kürd insanlarına borçlusunuz bunu asla aklınızdan çıkarmayın” diyerek aramızdaki o gecelik sohbetimizi sonlandırdı. Daha sonra bahsi geçen misafirimizi yaklaşık 1 hafta sonra Ağrı dağının eteklerindeki köyümüz Ortıli’ye uğurladık.

Kayseri 1948:

-Oturan,Şêx Evdılqadır oğlu Şêx Resul.

-Solda,Şêx Evdılqadır oğlu Şêx Hesen.

-Sağda,Hesenan Aşireti Reisi Fetullah Bey oğlu Sêvdin Bey.

-Ortada ayakta,Şêx Evdılqadır oğlu Şêx Eli

MAHABAD KÜRT CUMHURİYETİ (1941-1946)

Şéx, Ruslar’ın yardımıyla Tahran’dan çıkarıldı.Kendisi ve ailesini yaşadıkları Nasiriye Caddesinden aldılar. Gizli yollardan, sürekli araç değiştirerek, Mako bölgesinde bulunan, Rınd kasabasına güvenli bir şekilde getirildiler (1941). Büyük eşi Helime Xanım, Kızı Nurık‘da Eher’den alınarak Rınd’a getirildi.Oğlu Resul ise Türkiye’den kaçarak İran Kürt Bölgesi’ne geçti.Aynı yıl, Qazi Muhammed, Mele Mıstefa Barzani, Şêx Evdılqadır ve Emer Xan’ê Şıkak öncülüğünde Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nin temelleri atılacaktı. 1941 yılında Sovyet ve İngiliz ordusu güneyden İran’nın iç kısımlarına doğru ilerleyerek ülke’yi işgal ettiler.İngiliz-Rus işgali sonrası Doğu Kürdistan, Rus Hakimiyet Bölgesi, İngiliz Hakimiyet Bölgesi ve Kürtlerin denetimindeki bir ara bölge olmak üzere üçe bölünmüştü.Yine aynı yıllarda Qazi Muhammed ve Şêx Evdılqadır ile oğlu Hesen’nın da içinde bulunduğu bir heyet Sovyet Azerbaycanı’nın Başkenti Baku’ye gitti. Burada Azerbaycan Başbakanı Bakırof onlara yaptığı komuşmada”Azeri Kürt kardeşliği”den bahsediyor ve onları buradaki sanayi, tarım ve kültür kuruluşlarında gezdirerek ağırlıyordu. Görüşmeler tamamlanıp Mahabad’a döndükten sonra, ‘’Mizhê Dimoqratî Kurd (Kürdistan Demokrat Partisi)’’ ın kurulduğu ilan edildi. Parti bir bildirgeyle Kürt aydın ve soylularına bildirimde bulundu. Açıklama toplantısına katılan bütün Kürtler, oluşuma tam destek sundular ve ortak bir bildirge yayınlayarak partiye üye oldular.Iraktaki Kürtlerle diyalog geliştiren parti yöneticileri, Mıstefa Barzani ve peşmergelerini Mehabad’ta bir tören ile karşıladılar. Tarih, 22 Ocak 1946′yı gösterdiğinde Qazi Muhammed, Mahşerî bir kalabalık ve büyük bir coşkunun hakim olduğu Çarçıra Meydanı’nda Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti.

Cumhuriyet’in üç büyük lideri arasında, şu şekilde görevlendirme yapıldı.
Cumhurbaşkanı : Qazî Muhammed
Genelkurmay Başkanı : General Mıstefa Barzani
Xoy ve Makü Bölgesi Genel Valisi : Şêx Evdılqadır

Aynı gün, yürütme organları, yargı, askerî ve kültür kurumları oluşturuldu. Kürdistan Cumhuriyeti Anayasası ile Kürtçe resmî dil, üstte kırmızı altta yeşil kuşak üzerine bir güneşin bulunduğu bayrak Kürdistan bayrağı ve Şair Dildar Rauf’un Ey Reqib adlı şiiri milli marş olarak kabul edildi.
Qızbaşoğlu Aşireti Reisi Mahmut Alar, Şêx Evdılqadır’in Mehabad’daki konumunu, ‘’Mücahit Hun,Iğdır Sevdası Kitabında’’ , şöyle anlatıyordu;
”1941 yılında 11 yaşımda iken Ruslar Zencan ilini ve kuzey İran’ı işgal ettiler. Bölgede yeni bir siyasi otorite oluşmuştu. Makü bölgesinde İran Kürdistan’ı sınırları içinde kalan İrint kasabasına gidip yerleştik. Ağrı Dağı İsyanı liderlerinden Şeyh Abdülkadir’da orada ikâmet ediyordu.1945 yılında Mehabat Kürt Cumhuriyeti kuruldu, Muhammed Qazi cumhurbaşkanı, Molla Mustafa da Genel Kurmay başkanı; Şeyh Abdülkadir de Celali ve Milan Aşiretlerinin yönetiminden sorumlu bölge Valisi oldu.”
Şéx Hesen Taysun, Şêx Evdılqadır’ın‘’Mehabad’daki konumunu, Mücahit Hun,Iğdır Sevdası Kitabında’’ şöyle anlatıyordu;
‘’Şeyh Abdülkadir, Makü’ye geri döndü. Mehabad Kürt Cumhuriyeti ilan edilince Şeyh Abdülkadir’i, “Sadre komiteyi Xoy u Makü” sıfatıyla Hoy ve Makü bölgesinin valisi olarak atadılar.’’
Şeyh Abdülkadir, Cumhuriyet’in kurulduğu bu yıllarda yaşama gözlerini yumdu. Ölümünden sonra 29 yaşındaki oğlu Şeyh Hasan, Bölge Valisi olarak görevi devr aldı.
Yalta Anlaşmasının sonucu olarak, 9 Mayıs 1946 da, Sovyetler, Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nden desteğini çektiğini Moskova Radyosu’ndan duyurdu.
10 Aralık 1946′de Sovyetler ve İran arasında bir anlaşma sağlandı ve İran, aynı gün Kaflankuh Geçidi’nden Kürtlerle kader birliği yapmakta olan Azerilere saldırdı ve Tebriz’i geri aldı.İran Birlikleri buradan Kürdistan üzerine yürüdü.Qazi Muhammed’in Tahran’daki kardeşi Sadrî Qazi, İran’da bir parlamenterdi ve bu durum üzerine İran ve Kürdistan Hükümeti arasında uzlaşı sağlamaya çalıştı. Nitekim bir barış antlaşması da imzaladılar. Antlaşma gereği General Mustafa Barzanî ve Seyfî Qazi komutalarındaki birlikler etkisiz hale getirilerek başkentin dışına alınmıştı. Yaklaşık bir hafta boyunca İran ve Kürt hükümetleri herhangi bir sorun çıkarmadan kentte sükûneti sağladılar. Fakat 17 Aralık’ta Qazi Muhammed ve kuzeni Seyfî Qazi da dahil olmak üzere Kürdistan Milli Meclisi’nin tüm üyeleri tutuklanarak hapse atıldı. Kentte karışıklık baş gösterdiyse de İranlılar olaya hâkim olmakta gecikmediler ve Mahabad’ın denetimini ele geçirdiler.

30 Aralık 1946′da Qazi Muhammed, Seyfî Qazi ve Qazi Muhammed’in kardeşi Sadrî ölüm cezasına çarptırıldı. 31 Mart 1947′de sıkı koruma altına alınan ve Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin ilan edildiği Çarçıra Meydanı’nda idam edildiler

KAYSERİ SÜRGÜNÜ VE ORTILİ’YE DÖNÜŞ (1947-1950)

Şéx Resul,Şéx Hesen, General Mıstefa Barzani ve İran Hükümeti’nin yakalayıp idam edemediği diğer Kürt önderleri bir toplantı düzenlediler.Buna göre, General Barzani ve mahiyetindekiler Sovyet tarafına, Şéx Hasan ve Celalililer ile Hesenan’lılar, Türkiye’ye geçtiler.Hükümet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlığına tabi olan bu aşiretleri kabul etmek durumunda kaldı. Fakat gelenler, aynı zamanda Ağrı İsyan’ının bakiyeleri idiler. Bu sebeple devlet, aşiretleri çeşitli yerlere sürgün etmeyi uygun gördü.
Qızbaşoğlu Aşireti Reisi Mahmut Alar ‘’Mücahit Hun,Iğdır Sevdası Kitabında’’ Türkiye’ye dönüşü şöyle anlatıyordu; ’’1947 yılında Rus kuvvetleri geri çekilince Mehabad Kürt Cumhuriyeti uzun süre ayakta kalamadı. O yılın 8 Şubat’ında Cumhuriyet dağıldı. Kışın orta yerinde Şeyh Hasan’la beraber Helikan aşiretinin bölgesi olan Ağugöl’e gittik. İlkbahara kadar orada kaldık. Bu arada Iğdır MİT bölge şefi Hüsnü Bey’le (Bingöl) temas halin-deydik. Tekrar Türkiye’ye geçiş için emir bekliyorduk. Bir gün istenen izin geldi. Sakan ve Kızılbaşoğlu aşiretleri birlikte Küçük Ağrı Dağı eteğindeki Düjüj tepesine geldik. 40 gün orada kaldık. İzin emiri geldiği zaman hayal kırıklığına uğradık. Sadece 9 kişiye izin verilmişti! Bunar Şeyh Hasan ve kardeşi şeyh Resul’la hanımları, Şeyh Mahmut (Topal), Ferzende Bey’in kardeşi Kazım Bey, Fetullah Bey’in oğlu Reşat Bey, Sevdin Bey ve komşuları Hesenen aşiretinden Cewreş Bey. Geriye kalan bizler kör pişman tekrar İran’daki yerimize geri döndük. 4 gün sonra Hüsnü Bey (Bingöl)’den bir haber daha geldi: “Ankara’dan 40 aile için daha izin aldım. 4-5 aile birleşerek peyderpey gelin!” 70-80 aileTürkiye’ya giriş yaptık. Ama aşiretimizin büyük çoğunluğu İran’da kaldı ve Türkiye’ye gelmekten tamamen vazgeçtiler. Bizleri Aralık’a yakın bir yerde 40 gün süreyle karantinada tuttular. T.C vatandaşlık haklarımızı kaybettiğimiz için ilticacı olarak hakkımızda yasal kağıtlar düzenlendi ve Aralık’a bağlı Hasanhan köyüne yerleştirildik. 1947 yılında Kayseri’nin Felahiye nahiyesine gönderildik. İki yıl orada kaldıktan sonra vilayet merkezine taşındık. Şeyh Hasan Kotan, Tunceli Milletvekili Necmettin Tunç gibi tanıdığı politikacıları devreye sokarak sorunumuzla ilgilendi. Dönemin Başbakanı Hasan Saka’ya telefon açarak, “Bir Devletin insanların istediği yerde yaşama ve vatandaş olma özgürlüğünü elinden almaya hakkı yoktur. 486 insanı sürgün hayatına mahkum etmişiz. Bu hatanın düzeltilmesi için lütfen gerekeni yapın! ”1949 yılının Mayıs ayında Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlık hakkımızı tekrar kazanıp, Iğdır’a döndük.’’
Sakkan aşireti ile Hesenan’lar 1949-1950 yılları arası sürgün olarak yaşadıkları Kayseri’nin Felahiye ilçesinden, Hükümet kararıyla, topraklarına geri döndüler.

Sevdin Bey, Kazım Bey ile Hesenanlı aşireti mensupları, Muş’un Bulanık ve Malazgirt ilçelerine döndüler. Şêx Evdılqadır’ın ailesi ve aşireti Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesine döndüler. Doğubayazıt’a bağlı Ortıli Köyü’ne yerleştiler. Köy’e yerleşmeden önce, Devlet hala tereddüt halinde idi. Aşireti Ağrı Dağı eteklerinde bulunan Tapaxıl mıntıkasında durdurdu.Aşiret burada 3-4 ay süresince konakladı.Sonrasında Köy’e geçmelerine izin verildi.(1950)

BELGELER
1-Genelkurmay Belgeleri 1 / Kaynak Yayınları

2-Doğu İsyanlarında Bir Türk Subayı / Zühtü Güven

3-Devletin İç Düşmanı Kürtler (Jandarma Genel Komutanlığının Kürt Raporu) / Ruşen Arslan

4-Kürt Raporu / Celal Bayar 1959

5-Kürt Dosyası / Uğur Mumcu

6-Hamidiye Alayları / Osmanlı Arşivi

RÖPORTAJLAR;

Abdullah Çoktin, Gurci Selçuk, İsa Şen, Mahmut Alar, Mahmut Kotan, Mecit Hun, Mehmet Yiğit, Mele Şevket Aktaş, Şeyh Hasan Taysun – Iğdır Sevdası / Mücahit Özden Hun

İLİGİLİ YAYINLAR

1-Nerinek Li Diroka Kurdistane / Zeki Bozarslan

2-Hamidiye Alayları,Ağrı Kürt Direnişi ve Zilan Katliamı / Kemal Süphandağ

3-Serhıldana Çiyayê Agriyê / Yılmaz Çamlıbel

4-Tıshk Tv / Maku Di Dîrokê de 4

5-Tıshk Tv / Maku Di Dîrokê de 5

6-Ağrı Dağı Isyanı / İ. Nuri Paşa

7-Kürt Tarihi Dergisi , Sayı;22 / MemMed

Değerli dostlar ve sevgili Kürdistan gençliği esasen 12 bölümden oluşan bu yazı dizisini şimdilik dördüncü bölümünde noktalarken amacım ne ailemizi met etmek ne de aşiretimizin reklamını yapmak değildi. Yazdıklarımın tamamı Kürd ulusal mücadelesine mal olmuş ve de arşivlerde yerini almış olaylardır ömür vefa ederse ileriki zamanlarda kalanını da dostlarımla paylaşacağım.

Saygılarımla.

19.09.2020 / İstanbul