Osmanlı bakiyesi T.C. Devleti, kurulduğundan günümüze kadar hemen hemen hiçbir dönemde olağan demokratik koşullarda yönetilmemiştir. Zira kuruluş felsefesi Türkçülük ve Turancılık üzerine inşa edilmiş olan T.C Devleti, Anadolu ve Mezopotamya topraklarında binlerce yıldır yaşamakta olan Türkler dışındaki tüm diğer halkların var olan haklarının gaspını hedeflemiş ve yine bu halkların kimliklerinin reddi, inkârı ve imhasını öngörmüştür.

Bu anlamda temel felsefesi tekçiliğe, inkâra ve zulme dayalı bu ülkede yönetim farklı siyasi partiler ve farklı iktidarlar tarafından icra edilmiş olsa bile tek millet egemenliği esasından asla vazgeçilmemiştir. Böylece var olan diğer halkların temel hakları görmezden gelinerek aynı kaderi paylaşmış olan diğer milletlerle barış içerisinde, bir arada, demokratik ve huzur ortamında yaşamalarına olanak tanınmamıştır.

Tarihi, zulme uğramış milletlerin isyanları ve direnişleriyle dolu olan T.C Devleti uyguladığı çağ dışı, ırkçı, şoven anlayışla ülkede yaşayan farklı toplum kesimleri ve farklı aidiyete mensup halkların bir birine düşman olmalarına sebep olurken yine farklı dönemlerdeki isyan ve direnişlerin çökertilmesi için de birçok darbe, ihtilal, sıkıyönetim ve benzeri zorba metotlar ile gelişen halk muhalefetini bastırma ve sindirme yöntemlerini uygulamıştır.

Mevcut T.C Devlet yapısının geçmişini böylece özetledikten sonra son 1 hafta içerisinde ırkçılığıyla bilinen bir partinin erken seçim önerisine Erdoğan başkanlığındaki AKP’nin neden balıklama atlayarak 24 Haziran tarihini baskın seçim günü olarak belirlediğine detaylı bakmak gerekiyor. Aslında alınan baskın seçim kararı Kürdlere yönelik zorba ve yanlış siyasetin sonucunda ortaya çıkmıştır. AKP’nin, kuruluşundan itibaren Türkiye’ de yaşanan tüm kriz ve sıkıntıların Kürd sorunuyla ilgili olduğunu dillendirmesi ve Kürd sorununun çözümüne yönelik büyük vaatlerde bulunması Türkiye’ de yaşamakta olan yaklaşık 25 milyon Kürd insanında ve Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen çevrelerde büyük umutların yeşermesine neden olurken aynı zamanda AKP’nin büyümesinde de anlamlı bir rol oynamıştır.

Ancak gerek PKK hareketinin şiddet esaslı yanlış politikaları gerekse FETÖ’cü çevrelerin iktidarı ele geçirme gayretleri AKP’ de büyük bir panik hali yaratmıştır. İktidarın var olan avantajlarını elinden kaçırmak istemeyen AKP’liler bu panik haliyle hızla eski ırkçı, şoven fabrika ayarlarına dönerek MHP ve benzeri gerici çevrelerle ilişkiye geçmek suretiyle önce Ergenekoncu çevrelerle uzlaşma yolunu seçmiş ve hemen ardından da Kürd Ulusal Demokratik Mücadelesine yönelerek Kürdlere vaat edilen demokratik açılımlardan vaz geçmiştir.

AKP-MHP ortaklaşması giderek büyük bir ırkçı, şoven dalganın Türkiye sathında yaygınlaşmasına ve adeta Kürd düşmanlığının tavan yapmasına sebep olmuştur. 15 Temmuz darbe girişimini bahane eden iktidar seçilmiş Kürd vekillere ve belediye başkanlarına yönelik emsaline az rastlanacak anti demokratik uygulamalara girişmiştir. AKP-MHP ortaklığı bütün bunlarla da yetinmeyerek Türkiye sınırları dışındaki Kürd coğrafyasındaki Kürdistani kazanımları hedefine koyarak Kerkük provokasyonunda hasmane bir rol üstlenerek Güney Kürdistan bölgesel yönetimini zorlayacak büyük tezgâhların içindeki rolünü oynamıştır. AKP-MHP ortaklığı her geçen gün Kürd düşmanlığı çıtasını giderek yükselterek Rojava’nın göz bebeği ve huzur şehri Efrin’ e yönelik işgal hareketiyle Kürd düşmanlığını zirveye tırmandırmıştır. Bütün bunlara rağmen hızını alamayan AKP-MHP ortaklığı PKK’nin şiddet yanlısı yanlış siyasetini bahane ederek Menbiç dâhil Fırat’ın doğu yakasından Güney Kürdistan içlerine varan bölgeleri büyük bir savaş alanına döndüreceğinin naralarını atmaya başlamıştır.

Ancak dünyayı Türklerden ve Türkiye’ den ibaret sayan bu anlayış ABD, İngiltere ve Fransa’nın ortaklaşarak Suriye’ ye operasyon yapmasıyla adeta büyük bir şok yaşamış ve dünyanın Türklerden ve Türkiye’ den ibaret olmadığının mesajını alan Türkiye’ yi yönetenler çok kısa zamanda en üst perdeden kullandıkları saldırgan dili ve buna bağlı demeçleri terk etmek zorunda kalmışlardır. Her ne kadar operasyon Suriye’ ye yönelik yapılmış ise de koalisyon güçleri tarafından verilen mesaj saldırgan Türkiye yönetimine yönelik olmuştur.

Geldiğimiz noktada baskın seçim kararı alan AKP-MHP ortaklığının ırkçı, şoven siyaseti üst perdeden atılan slogan ve söylemlerin altında kalarak adeta ezilmiştir. Uyguladıkları bu yanlış siyasetin Türkiye’ de yarattığı bir takım tahribatları onarmak, kendilerini aşan uluslararası sorun ve sıkıntıları bir nebze azaltmak, özellikle de ülkedeki savaş ekonomisine dayalı çöküntüyü kitlelerin gözünden kaçırmak ve gündemi değiştirmek üzere baskın seçim yapmaya mecbur kalmışlardır.

Sonuç olarak baskı ve zulüm altında tutulan başta Kürdler olmak üzere tüm demokrasi yanlısı çevreler, kararı alınmış olan baskın seçim meydanlarını ırkçı, şoven parlamento dâhil olmak üzere hiç bir zaman etkili olmayacak birkaç mebus seçimi için değil Kürd halkına yönelik düşmanca politikaları ve mazlum Kürd Halkına yönelik insanlık dışı uygulamaları teşhir etmek adına ve Kürdlerin birliğini hedefleyen milli bir siyasetin hayat bulabileceği bir arenaya dönüştürmek için kullanmaları gerekmektedir.

Unutulmasın ki bu baskın seçim döneminde Kürdlerin birliğini hedefleyen ulusal bilincin Kürd Halkına benimsetilmesi önümüzdeki dönemlerde yapılacak yerel seçimlerde Kürdlerin kendi coğrafyasında gerçek anlamda iktidar olmasına zemin yaratacaktır.

Yine unutulmasın ki Kürd sorununun Ankara’ da değil Kürdistan topraklarında yaratılacak Kürdler arası birlik ve kardeşlik sinerjisi sayesinde çözüme ulaşacaktır.

          Saygılarımla

         24/04/2018 İST

***

Kürdlerde acı, elem, ağıt; komşuda cümbüş, eğlence

Türkiye Devletini yönetmekte olan kesimlerin kendi ülkelerinin bekalarını düşünmeleri, muhtemel düşman saldırılarına karşı güvenlik tedbirleri almaları, ekonomik olarak halkın huzurunu sağlamaları ve onurlarına sahip çıkmaları ne kadar doğal ve kaçınılmaz ise coğrafyamızdaki mazlum Kürd Halkının da kendi ecdadına ait işgal altında tutulmakta olan topraklarda meşru bir direnişi örgütleyerek özgürlük mücadelesi vermeleri de bir o kadar meşru ve doğal bir hak olarak görülmelidir.

Elbette ki tercih edilen, dünyadaki tüm mazlum halkların bulundukları topraklarda bağımsız devlet sahibi olarak özgür yaşamalarıdır. Ancak unutulmaması gereken durum devleti olmayan milletlerin onursuz olmadıkları gerçeğidir. Şayet onursuzluktan bahsedilecekse ve utanılması gereken bir durum var ise o da başka milletlere ait toprakları her türden zorbalık sonucu işgal altında tutmaktır. Ayrıca güç ve kudret sahibi olmak ille de haklı olmak anlamına gelmeyeceği gibi zayıf veya güçsüz olmak da haksız olmanın göstergesi olarak düşünülemez.

Bu anlamda Türkiye’de ihtiyaç duyulduğunda Kürdler için bin yılık kardeşlikten dem vuranlar “kız aldık, kız verdik” “et ve tırnak gibi olduk” hikâyelerini okuyanların Kerkük ve Efrin’ deki son gelişmelerden sonra elli milyon Kürd Halkının onurunu kıracak, vicdanını incitecek söylem ve eylemleri ortaya koyarak Kürd Halkını rencide etmeye hiçbir şekilde hakları olmayacağı gibi uzun vadede bu davranışlarından hayır da görmeyecekleri gün gibi ortadadır.

Kimler hangi gücün sahibi veya hangi avantajların sahibi olurlarsa olsunlar Ortadoğu’nun tartışılmaz bir gerçeği olan elli milyon Kürd Halkını hiç bir koşulda yok sayamayacaklardır. Ayrıca savaş, karşı kesimlerin farklı zamanlarda farklı avantajları kullanarak birbirine üstünlük sağladığı bir mücadele biçimidir. Bu günün galiplerinin yarının mağlupları olmayacağının da hiçbir garantisi yoktur. Bu anlamda bu günlerde orantısız bir güç kullanarak, Kürdistan’ın farklı parçalarına saldırarak, Kürd Halkını yeniden kendi topraklarında mülteci ederek mağdur duruma düşürenlerin yarın bu halkın yeni nesil gençlerine hesap verme durumunda kalmak gibi kaçınılmaz bir duruma tekabül edeceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Ayrıca bilinmelidir ki bugün devlet sahibi olmayan Kürdler her şeye rağmen bu coğrafyanın en eski, en cesur ve en barışçıl milleti olarak üzerinde yaşadıkları toprakların gerçek sahipleridirler.

Kürd Gençlerinin ölümlerini her gün parmakla sayarak rakam belirtenlerin yarınki günlerde yeni nesil Kürdlerin yüzüne bakabilecek durumları olmayacaktır. Hele hele Kürd analarının acı çekip ağıt yaktığı bu günlerde suni sınırların diğer yakasında birkaç kendini bilmez sanatçı müsveddesiyle cümbüş kurup eğlence düzenlemek ne komşuluk hukukuna ne de insanlığın evrensel ölçülerine sığmayacak bir davranış tarzıdır.

Bu anlamda bir derin devlet projesi olan PKK/PYD gibi örgütlerin yanlışları üzerinden elli milyonluk masum Kürd Halkına yüklenmek hiçbir aklıselimle tarif edilemeyeceği gibi insanlık hukuku ve vicdanıyla da izah edilemeyecek ağır bir insanlık suçudur.

Kürd Ulusal Mücadelesi Kürd milletinin nur kavgasıdır. Bu kutsal ve insani hak mücadelesi “Ben Şengal’e karşı Şemdinli’yi alırım” diyen ve Kürd olmakla uzaktan yakından ilgisi olmayan Duran Kalkan’ların veya devletsiz, hükümetsiz, kocasız ve karısız bir yaşamı Kürdlere reva gören Mustafa Karasu’ların işi değildir. Kürdler ecdadına ait topraklarda işgalcilere karşı meşru ve haklı olan özgür ve bağımsız bir yaşamı hedefleyen onurlu bir mücadeleyi şiar edinmelidirler. Kürdler böylesi bir mücadeleyi hedeflerken komşularıyla birbirlerinin hukukuna saygılı olmayı da öncelikli olarak iyi komşuluk temelinde görmektedirler. Zaten bu temelde bir anlayış ve mücadele Ortadoğu coğrafyasında huzur ve barışın teminatı olarak tarihsel işlevini de yerine getirecektir.

Saygılarımla

07/04/2018 İST.