Bundan yaklaşık yüz yıl önce o dönemin egemen devletlerinin de yardımıyla Kürdistan topraklarını kendi aralarında paylaşarak işgal eden Türkler, Araplar ve Acemler, sadece Kürdlerin üzerinde binlerce yıl yaşadıkları toprakları gasp etmekle kalmadılar aynı zaman da Kürd halkının canına, malına, diline, kültürüne ve inançlarına yönelik yüzlerce insanlık dışı katliam, sürgün, asimilasyon gibi operasyonlarını günümüze kadar sürdürmektedirler.

Bölgemizin kadim toplumlarından olan Kürd halkının var olan bütün değerlerine saldırıp talan eden bu işgalciler adeta kendi varlıklarını Kürdlerin inkârı ve yok edilmesi üzerine kurgulamış olan ırkçı faşist anlayışlarını kurdukları devletlerin temel felsefesi haline dönüştürerek günümüze kadar sürdürmektedirler.

Bunca sömürgeci faşist ve zorba uygulamalar karşısında namuslu ve duyarlı yurt sever Kürdler elbette ki eli kolu bağlı ve kayıtsız kalmadılar. Atalarının topraklarını işgal eden ve Kürdlere her türlü zulmü uygulayanlara karşı bulabildikleri her fırsatta başkaldırıp isyan ederek kendi halkını ve Kürdistan’ı özgürleştirmek için direndiler, savaştılar, vuruldular ama her seferin de yeniden ayağa kalkarak mücadeleyi günümüze kadar nesilden nesile aktardılar.

Bahsi geçen bu olaylar bütün dünya insanlığının gözlerinin önünde cereyan etti. Sömürgeciler içimizdeki hainleri devreye soktular buda yetmedi aramıza ajanlar, provokatörler sızdırdılar. Yeni yeni ve sinsi oyunlar tezgâhlayarak bir takım katliamlar, sürgünler ve mahpusluklarla halkımızın mücadelesini durdurmaya çalıştılar. Tanklarını, toplarını, uçaklarını halkımızın üzerine sürdüler. Fidan gençlerimizi ve civan kızlarımızı katlettiler. Bunlar da yetmedi, Duran Kalkan’ları, Mustafa Karasu’ları ve Levent Tüzel’leri bu kutlu mücadelenin liderleriymiş gibi gösterip Kürdlere lanse ettiler.

Ayrıca sahte İslamcılarla din kardeşliği safsatasıyla Kürdlerin milli duygularını bastırmaya çalıştılar. Kürdleri Türkiyelileştirmek, İranlılaştırmak için sözde kardeşlik yalanlarıyla oyalayıp kandırmaya çalıştılar. Bu konuda sömürgecilerin çokta başarısız oldukları söylenemez. Ama gelinen noktada artık şapka düştü kel göründü diyebiliriz. Kürdler kendi atalarına ait topraklarda kendi devletlerini kurmak ve insanlık âlemi içerisinde insanca ve onurluca bir yaşamı ısrarla istemektedirler.

Tarihimizde görülecektir ki Kürdlerin oldukça kısıtlı imkânlarıyla başlattıkları bu onur mücadelesi her seferinde dört işgalci devletin ortak hareket etmesi ve egemen devletlerin zulme seyirci kalmasıyla kan ve şiddetle bastırılmıştır. Kürdlere dayatılan bu kölelik ve zulme karşılık NATO ve CENTO askeri ve ekonomik örgütlerin de sömürgeci zalimlerin yanında yer aldıklarını bilmekteyiz. Ancak geldiğimiz bu aşamada dünya değişmekte ve küresel güçler ile Kürdistan’ı sömürgeleştiren ülkelerin çıkarları artık önemli çelişki ve çekişmelere sahne olmaktadır. Dolaysıyla bundan yüz yıl önce Kürdistan topraklarını işgal eden Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki ırkçı ve gerici devletler ile dünyaya hükmeden ABD, Rusya, İngiltere Vb. gibi devletlerin arasında önemli çelişki ve çıkar hesaplarının yapıldığını bilmekteyiz.

İşte bu çıkar, çelişki ve çekişmeler yaklaşık elli milyon nüfusa sahip ve aynı zaman da dinamik bir yapıya dönüşmüş ve özgürlük özlemi çeken Kürd halkına önemli fırsatlar sunmaktadır. Dün Kürdistan’ı dört işgalci devlete peşkeş çekenler artık orta doğudaki yeni durum karşısında çıkarları uğruna Kürd’lerle müttefik olmanın hesaplarını yapmaktadırlar.

Peki, eksik olan nedir ve Kürdler ne yapmalıdır?

Bu temel sorunun tartışmasız cevabı elbette ki Kürdlerin birliği ve geliştirecekleri sağlıklı uluslararası ilişkilerdir. Bu anlamda Kürdlerin Kürdistan’ı yüz yılardır işgal altında tutan Arap, Türk ve Acem sözde solcuları ve yine sözde ümmetçilerine mümkün olabildiğince uzak durarak kendi kutsal davaları uğruna mutlaka ama mutlaka ulusal birliklerini büyük bir sorumluluk ve sabırla örgütlemelidirler. Kürdlerin kendi içinde geliştireceği ulusal demokratik birlik ve omurgalı bir siyaset tarzı uluslararası arenada büyük bir sempati ve yankı uyandıracak ve orta doğu üzerinde hesapları olan devletlerin teveccühüne ve yardımlarına mazhar olacaktır.

Bu anlamda tek ve vazgeçilmez çare Kürdün Kürdü sahiplenmesindedir. Yine bilinmelidir ki barış ve kardeşlik ancak eşitlerin arasında hayat bulabilir. Dünyanın hiçbir yerinde ezen ve ezilenlerin kardeş olduğu görülmemiştir. Kürdler kölelikten kurtulduğu andan itibaren bütün komşularıyla ve diğer dünya insanlarıyla dostluk temelinde ilişki kuracak kadar asil ve erdemli bir millet olduğundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

21.05.2020 İst.

 

* * *

Kürdistan’ın Şehit Kızı Leyla Qasım’ın Anısına

Doğrusunu söylersem Leyla Qasım’la ilgili bu yazımı kaleme alırken inanın ki ellerim titriyor, yüreğim yanıyor ve adeta erkekliğimden utanıyorum. Ancak Kürd halkının özgürlük mücadelesinde onurlu bir yere sahip olan Leyla Qasım’ı onun mücadelesini, sağlam duruşunu ve Kürdistan gençliğinin ufkunu aydınlatan meşalesini anlatmamak bizim açımızdan büyük bir eksiklik olarak görülmektedir.

Leyla Qasım 1952 yılında Güney Kürdistan’ın Xanegin kasabasında yurt sever bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. İlk ve orta eğitimini bu ilçede tamamladıktan sonra Bağdat Üniversitesinin güzel sanatlar bölümünü kazanarak tahsilini Bağdat’ta sürdürür. O yıllarda Kürdler Mela Mustafa Barzani önderliğinde Kürd halkını özgürleştirmek üzere Irak’taki faşist Baas rejimine karşı savaşmaktadırlar. Kürdler bu varlık savaşını büyük imkânsızlıklar içerisinde sürdürülmektedir.

Mazlum Kürd halkının zalimlere yönelik özgürlük savaşı uluslararası destekten yoksundur. İşte tamda bu aşamada Leyla Qasım mazlum Kürd halkının haklı mücadelesini dünya insanlığına duyurmak ve onların bir nebze desteğini almak üzere ilişkiye geçtiği dört erkek arkadaşıyla faşist Irak rejimine ait bir uçağı kaçırmak üzere bir takım planlar yaparlar. Ancak bu beş fedakâr insan eylemlerini pratiğe geçiremeden Irak istihbaratı tarafından yakalanıp zindana atılırlar. Kürsdistan’ın efsane kızı Leyla ve arkadaşları günlerce emsaline az rastlanır işkencelere maruz kalırlar. Bir rivayete göre bu işkenceler esnasında Leyla Qasım’ın gözleri oyulur. Uzun işkencelerden sonra Leyla ve arkadaşları faşist Irak rejimi tarafından düzmece bir iddianame sonucu arkadaşlarıyla birlikte idama mahkûm edilirler. Bu vahşi uygulamanın tarihi 12 Mayıs 1974’dür.

Evet, Kürdlerin Leyla’sı işkencede gözleri oyulurken kendisine yapılan pişman olduğunu söyle teklifine karşılık; işkenceci başı albayın yüzüne tükürerek ve Kürdistan milli marşı olan Ey Ragibi en yüksek sesle okuyarak onlara cevap verir. Ayrıca Leyla Qasım kendisini sorgulayan ve idama mahkûm eden düzmece mahkeme heyetine dönerek ‘’ Biliyorum beni asacaksınız. Ancak bilmelisiniz ki benim ve arkadaşlarımın ölümüyle gaflet uykusunda olan on binlerce Kürd genci uyanacak ve mücadeleyi bizlerin bıraktığı yerden sürdürerek sizin gibi katillerden hesap soracaklardır.’’

Leyla ve arkadaşları bu onurlu yolda büyük şehadetlere ulaştılar. Ancak Irak Baas rejimi daha sonra yıkılarak tarihin çöplüğüne giderken Leyla’nın ülkesi Kürdistan özgürleşip tüm mazlum Kürdlerin sığınıp star oldukları özgür bir ülkeye dönüşmüştür. Böylece Leyla kardeşimiz Qazi Muhammed, Seyit Rıza ve Şeyh Said’in yolundaki özgürlük mücadelesinde şehitler kervanına katılırken bizler onun yaktığı meşaleye inanarak onun kadar cesur, onun kadar kararlı ve yine onun kadar mazlum Kürd halkına âşık olmaya bir kez daha ant içiyoruz.

Kürdlerin Leyla’sı; mekânın cennet olsun Kürdistan’ın büyük şehidi, seni idam sehpasına götürürken sömürgeci faşistlerin dizleri titriyordu. Ama sen idam sehpasına yürürken gözlerini bağlatmayarak yürüdüğün toprağı inletiyordun. Ve düşmanlarına inat büyük bir cesaretle şehitler kervanına katıldın. Mezarında rahat uyuyabilirsin, çünkü senin açtığın bu kutlu yolda şimdi yüzbinlerce Kürd genci yürümektedir. Sana minnettarız Kürdistan’ın Leyla’sı.

Saygılarımla.

13.05.2020 İst.