Son dönemlerde özellikle Türk toplumunda en çok konuşulan konu ve kullanılan sözcük paralel yapı ve derin örgütlenmeler meselesidir. Türkiye toplumunu oldukça derinden sarsan ve büyük haksızlıklara neden olan bu durum toplumda müthiş bir paranoyak ruh halinin oluşmasına neden olurken neredeyse herkesin birbirine büyük bir şüpheyle baktığı, birinin diğerine zarar vermek üzere asılsız ihbar ve ispiyonculukların fazlasıyla prim yaptığı acayip bir ortam yaşanmaktadır.

Böylesine kirli, karanlık ve hiç kimsenin kendisini güvende hissetmediği derin güvensizliklerin yaşandığı bu ortam kendisiyle birlikte yüz binlerce mağdur insan yaratmakta ve konuya Kürdler açısından baktığımız da hak hukuk ve adalet mekanizmalarını adeta işlemez duruma getirmektedir. Bu ve benzeri ortamlar haksızlığa uğramış yığınlarda büyük şaşkınlık ve panik yaratırken toplumda can, mal emniyeti, iş güvencesi, huzur ve güvenin sağlanabilmesi mümkün olmamaktadır.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha da görünür hale gelen bu durum aslında T.C. Devletinin kuruluş felsefesi ve kodlarıyla alakalı olduğu için sebepleri oldukça eskiye dayanmaktadır. Konumuza biraz daha açıklık getirecek olursak bu devletin kuruluş felsefesinde ülkeyi yöneten kurumların varlığının ötesinde (Yasama, yürütme ve Yargı) ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiğine karar veren ayrıca adına paralel ya da derin devlet diyebileceğimiz bir mekanizmanın olduğu gerçeği gözlerden kaçırılmamalıdır. Yani T.C. Devleti kurulduğundan beri aslında gerçek anlamda bu derin güçler eliyle yönetilmektedir.

Derin devletin ya da paralel devletin nasıl işlediğine baktığımızda tarihte insanların hafızasından silinmeyecek yüzlerce karanlık kalmış hadiseyi görebiliriz. Mustafa Suphi ve arkadaşlarını Karadeniz’de kimler sulara gömdüyse Dersim, Ağrı, Zilan, Maraş, Roboski katliamlarını da aynı güçler hayata geçirmişlerdir. Van Özalp’ta ki 33 kurşunun sahipleri kimse, Bingöl’de ki 33 silahsız askerin katilleri de onlardır.

Yakın tarihimize gelecek olursak her 10 yılda bir darbe yaparak kendisine bahane yaratan ve bu bahanelere dayanarak Kürdistan’da ki sömürgeci faşist uygulamalarının dozunu arttırarak Kürd ulusal mücadelesini engelleyen kimlerse Mendereslerin, Deniz Gezmiş’lerin ve on binlerce Kürd gencini hunharca katledenler aynı katiller ve aynı komitacılardır. Bu anlamda paralel yapılanma ve derin örgütlenmeler T.C. Devletinin bekası için organize edilmiş ve sürekli tetikte bekleyen derin devlet güçleridir.

Seksen milyon nüfuslu bu ülkede hala birileri üniter devlette ısrar edip dağlara taşlara ne mutlu Türküm diyene, Tanrı Türkü korusun ve bir Türk dünyaya bedeldir sloganlarını yazarak diğer milletlerin hak ve hukukunu görmezden geliyorsa bu ülkede derin güçlerin barış ve huzur istemediği rahatlıkla görülecektir. Demokratik parlamenter sistemlerle idare edilen hiçbir ülkede yukarıda bahsettiğimiz rezilliklere asla rastlanmayacaktır. Bütün bu ayrıştırıcı, ötekileştirici ve aşağılayıcı deyimlerin kullanılması bile Türkiye’de derin güçlerin ve paralel yapıların ne kadar güçlü olduğunu göstermesi açısından yeterli kanıtlar olarak görülebilir.

Türkiye ve Türkler cephesinden olayın özeti budur. Ancak biz Kürdler açısından da durum çokta iç açıcı değildir. Eski bir deyimle ‘Körle yatan şaşı kalkar’ misali yıllardır Kürdistan’da siyaset arenasını bloke etmiş olan ve son yıllarda marjinal Türk soluyla sıkı ilişkiler içindeki PKK hareketinde de derin güçlerin epeyce mesafe kat ettiklerini ve ortaya koydukları siyaset tarzıyla Kürd ve Kürdistan davasına büyük darbeler indirdiklerini ve ayrıca hayatın bir çok alanını Kürdlere yaşanmaz hale dönüştürdüklerini üzülerek ve esefle izlemekteyiz.

T.C. Devletinin son 30 yılda ki 17.000 faili belli olanına karşılık PKK hareketinin kendi içinde 12.000 civarında iç infaz yaptığı söylenmektedir. Ayrıca savaş alanlarına sürülen Kürd gençlerinin yüzde kırkının üniversite ve dengi okullardan götürülmüş olması üzerinde fazlaca kafa yorulması gerektiren bir konudur. Diğer taraftan Kürdistan’da ki milli sermayeye yönelik haraç kesme, şantiye basma ve iş yeri kundaklamaları da son derece düşündürücü eylem biçimlerindendir. Neredeyse gelişmiş tüm dünyanın Kürdlerin birliğinden bahsettiği ve Kürd insanlarının da hayalini bile kurmaktan dolayı heyecanlandığı bağımsız Kürdistan mücadelesine ve Kürdlerin devletleşme çabalarına PKK’nin cepheden karşı olması derinliğine sorgulanması gereken önemli bir konudur.

Velhasıl paralel yapı ve derin güçler sadece Türkiye’yi ve Türkleri rahatsız eden bir konu olmamakla beraber bir miktar rant uğruna Kürdistani mücadeleyi de kirletenlere karşı başta siyasal yapılar olmak üzere tüm yurtsever çevrelerin oldukça uyanık ve dirençli olması gerekmektedir.

Saygılarımla.

04/07/17  – İSTANBUL

***

Kemalist sol virüslerin Kürd siyasetindeki rolü

İttihat ve Terakki’den günümüze kadar Türkiye ve Türklerin âli çıkarları adına önemli bir misyonu üstlenmiş olan Kemalist solcular, Bir taraftan kendi devletlerinin bekası adına ülkelerini seküler bir anlayışla batı dünyasına (AB) monte etmeye çalışırlarken, diğer taraftan Türkiye’de yaşamakta olan başta Kürd Halkı olmak üzere tüm halkları ve azınlıkları etnik ve inançsal anlamda muazzam bir asimilasyona tabi tutarak, süreç içerisinde eriterek, yok etme siyasetini sinsice yürüttüklerini bilmekteyiz.

Yaklaşık yüzyıllık bu sinsi ve acımasız siyaset tarzıyla birçok azınlık halkları ve kültürleri yok eden veya ülke dışına kaçmaya mecbur bırakan solcu Kemalistler, en son olarak ta bu alçakça oyunlarını Kürdler ve Aleviler üzerinde uygulamışlardır. Bu süreçlerde Alevilere uyguladıkları sahte laiklik anlayışıyla önemli oranda başarılı olduklarını da görmekteyiz.

Kürd Halkına gelince! Ortak vatanda demokratik bir yaşamı Kürdlere vaat ederek Kürdleri uzun yıllar bu sahte vaatlerle oyalayarak,  T.C. Devletine büyük hizmetler yapan Kemalist solcular Kürdlerin milli bir anlayış çerçevesinde örgütlenmesini de önemli oranda engellemiş oldular. Kürdlere yaklaşık elli yıl kaybettiren bu sinsi anlayış, Kürdlerin 1970’li yılların başından itibaren kendi bağımsız örgütlenmelerini yarattıktan sonrada devletin derin güçlerinden aldıkları talimatlar doğrultusun da ve yine devletin kendilerine sunduğu imkânlarla Kürd ulusal mücadelesinin içine sızdırdıkları profesyonel kadrolarıyla, mücadeleyi rayından saptırma hareketine giriştiler.

Uyguladıkları bu yeni taktikle Kürd ulusal mücadelesini mümkün olabildiğince yozlaştırmaya ve sulandırmaya çalışan bu unsurlar, özellikle Öcalan’ın kurmuş olduğu PKK ve onun legal uzantılarında önemli oranda başarı elde ettiklerini üzülerek belirtmek durumundayız. Özellikle Öcalan’ın Türkiye’ye getirildikten sonra sorgu ve yargılama aşamalarında ortaya koymuş olduğu tutum ve daha sonra Kürdistani anlayışı dışlayan yeni paradigması, Kemalist solun PKK hareketine ve onun legal uzantılarına sızmasını oldukça kolaylaştırmış, hatta bahsi geçen örgütlerin tepe noktaları adeta Kemalistler tarafından ele geçirilmiştir.

Kürdlerin büyük bedeller ödemelerine ve ağır kayıplar vermesine sebep olan bu süreç, Kemalistlerin lehine işlerken Kürd cephesinde büyük yıkımlara ve mağduriyetlere sebep olmuştur. Tabanının ve bedel ödeyenlerin yüzde doksanı Kürd olmasına rağmen, yönetim kadroları Türk veya Alevi unsurların denetimine geçerek anti Kürdistani bir pozisyona bürünmüştür. Bütün bu gelişmelerin derin devlet destekli Kemalist solcuların marifetiyle ortaya çıkmış olduğu su götürmez bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır.

Bahsi geçen yapılarda sevk ve idare kadrosuna yerleşmiş olan Duran KALKAN, Mustafa KARASU, Sırrı Süreyya ÖNDER, Ertuğrul KÜRKÇÜ vb. kadroların uyguladıkları siyaset tarzı böylece on binlerce Kürd evladının şehadetine ve milyonlarca Kürd insanının mağduriyetine sebep olurken, aynı kişilerin Kürdistani girişim ve kazanımlarına yönelik düşmanca tutum ve demeçleri Kürdler tarafından büyük bir titizlikle incelenmesi gereken konulardır.

Kemalist solcular ile ılımlı İslam arasında ki ülkeyi yönetme iddia ve rekabetinden başkaca bir anlamı olmayan ve ayrıca Kürdleri fazlaca ilgilendirmeyen olaylarda, Kemalist solcuların her seferinde Kürdleri provoke ederek tetikçi olarak kullanılmaları da üzerinde titizlikle durulması gereken konulardır. Cumhuriyet mitingleriyle başlatılıp gezi. hendek ve barikat eylemleriyle Kürdlere büyük maliyetler çıkaran bu sözde devrimci muhalefetin Kürd davasıyla hiçbir alakası olmadığı gibi mağduriyetlerin ve ağır faturaların Kürdlere çıkarıldığı provokatif eylemler olduğu da asla akıllardan çıkarılmamalıdır.

Geldiğimiz noktada sözde adalet yürüyüşü olarak başlatılan ve başını Kemalist Alevi bir Kürdün çektiği eyleminde Kürdlerle ve Kürdlerin talepleriyle hiçbir alakası yoktur. Ancak istenilen gündemi yaratamayan ve halkta karşılık bulmayan bu sözde adalet yürüyüşünde yine Apo’cu partilerin içerisine sızmış Kemalist unsurlar vasıtasıyla Kürdler bir araç olarak kullanılmak istenmekte ve bu tezgâhta Kürdlere yeni faturalar çıkarmak üzere Kandil ve HDP içerisinde ki solcular vasıtasıyla mazlum Kürd Halkına emir ve talimatlar yağdırılmaktadır. Ayrıca unutulmasın ki Kılıçdaroğlu’nun başlatmış olduğu bu sözde adalet yürüyüşünün Güney Kürdistan’da ki bağımsızlık referandumunun yapılacağı bir sürece denk getirilmesi tamamıyla Kürdlerin enerjisini ve dikkatlerini başka yönlere çekmeye yönelik bir sahte gündem yaratma çabasından başka bir şey değildir.

Kürdistan’ın bir baştan bir başa viraneye çevrildiği onlarca Kürd evladının yıkıntılar altında kömür haline dönüştürüldüğü günlerde, kılını bile kıpırdatmayan Kemalist CHP’lilerin, bugün Kürd Halkının fertlerine çağrı yaparak demokrasi ve insan hakları havarisi kesilmesi sahtekârlıktan başka bir anlam taşımamaktadır. Geldiğimiz bu aşamada Kürd siyasi çevreleri Kemalist solcuların geçmiş tutum ve pratiklerinden önemli dersler çıkararak bu solcu virüslerle ilgili tarihi bir karar almalı bahsi geçen virüslerden kurtulabilmek için mutlaka ama mutlaka sağlıklı bir duruş ortaya koymalıdırlar.

Kürdler eğer yeniden bir bedel ödeyeceklerse bu mutlaka bağımsız bir Kürdistan ve özgürlüğüne susamış Kürd Halkı için olmalıdır.

Saygılarımla.

27/06/2017 – İSTANBUL