Türkiye’de hemen her seçim öncesi siyasi partiler ya var olan partileri iktidardan düşürmek ya da kendi partilerini iktidara taşımak üzere Kürd sorununu çözeceğim iddiasını ortaya atarak oldukça şeytani ve hareketli bir tartışmayı başlatmaktadırlar. Sistem partileri ve onların yönetici kadrolarının Kürdleri kandırmaya yönelik böylesine sinsi taktikler kullanmaları çok da yadırganacak bir durum değildir.

Sebebine gelince Türkiye’de çok partili döneme geçildiğinden günümüze kadar Kürd seçmenlerinin oyları belirleyici bir rol oynamaktadır. Geçmişte görüldüğü gibi Menderes, Demirel, Ecevit, Özal ve en son Erdoğan Kürd seçmenlerinin desteğini alarak iktidar olabildiler.

Biraz daha gerilere gidersek Mustafa Kemal Sivas ve Erzurum Kongrelerinde Kürdlerin büyük desteğini almasaydı ne Kurtuluş Savaşı’nda başarı sağlayabilir ne de bugünkü TC Devleti kurulabilirdi. Meseleye bu çerçeveden bakacak olursak Kürdlerin hem TC Devleti’nin kuruluşundaki hem de iktidarların değişimindeki belirleyici rolünün hiç kimsenin inkâr etmesi veya görmezlikten gelmesi mümkün değildir.

Peki, sonuç: Sonuç bellidir. Kürdler Tüm olaylarda ve süreçlerde kandırılan, kullanılan ve her seferinde kahpece hançerlenen taraf olmuşlardır. Ne yazık ki Kürdlerin iyi niyeti, samimiyeti ve büyük bedellere rağmen yaptıkları fedakârlıkları İttihat ve Terakkici ırkçı şoven anlayışlar tarafından büyük ihanet ve zulümle karşılaşmıştır. Günümüze gelirsek Türkiye’de birçok iktidarların değişmesine rağmen değişmeyen ve Kürdleri Lozandan günümüze kadar köle durumuna düşüren anlayış ırkçı şoven ve temelleri İttihat ve Terakkici zihniyetle birlikte atılmış Tekçi, Türkçü devlet anlayışıdır. Bu uğursuz anlayışın günümüzdeki en fanatik temsilcileri ise CHP ve diğer Kemalist Türk Sol Hareketleridir.

Şimdi sormak istiyoruz: Kılıçdaroğlu’nun bir seçim arifesinde oraya attığı Kürd sorununu çözeceğim iddiası ne kadar inandırıcı ve samimi olacaktır?

Kılıçdaroğlu CHP’si Kürdleri Lozanda statüsüz bırakan cumhuriyetin kurucu değerlerini inkâr veya red mi etmektedir?

Kılıçdaroğlu bugünkü AKP – MHP iktidarının güney ya da Güneybatı Kürdistan’a yönelik işgal ve ilhak operasyonlarına karşı mı çıkmaktadır?

Kılıçdaroğlu mevcut Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez bu maddelerini tanımıyor ya da bunlara karşı mı çıkmaktadır?

Kılıçdaroğlu Türkiye’nin maarif sisteminde Kürd dilinde eğitim ve öğretimin yapılmasını mı talep etmektedir?

Kılıçdaroğlu Şex Sait, Ağrı, Zilan, Dersim, Sasom katliamlarını yapan zihniyeti lanetleyip Kürdlere bu vahşet ve idamları yapanları mı sorgulamaktadır?

Elbette ki Kılıçdaroğlu ve onun partisi bunların hiçbirisini ne yapmak istiyor ne de dillendirmektedir. Peki, Kılıçdaroğlu ne yapmaya çalışıyor? Yapmak istediği şeyin TC Devleti’ni yirmi yıldır beceriksiz hoyratça yöneten ve mevcut sistemi sıkıntıya sokan Ak Parti iktidarını düşürerek Türkiye’yi Kemalist kadrolara teslim edip ülkenin içerde ve uluslararası arenada sıkışmış olan durumunu kurtarmak ve TC Devleti’ni daha itibarlı ve iddialı bir konuma taşımak istemekte ayrıca da hayranı olduğu Kemalizme ne kadar bağlı birisi olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır.

Peki, bütün bunlar Kürdler açısından ne anlama geliyor ve sonuçları ne olacaktır?

Kılıçdaroğlu ve diğer Kemalist solculara ait bu sinsi projenin Kürdler açısından sonuçlarını bilmek için kâhin olmaya gerek yok?

Hedeflenen Güçlü devlet, Güçlü ordu, Güçlü bürokrasi ve Güçlü hariciyedir?

Ya sonuç, Sonucu da artık Yüzyıldır kazık yemeye alışmış Kürdler düşünsün?

Gelelim Kürd sorununda devletin muhatabı kimler olmalıdır?

Bu soruya bizim vereceğimiz en somut cevap elbette ki zulme uğramış 25 milyon Kürd halkının tamamıdır. Sebebine gelince bu ceberut devlet kime zulmetmiş, kimleri mağdur ve perişan duruma düşürmüşse onların tamamı muhataptırlar. Dolayısıyla bütün Kürdler geçmişte yaşananların ve çekilen acıların hesabını sormak üzere muhatap alınmalıdır. Çünkü devlet dediğimiz Fırat’ın kenarında kaybolan koyundan sorumludur. Tıpkı Kürdlere önderlik yapan Kürd ağa, bey, şex ve Mirlerin kendi aşiretinden ve halkından sorumlu oldukları gibi.

Üstelik bu söz biz Kürdlere de ait değildir. TC Devletini otuz yıl başbakan ve cumhurbaşkanı koltuğundan yöneten ırkçılığıyla ünlü Süleyman Demirel’e aittir. Ayrıca bir iddiayı da düzelterek konuyu açıklığa kavuşturalım. Bu ülkede bazılarının iddia ettiği gibi Kürd sorunu 30 – 40 yıllık PKK ve Apo’nun yarattığı terör sorunu değildir. Bunun tam aksine yüzyıllık kangrenleşmiş ve hakları gasp edilmiş bir millet sorunudur. Ayrıca tarafları da bellidir. Taraflar altı bin yıllık kadim Kürd halkını haritadan silmek isteyen ceberut devlet anlayışı ve bu kahredici zulüm pratiğine karşı direnen ve özgürlük mücadelesi veren Kürd halkıdır. Bu anlamda zulüm ve inkâr nerede başlamışsa tarih de orasıdır.

Kürd halkına yönelik zulüm, inkâr ve sürgünler İttihat Terakkiyle başlamış TC Devletinin kuruluşuyla katmerleşerek günümüze kadar ulaşmıştır. Buna ortalama 100 – 150 yıl diyebiliriz. Dolayısıyla bugün kimler kendi ataları olan Cemal, Talat ve Enverleri sıkılmadan sahiplenip savunuyorlarsa Kürdlerin de Şex Sait, Seyit Rıza, İhsan Nuri, Mela Mustafa Barzani’yi ve darağacında sallandırılan önderlerini o kadar savunma hakkı vardır. Sonuç olarak dedeleri asılmış, babaları katledilmiş ve sürgünlere gönderilmiş olan her acı çeken Kürd evladının sorunun çözümünde masaya oturma hakkı vardır.

Türkler de Çanakkale’de Dumlupınar’da, Sakarya’da mücadele etmiş olanların evlatları ve torunları kendi atalarıyla nasıl övünüp gurur duyuyorlarsa Kürdler de Ağrı’da, Zilan’da, Koçgiri’de, Sasom’da kendi halkının özgürlüğü için ebediyete intikal etmiş atalarıyla bir o kadar gururlanma hakkına sahip olmalıdırlar.

Peki, ya Kürd parti veya siyasetçileri muhatap mıdırlar? Elbette ki onlar da muhataptırlar ve tarihsel rollerini büyük bir cesaret, bilgi ve birikimleriyle yerine getirmelidirler. Çünkü onlar Kürd halkının yetiştirdiği ve umutla baktığı aynı zamanda büyük bedeller ödemiş evlatlarıdırlar.

Sonuç olarak bu coğrafyada kalıcı bir barış ve huzur tesis edilmek isteniyorsa tarafların uluslararası gözlemcilerin de bulunduğu yani garantörü, garantisi ve belgesi olan koşullarda ve tarafların birbirine saygılı olmak kaydıyla görüşüp müzakere etmeleri en akılcı yoldur. Aksi durum hiç kimseye bir şey kazandırmayacağı gibi bu uğursuzluk ve haksızlık ilani haye devam edecektir.

Saygılarımla

26.09.2021 İST

***

Erdoğan’ın İktidar Zehirlenmesi Ve Kürd Sol Hareketleri

Sosyalist sistemin çöküşü ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra iki kutuplu dünyanın giderek özelliğini kaybetmesi, bir taraftan ABD ve diğer kapitalist ülkelerin elini güçlendirirken diğer taraftan ortaya çıkan boşlukları değerlendirmek isteyen ve bulundukları coğrafyada ekonomik ve askeri bir güce sahip orta ölçekli bazı devletler ise bu ortamı kendi devlet ve ulusal çıkarlarını önceleyen ve giderek ırkçı bir siyaset geliştirip kendi emellerine hayata geçirmeye başladılar.

Böylesine siyasi, askeri ve stratejik tutum geliştiren ve alışılmışın dışına çıkmış devletlerden örnek verecek olursak bunların başlıcalarını Çin, Hindistan, Türkiye ve İran olarak sayabiliriz. Bahsi geçen bu devletler bir taraftan otoriter, baskıcı, ırkçı, mezhepçi ve anti demokratik uygulamalarla kendi ülkelerindeki muhalif kesimler üzerinde büyük zorbalıklar kurarlarken diğer taraftan muazzam bir silahlanmaya yönelerek kendi etki alanlarını geliştirmek üzere komşu devletler ve milletlere yönelik daha istilacı ve agresif politikalar geliştirip giderek saldırgan bir tutum içerisine girmişlerdir.

Bunların en somut ve çarpıcı örnekleri Çin’in rejim muhaliflerine ve Uygurlara, Hindistan’ın Pakistan ve Keşmir’e, Türkiye’nin Balkanlar’a, Kafkaslara, Ermenistan’a, Libya’ya, içeride ve dışarıda Kürdistanlılara, İran’ın ise Irak’a, Suriye’ye, Lübnan’a, Yemen’e ve yine bir bütün olarak Kürdistanlılara yönelik operasyonel ve işgalci davranışlarıyla görmekteyiz.

Bu genel değerlendirmeden sonra asıl konumuz olan Türkiye’ye bakalım.

Türkiye’de mevcut iktidarın son 8 – 10 yılda ortaya koyduğu siyaset tarzına baktığımızda kuruluş yıllarında ve iktidara henüz yürüdüğü dönemlerde bir kısım Kürd Liberal ve muhafazakârları tarafından desteklenmiş olan AKP ve Erdoğan’ın son yıllarda ciddi bir iktidar zehirlenmesi yaşadıklarını ve buna bağlı olarak da başta Kürd halkı olmak üzere Türkiye’deki demokrasi ve barış yanlısı çevrelere büyük zulüm ve haksızlıkların yapıldığını rahatlıkla görebiliriz. Özellikle sözde açılım dönemlerinden sonra Erdoğan ve yeni ortaklarının ortaya koydukları ırkçı, şoven ve baskıcı siyaset tarzı AKP iktidarına Kerhen destek veren Kürdler ve liberal demokrat çevrelerde büyük rahatsızlıklar yaratırken ve yine bu iktidarın Güney ve Güneybatı Kürdistan topraklarında PKK ile mücadele bahanesiyle izlediği operasyonel, istilacı ve imhacı hareketleri ve özellikle de Kerkük işgalinde ve ihanetinde oynamış oldukları sinsi ve hasmane rolden dolayı bir bütünen Kürdler arasında mevcut iktidara karşı yoğun tepkilere sebep olmuştur.

Erdoğan’ın her sıkışık dönemde Kürdleri birinci sınıf yurttaşlar ve kardeşlerimiz olarak tanımlamasına rağmen Kürdlerin atalarına ait topraklardaki özgürlük mücadelesine engel olmaya yönelik ortaya koyduğu pratiğiyle yine Kürdlerde büyük rahatsızlıklara sebep olmuştur. Ayrıca Kürdler arasında AKP’ye ve Erdoğan’a olan güven de giderek azalmaktadır. Dolayısıyla Erdoğan ve yeni ortaklarının binlerce yıldır zaman zaman iç içe ve esasen genelde komşu oldukları Kürd halkının üzerinde bu denli düşmanca ve nefret dolu siyaset yürütmesi bir taraftan Erdoğan ve partisine yönelik güveni ortadan kaldırırken diğer taraftan Türkiye’de yaşayan halklar arasındaki çelişkileri de derinleştirmekten başka da bir işe yaramamıştır.

Mevcut AKP iktidarı ve ortaklarının özellikle son yıllarda FETÖ ve PKK bahanesiyle yürüttükleri ve genelde Kürdlere ve Türkiye’deki demokrasi güçlerine yönelik baskıcı ve anti demokratik siyaset tarzında Bahçeli, Perinçek ve sicilleri hayli şaibeli Kemalist generallerin büyük rol oynadıkları bilinmektedir. Buna rağmen Kürd sorunu ve demokratikleşme sorunlarını barışçıl diyalog yoluyla çözülmesini isteyen ve şiddeti reddeden Kürd aklıselim çevrelerin çabalarına rağmen Erdoğan ve ortaklarının Kürd meselesinde PKK – HDP’yi ısrarla muhatap görmesi ya da göstermesi oldukça manidar bir tutumdur.

Oysa geçmişten günümüze T.C. devletine ait tüm arşiv ve bilgileri elinde tutan Erdoğan’ın ne PKK hareketinin Kürd sorununun çözümünde samimi olmadıklarını ne de FETÖ’cü çevrelerin gerçek Müslümanların rahatsızlıklarında samimi bir çözüm adresi olmadıklarının bilmiyor olması mümkün değildir. Ülke insanlarının başına bela olmuş her iki yapının da ülkemizde milyonlarca insanın mağduriyetine sebep olmuştur ve iradeleri kendi ellerinde olmayan bu yapılardan dolayı Kürd ve Türk halklarının büyük haksızlıklara muhatap kılınması siyasi faydacılık anlamına gelmiyorsa o zaman normal insanların aklında devlet yönetme yetersizliğinden başka türlü bir izah da bulunamaz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kardeşim dediği Kürd halkının meşru ve haklı taleplerini ve ayrıca demokrasi güçlerinin özgürlük isteklerine bu denli mesafeli dururken Balkanlarda Boşnaklara, Kafkaslarda Azerilere, Güney sınırlarında Cihatçılara ülke imkanlarını sınırsızca kullandırırken mazlum Kürd halkına bu nefret yaklaşımını nasıl izah edecektir ve ayrıca unutulmasın ki Boşnaklara, Azerilere, Cihatçılara yapılan desteklerde Kürdlerin ve demokrasi güçlerinin kanı, alın teri ve emekleri inkar edilemeyecek kadar çoktur.

Türkiye’deki sorunları diyalog ve demokratik metotlarla çözeceğini vaat etmiş olan Erdoğan ve partisinin Kürdlerin dünyadaki her millet gibi kendi topraklarında vermekte olduğu özgürlük mücadelesine PKK bahanesiyle karşı çıkıp engel olması ne İslam’ın eşitlikçi hakkaniyete dayalı anlayışı ve ne de uygar dünyanın demokrasi ve özgürlük anlayışıyla savunabilir bir durum değildir.

Peki bu durum karşısında diyalog yanlısı Kürd Kahir Ekseriyeti ne önermektedir?

Adına Kürd sorunu dediğimiz mesele bu coğrafyada yaklaşık altı bin yıllık kadim bir milletin özgürlük, eşitlik ve insan gibi yaşama sorunudur. Bu soruna ne yazık ki T.C Devleti’ni yüz yıldır ağırlıklı olarak yönetmekte olan Kemalist düşünce ve iktidarlar bu sorunu hep red, inkâr, imha ve asimilasyon sorunu olarak gördüler. Baskı, zulüm, sürgün ve zorbalıkla çözebileceklerine inandıkları için mevcut sorunu her geçen gün biraz daha kangrenleştirip Türkiye’de yaşayan halkları birbirleriyle düşmanlaştırarak ülkenin kalkınması için kullanılacak kaynakları boş yere heba ederek tüm insanlarımıza büyük haksızlıklar yaptılar.

Dolayısıyla zaman içerisinde şiddet şiddeti doğururken bu coğrafya üzerinde büyük hesaplar yapan küresel güçler durumdan vazife çıkararak mevcut sorunları daha da içinden çıkılmaz bir duruma getirmek için büyük rol oynadılar. Bu arada Kürd ve Türk halklarını birbirleriyle düşmanlaştırarak inanılmaz çıkarların sahibi oldular. Bunlarla da yetinmeyen küresel güçler son 30 – 40 yılda yarattıkları FETÖ ve PKK gibi taşeron örgütlerle ülkeyi büyük kaos ve kargaşanın içine soktular. Ve bu araçlaştırılmış kişi ve örgütsel çevrelerin kendi çıkarlarının ötesinde hiçbir hesapları olmayan kiralık unsurlar oldukları bilindiği halde Türkiye’de yaşayan ve mevcut durumdan son derece rahatsız olan Kürd ve gerçek İslamcıların var olan sorunları aklıselim ve diyalog yoluyla çözülmesine de büyük engeller çıkardılar.

Gelinen noktada yeter ki bu devletin ve 84 milyon halkın sırtından geçinerek ve mevcut avantajlarını kaybetmenin korkusuyla her türlü olumu gelişmeyi provaka etmeyi görev bilen sol Kemalistlere ve iktidarın nimetlerinden yararlanmak üzere rant devşiren çevrelere fırsat verilmesin. Türkiye’de farklı sebeplerden dolayı çektikleri acılardan ve yaşadıkları eziyet ve sıkıntılardan büyük dersler çıkarmış olan Kürd kanaat önderleri ve yine barış ve eşitlik temelinde olayları çözmeye yetkin ve samimi çevreler gibi bu ülkeyi yönetmekte olan iktidarlarda geçmişten ders çıkararak her iki halkın masum ve haklı taleplerini hakkaniyete dayalı bir formülasyonla geliştirebilsinler. Nihayetinde kanın kanla yıkanmadığı gerçeğinden hareket ederek her iki halkın iyi komşuluk ilişkileri içerisinde dostça yaşaması hatta birbirine destek olarak yücelmesi mümkündür. Şayet tersi durum ısrarla ve inatla sürdürülürse hem bu ülkenin halklarının acıları dinmeyecek hem de mevcut devletin uluslararası itibarı yükselemeyecektir. Kürd aklıselim çevreleri nihayi olarak bu sorunların çözümü konusunda önemli çalışmaların ve emeklerin sahibidirler. Temenni ederiz ki bu barış ve dostluk için verilen emekler ülkeyi yönetenler tarafından doğru bir biçimde değerlendirilerek halkların dostluklarına giden yolun önü açılsın.

Önümüzdeki yazıda Kürd sosyalistlerine cevaplarımız olacaktır?

Saygılarımla

19.09.2021 İST