KDP Sözcüsü Mahmud Muhammed, “Ölümsüz Barzani, Özgürlük ve Birlikte Yaşamın Mimarıdır” adı altında düzenlenen buluşma sonrasında gazetecilere bir takım açıklamalarda bulundu. “PKK milli bir devletin kurulacağına inanmıyor, bu nedenle hangi bölgeye yönelik kurulmuşlar ise, mücadelelerini de oraya taşısınlar. Bu bölgenin gerçekleri farklı. Bunu söylemek zor ama Kürdistan’ın dört parçasında farklı farklı gerçekler var ve bunları göz önünde bulundurmak gerekiyor. Her parçanın kendi partileri var, demek ki her parçanın kendi sahibi var. Yardımcı olmak farklı, gelip iç işlerimize müdahale ederek kendisini buraların sahibi olarak bilmek de farklı bir şeydir.” ifadelerini kullandı.[1] Mahmud Muhammed, PDK’nin sözcüsü olduğu ve PDK kimliği ile konuştuğu için, bu sözü PDK’nin bir sözü olarak değerlendireceğiz.

Bu değerlendirme, ulus ve uluslaşma kavramına göre yapılacaktır. Bunun için önce ulus kavramına bakalım. Ulus, modern çağa özgü bir siyasal toplum biçimidir. Ulus; belli bir insan topluluğunun belirlenmiş bir toprak parçası üzerinde egemen olan kolektif bir birlikteliktir. Bu kolektif birliktelik ulus-devlet kimliğiyle belirlenir ve tanınır. Zaten modern dünya, tek bir siyasi toplum biçimini tanımakta ve onun varlığına ve yaşamına izin vermektedir. Bu “ulus-devlet” dediğimiz biçimdir. “Modern toplumlar; bir ulus-devlet sistemi içerisinde var olan ulus-devletlerdir.”[2] 20. yüzyılda ulus-devlet sistemi bir dünya sistemine dönüşmüştür. Demek ki, modern çağda bir ulusun varlığından söz etmek için, belli bir toprak parçası üzerinde egemen bir toplum olması gerekir. Söz konusu olan egemenlik de ulusa aittir. Ulusal egemenlik, ulusu oluşturan insanlardan ayrı ve onların üzerinde yer alan sürekli bir varlıktır. Bu durumda ulusal egemenlik, belli bir toprak parçasında ve belli bir zaman diliminde yaşayan insanları değil, aynı zamanda geçmişte yaşamış ve gelecekte doğacak kuşakları da kapsayan bir kavramdır. Bu anlayışa göre, egemenlik sadece yaşayan yurttaşlara değil, geçmişte yaşamış ve gelecekte yaşayacak olan yurttaşlara da aittir. İşte ulusal egemenliğin sürekliliğinin nedeni de budur. Onun için ulusal egemenlik anlayışına göre, belli bir zaman dilimi içinde yaşayan insanlar ve onların siyasal iktidarı, ulusal egemenlik ilkesini ve ülkenin bütünlüğünü pazarlık konusu yapma yetkisine sahip değildir. Çünkü, ulus kavramına göre, tek bir ülke, tek bir kolektif topluluk ve tek bir ulusal egemenlik vardır. Belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan ancak, egemen olmayan bir topluluk; egemen olma amacı doğrultusunda iradesini  ve tercihini ortaya koyar ve bu iradenin takipçisi olursa ulustur, aksi durumda bir sürü, bir kalabalık olarak, başka bir ulusun kölesi olur.

Mahmud Muhammed’in sözünü ulusal ve ulusal-azınlık ikilemine göre değerlendireceğimiz için, ulusal ve ulusal azınlık siyasetin ne olduğuna bakalım. Baskı altında olan bir toplumun mücadelesinin niteliğini belirleyen siyasal hedefidir, daha doğrusu egemenlik ilkesine olan yaklaşımıdır. Egemenliği ele geçirmeyi hedefleyen bir mücadele, ulusal siyasal mücadeledir. Yok eğer bu mücadelenin hedefi, baskı uygulayan devletin bünyesinde demokratik-kültürel haklar ve kısmi yönetme yetkisini ele geçirmek ise bu ulusal-azınlık siyasal mücadeledir.

Bu açıklamadan sonra Mahmud Muhammed’in sözlerine bakalım:

1- “PKK milli bir devletin kurulacağına inanmıyor,” sözü doğru bir tespittir. Ancak sözcüsü olduğu PDK de milli bir devleti kurmayı hedefleyen bir siyaset ve ideolojiye sahip değildir. 1960-1991 arasında Irak’a demokrasi Kürdistan’a otonomi ve 1991’den sonra Federal Irak yönetimi içinde federe devlet olmayı savunmuştur. İçinde yaşadığımız süreçte PDK başkanı Sayın Mesud Barzani, Kürdistan’ın Güney parçasının bağımsızlığının şiddetten uzak ve diyalog yoluyla gerçekleşeceğini söylemektedir. Bu söylem Kürdlerin saflarında bir sevinç ve heyecan yaratmaktadır. Ne var ki,  PDK’nin bu hususta bir kongre kararı yoktur. Bu durumda Kürdistan’ın güney parçasının bağımsız olma sözü; PDK’nin bir kararı değil, başkanın sözüdür. Üstelik Kürdistan’ın bağımsızlığı ve hangi yöntemle bağımsız olunacağını Sayın Mesud Barzani ve PDK değil, en azından Güney parçasının bağımsızlığından yana olan tüm güneyli dinamiklerle birlikte karar altına alınmalıdır. Ancak bu koşullarda Güney parçasının bağımsızlık sorunu, bazı siyasal güçlerin ortak kararına dönüşeceğinden gerçekleşme olasılığının güçlenmesinden dolayı,  Kürdistan ve dünya kamuoyu gündeminin önemli bir konusu olur.

Liderin kendi başına siyasal tutum belirlemesi, Kürdistan’ın önde gelen siyasi akımlarının genel tutumudur. Çünkü Kürdistan siyasal akımları; amaç ve temel ilkelere bağlı siyaset üzerinde yükselen örgütlenme değil, tam tersine liderliğe güven bağlılığına dayalı bir örgütlenmedir. Liderliğe güven bağlılığına dayalı bir parti, politik-teorik üretimini yapamaz ve modernite niteliğine, daha doğrusu ulusal egemenlik niteliğine sahip bir örgütlenme aracı olamaz. “Modern öncesi toplumlarda temel güven, topluluk, akrabalık bağları ve arkadaşlardaki kişiselleşmiş güven ilişkileri içine yerleşiktir.”[3] Modernliğin gelişimi ise, birbirlerine yakından bağlantılı ve etkileşim içinde olan iki farklı kurumsal sistemden oluşur. Bu sistemler, ulus-devlet ve kapitalist üretim sistemidir. Güven, bu iki sistemde de amaç ve temel ilkelere yani soyut niteliklere dayalıdır. “Güven, modernlik kurumlarının çok önemli bir parçası olmuştur. Burada güven, kişilere değil, soyut niteliklere karşı duyulmaktadır.”[4] Onun için modern bir kurum olan ulus-devletinin kurulması doğrultusunda mücadele eden bir partinin rehberi; amaç ve temel ilkeleridir.

2- Mahmud Muhammed devamla, “bu nedenle hangi bölgeye yönelik kurulmuşlar ise, mücadelelerini de oraya taşısınlar” demektedir. PDK sözcüsünün eleştirdiği ve karşı olduğu tutumun aynısını partisi tarafından geçmişten bugüne hep yapılmaktadır. Örneğin 1970’lerde Kürdistan’ın kuzeyinin ve güneybatısının, 1980’lerde Kürdistan’ın doğusunun siyasal yapılarına müdahaleleri olmuştur. Günümüzde Kürdistan’ın kuzeyinin bazı siyasal akımlarına Türkiye ile entegre olma hedefi üzerinde müdahale edilmektedir. Aynı şekilde Güneybatı parçasının siyasal olarak ENKS’nin ve askeri olarak Roj peşmerge birliklerinin oluşumunu sağlanmasında önemli bir rol üstlenmişlerdir. Onun için Mahmud Muhammed’in bu sözü tutarlı olmaktan uzaktır.

3- Mahmud Muhammed, “Bu bölgenin gerçekleri farklı. Bunu söylemek zor ama Kürdistan’ın dört parçasında farklı farklı gerçekler var ve bunları göz önünde bulundurmak gerekiyor” diyor. Evet, doğru söylüyor. Çünkü her parça ayrı bir sömürgeci devletin sömürgesi durumundadır. Bu farklılığın temel nedeni de sömürgeci devletlerin farklı uygulamalarıdır. Elbette bu farklılık Kürd ulusal mücadelesinin önünde olan ciddi bir sorundur. Ama asıl sorun, bu sorunu nasıl aşılacağına yönelik bir arayış içinde değil, olduğu gibi kabullenmektir. Bu sorunu aşmanın yegane yolu; ezilen-ulusun ulusal siyasal bilinçle donanmasından geçer. Çünkü ezilen-ulus, ulusal siyasal bilinçten mahrum olmanın ürünüdür.  Ezilen-ulusun ulusal siyasal bilinçle donanması için de siyasal, ideolojik ve örgütsel olarak ulusal egemenlik amacı üzerinde yükselen parti/lerin aracına ihtiyaç vardır. Bu partiler Kürd ulusuna ulusal siyasal bilinci taşımakla yükümlüdür. Örneğin parçaların farklılığından kaynaklanan sorunu, federal bir Kürdistan devletiyle aşılabilir. Zaten federal devlet ayrı ulusların değil, aynı ulusun bir devlet biçimidir. Peki o zaman Mahmud Muhammed’in Kürdistan parçalarının farklı gerçeklerinin nasıl aşılacağına dair önerisine bakalım: “Her parçanın kendi partileri var, demek ki her parçanın kendi sahibi var. Yardımcı olmak farklı, gelip iç işlerimize müdahale ederek kendisini buraların sahibi olarak bilmek de farklı bir şeydir.” Demek ki, Mahmud Muhammed’e göre, Kürdistan’ın sahibi Kürd ulusu değil, siyasal partilerdir. Bu durumda önde gelen Kürd siyasal akımların siyasal niteliğini belirleyen ulusal egemenlik değil, parti egemenliğidir. Ne yazık ki,  Kürdistan’ın önde gelen siyasal akımların gerçekliği budur. Bu siyasal anlayışın muhtevasına dört parça yetmez. Bu siyasal anlayışa göre, ezen-ulus devletlerin egemenliği altında olmak üzere Kürdistan’ın daha birçok parçalara ayrılması gerekir. Örneğin bugün Kürdistan’ın güneyi; siyasal, kültürel ve coğrafi olarak Bahdinan ve Soran olmak üzere iki ayrı parça konumundadır. Bunun nedeni PDK ve YNK’nin politik- teorik ve politik-pratik siyasal anlayışıdır. Aynı şekilde gelecekte Suriye devletinin egemenliği altında olmak üzere Kürdistan’ın güneybatısının da PYD ve ENKS arasında bölüştürülüp iki ayrı parça durumuna getirilirse kimseye sürpriz gelmesin. Halbuki ulus egemenliği çerçevesinde soruna yaklaşılsaydı, farklı önermelere ulaşılırdı. Şöyle ki, 2005 “Irak Federal Devlet Anayasası”, Kürdistan “federe yönetimine” kısmi yönetme hakkını tanımıştır. Bu kısmi yönetme hakkına göre, Kürdistan bölgesinin güvenliği Kürdistan parlamentosunun yetkisindedir. Kürdistan parlamentosunun tanıdığı, onayladığı meşru şiddet gücü olarak peşmerge ve polis gücüdür. Ancak Kürdistan parlamentosunun onaylamadığı ve gayri-meşru iki şiddet gücü daha mevcuttur. Bunlar PKK ve Türkiye’ye bağlı olan silahlı güçlerdir. Kürdistan parlamentosu bugüne kadar Kürdistan’da olması gayri-meşru olan ve Kürdistan bölgesinin iradesini tanımayan bu iki silahlı gücün çıkarılması doğrultusunda bir kararı yoktur. Böyle bir kararı aldırtmayan Kürdistan parlamentosunda olan partilerden başkası değildir. Olması gereken parlamentonun bu iki gayri-meşru şiddet gücünün çıkarılmasına yönelik karar almasıdır. Kürdistan Bölge Hükümeti de bu kararın takipçisi olmalıdır.

Sonuç olarak dört Kürdistan ve dört Kürd ulusu yoktur. Bu durumda ulusal siyasetin hedefi; Kürd ulusunun Kürdistan coğrafyasının üzerinde egemen olmasıdır, yani ulus-devlet olmasıdır. Ulusal-azınlık siyasetin hedefi ise, ezen-ulus devletlerin bünyesinde demokratik-kültürel haklar ve kısmi yönetme (otonomi, federe yönetim) yetkisini ele geçirmektir. Demek ki, ulusal-azınlık siyasal mücadelenin hedefi; ezen-ulus devlet egemenliğine entegre olmaktan ibarettir. Kürdistan özgüllüğünde PDK gibi parça katında ulusalcı olan akımlar; ulusal siyaset ile ulusal-azınlık siyaseti arasında yalpalayan, istikrarsız ve belirsiz bir zeminde hareket etmek durumundadır. İşte Mahmud Muhammed’in sözü; parça katında ulusalcı siyasetin niteliğini bir daha ortaya koymuştur. Onun için siyasal kimliği (liberal, sosyal demokrat, komünist, dinsel, mezhepsel) ne olursa olsun, sözde değil, gerçekte Kürd ulus kavramına, tek bir kolektif topluluk olarak tek bir ülkede yani Kürdistan’da ve tek bir ulusal egemenliğini amaç edinmişse, ulusal siyaset ile ulusal-azınlık siyasetinin siyasal, ideolojik ve örgütsel ayrım çizgilerini çekmelidirler. Her siyasal kimlik bu hedef doğrultusunda örgütlenmeli ve Kürd ulusu nezdinde ulusal-azınlık siyasetini teşhir etmelidir. Ancak bu siyasal koşulda Kürd ulusunun ulusal kurtuluş mücadelesi, ulusal egemenliğine ulaşabilir.

Erbil/ 14.3.2017

[1] Peyama Kurd, 13 Mart 2017.

[2] A. Giddens, Ulus Devlet ve Şiddet, Kalkeden Y. 2008, s. 8

[3] A. Giddens, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı y. 2014 s. 109

[4] Age, s. 30-157