Dünyanın içinden geçtiği süreç:

1945-1990 döneminde ABD dünya sisteminin hegemonik gücüydü. Ama tam olarak bu dönemde, bundan sonra değil. Bu hegemonyanın dayanağı refah ekonomisi ve refah devletiydi.[1] 1990’dan sonra refah dönemi sona erdi ve o günden bugüne kadar dünyanın yönelimini belirleyen etkenler; ekonomik kriz, güç dalgası ve terör idi. Ne var ki dünyanın emperyal güçleri, kendi aralarındaki nüfuz paylaşım mücadelelerinden dolayı söz konusu olan bu sorunları çözemedi. Bunların çözülememesinin yarattığı baskıdan ötürü söz konusu sorunların yanı sıra daha ağırları ortaya çıktı. Bunlar; etnik/dinsel/ulus milliyetçiliği, yabancı düşmanlığı, ırkçı ve militarizme yönelme eğilimleridir. Elbette bu eğilimler daha öncede de vardı. Ne var ki son dönemlerde artık ekonomik kriz, terör ve göç dalgasının yerini etnik/dinsel/ulus milliyetçiliği, yabancı düşmanlığı ve ırkçı/militarist yönetim arayışına bırakmıştır. İşte bu yönelimden dolayı Asya ile Afrika’da baskı altında olan topluluklarda milliyetçilik Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkelerde militarizm, yabancı düşmanı olan akımlar güçlenmektedir. Bu gelişmeler, AB ülkelerinde yabancı düşmanı, ırkçı ve militarizm siyasi akımların yönetime gelmesine yol açabilir. Böyle bir durumda AB ya dağılacak ya da küçülecektir. Zaten emperyal ülkeler arasındaki kıran kırana ekonomik rekabet ve nüfuz alanlarını paylaşma mücadelesi de militarist akımların güçlenmesini tetiklemektedir. Bu türden bir gelişmenin emperyal ülkeler arasındaki ilişkiler ve dolayısıyla NATO üzerinde etkileri olacaktır. Bu da Rusya-NATO dengesinin değişimine neden olabilecektir.

Emperyal ülkeler arasındaki nüfuz alanların paylaşım mücadelesi, varolan dengelerin sürdürülmesini zorlaştırmaktadır. Daha önce ABD ve Rusya, Ortadoğu’da Sünni ve Şii dengesine dayalı bir sükuneti oluşturmada anlaşmışlardı. Gözlemlenen gelişmelere bakılırsa bu sürecin sürdürülmesi zor olacaktır. ABD’nin ekolojik endişeleri dikkate almadan kaya petrolü ve kaya gazı üretimini daha da genişletmesi ve askeri harcamalarını artırması buna bir örnektir. ABD’nin bu iki uygulamasından en fazla etkilenen Rusya olacaktır. Ayrıca ABD, Rusya’nın kendi nüfuz alanı olarak gördüğü Suriye’nin kuzey bölgesine YPG üzerinden girerek yerleşmektedir. Aynı şekilde Rakka operasyonunun ardından Suriye’nin doğu bölgesine yerleşmesi sürpriz olmayacaktır. Buna karşın Rusya da ABD’nin müttefiki olan Mısır’a özel askeri kuvvetler birimi ve insansız hava araçları yerleştiriyor. Bu askeri birimlerin amacı da Libya’da ABD ve Avrupa’nın desteklediği Tripoli yönetimini tanımayan ve bu yönetime karşı mücadele eden general Haftar’i desteklemektir. Bu gelişmelerden de anlaşılacağı üzere önümüzdeki süreçte, daha kuvvetli bir biçimde hem vekâlet savaşları ve hem de devletlerin askeri müdahaleleri artacaktır.

İçinden geçtiğimiz süreçte militarist eğilim ABD, Almanya, Japonya vb. emperyal ülkelerde güçlenmektedir. Çin ise, bir yandan askeri teknolojisini geliştirirken diğer yandan kendine ekonomik ve siyasi nüfuz alanları edinmek için girişimlerde bulunmaktadır. Emperyal güçlerin yanı sıra bölgesel güçler de aynı şekilde kendi sermaye ve askeri gücü kadar nüfuz alanlarını genişletme kararlığındadırlar. Bu gelişmeler, bir taraftan çıkarı çakışan emperyalist güçler arasında yeniden saflaşmayı sağlarken, diğer taraftan 3. Paylaşım mücadelesinin daha da kızışacağının ve dolayısıyla dünyada ve Ortadoğu’da sorunların giderek daha karmaşıklaşacağının işaretleridir.

Kürdistan’ın içinden geçtiği süreç:

Dünyada ve Ortadoğu’daki gelişmeler Kürdistan’ı ve özelikle güney ve güneybatı bölgesini etkilemektedir. Esasında dünya çapında ekonomik ve siyasal krizlerin yaşandığı dönemler sömürülen sınıfların ve ezilen-ulusların kurtuluşunun nesnel koşullarını da olgunlaştırır. Yeter ki bu nesnel koşulları çıkarı ve kurtuluşu için kullanabilen öznel koşula sahip olabilsin. İşte içinden geçtiğimiz süreçte uluslararası güç dengesi, Kürdistan’ın bağımsızlığına yol vermektedir. Artık Kürd ulusal sorunun çözümünün anahtarı Kürdistan siyasi akımlarının elindedir. O zaman Kürdistan’daki gelişmelere daha yakından bakalım. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Başkanı, bağımsız Kürdistan’ın ilanını Kürdistan ve dünya kamuoyunun gündemine taşıdığı bir süreçte, Şengal bölgesinde diyalogla çözülmesi gereken bir sorunun silahlı çatışmaya dönüştürülmesi tesadüfî, gelişigüzel değil, planlı, bilinçli ve organizeli bir eylemdir. Onun için Şengal olayı, Kürdistan siyasi akımlarının niteliğini, yani ulusal egemenlik kavramına yaklaşımını ortaya çıkarmıştır.

Şengal, Kürdistan federe bölgesinin bir parçasıdır. Fiilen Kürdistan Bölgesel Yönetimi içinde bulunmaktadır. Irak Yönetimi bakımından ise tartışmalı bölgeler arasındadır. Kürdistan Bölgesel Yönetimin hedefi, müstakbel bağımsız Kürdistan’ın bir parçası olan Şengal bölgesini içerde, sınırda, güvenliğini ve kontrolünü sağlamaktır. PKK-YBŞ kuvvetleri ise, Şengal’in güvenliğinin ve kontrolünün Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin meşru şiddet gücü olan Peşmergeler tarafından sağlanmasına karşı çıkmakta ve buna fiilen engel olmaktadırlar. PKK silahlı güçlerinin Kürdistan bölgesinde ve tabii ki Şengal’de bulunmasının hiçbir hukuki meşru temeli yoktur. Sadece Kürdistan Parlamento’sunun onayladığı şiddet gücü meşrudur,  onaylamadığı ise gayri-meşrudur. PKK silahlı güçlerinin Kürdistan bölgesine yerleşmesini Kürdistan Parlamentosu onaylamadığından dolayı, bunun gayri-meşru bir şiddet gücü olduğunun vurgulanması gerekir.

Kürd ulusunun Kürdistan coğrafyasının üzerinde egemenliğini kurmasını hedefleyen tüm siyasi ve toplumsal örgütler, bireyler yalnızca Şengal bölgesinde değil, Kürdistan’ın güney parçasının tümünde PKK’nin silahlı güçlerini çekmesini istemelidirler. PKK’nin silahlı güçlerini çekmesini istemekle yetinemezler,  bu tutumlarında ısrarcı olmaları,  düşmanca ve haince bir davranış biçimi olduğunu açık bir biçimde belirtmeleri gerekmektedir. Çünkü Kürdistan’ın bağımsızlığı için mücadele veren Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve onun meşru şiddet gücü olan Peşmergeler ile buna engel olmaya kalkışan PKK’nin silahlı güçleri arasında tarafsız bir tutum sergilemek, zımnen Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı olmaktan başka bir şey değildir. PDK ile PKK çekişmesi, tarafların niyetinden bağımsız olarak Kürdistan’ın bağımsızlığından yana olan ulusal siyasal akımlarla, bağımsızlığa karşı olan ulusal-azınlık siyasal akımlar arasındadır. Bu süreçte ulusal-azınlık siyasal akımları; zımnen ya da sarih bir biçimde PKK’den yana bir tutum geliştireceklerdir. Örneğin; Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Politbüro Sorumlusu Mela Bahtiyar, Şengal’de yaşanan olaylar hakkında şunu söylemektedir; “Çatışma yaşandığı takdirde, biz ne KDP’yi PKK’ye karşı, ne PKK’yi KDP’ye karşı, ne PYD’yi KDP’ye karşı ne de KDP’yi PYD’ye karşı destekleriz”[2] Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kuruluşundan bugüne iktidar ortağı olan YNK’nin bu tutumu bir sürpriz değildir. Çünkü YNK, Kürdistan’ın en eski, en tecrübeli ve en kararlı ulusal-azınlık siyasi akımıdır.

Zaten sorunu, PDK ile PKK arasında bir çatışma olarak ele almak ve değerlendirmek, ulusal-azınlık siyasi bir tutumdan başka bir şey değildir. PDK, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni bağımsız Kürdistan devletine dönüştürmek istemektedir. PKK ise,  Kürdlerin devletleşmesine karşı olduğunu söylemekle yetinmemekte, fiilen tüm ulusal değer ve kurumlara saldırmaktadır. Bununla da yetinmeyen PKK, ezen-ulus devletlerine; Kürd ulusal hareketini zayıflatmak, geriletmek ve Kürdleri Kürdistan coğrafyasından çıkarmak ve tarihsel eserlerini, şehirlerini yok etmek için gerekli olan tüm öznel ve nesnel koşulları oluşturmaktadır. Yakın geçmişte Kürdistan’ın kuzeyinde “hendek savaşı” ve içinden geçtiğimiz süreçte Güneybatı parçasında bunu yapmış ve yapmaktadır. İşte Şengal sorunu da PKK’nin bu yaratıcı marifetlerinden biridir. Zaten kendileri de bunu açık bir biçimde söylemektedirler. Örneğin: PKK’nin Şengal’deki kolu YBŞ Komutanı Seyd Hasan, Kürtlere karşı faşist tutumu ile tanınan eski Irak Başbakanı Nuri Maliki’ye bağlı Afak TV’ye yaptığı açıklamada “Kürdistan’a bağlanmak istemediklerini, onun için Peşmerge ile aralarında savaş çıktığını” söyledi. Ezidilerin Iraklılık kimliklerini korumak için Kürdistan ile daha büyük savaşlar vereceğini iddia etti. Konuşmasında PKK’nin Şengal’de kurduğu YBŞ’yi Şii Haşdi Şabi’nin bir askeri gücü olarak tanımlayan Komutan Seyd Hasan “PKK’nin Ezidilik ve Iraklı kimliklerini korumak için kendilerini eğittiğini” açıkladı.[3] İşte Şengal sorununu PDK ile PKK arasında bir çatışma olarak değerlendiren her siyasi ve sivil kurum ve her birey, niyetinden bağımsız olarak Kürdistan’ın bağımsızlığına engel olmaya kalkışan güçlerin saflarında yer almaktadır.

İçinden geçtiğimiz süreçte, kaçınılmaz bir biçimde Kürd siyasi akımları; ulusal ve ulusal-azınlık siyaset zemininde iki siyasi akıma dönüşecektir. Bu iki siyasi akımın çatışmasını engellemek, bu olmasa da çatışma düzeyini asgari noktaya çekebilmek için, ulusal-azınlık siyasetini her alanda teşhir etmek üzere faaliyet yürütmek ve bu faaliyetleri örgütlemek gerekir. Yazımıza Wallerstein’den bir alıntı ile başladık, yine Wallerstein’in bir alıntısıyla sonlandıralım. “Bir girdaptaki yaşam hakkında temel olarak iki şey söyledim aslında. İlki, hangi kıyıya yüzmek istediğinizi bilin. Ve ikincisi, çabalarınızın bu doğrultuda ilerliyor gibi olduğundan emin olun. Şu sıralar bundan daha kesin bir şey isterseniz bulamazsınız ve onu ararken boğulursunuz.”[4] Burada “bir girdaptaki yaşam” sözünden maksadı, özellikle 1990’dan beri dünyanın ekonomik kriz, ülke içi ve ülkeler arası savaş, demokrasi ve insan hakları ihlalleri, insanların geleceği hakkında ümitsizliği gibi olumsuzlukların damga vurduğu  “Kara Dönem”[5] dir. Kürdler ise çoktandır daha çekilmez ve baskın bir “Kara Dönem” koşullarında yaşamaktadır. Biz Kürdler olarak bu “Kara Dönem” kabusundan kurtulmamız için, nispeten eşitlikçi, tam olarak demokratik olan bir bağımsız Kürdistan hedefine yürüyelim. Ve ikinci olarak da yürüyüşümüzün bu hedefimiz doğrultusunda olduğundan emin olalım. Yürüyüşümüzün hedefimiz doğrultusunda olduğunun güvencesi de partilerin egemenliğini reddetmek ve ulusal egemenliği bilince çıkarmak ve bunu Kürdistanlılara taşımakla olur.

Erbil/17.3.2017
[1] Immanuel Wallerstein, Liberalizmden Sonra, Metis y., 2009, s. 169.

[2] Peyama Kurd, 15. 3. 2017

[3] Zernews, 6.3. 2017

[4] Wallerstein, age, s. 253

[5] Age, s.248