(JÎN, hej:14-15(28 Mart 1919), Wergera M. Emîn BOZARSLAN):

Geçen sayılarınızdan birinde “Kürdçe Dilimiz” adlı bir yazı vardı. Önemli bir konuya değinen o yazıya ilişkin birçok görüşlerin birbirini izleyerek geleceğini sanıyorum. Bu arada, çözülmesi istenen iki büyük sorunun tamamıyla tartışılıp incelenmesini dilerim.

Dilimizden sözedildiği zaman, biri Kürdçenin bugünkü ulusal gereksinimlere uygunluk derecesi ve gelecekteki biçimi, öbürü de Kürd ulusunun gelişmiş halklara oranla var olan ve görülen uygarlık eksikliklerinin asgari bir zaman ve güç harcanarak giderilmesi çarelerini sağlayacak bir yazma usulünün bulunması gibi önemli, ve önemleri oranında da çapraşık iki sorun meydana çıkar.

Bana göre her Kürd, bu iki sorun hakkındaki görüşünü, uygun bulduğu çözüm yollarını ulusal kamuoyumuza sunmalıdır. Sunmalıdır ki fikirlerin çarpışmasından gerçeğin ışığı çıksın ve o gerçeğin ışığı, bu işlerle uğraşmak isteyen gayret ve himmet sahiplerinin çaba ve sebatları için kılavuz olsun.

Yıllardan beri ve özellikle son yıllarda, aydın olan ve olmayan birçok millettaşlarımla, dilimizin bugünkü ve gelecekteki durumu ile ilgili söyleşilerde bulunurum. Bu tartışmalarda, genellikle üzerinde aynı görüşü paylaştığımız iki nokta vardır. Düşünen, düşündüğünü söyleyebilen her Kürd, yana yakıla diyor ki:

“Dilimizin bugünkü durumu, bir bilim dili niteliğini taşıyor olmaktan çok uzaktır.[1] Nüfusu milyonlara ulaşan ulusumuzun bütün kolları arasında anlatma ve anlama aracı olacak bir ortak dile ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, zaman geçtikçe yaşamsal bir durum alıyor. Sonra, bizim bugünkü yazma usulümüz ve imlâ usulümüzle hiç bir zaman, elektrik hızıyla ilerleyen bilgi ve uygarlık kervanlarına yetişilemez ve yüzyılların aramızda açmış olduğu boşluklar doldurulamaz”.

Şimdi sorarım: Bu sözler bir gerçek, hem de acı, delen ve sızlatan bir gerçek değil midir!

Madem ki sorunu kavrayanların çoğunluğu bu eksiklikler üzerinde birleşiyor, hastalık teşhis edilmiş demektir. Şimdi, bize doktorlar gereklidir ki bu hastalığın ortadan kaldırılması için gereken ilaçları düzenleyip hazırlasınlar. İş buraya gelince, yazık ki ne yazık! Herkes yalnız söylüyor, fakat bildiğini, anladığını yazmıyor ki kamuya malolsun. İş yapmaya gelince o alanda bir girişimi ne gördük, ne de işittik.

Neyi bekliyoruz! Madem ki içimizde iyi-kötü bir şey düşünenler vardır, düşünebildiklerinin ve söyleyebildiklerinin onda biri kadar bir girişim ve faaliyet eseri göstersinler. Böyle bir eser güzel bir örnek olur; hiç kuşkusuz, bu örneği izleyecek birçok yurttaşımız bulunur. Bir kez yola girildi mi, sürekli artacak olan bir genel şevk ve arzu, bu yüce faaliyet yolunun yolcularını artırdıkça artırır.

*

Hayır belirtisidir inşallah, ben bu satırları yazdığım dakikalarda ulaşan “Jîn“in sayısı, bir müjde getirdi. Karanlıklara düşürülen milliyet ve geleceğimize bir aydınlatma parıltısı gönderen bir ulusal girişime ilişkin ayrıntıları heyecanla, sevine sevine okudum.

Kurulup faaliyete başladığını büyük bir sevinçle okuduğum Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti’nce, uygarlık çağı olan XX. yüzyılda, genel ya da özel çalışma alanlarında varlığına kesinlikle inanılan ve gereklerine tüm ulusların baş eğdiği bir gerçeğin, örgütlenme ihtiyacının tamamen takdir edildiğini görmek de ayrıca göğsümü kabarttı. Yaşadığımız dönem, örgütlenme ve işbölümü yapma dönemidir. Bu çağda bireyci faaliyetler, (fikrim yanlış anlaşılmasın, “kişisel girişimler” demiyorum) kesinlikle sonuçsuz kalmaya mahkümdür.

Hele, Dernek Programı’nın dile, milliyet ve milli varlığın ilk temeltaşı olan bu çalışma alanına en çok önem vermesi, baş eğilerek teşekkür edilmeye değer bir uyanıklık belirtisidir. Kutsal bir vatan sevgisi ve büyük bir özveri ile işe başlayan bu mücahidlerin muhtaç oldukları manevi desteği ve maddi yardımı elde edebilmelerini dilerim. Tanrı yardımcıları olsun.

Burada bir hatırayı anmadan geçmeyeceğim:

Beş-altı yıl önce, pek feci durumlar ve koşullar altında, bugün yokluğunu acı ıstıraplarla duyduğumuz ulusal kurumların ilk temelini yaşamları pahasına kurmağa çalışan genç kahramanlarımızı hatırlıyorum.[2] Büyük Savaş’ın zalim ve kanlı eli, ulusal hazinemizin ne yazık ki sayıları pek az olan değerli cevherlerini aramızdan ayırdı ve geniş savaş cephelerine dağıttı. Gittiler. Onlardan bize geri gelen, yalnız acı haberlerdi. Her haber, yüksek bir ulusal gurur ve şaşılacak bir doğal cesaretin coşturduğu bir özveri ile yaşamlarını yitiren bu kahramanlardan birkaçının güneş gibi batışı olayını bildirdi. Ölüm kavramını hatırlarına hiç yanaştırmayan o gençlerin yiğitlik anılarını, acı sonlarını düşündükçe, hala tüm varlığımla inler, kıvanç duyar ve ağlarım.

Ey, saldırıya uğrayıp ayaklar altında çiğnenen vatanı kendilerine bir geniş mezara çeviren gençler, rahat uyuyun!

“Ümid”iniz ölmedi.[3] Nice bin dert ve sıkıntıyla tutuşturduğunuz ulusal ümit meşalesi, yine sizin gibi genç ve ateşli beyinlerin elinde, geleceğin yolunu aydınlatan bir ışığa dönüşmek üzeredir.

Ah, eğer onların kurdukları ulusal müessese, gereken yardımları elde edebilseydi ya da bugüne kadar yaşasaydı, hiç şüphe etmiyorum ki bu dakikalarda bizi müthiş bir baskı altında sızlatan ulusal eksikliklerin birçoğunu doyurucu bir biçimde tamamlanmış görecek ve kendimizi şimdiki kadar öksüz ve dayanaktan yoksun bulmayacaktık.

*

Şimdi asıl konumuza dönerek şu sorunu gözden geçirelim:

Kürd’ün bir ortak dili var olabilir mi?

Bilinmektedir ki dil, ulusların en canlı bir müessesesidir. Belirgin, zorunlu bir ihtiyacı karşılayamayan müesseseler yaşayamaz; zorla yaratılsa, uygulanmasına ve izlenmesine ömürler harcansa bile, madem ki duyulan bir ihtiyacı karşılayamıyor, yararsızdır; birçok zararlar doğurur ve sonra da yok olup gider. Örnek ararsanız, talihsiz Osmanlı ülkesinin yürekler paralayan bugünkü durumunu hazırlayan son yüzyıllık idari ve kültürel etmenleri dikkate alınız.

O halde aranacak şey, Kürd ulusu arasında bir ortak dil ihtiyacının varlığıdır.

Elimizdeki 3-4 yüzyıllık divanlarda, milliyet ateşinin bugünkü genişliğe ulaşamadığı çağlarda bile, Kürd’ün bu ihtiyacı kavramış olduğunu ve onu ateşli nağmelerle dile getirdiğini hayret ve saygıyla görüyoruz. Daha sonra çağımızın milliyet akımına tüm inançları ile bağlanan, siyasal deyişiyle Türkiyeli ve İranlı her Kürd, gereğine ve elde edilmesine şiddetle inandığı ulusal tanışma ve birliği sağlamak için ortak dil ihtiyacını, yüreği sızlayarak duyuyor ve bu duygusunu her fırsattan yararlanarak ilan ediyor. Eminim ki her Kürd, yaşamında çok kez bu görüşleri işitmiştir.

Şimdi, görülüyor ki ihtiyaç sadece duyulmuyor, gerçekten de vardır. Bu nedenle, o ihtiyacı karşılayacak müessese, yaşamak için muhtaç olduğu yaşamsal koşullara, evrimleşme gücüne sahip bulunuyor demektir.

“Ortak dil edinmek mümkün müdür?” sorusuna verilecek yanıt, sürekli çabaya bağlı, uzun zamanlara muhtaç olmakla birlikte, kısaca “evet”ten ibarettir.

Bu takdirde biz Kürdler, ortak bir dile nasıl sahip olabiliriz?

Bazı kimseler biliyorum ki, Kürdçenin birçok lehçelere sahip bulunmasını, böyle bir amacın gerçekleştirilmesine engel sanıyorlar.

Bunlar aldanıyor, pek yüzeysel düşünüyorlar. Lehçeler bir engel olmaktan çok, dilimiz için tükenmez birer sözcük haznesi ve dolayısıyla bir nimettir. Yararlanma yolunu bulan bir incelemeci, onlardan sonsuz yararlar sağlar.

Hem bu yalnız bizde, Kürdlerde var olan bir olay değildir; dünyanın en düzgün ve zengin dillerine sahip uluslarda dahi, yüzyıllarla sayılan edebiyat dönemlerine rağmen, hala eski canlılığıyla yaşayan ve konuşulan lehçeler(patois) vardır. Onlar arasında, ortak ve edebi dile sözcükler bakımından pek yan bakanları ve hatta öbürleri tarafından asla anlaşılamayanları bulunduğu halde, bizim lehçelerin en büyük ayrılıkları, hemen hemen harflerin değişik olması ile sınırlı gibidir. Bu nedenle lehçeler, konuşuldukları kitle arasındaki yaşam haklarını korumakla birlikte, kamunun olabilecek edebî bir ortak dil edinilebilir ve genelleştirilebilir kanısındayım.

Bugünkü edebî dillerin çoğu, ulaşmış oldukları birlik ve ortaklık mevkilerini, pek uzun yüzyılların geçmesine borçludurlar. Eski dönemlerde ulusla arasında var olan bazı kurumlar, dillerin birleşmesine ve genelleşmesine aracı olurdu. Örneğin hac ödevini yerine getirmek için Mekke’ye yolculuk gibi zorunluluklarla “Ukaz Pazarı” ve “El-Mecenne Pazarı” gibi sosyal kurumların yüzyıllarca sürekliliği, pek aykırı Arap lehçelerinin tasfiyesini ve nihayet “Kureyş dili” şeklinde birleşmesini sağlayabilmiştir.

Fakat Kürd dili için bu şekilde bir tasfiyenin meydana gelmesini beklemek olanaksızdır. Kürd’ün üzerinde yaşadığı toprakların coğrafi durumu ve zamanımızın böyle bir tasfiye ve birleşmeye kesinlikle elverişli bulunmaması bizi, başka bir faaliyet biçimini kabul etmeye iter; o da “yayın yöntemi” dir.

Buna ilişkin görüşlerimi ikinci yazıya bırakıyorum.

-2-

“Yayın yöntemi”ne ilişkin görüşü ikinci yazıya bırakmıştım. Fakat bu yönteme ilişkin ayrıntılı bilgiler vermeden önce onun temelini oluşturan bazı işlerden sözetme zorunluluğu vardır. İlk iş olarak, belki de çok söylenmiş ve dinlenmiş birkaç sözü yineleyeceğim. Bana göre bu, gereksiz bir yineleme değildir:

Biz dilimizi iyileştirmeye çalışmak isterken en çok dikkat ve uzak görüşlülüğü gerektirecek nokta, harcayacağımız gücün doğa kanunlarına uygun düşmesidir. Doğal kanunlarla çelişen faaliyetler yok olmaya mahkümdür. Aşırılıklar, halk arasındaki deyimiyle yorgana göre ayak uzatmamak, hüsranı davet eder. Bundan başka saptanacak çalışma biçiminin zamanın ve durumun gereklerine uygun olması, ulustaki fikir akımları ile ters bir hareket yönüne sahip olmaması kesinlikle gereklidir.

Bu nedenle, gitmek istediğimiz yola tam hazırlıkla çıkmak ve her adımdan sonra bir adım sonraki boyutları ve mesafeleri, ilk adımların çevrede yarattığı etkileri pek derin ve inceden inceye gözden geçirmek ve gelişmelerin göstereceği gerekli ve zorunlu durumlara uygun faaliyette bulunmak zorunluluğunu hiç bir zaman unutmamalıdır.

Şurası da asla hatırdan çıkmasın ki, bizde dil sorunu, aslında pek çapraşık, çok güçlükleri olan bir çalışma alanıdır. Dilimizin bugünkü durumu, bizi, göğüslenmesi gerçekten pek büyük emeklerin sarfedilmesiyle mümkün olacak yığın yığın güçlüklerle karşılaştıracaktır. Belirlenen hedefi gerçekleştirmek için gösterilmesi gereken olağanüstü ve sürekli sebatın yanında, elimizdeki maddi olanakların azlığı düşünüldükçe ümitsiz olmamak mümkün değilse de, doğal ve mantıka uygun bir çalışma yöntemi izlendiği takdirde, harcanan çabaların, geç olsa bile başarı ve gelişme yönünde verimli olacağı kuşkusuzdur. Bizden önce aynı yolda yürümüş ulusların başarıyla amaca ulaşmaları, bizim için bir teşvik vesilesi oluşturmaktadır.

Bir nokta vardır ki, yüklenmek istediğimiz bu büyük çalışma yükünü kaldırabilme konusunda bize güç ve güvenç veriyor:

Bizden önceki uluslar, dil ve tarihlerini tesbit edip toplayarak yazarlarken, ellerinde, bugünkü uygarlık gelişmelerinin çalışmalarımızın önüne serdiği gelişmiş araçlar yoktu. Fakat bu büyük ve önemli yoksunluklar, onların başarıya ulaşmalarına engel olamadı. Gerçekten o zamanlar ne dilbilim bugünkü gelişmişlik ölçüsüne ermişti; ne de bu yoldaki çalışmaları kolaylaştıran teknik araçlar ve yayınlar bugünkü bollukta idi. Buna rağmen, dil ve tarihini düzenleyip de başarıya ulaşamamış bir ulusa yerküremiz üzerinde rastlanamamaktadır.

Bize gelince; başarıyı sağlayacak ya da kolaylaştıracak eserlere fazlasıyla sahip bulunuyoruz. Atacağımız her adım, uygarlık çağı olan xx. yüzyılın tüm bilim ve kültür araçlarıyla yüreklendirilip pekiştirilecektir. Aslında amaca ulaşıncaya kadar çok zaman geçecek; fakat düşünelim ki ulusların yaşamı düşünülünce zaman birimi gün ve yıl değil, ancak yüzyıl ya da yüzyıllardır.

Bu işte bizim yapacağımız şey, güçlerimizin hatta bir zerresini boşuna harcamamak, çalışmamızın her zerresine karşılık mutlaka bir başarı elde etmeye çalışarak hemen mücadele ve çalışma alanına atılmaktır. Bu da, her işin, “Levh-i Mahfuz”[4] düzeyinde başarılı olan bir programa sahip olmakla mümkündür. Öyle bir program ki, harekete başlanacak dakikadan başarı ile kucaklaşıncaya kadar atılacak önemli adımları, çok gerekli olan temel ayrıntılarla birlikte içersin; ve uygulamada küçük bir sapmaya bile elverişli olmasın. Bir işte programsız başarıya ulaşılabilecek dönemlerden çok, pek çok uzakta yaşadığımızı hatırlatmanın yararsız olmadığına inanıyorum.

*

Şimdi de, dilin elimizdeki hammaddelerinin nicelik ve niteliklerinden biraz sözetmek gerekiyor:

Dilimizin, bugünkü ihtiyaç ve anlayışlara göre bir dil niteliğini taşıması için sahip bulunması çok gerekli olan esaslardan, halen belirli bir kısım insanlar tarafından ve fakat ilkel koşullar altında konuşuluyor olmasından başka hiç birine sahip olmadığı bir gerçektir.

Bu sözlerimle, dilimizin sözlüğünden, dilbilgisinden ve edebiyatından, ulusal ihtiyaçları yeterince karşılayabilecek, derli toplu ve basılmış bir sermayeye sahip olmadığımızı anlatmak istiyorum.

Birçok lehçelere sahip olan Kürdçemizin bazı bölümlerine ilişkin Rusça, İngilizce, Almanca ve Fransızcada birkaç inceleme, bir-iki ufak sözlük ve dilbilgisi kitabı yayınlanmışsa da, Kürdistan gibi bir bölgede ve Kürdler gibi bir millet arasında, dili ya hiç bilmeyen ya da pek az anlayabilen Batılılar tarafından pek yüzeysel incelemelere dayanılarak yazılan bu eserlere büyük önem vermek doğru değildir. Böyle olmakla birlikte, şurası inkar edilemez ki bu eserler, sağlıklı bir inceleme usulünü ve araştırma yöntemini ve herhangi bir araştırma ürününün en esaslı ve inceden inceye sıralanıp düzenlenmesini göstermek gibi özel üstün nitelikler taşımaları bakımından, benzeri çalışmalarda örnek alınmaya layıktırlar. Bu yönleriyle ve ayrıca birçok karşılaştırmaları içermeleriyle, dil alanındaki çalışmalarımıza çok değerli katkılarda bulunabilirler ve fakat hiç bir zaman esas olamazlar.

İkinci olarak, eski ve yeni Kürd yazarları tarafından hazırlanmış dilbilgisi kitapları ve bir-iki sözlük varsa da, bunlardan sağlanacak yarar sınırlı bir ölçüde kalacaktır. Bir de Kürd edebiyatçıları ve şairleri tarafından yazılmış ve bir kısmı usulen toplanıp kitap halinde yazılmış divanlar, şiirler ve beyitler vardır. İstisnaları bulunmakla birlikte, bu divanların ve şiirlerin hemen hemen hepsi, ulusun gerçek dili olan halk dilinden çok uzak, ve yazıldıkları çevreye ve zamana göre çoğunlukla Arapça ve Farsça sözcüklerle doldurulmuş, garip birer karışımdırlar. Varlıklarından vazgeçilmesi mümkün olmamakla birlikte, bu gibi eserlerden sağlanacak yarar sınırlıdır.

Üçüncüsü ve en önemlisi, ulusun avamının kendi belleğinde sakladığı hazinedir. Bugünkü işlerde başarıya ulaşmak, bugünün anlayışlarına uygun çalışmakla mümkündür. Günümüzde genellikle kabul edilmiş bir kural vardır; o da, “ulusun öz dili, o ulusun aydın olmayan kitlesinin ve özellikle yaşlı kadınlarının konuştuğu dildir” kuralıdır.

Bu nedenle ben de, dilin toplanıp yazılmasında, avam kitlesinin kabul ettiği usullerin ve sözcüklerin esas alınmasını istiyorum. Bu, gerçek bir hazinedir. O bereketli kaynağın içeriğini ele geçirmeyi başarırsak ve ele geçirdiğimiz malzemeyi en son bilimsel kurallara uygun bir biçimde düzenleyip kaleme almayı da başarırsak, hiç tereddüt etmeden iddia edebilirim ki, bugün Doğu’da piyasada olan dillerin çoğunluğundan daha zengin bir yazı ve konuşma diline az zamanda sahip oluruz.

Şimdi, bu çeşitli kaynaklardan nasıl yararlanılmasını tasarladığımı arzedebilirim:

1-  Başlıca dil sorunu ile belirli bir plan içinde uğraşacak bir daimi kurula gerek vardır. Bu kurul, en doğal olarak, Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti yönetim merkezini kendisine çalışma yeri olarak almalı; araştırma ve incelemelerinde derneğin yardımından en büyük ölçüde yararlanmalıdır.

2-  “Dil Komitesi” gibi basit bir ad ile anılacak olan bu kurulun üyeleri, değişik Kürd lehçelerinden bir ya da birkaçını bilmeli ve kurul, mümkün olduğu kadar öğrenim görmüş kimselerden oluşmalı; ayrıca, yabancı dil bilen kimselerden birkaçı, bu kurulla birlikte çalışmak üzere kurulun yanına verilmelidir.

3-  Kurul, çalışma biçim ve zamanını kendisi belirlemelidir. Özellikle sayın üyeleri kendi özel işleriyle ya da öğrenimleriyle meşgul olacaklarından, komitenin çalışmaları belirli bir çerçeve içinde yapılmak gibi sınırlamalara tabi tutulmayıp, üyelerden her biri, çalışma dalına ait belgeleri ve evrakı istediği yere götürebilmeli; ancak elde edilen sonuçların saptanması ve karara bağlanması, genel toplantılarda görüşmeler yolu ile yapılmalıdır.

4-  Komitenin ilk ve en önemli görevi, dilin sözcüklerini toplamak ve kaydetmekten ibaret olmalıdır:

a) Seçilecek herhangi bir dildeki bir sözlük kitabı esas alınarak, buna göre her sözcüğün her bir Kürd lehçesindeki karşılığı yazılmalıdır.

b) Her sözcüğe karşılık elde edilecek birkaç sözcük arasından, inceleme yolu ile kulağa en uygun geleni, karşılığı aranan sözcüğün Kürdçesi olarak kabul ve öylece özel defterine kaydedildikten sonra, aynı anlama gelen öbür sözcükler de, yine kulağa uygunluk dikkate alınmak koşuluyla belirlenecek bir sıraya göre birinciden sonra yazılmalıdır.

c) Kürdçede var olup da esas aldığımız sözlükte karşılığı bulunmayan sözcükler, aynı koşullar içinde ve alfabetik sıra ile diğer bir deftere kaydedilmelidir.

d) Esas sözlükte var olan ve fakat Kürdçede karşılığı bulunmayan sözcükler de alfabetik sıraya göre üçüncü bir deftere geçirilmeli ve ondan sonra, aşağıda açıklanacak kaynaklara ve köklere başvurularak karşılıkları belirlenip konulmalıdır.

5-  Komitenin sayın üylerinin hafızalarındaki sözcüklerin yukarıda sunulan koşullar içinde toplanmaları ile meydana gelecek olan sözlük kitabı, mümkün olduğu kadar bütün Kürd lehçelerinin sahip bulunduğu sözcükleri içerecekse de, dilin konuşulduğu bölgelerdeki halk arasında, hatta komitedeki zatların bilgi alanları dışında birçok sözcüğe rastlamak pek doğal olduğundan, ayrıca değişik bölgelerde sözcük toplama işiyle uğraşacak kimselerin sağlanması en önemli işlerdendir. Bundan başka şu üç madde, sözcük toplama sorununda yararlı ve değerli kaynaklara işaret eder:

a) Ahlaka uygun olsun ya da olmasın tüm atasözlerinin toplanıp yazılması.

b) Ahlaka uygun olsun ya da olmasın tüm hikaye, masal ve boşinanların aynen toplanması.

c) Halk arasında dilden dile dolaşan Kürdçe beyitlerin ve her çeşit şiirlerin hangi konularda olurlarsa olsunlar toplanıp incelenmesi.

Gerek bunlar ve gerekse köşe-bucakta kalmış sözcüklerin toplanması için düşünülecek çareler arasında, değişik lehçelerin konuşulduğu bölgelere, dil konusunda bilgi sahibi olan aydınları görevlendirip göndermek akla gelirse de, derneğin şimdiki olanakları ile bunun yürütülebilmesi mümkün görünmediğinden, bu amacı gerçekleştirmek için şöyle bir düzenleme yapmak mümkündür:

1- Yukarıdaki koşullar altında meydana getirilen sözlük kitabında bulunmayıp da halk arasında kullanılan sözcükleri, taşıdıkları anlamları da ayrıntılı olarak ve örneklerle açıklamak koşulu ile, komiteye bildirecek kimselere sözcük başına uygun bir parasal ödül verilmesi.

2 Atasözlerini kapsamak üzere düzenlenip yayınlanan kitapta kayıtlı bulunmayan atasözlerini, onları doğuran olayların öykülerini de yazmak üzere komiteye bildirecek kimselere daha yüksek miktarda bir parasal ödül verilmesi.

3- Hikaye, masal ve halk türküleri için de aynı tarzda hareket edilmek ve ayrıca, İstanbul’da sayıları pek çok olan Kürdlerle bu amaç için ilişki kurulmalı ve sürekli itinalarla, taşra okuyucularının bu konuda yardımları rica edilmelidir.

6-  Bu kaynakların hepsine başvurulduğu halde bile, bir bilim ve teknik dilinin sahip olması zorunlu olan birçok sözcük ve terimin eksikliği pek hissedilir bir durumda göze çarpacaktır. Buna birkaç çare vardır ki bazı sakıncaları da içermektedir.

Bunlardan birincisi, Farsça ya da Arapçaya başvurarak ihtiyacın karşılanmasıdır. Ne var ki, dili komşu dillerin egemenliği altına sokacak ve sonuç olarak da “seçkinler dili” ve “halk dili” gibi ucubeler doğuracak olan bu seçeneğin seçilmesine ben sonsuza kadar karşıyım.

İkincisi, kısmen Pehlevi, Zend, eski Farısi gibi dilimizin kökeni ile ilişkisi olan dillere başvurmaktır. Bunda, ilk seçenekteki kadar sakınca yoktur. Ancak, pek eski zamanların kalıntıları olan bu dillerin ihtiyacımızı yeterince karşılayabileceği kuşkuludur. Bununla birlikte, bu dillerden yararlanılmalıdır.

Üçüncüsü ve en doğalı, Almanların yaptığı gibi, belirtilmek istenilen anlam ile tam ilişkisi bulunacak biçimde birkaç sözcükten bileşik sözcükler oluşturulması ya da Kürdçede bol miktarda bulunan ve zarf, zaman, yer, öznelik gibi kavramları belirleyen edatlardan uygun olanlarının sözcüklerin başına ya da sonuna eklenmesiyle bu gibi terimlerin oluşturulması usulüdür.

Bu usulü, dile istenilen zenginliği vermeye elverişli görüyorum. Ayrıca dilimizdeki isim tamlamalarını ve sıfat tamlamalarını birer isim kabul etmek de, pek zengin bir kaynağın oluşmasını sağlar.

7-  Komite, yeni bulduğu ya da bileştirme yolu ile yürürlüğe koyduğu sözcükleri her yılın sonunda basıp yayınlamalı ve asgari beş yılda bir sözlüğünü yeniden basmalıdır. Bunun gibi, atasözleri dergisini de yeni bilgilerinden yararlandırarak, uygun zamanlarda yeniden düzenlenmiş dergiler yayınlamalıdır.

8-  Komitenin çıkaracağı yayınların net gelirleri üyelere hediye olarak verilmelidir.

9- Dilin dilbilgisini düzenlemede, en büyük dil ailesinin temel alınması en kestirme ve doğal bir yoldur. Zamanımızda bu hak, Kuzey Kürdçesinindir. Bu nedenle, bu amaç için Hakkari ve Bohtan lehçesinin tercihini tavsiye edebilirim.

Bunda gereksiz bencilliklerde bulunmak, ulusun yaşam hakkına suikast düzeyinde bir cinayettir. Bu nedenle, ulusal gelişmeyi isteyen her Kürd, idealinin büyüklüğü karşısında pek küçük kalacak bu gibi bencilliklerden sakınmalıdır. Varsayalım ki bazı muhalefetler ortaya çıksa bile, o durumda dahi girişimciler, kendilerince saptanmış olan belirli hedefe doğru tereddütsüz olarak ilerlemekten çekinmemelidirler. Yalnız sebat ve ayak diretmesi ile tereddütsüz olarak bir fikri izlemektir ki bu gibi büyük işlerde başarının güvencesi olur.

Geriye kalan en önemli konu, bu kadar fedakarlık yapılması ile elde edilecek olan sonucu kamuya mal edebilmektir. Benim düşündüğüm genelleştirme yöntemi pek sadedir. İşte “yayın yöntemi” adını verdiğim düzenleme budur. Şöyle ki:

Dernek, çıkaracağı tüm gazetelerde Kürdçe yazıları, yalnızca komitenin kabul ettiği dil ile yazmalıdır. Bunda gerçek bir inatla sebat ederek, her ne pahasına olursa olsun belirlenmiş esastan zerrece sapmamalıdır. Hele, itirazları dinlenilmeye dahi değmeyen unsurların alacağı durum ve tavrı, dönüp bakmaya bile değer görmemelidir.

Bir yandan, ilk elde edinilmesi gerekli olan bilgileri içeren küçük kitaplar yazdırtarak yayınlamalı ve her tarafa bedava olarak dağıtmalı; bir yandan da, yüksek düzeydeki bilimsel ve teknik eserleri basıp yayınlayarak, ulusun aydın tabakasını bu amaç çevresinde toplamaya gayret eylemelidir.

*

Sevgili millettaşlarım! Dilimizin iyileştirilmesi ve kamuya yaygınlaştırılması konusundaki benim tasarılarım, -isterseniz bunlara hayal kurma deyiniz- bu saydıklarımdır. Bakalım siz ne düşünüyorsunuz. Bu düşüncelerinizden öteki kardeşleri de haberdar etmenizi bekliyoruz. Sevgili “JÎN”, hepimizi dinleyecek kadar iyilikseverdir.

Harf sorununu da başka bir zaman konuşacağız.

28 Mart 1335(1919)