Bahoz Şavata’nın iki ciltlik Kürdlerin Tarihi kitabı, son yıllarda, Kürd Çalışmaları alanında ortaya konan önemli bir eserdir. Bu kitapla ilgili bazı düşüncelerimi belirtmek istiyorum.

Bahoz Şavata, Kürdlerin Tarihi-I (MÖ 12000-MÖ 612) Dil-Din-Kültür-Sosyal-Siyasal, İBV yayınları, Kasım 2015, İstanbul, 656 s.

Bahoz Şavata,  Kürdlerin Tarihi-II (MÖ 612-MS 661) Dil-Din-Kültür-Sosyal-Siyasal, İBV Yayınları, Kasım 2015, İstanbul, 654 s.

***

Kürdlerin/Kürdistan’ın, bölünmesinin, parçalanmasının, paylaşılmasının çok önemli bir sonucu, Kürdlerin tamamen bilim dışına, bilimsel araştırma dışına atılmış olmasıdır. Türkiye’de, Kürd, Kürdçe, Kürdistan gibi kavramların kullanılması, 1990’lara, 2000’lere kadar zaten yasaktı. Tarihsel ve arkeolojik çalışmalarda, Kürd, Kürdçe yokmuş gibi davranılırdı. Örneğin İlk Çağ Tarihi çalışmalarında, arkeolojik çalışmalarda, Kürdleri çağrıştıracak, Hurri, Guti, Kassit, Subarto, Mitanni, Nairi, Med gibi etnik isimlerin kullanılması da yasaktı. Türkiye’de üniversitede bu yasaklara çok dikkat edilmiştir. Bu tutum hala sürdürülmektedir. Suriye’de, Irak’ta, İran’da da benzer bir durumun olduğu söylenebilir.

Bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın çok önemli bir sonucu, Kürdlerin dostsuz kalması, hasımlarının çoğalmasıdır. Batı ülkelerinde, Sovyetler Birliği/Rusya gibi ülkelerdeyse, Türkiye’nin, Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın anti-Kürd hassasiyetleri dikkate alınarak, onları gücendirmemek için, Kürdlerle ilgili sağlıklı haberler, yorumlar, incelemeler yapılamamıştır.  Bu tutumun istisnaları elbette vardır.

Örneğin İlk Çağ Tarihi ile ilgili araştırma yapanlar, arkeologlar, Sumer, Akad, Elam, Pers, Hitit, Frik, Lidya, Likya gibi tarihsel kategoriler arasındaki ilişkileri belirtir, bu analizlerine Kürdleri veya Kürdü çağrıştıracak Hurri, Guti, Kassit, Subarto, Mitanni, Med gibi tarihsel kategorileri katmazlardı. Bunun bilimsel bakımdan çok büyük bir yanlış olduğu elbette apaçıktır.

Bahoz Şavata, Kürdlerin Tarihi çalışmasında, şüphesiz Kürdleri odak noktasına koyuyor. Ama Kürdler’in tarihini incelerken, Kürdlerin,  aynı dönemde beraberce yaşadıkları halklarla ilişkilerini etraflı bir şekilde anlatmaya çalışıyor. Bu zaten her iki cildin tam isimlerinden de anlaşılıyor. Birinci kitabın tam adı şöyledir: Ön Asya Sumer, Akad, Asur, İsin,  Elam, Guti, Lulubi, Kassit, Hurri, Subartu,  Hatti, Hitit, Luvi,  Mitanni, Urartu,  Frig, Ermeni, Arami, Kimmer, İskit Halkları İle  Kürdlerin Tarihi.

İkinci kitabın tam adı da şöyledir: Ön Asya  Med, Pers,  Part, Sasani, Ermeni, Makedon, Roma Galad Kürd, Fars, Arami, Yahudi, Arap, Gürcü Halkları İle Kürdlerin Tarihi.

Bahoz Şavata çalışmasına Ön Asya’nın çoğrafi konumunu inceleyerek başlıyor. Tarihte, Kürdlerin hep bu alanda yaşadığını dile getiriyor. Zağroslardan Torosların güneyini takip ederek Akdeniz’e kadar uzanan coğrafyaya ‘verimli hilal’ deniyor. Cilt I s. 17)

Bahoz Şavata’nın önemle üzerinde durduğu, gündeme getirdiği konu Aryanlar konusudur. Aryan kavramı, Hint-Avrupa kavramını çağrıştırmaktadır. Bu halkların konuştukları dillere Hint-Avrupa dilleri denilmektedir. Aryan, kelime olarak asil anlamına gelmektedir. Hindistan’ın, İndüs Vadisi, Aryanların esas çıkış alanları olarak belirtilmektedir.

Bahoz Şavata, Aryanlar’ı ikiye ayırmaktadır. Doğu Aryanlar, Batı Aryanlar. Hurri, soylu, Guti, Kassit, Subardo ve Lulubi, Mitanni, Med, Pers, Kimmer, İskit…  Doğu Aryanlar grubunu teşkil etmektedir. Hatti, Hiitit, Frig, Ermeni, Luvi, Part… halkları Bat Aryanlar grubunu  oluşturmaktadır. Pontus, Komagene, Kapadokya. Batı Aryanların yaşadığı alanlardır.

Bahoz Şavata, Kürdlerin Tarihi çalışmasında Guti, Kassit, Sobardo, Lulubi halklarının Hurri soylu halklar olduğunu, Hurrilerin Kafkasik halklar olduğunu, MÖ 4000’lerde, Mezopotamya’ya göçtüklerini dile getiriyor.

Hurri soylu, Guti, Kassit, Subardo gibi hakların daha sonra Mitanni, Med gibi haklarla kaynaşarak Kürd halkını oluşturdukları belirtilmektedir. Bu kaynaşmanın, MÖ 2000’lerde başladığı dile getirilmektedir. (Cilt II s. 99)

Bahoz Şavata, İskit, Kimmer, Sarmat gibi Doğu Aryan halklarının bir kısmının da Kürdlerin yaşadıkları alanlara göçtüklerini, Kürdlerle karıştıklarını belirtmektedir. Karadeniz’in kuzeyinde, Hazar Denzi’nin kuzeybatısında yaşayan Kimmer, İskit, Sarmat gibi Doğu Aryan halkların, Kafkaslardaki Şervan ve Derbent boğazlarından geçerek güneye indikleri, Kürdlerin yaşadıkları alanlarda dağıldıkları belirtilmektedir.

İskitlerin konuştuğu dil ile Medlerin konuştuğu dilin birbirine benzer olduğu da dile getirilmektedir. Cemal Reşid Ahmed, Ataların Karşılaşması Derbend ve Şervan ülkesinde Kürdler ve Alanlar, (Arapça’dan çeviren Siraç Direk,  Avesta, 1998, İstanbul) çalışmasında da bu görüş dile getirilmektedir. (s.168)

Hurri soylu, Guti, Kassit, Subardo, Lulubi ifadesi, incelemenin çeşitli aşamalarında bu şekilde kullanılmaktadır. (Cilt  I s. 62,  179, 297… Cilt II s. 99)

Xenefon’un  Anabasis’inde, (Onbinlerin Dönüşü) Kürd adı Karduk şeklinde açıkça kullanılmaktadır. Xenofon’dan sonra da, Strabo, Plutark, Pliny gibi araştırmacıların, Kürd adını çeşitli biçimlerde kullandıkları görülmektedir. Bu, dile getirilen kaynaşmanın, MÖ 400’lede tamamlandığını göstermektedir.  Xenofon, MÖ 400’lerde, bölgenin Pers krallığına bağlı olduğunu, fakat Kardukların (Kürdlerin) özgür yaşadıklarını vurgulamaktadır.

Kürdlerin Tarihi çalışmasında, Mitannilerin çok iyi at yetiştiricisi oldukları da vurgulanmaktadır. Mitannili Kikkuli’nin çok iyi bir at eğitmeni olduğu anlatılmaktadır (s. 169). Rahmetli,  Cemşid Bender (1927-2008) hocamız da, benzer düşünceleri çok dile getirmiştir. Kürt tarihi ve Uygarlığı  (Kaynak Yayınları, 2008) kitabında bu düşünceleri görmek mümkündür.

Bahoz Şavata bu kaynaşmayla ve Kürdlerin tarih sahnesine çıkışıyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Medlerin torunları olarak görülen Kürdler, kendi tarihlerini, Mezopotamya’daki, Ön Asya’daki çeşitli hanedanlıklarda, diğer Doğu Aryan halkları (Medler, Persler, Partlar, Sasani vs.) iç içe olduğunu görür ve hanedanlıkların tarihini sahiplenir. Kürdlerin kavmi olarak İran tarihinden siyasal kopuşu, daha çok, İslamiyet sonrasıdır. Burada şu tespitin altını çizmekte fayda var. İslamiyet öncesi Kürdlerin tarihi, Aryanan/İrani halkın birlikte olduğu Doğu Aryan kültürlü toplulukların tarihidir. Bu sosyal yapı üstüne kurulan devletler, buna dahildir. Doğu Aryan halklarının yerelde, kaynaştığı bölgenin, yerel halklarının kültürel varlığı da  dışlanamaz.” (cilt II s. 20)

Yukarıda, Cemal Reşid Ahmed’in Ataların Karşılaşması kitabından söz edilmişti. Şeddadioğlu hanedanı, 11.yüzyılda, 948’de kuruldu. Başkenti Tebriz’di. Ravadioğlu hanedanı 954 de kuruldu. Başkenti Gence’ydi. Her iki hanedan da yüz yıl kadar ömür sürdü. Cemal Reşid Ahmed, 11. ve 12. yüzyıllarda, Kürdlerle Alanların, Kafkaslarda, çeşitli tarihlerde, karşılaşmalarını anlatmaktadır. Kimmerler ve İskitler, Alanların ataları olarak görülmektedir.

Burada, insanın kafasını meşgul eden önemli bir soru var. Memê Alan Destanı’ındaki  Memê Alan ile, Alanların bir ilişkisi var mı? Memê Alan’daki Alan sözcüğü nereden geliyor?

Kendi Tarihini Yazmak…

Türk, Arap ve Fars arşivlerinin Kürdler konusunda tahrifat içerdiği kabul edilmelidir. Bu arşivlerde çalışmaya başlayan bir Kürd araştırmacının, bu duruma dikkat etmesi önemlidir. Tahrifat, tercüme kitaplarda veya yazılarda da yapılmış olabilir. Kürdlerle ilgili bölümler çevrilmemiş veya yanlış çevrilmiş olabilir. Bu bakımdan, kitabın veya yazının aslını görmek de önemlidir.

İngiliz, Fransız, Rus, Alman, İtalyan… arşivlerindeyse, Kürd akademisyenlerin bizzat kendileri çalışmalıdır. Günümüze kadar, bu arşivlerde yapılan çalışmalar değerlendirildi. Bu çalışmaların da anti-Kürd bir tutumla kaleme alındığı ifade edilebilir. Bu bakımdan belgelerin bizzat Kürdler tarafından incelenmesi, değerlendirilmesi önemlidir.

Arkeolojik kazıların, bizzat Kürdler tarafından yapılması, bulguların bizzat Kürdler tarafından değerlendirilmesi önemlidir. Kürdistan arkeolojik kazılar bakımından çok zengin bir alandır.

Bahoz Şavata, çalışmasının bir yerinde, Medlerle ilgili olarak neden bir belge bulunamadığını anlamaya çalışmaktadır. Bunu Ahemeniş-Med çekişmelerine bağlamaktadır. Medlerden bir darbeyle iktidarı ele geçiren Perslerin, Med belgelerini imha etmelerinden söz etmektedir. ( Cilt II s. 95)

***

Arkeolojik belgelerle ilgili olarak, küçük bir anımı dile getirmek istiyorum. Prof. Dr. Osman Okyar (1917-2002) 1964-1967 yılları arasında, Erzurum’da, Atatürk Üniversitesi Rektörü’ydü. Kendisini, Forum Dergisi’nden ve CHP için yaptığı incelemelerden tanıyordum. 1964 sonunda Atatürk Üniversitesi’ne asistan olarak katıldığımda Osman Okyar rektördü. Ayrıca, Ali Fethi Okyar’ın  (1880-1943) oğlu olduğunu da biliyordum.

O dönemde, Van’ın birçok yerinde İstanbul ve Ankara üniversiteleri tarafından arkeolojik kazılar yapılıyordu. O kazılardan birini, Atatürk Üniversitesi maddi olarak destekliyordu. Osman hoca,  Atatürk Üniversitesi’nin maddi olarak desteklediği kazı alanını, çalışmaları yerinde görmek istediğini söyledi. Ayrıca Van Gölü etrafında tur yapmış oluruz, dedi.

O zaman, Fen-Edebiyat Fakültesi’nde, Arkeolojiye en yakın bölüm, benim de çalıştığım  bölümdü.1965 yazında, bir hafta sonunda, Erzurum-Ağrı-Patnos- Erciş-Adilcevaz, Ahlat-Tatvan-Gevaş yoluyla Van’a vardık. Çeşitli yerlerde, sık sık arabadan inerek, etrafı inceleyerek süren bir gezi oldu.

Arabada şoför dahi beş kişiydik. O zaman Atatürk Üniversitesi’nde görevli olan arkeolog,   Prof. Dr. Hermann Vary de arabadaydı. Hermann Vary Erzurum’da Pulur yörelerinde de kazı yapıyordu. Bir gece Van’da otelde kaldık. Ertesi gün, aynı yol üzerinden Erzurum’a döndük.

Van’da kazı alanına da gittik. Kazı yapanlarla görüştük. Kazı yapanlar, alanı bizimle dolaşarak açıklamalarda bulundular. Kazı ekibinin başkanı, bir ara, Osman hocayı bizden ayırarak ayrı bir yere götürdü. Bir süre görüştüler. Osman hoca, akşam otelde, kazı ekibi başkanının kendisine neler söylediğini anlattı.

Adilcevaz’daki prensten Van’daki krala gönderilen bir mesajı içeren tablet bulmuşlar. Bu tablette Kürdleri çağrıştıran bazı kelimeler, ifadeler varmış. Kazı alanındaki yetkili bu tableti, hemen Ankara’ya göndermiş…

Kazı ekibinin başkanı, kendi çalışmaları bakımından bu tabletin değerli olduğunu, bunun, Ankara’dan getirtilmesini ve kendilerinin faydalanmasına sunulmasını istiyor.

1965 O zamanlar, Kürdler konusunda yeni yeni bilgi sahibi oluyordum, yeni bir bilinç gelişiyordu. Bu işleri, ilişkileri çok anlamıyordum.

Medlerin kendi anlatımları konusunda neden bir bulguya ulaşılamadığıyla ilgili olarak Bahoz Şavata’nın açıklaması yerindedir. Bunun yanında, devletin, arkeolojik kazılarla ilgili denetimlerini de dikkate almak gerekmektedir.

Bundan önceki, Ortadoğu’da Devletlerin Kurulması, yazısında, Battal Odabaşı’nın, Güneşin Krallığı kitabının değerlendirirken, incelemede, Subari, Subardo sözcüklerinin çok geçtiğini belirtmiştik. Subardo sözcüğü Bahoz Şavata’nın çalışmasında da çok geçiyor. ‘Hurri soylu (Guti, Kassit, Sobardo, Lulubi) hakları şeklinde geçiyor.  Subar, Subardo kavramının, İlk Çağ Kürd Tarihi ile ilgili önemli bir sözcük, adata, bir nirengi noktası olduğu anlaşılıyor.