Duhok Üniversitesi’nin ve Barzani Vakfı’nın daveti üzerine, İBV Mütevelli Heyeti’nden İbrahim Gürbüzle birlikte, 26 Kasım 2019’da, Kürdistan’ın güneyine gittik. Gezimiz, 26 Kasım-4 Aralık 2019 tarihleri arasında gerçekleşti.

Kürdistan’ın Güneyi’ne genel olarak, Barzani Vakfı’nın veya Duhok Üniversitesi’ndeki Beşikci Center’in  daveti üzerine gidiyoruz. Gezi zamanının planlanmasında, programın hazırlanmasında, görüşmelerin ayarlanmasında İbrahim Gürbüz’ün önemli bir katkısı oluyor. Ayrıca İbrahim Kürdçe konuşuyor. Bu çok büyük bir avantaj

26 Kasım’da Hewler Havaalanı’nda bizi Mirhac Mustafa ve sürücü Levent karşıladı. Otele yerleştikten sonra Barzani Vakfı ziyaret ettiğimiz ilk kurumdu.

27 Kasım günü, öğleden önce, yeni Hewler Valisi Ferset Sofi’yi ziyaret ettik. Ziyarete Barzani Vakfı’ndan Musa Ahmed, Rondik Faris, Mirhac Mustafa da katıldı. Vali Ferset Sofi Barzani Vakfı’nın ve Hewler’deki Beşikci Vakfı’nın çalışmalarını yakından izlediğini söyledi. Hewler’deki yazarlarla bir akşam yemeğinde bir araya gelmenin önemini vurguladı.

Vali Ferset Sofi ziyaretinden sonra, Hewler’deki,  Weqfa îsmaîl Besîkcî’ye (WÎB) gittik. Vakıf’ta bir süre oyalandıktan sonra, 27 Kasım günü öğleden sonra, Duhok’a doğru hareket ettik. Barzani Vakfı’ndan ve Weqfa îsmaîl Besîkcî (WÎB)’den Musa Ahmed ve Mîrhac Mustafa da bizimleydi.

Hewler Ovası çok geniş. Buğday ve şeker pancarı üretimi için çok elverişli tarlalar var. Yol boyunca çok dinamik bir ticari hayatı izlemek mümkün. Zap Suyu Köprüsü’nün Hewler tarafında kalan bir alanda çok dinamik bir ticari hayat var. Dükkanlara giren-çıkan, poşet taşıyan çok insan var. Ayrıca çiftçiler, kendi ürettikleri ürünleri pazarlamak için sergiler açmışlar… Yolun bu kesimlerinde park halinde olan otomobilleri görebiliyorsunuz. Bu arabalar gün geçtikçe çoğalıyor. Zap Suyu bu yörede durgun, bir göl gibi. Barzan taraflarındaysa çok hırçın, gürültülü, gümbür gümbür akıyor.

Hewler-Duhok arası arabayla üç saat kadar sürüyor. Hewler Ovası bittikten sonra dağlık alana giriliyor. Brifkani Dağları. 40 km. kadar da dağlar arasından geçerek Duhok’a varıyorsunuz. Akşama doğru, otelin penceresinden Duhok çok güzel görünüyor. M. Halid Sadînî’nin  www.independentturkish’deki yazıları bu bakımdan çok aydınlatıcıdır.

Akşam, Rektör Prof. Dr. Muslih Duhoqi bizi rektörlükte yemeğe davet etti. Yemekte, Prof. Dr. Hasan Sinemilioğlu hoca ve bir Alman hoca da vardı.

1920’lerden Günümüze Kürdler/Kürdistan

28 Kasım’da, Duhok Üniversitesi Besikci Center’de bir konferans vardı. 1920’lerden Günümüze, Kürdler ve Kürdistan konulu konferans sabahleyin 10.00-12.00 arasında gerçekleşti.

Konferanstan önce, Rektör Muslih Duhoqi ve Duhok Valisi Ferhad Etruşi’yle kısa bir sohbetimiz oldu.  Bu sohbet sırasında, Vali Ferhad Etruşi valiliğin bizim vakfa bağışladığı ve tapusunu da verdiği arsa üzerinde, istediğimiz şekilde bir bina yapabileceğimizi söyledi. Maddi olanaklar elde edildiğinde binanın yapımına katkıda bulunabileceklerinin de vurguladı.

Konferansta kısaca şunlar ifade edildi.  Kürd/Kürdistan sorunu çerçevesinde, nerede konuşursanız konuşunuz, hangi konuda konuşursanız konuşunuz bir konunun vurgulanması, dile getirilmesi çok önemlidir. Kürd sorunu nedir? Kürdistan sorunu nedir? Bu konunun gündeme getirilmesi ve dile getirilmesi çok önemlidir.

Kürd sorunu, Kürdistan sorunu, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması Kürdlerin bağımsız devlet kurma haklarının gasbedilmesidir. Yüz yıldır devam eden bu sorunun temelinde bu operasyonlar vardır.

Burada bir konuya daha işaret edildi. Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya’nın Soçi şehrinde, 22 Ekim 2019’da bir mutabakat açıkladılar.  O mutabakatta ‘bölücülüğe karşıyız, ayrılıkçılığa karşıyız’ gibi ifadeler vardı. Bölünen kim, parçalanan paylaşılan kim? Kürdler, esas bölünenin, parçalananın, paylaşılanın Kürdler olduğunu, Kürdistan olduğunu vurgulamak durumundadır. Ve bu durumu, zamanı geldikçe, yeri geldikçe, her yerde açıklamak durumundadır.

Milletler Cemiyeti döneminde, Yakındoğu’da ve Ortadoğu’da bir statüko kurulmuş, ama, Milletler Cemiyeti, Kürdlere, Kürdistan’a bir statü vermemiştir. Uluslararası barışı gerçekleştirme amacıyla kurulmuş Milletler Cemiyeti, Kürdlere, Kürdistan’a statü vermemeye özen göstermiştir. Halbuki,  Milletler Cemiyeti, uluslararası barışı gerçekleştirme amacıyla kurulmuş bir örgüttür. Sömürge bir statüdür. Kürdistan sömürge bile değildir. Sömürge, herşeyden önce, sınırları önceden belirenmiş bir ülkeyi gündeme getirir.  Örneğin, Afrika’nın, 1886’da, Hollanda, Belçika, İspanya, Portekiz, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya arasında paylaşıldığı sömürgeler kurulduğu bilinmektedir.  Bu çerçevede, ’Kenya İngiliz sömürgesidir’ denildiği zaman, sınırları önceden belirlenmiş bir ülkeden bahsediyoruz, demektir.  İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Birleşmiş Milletler döneminde sömürgeler, 1886’da çizilen bu sınırlarla bağımsız oldular. Afrika’da, sömürgelerin bağımsızlaşması döneminde sınır kavgaları olmadı.

Kürdistan’ın Güneyi’ndeyse, Kürtlerin mücadelelerine rağmen, sınır çizilemiyor. Bunu sadece Irak değil, Türkiye,  İran, Suriye gibi devletler de engelliyor. Sovyetler Birliği/Rusya Federasyonu, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi devletleler de her zaman Irak’ın yanında yer alıyor. Söylem şudur: ‘Kürdlerin yanında yer alırsak, Kürdleri desteklersek,  sadece Irak’ı değil, Türkiye’yi, İran’ı, Suriye’yi’ de kaybederiz…’ Bu 1880’lerdeki, Ubeydullah Nehri hareketinden beri böyledir.  O zaman da Büyük Britanya ve Rusya gibi devletler, Eğer Kürdlere destek verirsek, Kürdlerin yanında yer alırsak, hem İran’ı hem de Osmanlı’yı kaybederiz’ diyorlardı. .  Bütün bunlara rağmen, Kürdlerin mücadelesi ne kadar meşru olursa olsun, ne kadar haklı olursa olsun, görmezlikten, duymazlıktan, bilmezlikten gelinmiştir

Aslında, burada vurgulanması gereken çok daha önemli bir konu var. Kürdler de ilgili devletleri fazla üzmemek için  ulusal taleplerinin asgari düzeyde tutuyorlar. ‘Devlet istemiyoruz, devlet kötüdür’, söylemini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Mela Mustafa Barzani ve Saddam Hüseyin arasında 11 Mart 1970’de yapılan anlaşma bir sınır çizme anlaşmasıydı.  Yukarıda adı geçen devletlerden aldığı destekle, teşvikle, Saddam Hüseyin bu anlaşmaya uymadı, Anlaşma yaşama geçmedi. Anlaşma, otonom bir bölge kuruyordu. Anlaşmayla, anlaşmanın dile getirdiği otonom bölgenin sınırları iki yıl içinde yapılacak nüfus sayımıyla belirlenecekti.

2005 tarihi Irak Anayasa’nın 140. maddesini,  yine sınır çizme girişimi olarak anlamak gerekir. Ama, Maliki ve İbadi hükümetleri, yukarıda adı geçen devletlerin destekleriyle, teşvikleriyle, Kürdlerin bütün istemlerine rağmen, bu maddeyi uygulamadı, hayata geçirmedi. 25 Eylül 2017 Referandumundan sonra, Kürdlere, ‘Anayasaya uy…’ diye direktif verenler, hiçbir zaman Irak’a, ‘140. madde de Anayasa’nın bir maddesidir. Bu maddeyi de uygula, yaşama geçir…’ demedi.

25 Eylül 2017 Referandumu’da böyle değerlendirilebilir.  % 72 katılım, % 93 onay elbette çok değerli bir sonuçtur. Kürdler her zaman bu belgeyi ileri sürebilirler. Ama 16 Ekim 2017 ihanetini de unutmamak gerekir.  Bu, Kürdlerin bir kısmıyla,  yukarıda adı geçen devletlerin birlikte oluşturdukları bir süreçtir. Kürd/Kürdistan sorunu böyle bir sorundur. Bölünme, parçalanma, paylaşılma Kürdleri dostsuz bırakmış, hasımlarının sayısını çoğaltmıştır. Afrika sömürgeleriyle Kürdistan’ın karşılaştırılması, bu konularla ilgili olarak bilgilerimizi çoğaltacaktır.  Filistinli Araplarla Kürdlerin, Kürdistan’ın karşılaştırılması da öyle…

Sömürge bir statüdür. Çok alt seviyede de olsa bir statüdür. Kürdistan sömürge bile değildir, diyoruz.  Bunu, Milletler Cemiyeti’nin veya Birleşmiş Milletler’in sömürgelerle ilgili çabalarından görüyoruz.  Her iki uluslararası kurum da sömürgelerle ilgilenmiştir. Sömürgeler her iki uluslararası kurunun da ilgi alanındadır. Herhangi bir sömürgede, baskı zulüm arttığı zaman,  bu kurumlar, ilgili emperyal, sömürgeci  devleti uyarabilir. Kürdistan’a alt-sömürge denebilir. Ama alt-sömürge kavramı, sömürge bile olmayan kavramı Milletler Cemiyeti’nde de Birleşmiş Milletler’de de yoktur. Bu bakımdan örneğin Birleşmiş Milletler, Halepçe’de Kürdler bir soykırım yaşadıkları dönemde bile Irak’ı uyaramamıştır. Kürd soykırımını, görmezlikten, duymazlıktan, bilmezlikten gelmiştir.

Konferansta bu konular dile getirildikten sonra Birleşmiş Milletler dönemiyle ilgili bazı ilişkiler anlatıldı. Birleşmiş Milletler döneminde, dünyanın ker tarafında çok önemli siyasal değişmeler olduğu halde, Kürdistan’da hiçbir şey değişmedi. Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış durumu, statükosuzluğu aynen korundu, sürdürüldü.  14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı, Sömürgelere ve Sömürge Halklara Bağımsızlık Bildirisi diye anılan karar üzerinde duruldu. Bu kararla ilgili olarak Okyanus aşırı, ülkeler, deniz aşırı ülkeler kavramı ve toprak bütünlüğü kavramı irdelendi. Baskı ve zulmün deniz aşırı, okyanus aşırı ülkelerde mi yoksa bitişik sömürgelere de mi daha yaygın olduğu konuşuldu.  Soykırım operasyonların, bitişik sömürgeler de mi, deniz aşırı, okyanus aşırı sömürgelerde mi gerçekleştiği dile getirildi. Halepçe’deki Kürd soykırımı üzerinde duruldu. Milletler Cemiyeti’nde veya Birleşmiş Milletler’de, bitişik sömürge diye bir kavramın olmadığı da vurgulandı.

‘Duvarımızı Yapamadık…’

Sınır elbette önemlidir. Mesut Barzani, bu gezide 1 Aralık’ta gerçekleşen bir ziyarette, kendisiyle yaptığımız bir görüşmede, bu durumu ‘Duvarımızı Yapamadık…’ şeklinde ifade etmiştir.  Duvarımızı yapamadığımız için çatı yapma işlerimiz de başarısızlıkla sonuçlanıyor, demiştir. Yine, ‘duvarımızı yapamadığımız için, sık sık saldırıya uğruyoruz’ demiştir. Bunun için askeri ve toplumsal gücü korumanın, geliştirmenin öneminde dikkat çekmiştir. Görüşmeye, Barzani Vakfı’ndan ve WÎB Weqfa îsmaîl Besîkcî’den Musa Ahmed,  İbrahim Gürbüz, Salar Osman, Eli Avni, İbrahim Sewim, Rondik Faris, Mirhac Mustafa da katıldı.

Ortadoğu’da, Kürdler sınırları gündeme getirdikleri zaman, ‘eşit vatandaşlık’ gibi konular ortaya atılmakta, sınırlar sonunun üstü kapatılmaya çalışılmaktadır. Ama dikkat edelim, ‘eşit vatandaşlık’  konusu sadece Kürdler için ortaya atılmaktadır. Örneğin, Filistin’de, Yahudilerle Filistinli Arapların eşit vatandaşlığından, Bosna’da, Sırpların, Hırvatların, Boşnakların eşit vatandaşlığında hiç söz edilmemektedir. Kıbrıs’ta, Rumların, Türklerin eşit vatandaşlığından söz edilmemektedir. Boşnakların, Adriyatik Denizi kıyısında ayrı bağımsız bir devleti vardır. Filistinli Arapların ve Kıbrıslı Türklerin de ayrı bağımsız bir devleti olsun diye de çalışmalar yürütülmektedir. İsrail’de, Filistinli Araplara İsrail arasındaki çatışma özünde sınır çatışmasıdır. Her iki taraf ta sınırları kendi lehlerine genişletmeye çalışmaktadır. Ayrıca, egemenlik olmadan eşit vatandaşlık da olmaz. Eşit vatandaşlık konusu, Türk siyasal hayatında, Kürdleri kandırmak için ortaya atılan bir anlayış olarak durmaktadır.

Irak’ta Gösteriler ve Anayasa Değişikliği Tartışmaları

Konferansta, Irak’taki gösterilerden ve anayasa değişikliği tartışmalarından da söz edildi. Ekim ayının başından beri, Irak’ta, Bağdat, Basra, Necef, Kerbela gibi şehirlerde gösteriler yapılmaktadır. Göstericiler, rüşvet, dolandırıcılık, yolsuzluk, adam kayırma, kamu hizmetlerinin eksikliği gibi konuları gündeme getirerek hükümeti protesto etmektedir.  İran’ın Irak üzerindeki etkinliği de protesto edilmektedir. İran konsolosluklarına yapılan saldırlar, konsolosluk binalarının yakılması ilgi çekici olgulardır. Sancılı bir sürecin yaşandığı açıktır. Bugüne kadar, (28 Kasım) 400 civarında ölüm gerçekleşmiştir. Gösteriler, yoğunlaşmaktadır, yaygınlaşmaktadır. Bu gösteriler sürecinde, 29 Kasım akşamı, Başbakan Adil Abdülmehdi, istifa etnek zorunda kalmış, Irak Parlamentosı, bu istifayı onaylamıştır.

Bu gösteriler sürecinde dikkate değer bir konu da anayasa tartışmalarının gündeme getirilmesidir. ‘Yeni bir anayasa yapalım’, ‘Anayasanın falan maddelerinin değiştirelim’ gibi söylemler, gelişmekte olan ülkelerde, antidemokratik ülkelerde yaşanan süreçleri hatırlatır. Bu söylemler özellikle kaos dönemlerinde gündeme gelir.  Ve bu tür ülkelerde sık sık yaşanır.  Batı’nın demokratik ülkelerindeyse bu tür sorunlar yoktur.

Antidemokratik ülkelerde, gelişmekte olan ülkelerde bu tür sorunların gündeme gelmesinin önemli bir nedeni şüphesiz mevcut anayasanın gerektiği gibi uygulanmamasıdır.  Örneğin, Irak’ta da anayasanın 140 maddesi bilinçli bir şekilde uygulanmamıştır.

25 Eylül 2017 Referandumu elbette çok önemliydi .  % 72 katılım, % 93 onay elbette çok değerlidir. Ama 16 Ekim 2017 ihanetini de unutmamak gerekir. 2 Ekim 2018’ de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerçekleşen entrikalar da dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.

Yukarıda belirttiğimiz görüşmede, Mesut Barzani ’16 Ekim 2017’de Kürd toprağı satıldı, 2 Ekim 2018’de Kürd iradesi satıldı’ demiştir. Kürdler kazanımlarını korumalı, ilerletmeli, dünya uluslar ailesinin bir üyesi olmaya çalışmalıdır. Yoğun bir ulusal bilincin gelişmesi üçüncü bir ihaneti, entrikayı engelleyecektir.  Anayasa tartışmalarının bu çerçevede izlenmesi kaçınılmaz olmalıdır. Bu görüşmede İbrahim Gürbüz de konuştu.

Duhok, Akre, Revandiz

Konferanstan sonra, Duhok’tan Akre’ye doğru yola çıktık. Barzani Vakfı’ndan ve Hewler’deki Besikci Vakfı’ndan Musa Ahmet ve Mirhac Mustafa da bizimle beraber seyahat ediyorlar. Yol Akre’ye kadar iki taraflı ve çok şeritli. Yolun kıyısında Akre’ye doğru çok dinamik bir ticari hayatı izlemek mümkün.  Burası çok geniş bir ova.  Akre, eski şehir bu ovadan sonra başlıyor.  Akre, dağların eteğinde kurulmuş bir şehir. Buna rağmen Akre ile ovanın yükselti farkı çok büyük.  Akre’deki Newroz alanı çok geniş. Bu alandan, Nevroz günleri çıkılan dağlar, ateşlerin yakıldığı alanlar bütün haşmetiyle görünüyor. Buradaki kafelerden, ovada gün geçtikçe daha çok büyüyen Akre’yi izlemek, seyretmek de mümkün. Akre yeşili bol bir kent.

Akre’den sonra, Revandiz’e doğru yol yine geniş. İki yönlü ve çok şeritli. Bu yolun her iki kıyısında da ticari hayat çok dinamik. Çiftçiler kendi ürünlerini pazarlıyorlar. Revandiz’e  Xalifan Vadisi’ni geçerek gidiyoruz.  Vadide yol biraz daraldı.  Vadinin her iki tarafında da çok yüksek, dağlar var. Dağların etekleri meşe ve mazı ağaçlarıyla kaplı.  Yükseklikler arttıkça ağaçlar azalıyor. Hamilton Yolu olarak adlandırılan yolun bir kısmı da bu vadiden geçiyor. Bu yoldan geçerken, Avesta Yayınevi’nin yayımladığı Kürdistan’dan Geçen Yol kitabını hatırladım. Kitap bu yolun mühendisi Hamilton tarafından hazırlanmış. Hamilton Yolu, 1928-1932 yılları arasında yapılmış Yolun,  İran’ı Akdeniz’e bağlamak gibi bir amacı da var. Yol Revandiz taraflarında, çok yüksek dağların arasındaki dar vadilerden, uçurumlardan geçiyor.

Revandiz’de bizi, Musa Ahmed’in ikiz kardeşi İsa karşıladı. İsa, Revandiz bölgesinin asayişinden sorumlu. Aslında, Musa Ahmed’gilin, Kanimasi’deki köylerinde gidecektik. Yağmurlu bir gün olduğu için köye gidemedik

Revandiz turistik bir bölge. 2016’da, Korek Dağı’nın zirvelerinde,  bir kültür merkezinde sempozyum yapılmıştı. Katılımcılar, buradaki evlerde konaklamıştı. Burada teleferik de vardı. Teleferikin  inişinde ve  çıkışında, doğadaki  muhteşem güzelliği izleyebiliyorsunuz.

Bu sefer dağın ortalarında bir yerde kurulan evlerde konakladık. Ama, konakladığımız bölge Revandiz şehrinden çok çok yükseklerde. İsveç’te yaşayan bir Kürd iş adamı, Hazım Kurde,  Revandiz’e çok yatırım yapmış. Elde ettiği gelirle tekrar yatırım yapıyor ve bu tutumunu sürdürüyor. Tek katlı veya iki katlı, bahçeli pek çok ev var. Sokaklar çok düzgün… Arkadaşlar, yazın bu evlerin Avrupalı ve Iraklı turistlerle dolup taştığını söylüyorlar. İsviçreli bir aile buradan bir ev satın almış. Yazlarını burada geçiriyor. Ekim ayının başından itibaren, Irak’ta başlayan gösteriler nedeniyle Arap ailelerin Revandiz’e gelmeleri azalmış.

Korek Dağı’nın zirvelerinde teleferik kurulmuştu. İkamet ettiğimiz bu alandaysa, turistler için tren yapılmış. Tren bölgenin coğrafi yapısına göre inerek çıkarak, kıvrımlar yaparak turistler dolaştırıyor. Yarım saat kadar süren, hızı çok düşük bir gezi. Kış olduğu için tren çalışmıyor. Arkadaşlar, trenin, yazın çok revaçta olduğunu vurguluyorlar. Tren Hamilton Yolu’nun bir bölümü üzerinden de geçiyor.  Burada Hamilton Yolu çok daha rahat izlenebiliyor. Bu bölgede rayların altında boşluk olduğu için, trenin büyük sarsıntılarla geçtiği belirtiliyor.

Revandiz’de, Mir Muhammed’in heykelini bulunduğu alanı da ziyaret ettik. 29 Kasım akşamı, Revandiz’den Xalifan yolu üzerinden Hewler’e doğru hareket ettik. Yolda Geliye Ali Beg’e de uğradık. Burada da kafe çalıştıran bir iş adamı, Irak’ta çeşitli şehirlerde yapılan gösterilerin, bölgeye Arapların gelişini % 90 azalttığını söyledi.

30 Kasım akşamı, dostumuz Zana’nın işlettiği Ada Garden’da, Vali Ferset Sofi’nin katıldığı, Hewler’deki yazarların, sanatçıları bir araya getiren katıldığı bir yemek vardı

Yemek başlamadan, Rudaw’ın istemi üzerine TV’ye kısa bir açıklama yaptım. Kürdlerin, Kürdistan’ın dört Müslüman devletin baskısı altında olduğunu dile getirdim. Bu devletler, Kürdlere, Kürdistan’a Müslüman oldukları için baskı yapmıyorlar, Kürdlere ve Kürdistan’a karşı oldukları için baskı yapıyorlar, Kürd olmaktan, Kürd toplumunun bir üyesi olmaktan doğan hakları baskı altında tutuyorlar. Hristiyan devletler tarafından da yoğun bir şekilde destekleniyorlar. Şeyhmus Özzengin’in, nerinaazad’ da yayımlanan (5 Aralık 2019)‘Anti-Kürd Nizam NATO!’ başlıklı yazısı bu bakımdan önemlidir.

Dört Müslüman devletin Kürdlere yaptığı bu baskı, şüphesiz, İslamiyet’in, getirmeye, geliştirmeye çalıştığı adalet anlayışına aykırıdır.

Yemekte, Vali Ferset Sofi, yazarlar, sanatçılar konuşmalar yaptılar. Musa Ahmed ve İbrahim Gürbüz de konuştu. 19 Ekim 2017 ihanetine, 2 Ekim 2018 entrikasına burada da değindim. Yemeğin sonunda Kürd sanatçı Rojin şarkılar söyledi.

2 Aralık’ta, iş adamı Faruk Gür’ü, ‘Wearing is an art’ mağazasını ziyaret ettik. Faruk işini epeyce geliştirmiş. Orada, PAKURD Genel Başkanı İbrahim Halil Baran ile karşılaşmamız bizim için bir sürpriz oldu.  İbrahim Halil Baran çok değerli bir Kürd entelektüeli. Son yazısı Ruşen Alkar’ın Arayışı başlığını taşıyor. (K24 1 Aralık 2019) Pasaportu ile ilgili olarak Türkiye’den kaynaklanan sorunları var. Ama Kürdistan Hükümeti de bu sorunların çözümünde fazla yardımcı olmamış. Bu bakımdan, Güney Kore’de, kendine verilecek, ‘Uluslararası20 Etkin Yazt Ödülü’nü almaya gidememiş.

2 Aralık gün,  nerinaazad’ı, Botan ve arkadaşlarını ofislerinde ziyaret ettik. Ortadoğu’yla, Kürdlerle ilgili verimli bir sohbet oldu.

Bu sohbetten sonra, Kaleyi ziyaret ettik. Kalede restorasyon çalışmaları epey ilerlemiş. 1906 yılında kalede 1132 ev varmış. Kalede 9800 kişi yaşıyormuş. Kürd, Arap, Asuri-Keldani, Ermeni,  Türkmen… 9800 kişi.  Kalede Barzani Müzesi hazırlıkları da var. Orayı da ziyaret ettik… Bu ziyarette, Barzani  Vakfı ve Hewler’deki a WîB Weqfa Îsmaîl Besîkcî’ndan, Rondik Faris, Musa Ahmed, Mirhac Mustafa da  vardı.

Kale ziyaretinden sonra WîB Weqfa îsmaîl Besîkcî’de kısa bir değerlendirme toplantısı yapıldı. Başkan Yardımcısı Rondiq Faris’in yönettği bu toplantıya, benle birlikte, yönetim Kurulu üyeleri, Musa Ahmed, Eli Avni, Osman Salar, İbrahim Sewim, İbrahim Gürbüz katıldı. Müdür Mirhac Mustafa da katıldı.

Akşam otele Zanyar Serdar Qirgeyi geldi. Zanyar Serdar, Kürdçe yazılmış çok büyük bir kitap getirdi. Kitap Mustafa Barzani’nin Şahsiyeti ve Süleymaniyeli Yazarların Mustafa Barzani Hakkındaki Görüşleri adını taşıyor. Kitap 2018 yılında Hewler’de basılmış 897 sahife. Kitapta fotoğraf albümü de var.   Zanyar, Serdar Qirgeyi, Kürdçe yazılmış başka kitaplar da getirdi.

Aynı akşam,  genç araştırmacı Metin Fazıl Taha da geldi. Kahire Üniversitesi’nde hazırladığı doktora tezini kitaplaştırmış. Kitap Abdüsselam Barzani’yle, ve eylemiyle ilgili iki ciltlik bir araştırma. Arapça yazılmış. Metin Fazıl Taha, kitabın İngilizce ve Kürdçe çevirilerinin de hazır olduğunu, yakında onların da basılacağını söyledi.

Metin Fazıl Taha’yla Abdüsselam Barzani’nin 1907’de, öbür aşiret başkanlarıyla, Brifka köyünde Kürd istekleriyle ilgili olarak hazırlayıp Osmanlı Sarayı’na sunduğu bildirisi üzerinde konuştuk. Metin Fazıl Taha,  ‘birkaç saat sonra Kahire’ye uçuyorum. Sizlerle iki-üç gün önde karşılaşmış olsaydım, sizi Brifka Köyü’ne götürürdüm’ dedi. 14- 15 Nisan 2019 günlerinde, Dühok Üniversitesi’nde soykırımla ilgili bir sempozyum olacak. O sempozyuma da katılacağız. O günlerde Metin Fazıl  Taha’da Dühok’ta olacak. O günlerde, Duhok yakınlarındaki Brifka Köyü’ne de gideceğiz.

3 Aralık 2019 Kürdistan Politeknik Üniversitesi’nde az katılımlı bir sohbet toplantısı oldu. Bu toplantıyı, Prof. Dr. Kovan Faris düzenledi. Toplantıya, Politeknik Üniversitesi Rektörü ve öbür yöneticiler katıldı.

Rondik ve Kovan evliler. Kürdlerin sürgün yıllarında, acılı dönemlerinde doğmuşlar. Kendilerine, Rondik (gözyaşı) Kovan (Hüzün) gibi isimler vermişler. Ailelerin verdikleri isimler bu dönemi, sürgünleri, acıları çağrıştırıyor,  hatırlatıyor. Dilerim, çocuklarının isimler özgürlüğü, çağrıştırıyordur.

Akşama doğru da, başkanlığını Dr. Musa Kaval’ın yaptığı İç Barış Derneği BAN’ı Bizava Aştîya Navxweyî ziyaret yaptık. Burada da kısa bir sohbet toplantısı oldu. Toplantıya İç Barış Derneği Yönetim Kurulu üyeleri katıldı. Son iki toplantıda da gerek ben, gerek İbrahim Gürbüz, Irak’ta, çeşitli şehirlerde yapılan gösterilerden, anaya değişikliği tartışmalarından söz ettik. BAN’daki görüşmede, Kürdlerde vatan bilincinin gelişmediği konusu üzerinde duruldu. BAN’ın bu konuyu gündeme alabileceği üzerinde duruldu. Özellikle, çocuklara vatan bilinci verilmesinin, Kürdistan bilinci verilmesinin önemi üzerinde konuşmalar yapıldı.. Çocuklara Kürdistan sevgisi aşılamak da şüphesiz çok önemlidir.

3 Aralık akşamı Orhan Kaya bizi bir otelde yemeğe davet etti. Orada dostumuz Mustafa Özçelikle karşılaştık. Orada emekli peşmergeler, Suriye’den Rojava’dan gelen arkadaşlar da vardı. Lokantada çok uzun sohbetler oldu.

Yemekten sonra otele gittik.  Otele  değerli araştırmacı  Mustafa Şefik geldi. Mustafa Şefik uluslararası ilişkiler uzmanı, Kürdistan Başkanlığı’nda danışman olarak çalışıyor. Kürd Diplomasi Tarihi üzerinde çalışıyor. Dört cilt olarak tasarlanmış bu çalışmanın birinci cildini de getirdi. Bu cilt başlangıçtan 1923’kadar ilişkileri içeriyor. İkinci cildin de 1923-1975 arasını içereceğini söylüyor.

Mustafa Şefik’in kitabı Arapça yazılmış ve 2018 yılında Hewler’de basılmış. Kitap Kürdçe yazılsaydı kanımca daha iyi, değerli olurdu.

Rojava Riskler, Fırsatlar

4 Aralık günü Hewler’deki Kürdistan Üniversitesi’nde, Rojava Riskler, Fırsatlar konulu bir konferans vardı. Kürdistan Üniversitesi İngilizce eğitim yapıyor. Rektör açış konuşmasını İngilizce yaptı.  Konferansı,  öğretim üyeleri ve öğrenciler izledi.  Konferansi Selahattin üniversitesi Rektörü de izledi. Moderatör Prof. Dr. Bayar Doski hocaydı. Tercüman dostumuz Bestun’du. Konferans salonunda değerli iş adamı ve yakın arkadaşımız Şerif Çelik’i de görmek benim için sürpriz oldu.

Duhok Üniversitesi Besikci Center’de yapılan konuşmanın giriş bölümü burada da tekrarlandı.  Rojava, Riskler, Fırsatlar konusunda şunlar söylendi: Suriye’nin kuzeyi, Cizire’den Afrin’e kadar Kürd bölgesidir. Güneybatı Kürdistan. Rojava. Bu bölgeye Verimli Hilal’de deniyor.

1960’larda Baas Partisi hem Suriye’de hem Irak’ta Kürd bölgelerinin nüfus yapısın bozmak, Kürd bölgelerinin Kürdlerden arındırmak, Araplaştırmak için çok baba sarfetti. Bunu gerçekleştirmek için ayrıntılı planlar yaptı. Bu planlarını yaşama geçirmek için arka arkaya operasyonlar yaptı. Bu operasyonlarla, Kürdleri, yerinden yurdundan söküp atıyor, Suriye’nin güneyindeki, Güneydoğusundaki çöl bölgelere sürüyordu. Kürdlerden boşalan alanlarda da Arapları yerleştiriyordu.  Arap ailelere tarımsal araç-gereçler de sağlıyordu.

Nurettin Attasi (1929-1992)’nin cumhurbaşkanlığı döneminde (1966-1970) bu operasyonlar çok genişletildi. Kobani ve Afrin kantonları arasındaki bölgeler bu dönemde Kürdlerden arındırıldı, bölgeye Araplar yerleştirildi. Kasım 1970’de bir askeri darbe sonunda Hafız Esat (1930-2000) iktidara geldi. Rojava’nın Kürd nüfus yapısın değiştirmek O’nun döneminde de devam etti. Cizire ve Kobani arasındaki Arapları, Afrin’den sonraki Arapları da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Türkiye’nin Güneybatı Kürdistan’a, Rojava’ya yaptığı askeri müdahaleleri de bu çerçevede ele salınmalıdır. 24 Ağustos 2016 Fırat Kalkanı,  20 Ocak 2018 Zeytindalı,  9 Ekim 2019 Barış Pınarı harekatının Nurettin Attasi’nin, Hafız Esad’ın yapamadığını yapmak gibi bir amacı var.

Suriye’de olaylar, Mart 2011’de başladı. Ö zamandan beri Kürdler, Güneybatı Kürdistan’da, Rojava’da özerk yönetimler oluşturmaya çalıştı. 21 Ocak 2014 ‘de, Cizire, 27 Ocak 2014’de, Kobani ve  29 Ocak 2014’de Afrin kantonları  ilan edildi. 9 Ağustos 2017 de de dördüncü olarak Şehba Kantonu ilan edildi.

Mart 2011’denberi, Türkiye’nin Suriye politikası iki ana esasa dayanmaktadır. Beşar Esad yönetiminin yıkılması ve yerine Müslüman Kardeşleri’in oluşturacağı bir hükümetin kurulması birinci hedeftir. İkinci olarak da süreç içinde Kürdlerin hiçbir kazanım elde edememesini sağlamaktır. Rusya’yla, İran’la, ABD’yle, AB’yle kurulan ilişkilerde gözetilen ana hedef budur. Türkiye’nin Suriye politikası bugün de aynen bu esaslar doğrultusunda sürdürülmektedir.

Suriye’nin şu andaki ana politikası ise, özerk bölgeleri, kantonları ortadan kaldırmak, PYD’nin kontrol ettiği petrol bölgelerinde tekrar Suriye’nin egemenliğini sağlamaktır. Rusya’nın Suriye ve Rojava politikası, Kürdleri, PYD’yi tekrar Şam’la uzlaştırmaya çalışmaktır.

İran’ın Suriye politikası, Suriye’de üslenerek Ortadoğu’da gücünü artırmak ve Kürdlerin özerk bölge ele etmesine engel olmaktır. İsrail’in politikası ise, İran’ın Suriye’de üslenmesine engel olmaktır.

ABD, Suriye politikasının İŞİD’i yenme üzerine kurulduğunu söylüyor. İŞİD’le savaş kapsamında, PYD’ye çok silah yardımında bulundu. Başkan Donald Trump,  İŞİD’i yendik, diyerek askerlerinin büyük bir kısmını, Ekim 2019 başlarında bölgeden çekti. Barış Pınarı harekatı ABD’nin, daha doğrusu, Trump’un açtığı yol üzerinde gelişti. Bugün ABD askerleri, PYD ile birlikte petrol alanlarını koruyor.

Türkiye’nin Güneybatı Kürdistan, Rojava politikasına, genel olarak Kürd politikasına dikkat etmek gerekir. Söylenenler ve yapılanlar birbirinin tam tersi. Türkiye, ’Suriye’nin toprak bütünlüğünüz savunuyoruz’ diyor. ‘Kürdlerle bir sorunumum yoktur, terörle savaşıyoruz’ diyor.  ‘Sınırımızda terör devletine izin vermeyiz’ diyor.

Fiilen yapılanlar ise bu söylemin tam tersi. Güneybatı Kürdistan’da kontrol edilen alanlara kaymakam tayin ediyor. Türk Devleti’nin kurumlarını oralara taşımaya çalışıyor. Bu alanlarda Kürdçe’yi yasaklıyor. Ehmede Xani Derneği, Cigerxwin Derneği gibi dernekleri kapatıyor. Kayyumların tayin edildikleri belediyelerde yaptıkları ilk iş Kürd kurumlarını kapatmak oluyor.

Kürdistan Üniversitesi’ndeki bu konferanstan sonra, Rondik Faris ve Kovan Faris, katılımcılara bir lokantada yemek verdiler.  Sofra çok zengindi. Tabaklar bol kepçe doluydu. Sofranın zenginliği,  tabakların dolu dolu olması, kanımca, övgüden çok eleştiriyi hak ediyor.

Güneybatı Kürdistan, Rojava, Riskler, Fırsatlar konusunda bir yazı daha yazmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.