Derve, Jînda Zekioğlu’nun Anlatı kitabı

Jînda Zekioğlu, Derve, Anlatı, Dipnot Yayınları, Ankara 2020 287 s.

Jînda Zekioğlu (d. 1987) bir gazeteci. gazeteduvar’da röportajları yayımlanıyor.

Kitapta Aksu Bora’nın,  ‘Derve: Kadından Kadına Emanet’ başlıklı bir Önsöz’ü var. (s.9-10)

Jînda Zekioğlu, Anlatı’sının başına Gülten Akın’ın (1933-2015) bir şiirini koymuş. Bu şiir şöyle:

‘Dünya durur birden karanlık olur

Anne evde, baba dağda, çocuk yolda ölür

Üstüne savaşlar kurulan için

Ölüm yalnızlıktır…’ (s. 11)

Bu şiir Anlatı’nın özeti olarak da kabul edilebilir.

 ***

Jînda Zekioğlu, gazeteci olarak, 2014’de, Eylül-Ekim aylarında yapılması muhtemel yerel seçimler için, Kürd halkının, düşüncelerini merak eder ve Kürd illerini dolaşmaya başlar.  Şırnak’a da gelir. 2013’de ‘barış süreci’, ‘çözüm süreci’ başlamıştır. Gerginlikler, çatışmalar azalmaktadır.

Şırnak’daki görüşmeler sırasında,  trafik kazasında kocasını kaybeden bir kadına taziye vermek için gider. Bu görüşmede, kocası Zana’yı trafik kazasında kaybeden Ruken,  o günlere kadar, Şırnak ve çevresinde, çok önemli olaylar yaşandığını, yaşanan bu olayların gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için, bunların ayrıntılarıyla yazılması gerektiğini söyler. Bu çerçevede, Jînda’nın kendisini dinlemesini ister. Ruken, Şırnak’da Demokratik Toplum Partisi’nin Kadın Kolları’na çalışan bir aktivisttir.

JîndaZekioğlu, bir aileden yedi kadınla uzun uzun sohbetler yapar. Bu görüşmeler dikkatli bir şekilde kaydeder.

Yedi kadın, Zeliha, Ruken, Meryem, Gulê, Delal, Roza, Hêja’dır.

Zeliha ve  Gulê eltidirler. Ruken, Zeliha’nın kızıdır. Hêja da Ruken’in kızıdır. Roza, Ruken’nin küçük kardeşidir. Delal, Gulê’nin kızıdır. Bu bakımdan bir aileden  üç nesil kadınların konuştukları söylenebilir. Büyükanne Zeliha, Kızı Ruken,  torunu Hêja. Meryem ise, yine akraba olan üçüncü, yetişkin bir kadındır.

Zeliha 1960’larda çocuk olan, ellisini devirmiş bir kadındır. Eltisi Gulê, akrabaları Meryem  de aşağı yukarı aynı çağdadır.

Olaylar, Şırnak, Zaxo, Urmiye bölgelerinde, sınır hatlarında geçer. Bu, Türk devletinin ve Saddam Hüseyin’in baskısından,  zulmünden kaçış sürecidir. Bir kadın, Ruken, bu süreci şöyle anlatıyor. “Sınırlar arasında sıkışmış, adına ‘yurtseverlik’ dedikleri bir ömür geçirdik. Bir dolu bebek bu yollarda öldü. Onlarca yaşlıyı sürgün yollarında gömdük…. Daha nicesi…” (s. 243)

Derve, dışarı demek. Yedi kadın, Zeliha, Ruken, Meryem, Gulê, Delal, Roza, Hêja… dışardakilerden oluyor.

                                                                               ***

JîndaZekioğlu, bu kadınlarla görüşmelerini röportaj şeklinde, soru-cevap şeklinde yayımlamamış. Kendisine anlatılanları, kendi uslubuyla yazmaya, anlatmaya çalışmış.

Kadınlar 1960’lar ve 2010’lar arasındaki 50-60 yılı, bu yıllar arasında geçen bütün olaylar gündem getirmeye çalışmışlar.

Pek çok olay gündeme geliyor.Kaçağa gidip gelen babalar, Türk Devleti’nin ve Saddam Hüseyin’in baskıları,  1984, gerilla, Enfal, Halepçe. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları, Newroz  1992, Şırnak’ınyakılması- yıkılması, Mesut Uysal,  Bişeng Anık… Evine yüzlerce kurşun sıkılan Belediye Başkanı Mesut Uysal, sorguda işkencelerle  katledilenBişeng Anık… Sınırlar arasında sıkışmışlık, sürgünlük, kaçışlar, açlık, susuzluk, soğuk,  yağmur… bebeklerin yaşlıların ölümü, gömülemeyen cesetler… Coğrafyanın tahribi, köylerin, ormanların yakılması-yıkılması, Cûdî’nin delik deşik edilmesi… Ekin, mercimek tarlalarının, üzüm bağlarının, bahçelerin, bostanların yakılması, geçim kaynaklarının, üretim araçlarının tahribi…, Çaresizlik… Bu kargaşa içinde eşini kaybeden kadınlar, babalarını kaybeden çocuklar… Eşini, çocuklarını arayan babalar… Bilinmezliğe doğru uzun uzun yürüyüşler, baskılar, engeller yüzünden kesilen yürüyüşler, hareket edilen noktaya geri dönüşler…  yırtılan ayakkabılar, bir damla süt bulamayan bebekler… Bir santimetre kare bile toprağın görülmediği,  güneş ışığı altında cayır cayır yanan, uçsuz-bucaksız  taşlık alanlardan geçişler…Hekim Sönmez,  helikopterlerden atılanlar.,. tehdit edilerek helikopterlerden sallandırılanlar… Türkiye’den kaçışlar, Saddam Hüseyin’in baskılarından dolayı, tekrar Türkiye’ ye doğru itilenler… Irak’ta, tek bir Kürdü yaşatmamaya  azmetmiş Saddam Hüseyin yönetimi…Nehdarê, Etruş, Maxmur kampları, brakuji, Beritan, Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Roboski… Botan bölgesindeki, Asuri, Keldani, Süryani,Ermeni, Ezidi halklar… Müslümanlaştırma süreci… Zaxo Çarşısında bomba patlatılması… Cumartesi Anneleri. Türkiye’nin Kürdleri, Küdçe’yi inkar anlayışı, Diyarbakır 5 Nolu cezaevi, Şırnak-Cem Ersever… Bütün bu konular, bütün bu süreçleri yaşayan kadınlar tarafından ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Derve, dışarı demek. Yedi kadın, Zeliha, Ruken, Meryem, Gulê, Delal, Roza, Hêja… dışardakilerden oluyor.

                                                                      ***

Bu Anlatı’da dikkatimi çeken önemli bir boyut, coğrafyanın kadimliğidir.

“Şu karşı tepeyi görüyorsun değil mi?”  dedi Ruken.

‘Şu ileriyi diyorum. “

“Evet İşte orası, Sefine bölgesi denilen yer. Nuh’un gemisinin olduğu düşünülen tepe işte orası.”

“Botan’ı da alıp Sefine’ye çıkalım, bir gün. Gün batımında çok güzel olur. Savaş yüzünden, daha Cûdî’nin tepelerinden şehrimize bakamamışız. Hem o tepede eminim, uçsuz-bucaksız bir manzara vardır Güneyde Zaxo’nun Bixer Dağları. Bir yanda Gabar’ın heybeti, karşısında Şırnak, sırtında Herakol. Öte tarafta Xelîl Dağı’nın Besta’sı…” (s. 96)

Besta, Tevrat’ta Cennet olarak dile getirilen bölge…

“Zeliha Anne’nin evi Cûdî’de,  mitolojik olarak yaşamın ilk kurulduğu, yani Nuh’un gemisinden inenlerin, ilk kurduğu köy olduğuna inanılan Heştan’a çok yakındı. Bazı geceler,  bu rivayeti  düşünerek damda, uykuya dalıyor, güneşin keskin ışıkları yüzümü yakana dek, damdan inmiyordum. Öylesi gecelerde sanki bir-iki adım  atsam, Cûdî’nin tepesine varacak gibi hissediyor, yürüdüğüm o yoldan dağları, dereleri, yılları, tarİhi aşıp ilerliyordum.” (s. 129)

Bu anlatıda, dikkatimi çeken ikinci boyut ise bu coğrafyanın, bu halkın bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı, paylaşılmışlığıdır, Kürdlerin her kesimde baskı altında tutulmuşluğudur. Bu konulardan  söz ederken, kadınlar, İngiliz İstihbarat Servisi’nde çalışan, ‘ çöl ajanı’ olarak anılan, antropolog GertrudeBell (1868-1926)’i  de anımsıyorlar. (s. 31)

“Benim babam, Mela Mustafa Barzani’ sempatizanıydı. Zaten bizim oralarda o dönemler çoğunluk böyleydi. Babamın peşmergelerle de arası iyiydi. Kaçağa gidip geldikçe, Güneydeki akrabalardan Şırnak’a, haber getirirdi.70’li yıllar Güneydekiler için de çok karışık geçti. Biz sınırda yaşayanlar, her iki tarafdaki devletin de zulmünü çekiyorduk. Irak rejimiyle mücadele eden Kürdlerle Türkiye rejimiyle mücadele eden Kürdler o yıllarda henüz ortak amaçlar paylaşıyordu. Çocukluğumda bizim için Zaxo da Şırnak da bizim memleketimizdi. Hem babamın, hem annemin, kardeşi, amcası, dayısı, yani herkesin bir akrabası, sınırın öte tarafındaydı. Geçimimizi oradan sağlıyorduk. Onlar da buradan. İki ayrı ülkeyi bırak, iki ayrı bölge bile değildik. İnsan sonradan düşününce daha tuhaf buluyor devleti. Yani, Sinop’daki insandan, daha yakındı, Duhok’daki, Süleymaniye’deki insan.  Manisa’da kayboluyordum ama Zaxo’da değil. Çünkü dilimiz birdi, rengimiz birdi, alışkanlıklarımız birdi. Nasıl ayırabilirsin bu iki kardeşi…” (s. 35)

“1980 yılında, darbeyle birlikte, babam dahil birçok insanın kaçağa gitmesi engellendi. Kaçağa gidenlerin asker tarafından öldürüldüğü haberleri geliyordu. ‘devlet hayali sınırla çiziyor, duvarlar örüyor’ deniliyordu.”

“Meselenin, geçim derdiyle ticaret yapan insanların kazandığı üç-beş kuruş olmadığını, yaşımız kemale erince anladık.  Misak-ı Milli’yi derinleştirmek, dört parçaya böldükleri halkı, birbirlerinden uzaklaştırmaktı amaçları. “

“Bir gece yine büyükler, diken üstünde uyku uyumuyorlardı. Bizi uyuttuklarını sansalar da gözümüzü bile kırpmıyorduk. Sızmışız. Annemim çığlıklarıyle uyandık. Ama kafamızı yorganın altından çıkarmaya korkuyorduk. Askerler tanklarından inip evlerin kapılarını kırarak, bütün erkekleri dışarı çıkardı. Biz çocuklar nedenini anlamadık. Sonradan büyükler kendi aralarında konuşurken duyduk olanları. “

“Meğer köyün bütün erkeklerini üst baş soyup, köy meydanında toplamışlar. ‘Kürt diye birşey yok, siz de  Türklerin soyundansınız. Kürtçe diye bir dil yok. Kürtçe konuşan olursa, cezasını çeker. Dicle’den toplarsınız, cesetlerinizi…’ diye tehdit etmişler.  Yetmiş yaşındaki dedeyide, onüç yaşındaki çocuğu da küfürle, şiddetle dize getirmeye kalkışmışlardı. İtiraz eden gençler, askerler tarafından, taburlarda günlerce işkence gördü. Kimileri öldürüldü ve dedikleri gibi Dicle’nin kıyısında günler sonra, bulundu ölü bedenleri. Birçoğunun ise kemikleri bile hala bulunamadı. Bir umut arayan analar bile toprağa karışıp gitti.” (s. 35-36)

“Babam, o dönem gizlice dengbejleri dinlerdi geceleri. Meryemxan,  MihemedŞexo,  Mihemed Arif Ciravî, Eyşana Eli en çok dinledikleriydi. Hareketli parçalarda perdeleri örtüp halay çelerlerdi. Asker sesi duyulunca hemen yerlerine otururlardı.” (s. 34)

“Biz çocukken, bu askerden gizlenme halinin oyunlarını oynardık. Şakalarımız, korkutmalarımız, ‘asker geliyor, kaç kaç’ diye olurdu. Bazen de gerçekten asker gelirdi. Sıradan rütbesiz bir er bile yürüse, sokakta tek bir insan kalmazdı.

“13-14 yaşlarındaydım artık. Asker korkusu, hayatımızın bir paçası, doğalı olmuştu. Ailelerimizden izin alıp, kızlar oğlanlar hep birlikte pikniğe gittik.  Sofralar serdik. Gençten delikanlılar şarkılar söylüyorlardı. Top oynayanlar, derede şakalaşanlar vardı.  Elimde tencere tam sofraya koyacakken,  kızlardan biri, ‘asker geldi, asker geldi…’ diye çığlık atmaya başladı.  Tencere elimden bir taraf, ben de başka bir taraf… Delikanlıları topladılar bir köşeye, Gözümüzün önünde saatlerce işkence ettiler. Bizede yere dizçökmüş bir halde, onları izlettirdiler. Zehir zıkkım oldu o gün.  Ne sevinç, ne bir neşe kaldı yüzümüzde.” (s.34-35)

“… O yüzden baskınlarda yakalanmasın diye, bütün kitapları, kasetleri, dergileri, çuvallar içine  koyup ahırda toprağa gömerdik. Dinleyemezdik de, atamazdık da.  Askerlerden kurtulunca, toprağı kazar çıkarırız kasetleri diye umut ediyorduk galiba.  Oysa, varımızı, yoğumuzu ve sevdiğimiz herşeyi , herkesi, o toprağa gömdük.” (s.41)

                                                                               ***

21 Mart 1992. Şırnak. Bir eve havan bombası atılır. Tavan çöker. Evde herkes, parçalanan beton yığınlarını altında kalmıştır. Evde ana, baba on çocuk, herkes yaralanır. En ağır yaralı olan Faruk adındaki delikanlıdır. Bir ayağı dizinden kopmak üzeredir. Anası, o kargaşa içinde oğlunu hastaneye götürür. Doktora derdini anlatmaya çalışır. Doktor, ana -oğulun yüzüne bile bakmaz.  Anayı, ‘Türkçe konuş kadın, Türkçe konuş…’ diye azarlar. ‘Bıktım, bıktım artık buralardan…’ diyerek çeker gider… (s. 117)

Bir Kürd doktor, anayı ve yaralı oğlunu, hastanenin arka taraflarında yer alan  bir depoya götürür. Delikanlının kopmak üzere olan bacağını keserek onu tedavi etmeye  çalışır. (s. 117 -119)

                                                                          ***

Milli Duygu Üzerine …

Delal, arkadaşlarıyla yaptığı bir sohbette, ‘Bizim dağlarımız çok güzel’ diyor. Bu sözlerinden dolayı ‘bölücülük propagandası yapıyor’, denerek hakkında dava açılıyor. (s. 267 vd.) Halbuki bu sözler milli duyguların küçük bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Gazeteciye tehdit …

“Bir gazeteciyi, ‘ o evi patlatmamızı istemiyorsan hemen çık’ diye tehdit eden, sadece kendinden mesul olunamayacağını savaş bandosuyla duyuran devlete bir şey anlatamayacağımı geçirdiğim sürede çok daha iyi anlamıştım ve benden istenileni yaptım.” (s. 285)

Gazeteci Jînda Zekioğlu, Anlatısının sonunda Hacı Lokman Birlik’ten söz etmektedir. “Kentin en güzel genci, her sohbetlerinde derinliğine hayranlık beslediğim Hacı Lokman Birlik öldürüldü. Bir panzerin arkasına bağlanarak doğup büyüdüğü sokaklarda sürüklendi.” demektedir. (s. 286)

2013 Sonbahar’ı ile 2015 Sonbaharı arasında Şırnak’a gidip gelen Jînda Zekioğlu daha sonra yedi kadının son durularıyla ilgili kısa bilgiler vermektedir.

***

Jînda ZekioğluAnlatı’sının başına Gülten Akın’ın  bir şiirin koymuştu. Anlatı’nın sonunda da Gülten Akın’ın bir şiiri var. Bu şiir şöyle:

“Akıyor sanılan kuruyor sanılan

Haklar haklılıklar, ölüm zulumlar

Uçuyor sanılan herşey birikir.” (s. 285)

KDP Hakkında

Söyleşiler sırasında, kadınlar, sık sık, Kürdistan Demokrat Partisi ve Mesut Barzani hakkında duygularını düşüncelerini dile getiriyor. Çoğu PKK tarafından oluşturulan anti-KDP, anti-Barzani, hatta anti-Kürdduygular ve düşüncelelerdir. (s.162-169, 175…)

1991’e, hatta, 2003’e kadar KDP’nin ve Barzanilerin de  addam Hüseyin rejimiyle boğuştuğunu dikkatlerden uzak tutmamak gerekir. Örneğin Zeliha Ana’nin, “Göz alabildiğine insandı dağlar. İki odun parçasından yapılmış sedyelerin üzerinde taşınan yaşlılar, bu yaşlıların yanına kundaklanıp sarılmış bebekler, babaların omuzlarında çocuklar, annelerin karnında doğmasından korktuğunuz bebeklerdik…” şeklindeki sözleri, Enfal’iSaddam rejiminden kaçışları anlatıyor. (s.75)

O yıllarda, Zeliha Ana, Apocular hakkındaki düşüncelerini de şöyle dile getiriyor. “Kendi dilimizle konuşmak, yaşamak, Kürt halkının sınırlar içinde bölünmüş kaderini değiştirmek…” (s. 42)

Zeliha Ana’nın kızı Ruken de, yine o yıllarda gazeteci Mehmet Ali Birandla yaptığı bir görüşmede, “… Biz de, herkes gibi doğduğumuz topraklarda, kendi dilimiz ve kültürümüzle yaşamak, ecelimizle ölmek istiyoruz…” demektedir. (s. 169)

2005 Irak Anayasası’yla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kurulmasını, bundan sonra gelişen ticari ve diplomatik ilişkileri daha soğukkanlı bir şekilde değerlendirmek gerekir. Bu konuda kısaca şunlar söylenebilir.

PKK/KCK, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni tanımamaktadır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin statüsünü bozmaya gayret etmektedir. Türkiye’nin bölgeye saldırısına bilinçli bir şekilde zemin hazırlamaktadır. Kürd yönetimine ve özellikle, Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP)’ye karşı, sınır bölgesinde yeni bir egemenlik alanı oluşturmaya çalışarak, mevcut statüyü tahrip etmeye çalışmaktadır. Bunun, Kürdistan’ı, devletlerarası sömürge baskısı altında tutan devletlerin ortak programı olduğu besbellidir.

Bütün bunların ötesinde, PKK’yi Qendil’e yerleştirenin de Saddam Hüseyin olduğu yakından bilinmektedir.