Tel Aviv Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ofra Bengio Irak’daki ve Suriye’deki Kürd liderliğini eleştiren bir yazı kaleme aldı. Yazı, ‘Kürtler ve İran-Irak Savaşı: Dersler Alındı mı?’ başlığını taşıyor. (3.12.2020, Besacenter.org, Timeturk.com)

Prof. Ofra Bengio, bu yazısında, Saddam Hüseyin’in İran’a savaş açmasının esas nedeninin, Irak’ın genişleme niyeti olduğunu vurgulamaktadır. Irak ve İran arasında, Cezayir Antlaşması’nın yapıldığı tarih 6 Mart 1975’dir. Bu tarihte, Saddam Hüseyin için önemli olan Kürd ayaklanmasını durdurmaktı. Bunun için de Şattül Arap Su Yolu üzerindeki Irak haklarını, İran’a devretmek durumunda kalmıştı. Ama Saddam Hüseyin, Irak’ın,  İran karşısında güçlü olduğunu hissettiği zaman, Şattül Arap Su Yolu üzerindeki Irak haklarını geri alacaktı.

Prof. Ofra Bengio, 6 Mart 1975 tarihinin,  aynı zamanda, Saddam Hüseyin’in, İran’a savaşa karar verdiği gün olduğunu vurgulamaktadır.

1980’ler… Artık Saddam Hüseyin, kendisini ve Irak’ı İran karşısında güçlü hissettiği bir dönemdir.  Irak 1980 Sonbaharında, bu duygularla ve düşüncelerle İran’a savaş açmıştır. Saddam Hüseyin’in İran’ı yeneceğine çok büyük bir inancı vardır.

Irak-İran savaşı 1988’e kadar,  iki taraf arasında dengede sürmüştür. Bu savaşta Kürd liderler, İran’ın yanında yer almıştır. İran’ı desteklemiştir. Prof. Ofra Bengio, bunun, yanlış bir seçim olduğunu vurgulamaktadır. Kürdlerin, yaşanan bu süreçlerden ders almadığını da vurgulamaktadır.

16 Mart 1988 … Saddam Hüseyin, Halepçe’de Kürdlere karşı zehirli gaz kullanmıştır. 6000 üzerinde Kürd bir çırpıda boğulmuş, onbinlerce Kürd yaralanmış, sakat kalmıştır. Bu durum, Prof. Ofra Bengio’ya göre Humeyni’yi çok korkutmuştur. Humeyni, Saddam Hüseyin’in İran’a karşı da bu silahı kullanabileceğini düşünmüştür. Humeyni, zehirli gazlara karşı koruyucu bir donanıma sahip olmadıklarını da düşünerek, 1988 Sonbaharında, o zamana kadar yanaşmadığı ateşkesi kabul etmiştir.

Prof. Ofra Bengio, Kürd lideriğinin, savaşta İran’ı destekleyerek yanlış ittifak yaptıklarını, o günlerden sonra da yaşananlardan gerekli ders almadıklarını söylemektedir. Bu yazıda, Prof. Ofra Bengio’nun bu  düşünceleriyle ilgili görüşlerimi belirtmeye çalışacağım.

Kürdler/Kürdistan, uluslararası ilişkiler çerçevesinde değerlendirilirken vurgulanması gereken en önemli konu, Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış durumudur. Bu, Kürdlerin, uluslararası ilişkilerde, manevra alanını daraltan, hatta sıfıra indiren  bir süreçtir.

Kürdistan, 1639’da, İran Safevi İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu arasında ikiye bölünmüştür. Kürdistan’ın Osmanlı kesimiyse, İngiliz ve Fransız politikalarıyla, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde  üçe bölünmüştür. İngiltere (Irak), Fransa (Suriye) ve Türkiye.

Bu süreç, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, dönemin emperyal güçleri, İngiltere, Fransa ile Türk,  Arap ve Fars yönetimleri tarafından, işbirliği ve güçbirliği içinde gerçekleştirilmiştir. Sovyetler Birliği’nin de bu süreci teşvik ettiği, desteklediği söylenebilir. 16 Mart 1921 tarihli İngiliz-Sovyet Ticaret Anlaşması’nın böyle bir işlevi vardır.[1]

***

Kürdler, herhangi bir devletten ulusal kurtuluş mücadeleleri yolunda, siyasi ve diplomatik yardım, silah araç-gereç yardımı istedikleri zaman, her daim olumsuz bir cevapla veya suskunlukla karşılaşmışlardır. Bu süreçte ilgili devletin hesabı şudur: Eğer bu Kürdlerin isteklerini olumlu karşılarsak, öbür kesimlerdeki Kürdleri de bu yolda harekete geçirmiş oluruz. Bu da sadece bu devletin bağlı olduğu devletle değil, İran, Irak, Suriye, Türkiye… ile aramızın bozulmasını getirir.

Kürdlerin, yardım için başvurduğu devlet, ister ABD olsun, ister Sovyetler Birliği/Rusya olsun, ister İngiltere, Fransa, Almanya gibi devletler olsun, her zaman bu tür olumsuz cevaplarla karşılaşmışlardır. Bu da uluslararası ilişkilerde, Kürdlerin manevra alanını kısıtlamakta hatta sıfıra indirmektedir. (bk. James Jeffrey: ABD’nin Bağımsız bir Kürt devletinin desteklememesinin nedeni…)

ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, “ABD’nin bağımsız bir Kürt devletini desteklememesinin nedeni ‘‘Bağımsız bir güneydoğu Türkiye, Kuzey Irak, kuzeydoğu Suriye’nin; İran, Suriye Türkiye ve Irak’taki etkileri çok büyük olur.” dedi (nerinaazad, 9.12.2020)

Öte yandan, Kürdler, İran, Irak, Suriye, Türkiye devletlerinden biriyle bir mücadeleye giriştikleri zaman, öbür devletler de şu veya bu şekilde Kürdlere karşı konumlanmaktadır.

Bu süreçte, Türkiye, İran, Irak, Suriye devletleriyle birlikte, ABD ve Sovyetler Birliği/Rusya gibi güçler de, buna bağlı olarak İngiltere, Fransa, Almanya gibi güçler de Kürdlere karşı cephede konumlanmaktadır… 1979 İran İslam Devrimi’ne kadar, İran ve Türkiye ABD, Irak ve Suriye, Sovyetler Birliği politikaları çevresinde faaliyet yürütmektedir. 1990’lardan sonra da ABD ve Rusya, anti-Kürd politikalarını sürdürmüştür.

Günümüzde de, örneğin, Rusya’nın Kürdlerle ilişkisi, Kürdleri ABD’den uzaklaştırma üzerinedir. ABD’nin Kürdlerle ilişkisi ise bunun tam tersidir. ABD’nin Kürdlerle ilişkisi, Kürdleri Rusya’dan uzaklaştırma üzerinedir. (bk. Çetin Çeko, Rusya’nın Kürt Kartı, Kimin Lehine Kimin Aleyhine? Deng, Aralık 2020, Sayı 120, ayrıca bk. nerinaazad, 8.12.2020)

Ortadoğu’da Filistinli Arapların hareketiyle Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesini karşılaştırdığımız zaman bu durum bütün açıklığıyla görülmektedir. Ortadoğu’da Filistinli Arapların tek bir hasmı vardır: İsrail. Ama, Arap Birliği’ne bağlı 22 Arap devleti de şu veya bu şekilde İsrail’e hasım durumundadır. Bunun dışında İslam Konferansı’na bağlı 57 Müslüman devletinin de İsrail’e karşı Filistinli Arapları desteklemektedir. Bu devletlerin hepsi, Filistin’e maddi, manevi, siyasal, diplomatik, silah araç gereç…vs. vermektedir

Bu, Filistinli Arapların dost güçler arasında mücadele yürüttüğü anlamına gelir. Dost güçler derken, sadece, Suriye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır’ı değil, Arap Birliği’ne ve İslam Konferansı’na bağlı devletleri de hesap etmek gerekir. Bunun dışında, ABD, Sovyetler Birliği/Rusya, Çin gibi devletler İngiltere, Fransa, Almanya gibi devletleri de bu çerçevede ele almak gerekir.

Kürdler için durum, bunun tam aksidir. Kürdler ta 1960’lardan, hatta 1920’lerden, 1930’lardan, 40’lardan beri hasım güçler içinde mücadele yürütmektedir… Irak, İran, Suriye, Türkiye gibi devletlerin hepsi Kürd karşıtı güçlerdir. Hepsi de Kürdleri etkisiz bırakma çabası içindedir. Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması, Kürdleri dostsuz bırakmış, hasımlarının sayısını çoğaltmıştır. Bunun dışında, ABD, Sovyetler Birliği/Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere gibi devletlerin de, Kürdlere dost olduğu söylenemez. Bu mücadele sürecinde, Kürdlerin hiçbir yerden maddi-manevi, siyasal, diplomatik yardım alamadığı da çok açıktır.

***

1960’ların ortalarında, İsrail yönetiminin peşmergeye cüzi miktarlarda yardımından söz edilir. Bu konuda sağlıklı bilgilere sahip değilim. Zira bu ilişki Kürdler tarafından da İsrail tarafından da açıklanmamıştır.

Yardımın, İran üzerinden yapıldığı söylenmektedir. Bu konuda İsrail yönetimiyle, Şah Muhammed Rıza Pehlevi arasında bir anlaşma yapıldığından da söz edilmektedir. Okuduğum bazı kitaplarda, bu ilişkiye ilişkin bazı notlar dikkatimi çekmişti. Yardım İran üzerinden yapılıyormuş, ama Şah Rıza Pehlevi, bu yardımı peşmergeye sağlıklı bir şekilde ulaştırmıyormuş.  Eğer on birimlik bir yardım varsa bunun altısına-yedisine el koyuyormuş, ancak üçünü-dördünü peşmergeye ulaştırıyormuş. (bk. Cevat Eroğlu, İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, Sayfa Yayınları, Aralık 2003, s.85-86)

Bu konuda İran’ın, Şah Rıza Pehlevi’nin görüşü, hesabı şu: Kürdler Irak yönetimini, Saddam Hüseyin’i rahatsız etsinler ama hiçbir zaman başarıya ulaşamasınlar. Mele Mustafa Barzani, Kürdler bu sürecin farkındadır. Ama küçük de olsa bu ilişkiden yararlanmaya çalışıyorlar.

İsrail 1948’de kurulmuştur. İsrail kurulduğundan beri Arapça İsrail yönetimi tarafından tanınan bir dildir. Arapça’nın, İbranice yanında ikinci bir resmi dil olduğu da söylenebilir. İsrail Meclisi Knesset’te Araplar, Arap olarak yer almaktadır. Kürdistan’ın güneyinde 1960’ların başlarında yaşama geçen Kürd mücadelesi ise bir yönüyle de Kürd dilini, kültürünü kazanma mücadelesidir. (Bu konularla ilgili olarak bk. Çetin Çeko, İbrani Barış Anlaşması ve Kürdistan’a Etkisi, nerinaazad, 28 Aralık 2020)

Kürdleri/Kürdistan’ı, Afrika sömürgeleriyle karşılaştırmak da bilgilerimizi, geliştirici, zenginleştirici bir işleve sahiptir. Bu karşılaştırma, özellikle ülke sınırlarının nasıl çizildiği konusu dikkate alınarak yapılmalıdır.

Herhangi bir siyasal süreçte veya savaş sürecinde, Kürdlerin yaptığı ittifaklar eleştirilebilir. Ama çok daha önemli bir eleştiri, çok olumsuz koşullar içinde olmalarına rağmen, Kürdlerin, neden, birlikte davranıp dünya uluslar ailesinin bir üyesi olamadıkları konusunda yapılmalıdır. 25 Eylül 2017 Bağımsızlık Referandumu ve 16 Ekim 2017 sabahı yaşananlar, Kürd/Kürdistan tarihinde hiçbir zaman unutulmayacak tarihlerdir.

Birkaç Not

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde PKK-Haşdi Şabi İşbirliği yazısı üzerine saldırılar, eleştiriler oldu. Bu saldırılarla ve eleştirilerle ilgili düşüncelerim şudur:

Bugün, başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde Kürd göçmenler yaşamaktadır. Bunların çok büyük bir kısmı PKK/KCK ile ilişkilidir. En azından sempatizandır. PKK, Almanya, Fransa, Hollanda İsveç gibi ülkelerde, doğal olarak, bu devletlerin düzenine, yasalarına uymaktadır.

İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Mersin gibi alanlarda da Kürd göçmenler yaşamaktadır. Bu göçmenlerin çoğu yine PKK/KCK ile ilişkilidir. Buralarda da, PKK/KCK Türk devlet yasalarına, düzenine doğal olarak uymaktadır. Diyarbakır, Van, Batman gibi alanlarda da durum böyledir.

Ama, PKK/KCK Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında kurulan düzene uymamaktadır. Bu düzeni küçümsemekte, aşağılamakta, yönetime kendisini dayatmaktadır. Bu, sömürge insanının ruhsal yapısıyla, tavır ve davranışlarıyla ilgili bir durumdur. Sömürge halkı, dışarıdan gelen bütün talimatlara, direktiflere uyum gösterir, itaat eder. Ama, kendi halkından bir kesim bir otorite oluşturmaya başlıyorsa, onu küçümser, aşağılar, o otorite oluşumunu bozmaya çalışır. Çünkü, egemen devlet tarafından böyle öğretilmiştir.

Halkın herşeyinin ilkel olduğu, yemesinin içmesinin, giyim-kuşamının, dilinin ilkel olduğu, günlük hayatının cehalet içinde geçtiği öğretilir. Halkın kendi kendini yönetemeyeceği vurgulanır, bunlar öğretilir.

Bu ilişkiler,  Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında aynen yaşanır. Kürdistan, sömürge bile değildir, bu bakımdan bu ilişkiler Kürdistan’a çok daha ağır bir şekilde yaşanır. 16 Ekim 2017 sabahı, Kerkük’de olanları bu açıdan irdelemek mümkündür.

Bana saldıranların, beni eleştirenlerin hiçbiri, PKK/KCK’ye, ‘Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bir düzeni, kuralı, yasaları vardır, sen de bu düzene uy, peşmergeye saldırma, KDP bürolarına saldırma  …’ dememeleri, ‘Almanya, Fransa, Hollanda… gibi devletlerin, Türkiye’nin, düzenlerine, yasalarına uyduğun gibi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yasalarına, düzenine de uy…’ dememeleri, bunu ima bile etmemeleri şaşırtıcı bir durumdur. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde PKK-Haşdi Şabi İşbirliği yazısında, PKK/KCK’nin sekiz eyleminden söz edilmişti. Bana saldıranlar, beni eleştirenler,  bunların hiçbirini dikkate almamış, cevap vermemiştir. Bu durum, PKK/KCK’nin, peşmergeye, KDP’ye yaptığı saldırılarını onaylama anlamına gelmez mi? Bu saldırıların, Mesut Barzani’nin, ‘Kürdler arası çatışmaları biz haram kıldık’ dediği bir ortamda yapılması ve bu ilkeye bilinçli bir şekilde bağlı olduğu bir ortamda gerçekleşmesi dikkate değer. (Bk. Abid Gürses,  Kardeş Kavgası mı Kobani Ruhu mu?  nerinaazad, 17 Aralık 2020)

Sorunların, Kürdler arasında diyalog yoluyla çözümlenmesi elbette esas olmalıdır. Bunun için, önce, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin meşru bir yönetim olduğu tanınmalıdır. Diyalog sürecinde, gerekli eleştiriler, elbette yapılabilir.

Bugün, Türk ordusu, Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında, sınır bölgelerinde birçok yerde üs kurmuştur. PKK/KCK, orduyu bölgeden uzaklaştırma çabası içinde olması gerekirken, çeşitli bahaneler yaratarak ordunun bölgeye yerleşmesine zemin hazırlamaktadır. Ordunun, Kürdistan Bölgesel Yönetimi için önemli bir tehdit olduğu açıktır.

***

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden, yasalarından, kurallarından söz ediyoruz. Bu bir federasyondır. Bu federasyon sınırları içinde, cinayet işleme özgürlüğü olmamalıdır. Eğer bu sınırlar içinde bir kişi öldürülmüşse, federasyon,  yargı kurumlarıyla,  mahkemeleriyle, polisiyle, savcısıyla, yargıçlarıyla, cezaeviyle sürece müdahale edebilmelidir. Eğer bunu yapamıyorsa, cinayete ilişkin, tutanak, zabıt, dosya vs. yoksa, gerçek bir ferderasyondan söz edilemez. Kürdistan Bölgesel Yönetimi gerçek bir federasyon olma yolunda ilerlemelidir…

***

İnsan olarak, Kürdistan’dan söz eden, bağımsız Kürdistan’ı talep eden bütün kişilerin, kurumların, siyasal partilerin yanında olurum. ‘Kürdlere devlet gerekmez…’ diyenlerle işim olmaz. Çünkü bu, Kürdlerin değil, devletlerin görüşüdür. Devletlerin bunu Kürdlere söyletmesi devletlerin büyük bir başarısıdır, kazanımıdır. Kürdleri müştereken baskı altında tutan devletlerin hepsi de, Kürdleri,  bağımsız Kürdistan’ı engellemek için her önlemi almaktadırlar.

Bağımsız Kürdistan’ı, Kürdistan’ın güneyinde, daha çok Barzaniler savunmaktadır. Bu yeni bir durum değildir. Yüz yılı aşkın bir zamandır, Barzanilerin düşüncesi ve tasarımı budur.  Aşiret, şehlik gibi kurumlara vurgu yaparak Barzanilerdeki ulusal ruhu görmezlikten, anlamazlıktan gelmek yanıltıcıdır. Bunları dile getirmek, sırtını bir siyasal partiye KDP’ye dayamak değildir, bu düşünce tasarıma destek vermektir. Bu düşünce ve tasarımı güçlendirmektir.

İBV’de, gerek Mütevelli Heyeti içinde olanlar, gerek gerek vakıf yönetiminde yer alanlar gönüllü çalışmaktadır. Sadece, bana, ailemizin ihtiyaçları için küçük bir ödeme yapılmaktadır. Bunun dışında maaşlı, sigortalı iki-üç çalışan daha vardı. Vakfın, Diyarbakır Şubesi’ndeki durum da böyledir. Hewler’deki WÎB ise, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yasalarına göre kurulmuş ayrı bir vakıftır.

Yüz yılı aşkın bu süreçte KDP, çeşitli olaylar gündeme getirilerek eleştirilebilir. İsmail Beşikci de eleştirilebilir. İBV de eleştirilebilir.

Benim neler yaptığım, nasıl yaptığım ortadadır. Vakfımızın yapıp ettikleri de ortadadır.  Gelirleri, giderleri açıktır, besbellidir…‘Barzani’den maaşlı memurlar!…’ anlamsız karalamalar, yakıştırmalardır.

Bu yazının başında, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde PKK-Haşdi Şabi İşbirliği yazısına çok saldırı, eleştiri olduğunu yazmıştım. Beni savunan, yazılar, mesajlar da oldu. Bu arkadaşlara teşekkür ediyorum.

[1] Kürdistan’ın bir kesiminin de Kafkaslar’da olduğunu unutmamak gerekir. İran sınırları içindeki Kürdistan 19 yüzyılın ilk çeyreğinde, Rus-İran savaşları sürecinde, 1813 Gülistan, 1827-1828 Türkmençay Anlaşmalarıyla Rusya ve İran arasında ikiye bölünmüştür. 1923-1929 Kızıl Kürdistan olgusu…

Bugün Karabağ olayları görüşülürken Kürdlerin adı bile anılmıyor. Uluslararası belgelerde Kürdlerin adı bile geçmiyor. Halbuki bu alanların büyük bir kısmı, Kürd’dü, Kürdistan’dı. Kürdler, Ermenilerden de, Azerilerden de, Ruslardan da önce buralardaydı.

İsa’dan önce yedinci yüzyılda buralara Medler egemendi. Ortaçağ’da, Revadi, Şeddadi Kürd hükümetleri buralarda kurulmuştu. Puşkin (1799-1837), 1829’da Erzurum Yolculuğu sırasında, Kafkaslarda, birbirine yakın, birbiri ardından gelen Kürd Köylerinden geçtiklerini anlatır. Uluslararası İlişkiler uzmanlarının bu konuyu irdelemelerinde yarar vardır. Kürd araştırmacı Hejarê Şamil’in, Kürd seyyah, araştırmacı İbrahim Sediyani’nin bu konuyla ilgili yazılarını okumak ufuk açıcı olabilir.