Önce isteğiniz üzere kısaca öz geçmişimden başladıktan sonra metne gireyim. 1944 Ağrı merkeze bağlı Darebiya Jêrin, yani Türkçeleştirilmiş adıyla Aşağıyoldüzü köyü doğumluyum. Sîpkan aşiret konfederasyonuna bağlı Pîrebadî aşiretine mensup yoksul bir köylü ailesinden geliyorum. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademi’si 1970 mezunuyum.

Ortaokul döneminden itibaren Kürt olduğumun bilincindeyim ve Kürt sorunuyla ilgiliyim. İlk kez Ağrı Yüksek Öğrenim Derneği’nin çıkardığı Uyanış isimli (Yılda bir yayımlanıyordu) dergide şiir, öykü ve aktüel konuları irdeleyen yazılarım çıktı.1966 yılında Ankara’da yayınlanmakta olan Yeni Akış isimli (Kürt sorununu belli boyutlarda tartışmaya açmıştı) dergide Kürtçe küçük bir şiir denemem yayımlandı.

1970 yılında Ankara DDKO üyesi oldum ve derneğin eğitim işlerini yürüttüm. DDKO bültenlerinin hazırlanmasına katkı sundum.

1971 yılında tutuklandım. Sıkıyönetim askeri mahkemesinde yargılananlar arasında yer aldım ve 11 yıl 4 ay ağır hapse hüküm giydim.1974 affıyla salıverildim.1975’te İzmir’de kısa dönem olarak askerlik yaptım.

1975 Aralık ayında illegal olarak kurulan Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisinin kuruluşunda yer aldım. Legalitede yayımlanan Özgürlük Yolu’nun yayınlarına katkıda bulundum. Bulunduğum süre içinde makale türü yazılarım, Kürtçe şiirlerim ve bir de Türkçe’den Kürtçe’ye çevirim yayınlandı. 1977 yılında kısa bir yayın yaşamı sürdüren haftalık Demokrasi gazetesini Ağrı’da M. Ali Arslan’la birlikte yayımladık.1978 yılında kişisel nedenlerle örgütümden ayrıldım. 1979 yılında Pêkanîn Yayınevini oluşturduk. İlk yayın olarak Necip Erdem takma ismiyle yazdığım ‘Ulusal Sorun ve Türkiye’de Ulusal Sorun’ isimli bir kitap yayımladık. Daha sonra İran Kürdistan Demokrat Partisi 4. Kongre kararlarını çevirterek kitap halinde yayımladık.

Türkiye’de kalma olanağı verilen tutuklama ve arama kararları nedeniyle kalamadığımdan1980 Mayıs ayında İran üzerinden Türkiye’yi terk ettim. Bir süre İran’da yaşadıktan sonra Batı Almanya’ya geçtim. Orda bazı arkadaşlarımla birlikte oluşturduğumuz Mala Gelê Kurd isimli derneğin çalışmalarına katkı sundum. Bu arada Gaziya Welêt ve Wekhevî isimli dergi ve gazeteleri yayınladık. 1985 yılında Kürtlerin yaşamını ve savaşımını konu alan “Kürdün Türküsü” isimli bir romanım yayınlandı ve Roman 1990 yılında Almanca’ya çevrilip yayımlandı. Bu arada birçok Kürt süreli yayınlarında makaleler ve Kürtçe öykülerim yayınlandı. Yasal engeller kalktığı için 2004 Şubat ayında Türkiye’ye döndüm. O tarihten itibaren Mersin’de yaşamaktayım ve Açılım isimli bir dergi ile Açılım Dergisi Yayınları’nı yönetmekteyim. Açılım dergisi düşün ve sanat dergisi niteliğinde Türkçe olarak periyodik bir biçimde yayınlanmaktadır. Demokrasi, eşitlik ve özgürlükleri savunmakta ve Avrupa Birliği yandaşlığından yana tavır sahibidir.

* * *

İsyanlar döneminin ardından uzun süre Kürt sorunu gündeme gelmedi. Baskılar, sürgünler, yıldırma girişimleri Kürt toplumunu suskunluğa itti.1950’lerde yapılan seçimlerde CHP’ye karşın DP’nin gelişmeye başlaması Türkiye’de yeni toplumsal gelişmelere yol verdi. Bu yıllarda çıkarılan bir af ile birlikte sürgüne gönderilmiş olan Kürt aileleri yeniden ülkelerine dönme olanağına kavuştular. Kürt aydınları arasında da alttan alta Kürt sorunu dillendirilmeye başlandı. DP iktidarı elde ettiği dış krediler aracılığıyla tarım kesiminin canlanmasını sağlayacak önlemler aldı ve tarım kesimine kredi akıttı. Elektrifikasyon ve traktörleşme tarımda olumlu ve verimli gelişmelere olanak sağladı. Taban fiyatlarıyla üretim teşvik edildi. Piyasa canlandı. Halk deyimiyle bolluk ve bereket baş gösterdi. Buna koşut olarak eğitim konusunda da yatırımlar arttı. Her yere okullar açıldı. Böylece daha önce belli bir kesimin ayrıcalığı durumunda olan eğitimden dar gelirli ailelerin çocukları da yararlanmaya başladı. Alt yapı yatırımları canlandı. Bu kendisiyle birlikte düşün alanında da ilerlemelere neden oldu. Gerçi ‘Hürriyet’ getirme savıyla iktidara gelen DP, daha sonra ‘Hürriyet düşmanlarına hürriyet yok’ gibi faşizan söylemlerle aydınlar üzerinde baskıyı arttırdı. Buna karşın yaşam ileriye doğru yavaşta olsa atılımını sürdürdü. Kürt okumuşlarının sayısı sıçrama yaptı. Metropol kentlerin yüksek öğrenim kurumlarına kayıt yaptıran Kürt gençleri birbirleriyle tanışma olanağı buldular. Kürt sorununu gizli gizli dile getirdiler. 1958 yılında Diyarbakır’da Musa Anter ve arkadaşları tarafından yayınlanmakta olan ‘İleri Yurt’ isimli gazetede ‘Qımıl’ isimli Kürtçe bir türkünün sözleri yayımlandı. Tüm Türkiye basını buna yer verdi. Kürtlerin yeniden baş kaldırdığı gibi savlar ileri sürüldü ve bu gazeteye karşı hücumlar yapıldı. Bununla bir şeyler uç vermeye başlamış oluyordu. Yine bu yılda Mustafa Barzani ve arkadaşlarının Sovyetler Birliği’nden dönüşleri Türk basınında birinci haber olarak yer aldı. O tarihten itibaren Barzani ve Kürtlerle ilgili haberler sürekli Türk basınında yer buldu. Barzani’nin komünist olduğunu vurgulamak için özellikle sağda yer alan basın onu ‘Kızıl Barzani’ olarak adlandırdı. Gelişinde Barzani’nin önce Kahire’ye uğrayarak C. Nasır’la görüşmüş olması da zamanın basınında spekülatif haber yorumlar olarak yer aldı. Bu gelişmeler Kürt yurtsever aydınları üzerinde ciddi etkilerde bulunuyor, onlara moral veriyordu. Bu Kürt sorununun yeniden gündeme yerleşmeye başladığı anlamınaydı.

Kürt aydınlarının birbiriyle olan ilişkileri Türk İstihbarat örgütünü de harekete geçirmişti.1959 yılında 49’lar olarak adlandırılan Kürt aydınları tutuklanarak ‘Harbiye hücrelerine’ konuldu. 49’lar olayı Kürt aydın hareketinin de başlangıcına işaret ediyordu. Aslında bu aşamada DP iktidarı ciddi ekonomik ve toplumsal sorunlarla karşı karşıyaydı.

49’lar olayı daha sonraki mahkeme safahatında Türk basınında sürekli yer aldı. Kürt aydınları olayın gelişimiyle ilgili ciddi bir duyarlılık içindeydi. Fiiliyatta yapacakları bir şey yoktu. Ancak olayı yakından izleyerek kendi aralarında konuşup tartışarak ilgi ve etkilenme konusunda ciddi bir gelişme oldu. 49’lara mensup olanların ya yüksek öğrenim öğrencileri olmaları, yada eğitilmiş meslek sahibi kimseler olmaları ilgiyi daha da arttırıyordu. 49’lara mensup olanlar hareketli ve etkileyici kimselerdi. Bundan dolayı da kendi çevrelerinde tanınıyor ve ilgi görüyorlardı. Savcılık iddianamesinde bunları ‘Kürtçülük’ le suçluyordu. Buda diğer genç Kürt aydınlarını etkiliyordu. İşte hekim, avukat, mühendis gibi  saygın olan meslek sahibi Kürtler ‘Kürtçülük’ yapıyor, Kürt varlığını savunuyorlardı. Bu 49’lar üzerine şiirler bile yakıldı. Bunlardan biri bir hukuk öğrencisi tarafından yazılmıştı ve şöyle başlıyordu: “Bu yollar nara gider, bu yollar dara gider… 49 baş 49 kardaş…” uzun ve duygu yüklü bir şiirdi. O zamanlar Kürt aydınlarının dilindeydi. Ayrıca mahkemedeki tavırları, yaşamları süslenerek anlatılıyordu. 49lar olayı sıradan bir olay değildi. Kürt aydınlarının Kürt kimlikleriyle ortaya çıkmalarıydı. Bu kuşkusuz Kürt yurtseverliği konusunda olumlu ve etkileyici rol oynadı. Zaten bunu izleyerek aydınlar adım adım işi ileriye götürmeye başladılar.

Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve toplumsal çözümsüzlük toplumun belli kesimlerini harekete geçirdi. DP hükümeti bu gelişmeleri zor kullanarak durdurmaya çalıştı. Toplumsal gelişmeler toplumun geniş kesimlerini içine alarak gelişiyordu. Aslında DP iktidarının ilk yıllarında elde ettiği dış yardımları özellikle ve ağılıklı olarak tarım kesimine aktardı. Marmara, Ege, Sakarya ve Çukurova’da ürünün artması sermaye birikimini arttırdı. Ancak dış kredilerin kesilmesi bu plansız kredi olanaklarını sınırladı. Enflasyonist politika toplumda haksız kazançlara neden oldu. DP kendi yandaşı bir türedi kapitalist kesim yaratmıştı. Bu diğer kesimlerin tepkilerine neden oluyordu. Belli bir kesimin palazlanmasına karşılık toplumun büyük bir kesimi yoksulluk içindeydi. Özellikle sabit gelirliler ve subaylar geçim sıkıntısı çekmekteydi. İktidarın partizan yaklaşımları da toplumu rahatsız ediyor ve iktidara karşı tepkileri besliyordu. Yüksek öğrenim gençliği, üniversite öğretim üyeleri, ilerici, demokrat aydınlar iktidarın politikalarını benimsemiyor buna karşı muhalefet ediyorlardı. DP iktidarı ABD’ye hoş görünmek için bir çok aydını ‘Komünist faaliyeti’ gösterdikleri savıyla tutuklatmıştı. Bunun yanı sıra disiplinsizlik ve iktidara karşı olmaları gibi savlarla birçok üst rütbeli subayda tutuklanmıştı. Bununla iktidar karşıtlarına karşı baskıyı arttırıyor ve karşıt cephenin de böylece güçlenmesine neden oluyordu. Buna Kürtlerin tutuklanmasını da ekleyerek kamuoyunun nazarlarını Türkiye’ye yönelik tehdit ve tehlikelere çekmeye çalıştı. Ama ekonomi giderek bozuluyor, sabit ve dar gelirli memurlar, işçiler, ordu mensupları, kır ve kent emekçileri adım adım zora giriyordu. Baskı politikası aydınları da karşıt olmaya getirince olaylar DP iktidarını zora soktu. Derken 27 Mayıs 1960 askeri darbesi gerçekleşti.

1960 darbesi toplumdaki hoşnutsuzluğu gidermek üzere ilk önce hazırlanan anayasa ile demokratik hak ve özgürlüklerin genişlemesini sağladı. Üniversiteler özerkliğe kavuştu. Sendikalar kanunun yeniden düzenlenerek işçilerin grev hakkı genişletildi. Memur ve askerlerin maddi gelirlerinde düzenlemeler yapıldı. 5 yıllık ekonomik kalkınma planlarıyla ekonomiye çeki düzen verilmeye çalışıldı. Ancak 27 Mayıs’çılarda Kürtçülük ve komünizmden rahatsız olduklarını belirtmekte geri durmuyorlardı. NATO ve ABD’nin desteğini pekiştirmek için bunu gerekli gördükleri gibi kendilerde esas olarak İttihat ve Terakki’ye kadar uzanan ırkçı ve şoven çizgiler taşıyorlardı. Onların özgürlük anlayışı belli hatların dışına çıkmamayı ön görüyordu. Darbenin başı ve daha sonra devlet başkanı olan Cemal Gürsel Komünizmle mücadele dernekleri fahri başkanıydı. Milli Birlik Komitasını oluşturan subayların bir kısmı ırkçıydı. Daha sonra Alparslan Türkeş ve arkadaşları (14’ler) bu komitadan dışlandılar. Daha sonra 21 Mayıs’çılar olarak bilinen Fethi Gürcan ve Talat Aydemir’in başını çektiği darbeci grupta yargılamaları sırasında bölücü, Kürtçü ve komünist hareketler yoğunlaştığı için darbe yapma gereği duyduklarını belirtmişlerdi. Yani tüm eğilimler Kürt ulusal demokratik hareketine karşı üç aşağı beş yukarı aynı görüşleri taşıyorlardı.

1960 darbesi DP iktidarının partizanca ve ordunun otoritesini sarsmaya çalışan politikalarını hedef aldı. Yani bazı iddiaların aksine sırf Kürt sorununu bahane yaparak yapılmadı. Zaten Kürt hareketi henüz cılız bir aydın karakteri taşımakta ve emekleme aşamasındaydı. Ancak iktidarı ele almaya çalışan bir grup (ki içlerinde A. Türkeş’te vardı) ırkçı ve şoven bir gruptu ve iktidara sahip olmaları halinde Kürt toplumu konusunda çok yıkıcı girişimlerinin olacağı kesindi. Ama bu Milli Birlik Komitesi Kemalistlerden oluşmakla birlikte hepsinin tıpa tıp aynı görüşte olduğu söylenemez.

Darbe sonrası oluşturulan kurucu meclis, bir anayasa taslağı hazırlayıp referanduma sundu. Anayasayı hazırlama komisyonunda üniversite öğretim üyeleri etkindi. Birçok demokratik hak ve özgürlükleri güvenceye alan bir anayasa oluşturuldu. Üniversiteler özerk yönetime kavuştu, sendikal örgütlenme ve haklar emekçi kitlelerin lehine düzenlendi. Düşünce özgürlüğü ve haberleşme özgürlüklerini sağlayan maddeler konuldu. Ancak ceza yasasındaki düşünce karşıtı maddeler yürürlükte olunca çağdaş bir düşünce özgürlüğü ortamının oluşması sağlanamadı. Buna karşın yaratılan ılımlı ortamdan yararlanılarak ilerici örgütlenmeler gerçekleşti. Fikir Kulüpleri Federasyonu, Türkiye İşçi Partisi, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu gibi ilerici, demokrat kuruluşlar oluşup faaliyet gösterdiler. Türkiye İşçi Partisi saflarında demokratlar, ilerici aydınlar, sendikacılar ve Kürt yurtseverleri yer aldılar. Partinin programında iktidar olunması halinde Kürtçe ve Arapça anadilde eğitim yapılmasına izin verileceği belirtiliyordu. 1962 yılı dikkate alındığında bunun ileri bir söylem olduğu anlaşılmış olur.

Yine bu dönemde Marksist klasikler yayınlanmaya başlandı. Buna paralel olarak Kürt yurtsever aydınları da çalışmalarını ilerlettiler. İstanbul’da bir grup yüksek öğrenim genci Deng isimli bir dergi çıkardılar. Medet Serhat, Yaşar Kaya ve Ergun Koyuncu’nun yönettiği dergi Türkçe yazıların yanı sıra Kürtçe edebiyat örnekleri ve amacını belirten Kürtçe bir başyazı yayımladı. 1963 yılı için bu çok sarsıcı bir çalışmaydı. CHP koalisyon hükümeti başbakanı İsmet İnönü’nün Lozan Antlaşmasının 39’uncu maddesinden söz ederek derginin yöneticileri hakkında dava açılmayacağını beyan etmesine karşılık, dergi yöneticileri hakkında dava açıldı ve dergi yayınını sürdüremeyerek kapandı.

1966 yılında sahipliğini Av. Mehmet Ali Aslan’ın yaptığı ve sorumlu yazı işleri müdürünün Abbas İzol olduğu Ankara’da Yeni Akış isimli bir dergi yayınlandı. Dergi Kürtlerin varlığı ve demokratik haklarını savunuyor, radyolarda Kürtçe yayının yasal olanaklarını irdeliyordu. Dergide Kemal Badıllı, Faik Bucak, Edo Deran gibi Kürt ozanlarının Kürtçe şiirlerinden birer örnek de vardı. 5 sayı süren yayın yaşamından sonra derginin sahip ve yöneticisi ile yazarlarından Kemal Burkay tutuklandığından dergi yayın yaşamını sürdüremedi ve kapandı.

Bu tarihlerde ilerici Kürt aydınları TİP içinde yer alıyorlardı. Bu doğaldı. Çünkü Türkiye de şoven ırkçı yaklaşımları olmayan tek parti TİP’ti. Kürtler burada Doğulular Grubu olarak adlandırılıyor ve kararlarda birlikte hareket ediyorlardı. TİP, sosyalizmi savunuyordu. Sosyalizmde “Ulusların ve halkların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi hakkı…” vardı. Ayrıca ABD ve batılı ülkeler Türkiye ve İran gibi Kürt halkı üzerinde egemenlik kurmuş olan devletlerle  dostluk içindelerdi. Ayrıca Kürt toplumuna egemen olan feodal beyler ve dinsel kurumlarda kurulu düzenden yanaydılar ve Kürt kitlelerinin ezilmesinde onlarla ortaklık yapıyorlardı. Oysa Kürtlerin ezici çoğunluğu kır ve kent emekçilerinden oluşuyordu. Kürtlerin kurtuluşu sadece ulusal varlığının güvenceye alınması değil fakat bununla birlikte geniş Kürt yığınlarının her türden sömürüden kurtulması demekti. Bunu da ancak sosyalist bir sistem gerçekleştirebilirdi. Buna ek olarak insan hakları savunucuları ve devrimciler olarak Türk emekçi yığınlarının da özgürleşmesini istemek gibi bir sorumluluk da vardı. Buda ancak birlikte verilecek sosyalist bir savaşımla olanaklıydı. İşte buna eklenebilecek daha bir çok nedenlerle TİP Kürt ilerici yurtseverlerine devrimci çalışmaları için uygun bir örgüt olmuş oluyordu.

TİP’in yöneticileri de Kürtlerin demokratik haklarını savunuyor onlara arka çıkıyorlardı. TİP’te küçümsenmeyen oranda gerçek anlamda demokrat, insan hakları savunucuları, özgürlüklerden yana insanların varlığı da Kürt ilericilerinin TİP’e yakınlık duymalarına neden oluyordu.

Legal zeminde bunlar olup biterken legal olanak bulamadıkları için Kürt milliyetçileri de gizli Türkiye Kürdistan Demokrat Partisini oluşturmuşlardı (1965). TKDP yandaşları TİP’i desteklemiyorlardı. Bir takımları TİP’e üye olmakla birlikte TİP’in bir aldatmaca olduğu görüşündelerdi. Aslında bu kesim, sosyalizme de karşıydı. Barzani ve mücadelesini kendisine örnek alıyorlardı. Onlara göre Türklere güvenmek son derece yanlıştı. Ayrıca solda yer almak Kürtlerin savaşımını bölmekten başka işe yaramaz. Buna karşın TİP karşıtlığı uç noktalara tırmandırılmadı. Aksine miting, gösteri, bildirilerde birlikler yapıldı. Doğal olarak TKDP’liler kendi isimleriyle hareket etmiyorlardı. Tek tek insanlar olarak çalışmalara katılıyorlardı ama kim oldukları biliniyordu.

1965 yılında kurulan TKDP Kürt milliyetçi gençliğinin üzerinde etkide bulundu. Ama ondan önce TEP ve yayınlanmakta olan Marksist yayınlar ilerici Kürt gençlerinin bilinçlenmesinde etkin rol oynadı. Doğu mitingleri TBMM Niğde milletvekili Asım Eren’in Kerkük’te yaşanan olaylar üzerine Türkiye’deki Kürtlere misilleme yapılmasını önermesi üzerine karşı hareketlerin oluşması sonucu ortaya çıktı. Nihal Atsız da “Vasiyetname”sinde Kürtleri düşman ilan etmesi ve Türkiye’yi terk ederek Afrika’ya ya da Barzani’ye göçmelerini istemesi gibi kışkırtıcı ve aşağılayıcı yazıları Kürt yurtseverlerini harekete geçirdi ve liberali, solcusu, gelenekçisiyle Kürtler “Doğu mitingleri”nde yer aldılar. TİP’liler ve TKDP’liler mitingi birlikte gerçekleştirdiler. Örneğin Diyarbakır mitinginde hem Tarık Ziya Ekinci, hem de Sait Elçi konuşmacı olarak yer aldılar.

Fikir Kulüpleri Federasyonunda Kürt ve Türk ilerici, sol eğilimli yüksek öğrenim görmekte olan gençleri birlikte çalışıyorlardı. Bunlar aynı zamanda TİP yandaşıydılar. Ancak zaman içinde teorik farklılaşmalar baş gösterdi. Kemalizm’i öne koyan görüşler belirginleşti. Eylem eğilimli kesimler FKF’yi benimsemeyerek silahlı gruplar oluşturdular. Bu gelişmeler içinde Kürtlere de ayrılmak düştü. FKF yönetimini ele alan Kemalist kimselerle çalışma olanağı yoktu. Ayrılıp kendi örgütlerini kurdular. Örgütün kesin siyasal hedefleri yoktu. Diğer gençliğe yönelik Türk ilerici örgütleri gibi eğitim çalışmaları, seminer ve konferanslar yapmak, ilerici güçlerin aktivitesine katılmak, Kürdistan’daki baskıları, özellikle komando baskınlarını protesto etmek ve kamuoyuna duyurmak, yönetimin uygulamalarını kınamak amacıyla mitingler ve protestolar düzenlemek, yayınlar çıkararak görüşlerini ulaşabildiği kesimlere duyurmaktı. Çalışmanın esas zeminini Kürdistan’daki haksız uygulamalar oluşturuyordu. Çünkü Türkiye’nin genelindeki haksızlıkları dile getiren pek çok ilerici kuruluş zaten vardı.

DDKO’ların arkasında hiçbir illegal yapılanma yoktu. Ancak gerek TKDP yandaşları ve gerekse Şivancı olarak adlandırılan Dr. S. Kırmızıtoprak taraftarları derneğe gidip geliyor, görüşlerini belli ölçüde empoze etmeye çalışıyorlardı. FKF’de çalışan, yönetici konuma gelen Kürtler orda çalışılamayacağını anlayınca değişik Kürt yurtsever şahsiyetleriyle de uzun uzadıya görüşmeler yaptıktan sonra ayrı bir örgüt kurma konusunda anlaştılar. Liberal, gelenekçi ve sol-sosyalist düşünce sahibi Kürtler örgütü birlikte oluşturdular. Örgütün ideolojik görüşleri yoktu. Ancak çalışmaları sol eğilimli unsurlar yürüttüğü için dernek sol eğilimli bir karakter taşıyordu denebilir. Devrimci Doğu ibaresini taşıması her şeyden önce Türk ilerici derneklerinden ayrılığını ortaya koyuyordu. O dönemde eşkıya ve ruhsatsız silah arama bahanesi ile Kürdistan’ın köylerine baskınlar düzenleniyordu. DDKO bu durum konusunda baskına uğrayan köylerin sakinleriyle yaptığı söyleşileri Meclis başkanlığına ve devlet başkanı Cevdet Sunay’a iletti. Olay basına da yansıdı.

Kürtler 1900’ların ilk çeyreğinde ayrı örgütler kurmuşlardı. 1965 yılında da TKDP kurulmuştu ancak o dönemde Kürtlerin ayrı örgütlenmelerinin gerekip gerekmediği, bunun doğru olup olmayacağı tartışılıyordu. Bir kez TKDP’nin kurulmuş olması devrimci, ilerici Kürt kesimini öyle fazla etkilemiyordu. Aslında bu parti kendi varlığını da geniş kesimlere duyuramamıştı. Küçük ve gizli çalışan bir parti durumundaydı. İkincisi ilerici, çağdaş, devrimci görüşleri savunacak ve böylece dinamik gençliği toparlayacak bir yapıda değildi. Genç ve dinamik kesimler sosyalizmi savunuyor, Kürt ve Türk emekçi halklarının birlikte savaşım vermesi gereğinden hareket ediyorlardı. 1900’ların ilk çeyreğinde kurulan Kürt örgütleri döneminde Türkiye’de tüm kesimlerin demokratik hak ve özgürlüklerini savunacak Türkiye geneline özgü örgütler yoktu. Sosyalist düşünce toplumda etkin değildi. Hatta yok denecek düzeydeydi. Bu durumda Ermenilerin, Kürtlerin ve diğer etnik toplulukların kendi örgütlerini kurmaları doğaldı. Oysa 1960’larda sosyalist ideoloji etkinlik sağlamıştı. Sovyet örneği tartışılıyordu. Ayrı örgütlenmenin devrimci güçleri parçalayacağı noktasından hareket ediliyordu. Türk kesimindeki birçok ilerici devrimci kuruluş da ulusların kendi geleceğini belirleme hakkını savunuyordu. Bu hakkın içinde teorik olarak ayrılma hakkı da vardı. Sovyet Sosyal Demokrat İşçi Partisi içinde boy göstermiş olan Bundçu, Galiyevci gibi ayrılıkçı olarak belirlenen akımlar Lenin ve arkadaşları daha sonra da Stalin tarafından suçlanıp dışlanmıştı. İşte böylesi bir ortamda ayrı örgütlenilip örgütlenilmeyeceği sosyalist kesimde tartışma konusu oluyordu. Bu doğaldı. Zaten Kürtler demokratik platformda kendi sivil inisiyatiflerini oluşturuyorlardı. DDKO siyasi bir parti değildi. Devrimci ve demokrat bir dernekti. Türkiye’deki devrimci, demokrat ve özgürlükçü güçlerle güçbirliği yaptı. Seminerler, konferanslar, yürüyüş ve mitingler düzenledi. Çeşitli ilerici, devrimci görüş sahiplerini bünyesinde barındırdı. Silahlı örgütlenmeden ve şiddetten titizlikle kaçındı. Buna eğilim gösterenleri dıştaladı. O dönemde Türk istihbarat birimleri DDKO’yu maceracı bir yola sokmak için değişik yöntemlere başvuruyordu. Daha sonra DDKO iddianamesinde de adı geçen Fevzi Kılıç isimli ajanları aracılığıyla provokasyonlar tertiplemeye çalıştı. Şiddet yöntemlerini kullanması için sürekli tahrik edildi. Buna karşın DDKO aklıselimi elden bırakmadı. Ancak eğer 11 Mart 1971 süreci uzasaydı bir yerlerden sızmaları olanaklı olabilirdi. Çünkü sonradan, mahkeme safahatında anladık ki, dört bir yandan kuşatılmış bulunuyorduk. Biz DDKO olarak Kürt toplumuna barışçı ve demokratik mesajlar veriyor onların demokratik hak ve özgürlüklerini onların bir parçası olarak savunduğumuzu belirtmek istiyorduk. Kolluk güçlerinin zorbalığını duyurmamız bunun açık örneğidir.

DDKO’lar başta Ankara olmak üzere İstanbul, Diyarbakır, Ergani, Silvan ve Kozluk’ta kuruldu. DDKO mensuplarının birçoğu TİP üyesiydi de. TİP 4. kongresinde Kürt halkının varlığı ve demokratik haklarının verilmesi gerektiği konusunda bir karar aldı. Bu karar sıkıyönetim mahkemelerinde TİP’in kapatılması için gerekçe olarak gösterildi ve TİP yöneticileri bu karardan dolayı ağır cezaya çarptırıldılar. Bu kararın alınmasında TİP üyesi DDKO’luların da etkisi oldu.

1970 yılında DDKO’ya yönelik operasyonlar başladı. Önce Ankara’dan Mümtaz Kotan, Ali Beyköylü, Nezir Şemikanlı, İbrahim Güçlü, Sabri Çepik isimli DDKO üye ve yöneticileri tutuklandılar. Bunlara başkaları da eklendi.

1971’de sıkıyönetim ilan edildi ve toplu tutuklanmalar başladı. DDKO mensuplarını tutuklayıp Diyarbakır askeri tutukevine koydular. Duruşmalar başlamadan DDKO mensupları savunma konusunda kendi aralarında toplantılar yaptılar. Sonunda iki grup grupsal savunma yapacakları kararına vardı. Yaş itibariyle olgun yaşlarda olan kesimde herkesin kendi başına savunma yapacağı biçiminde ayrışma oldu. Bir grupta 15’e yakın arkadaş savunmaya imza koymuştu, diğer grupta da aşağı yukarı aynı oranda arkadaş savunmayı ortaklaşa yapmışlardı. Bunun dışında diğerleri aşağı yukarı siyasi savunmadan çok hukuki olarak yönetilen suçlamaları yanıtlamaya çalışmışlardı. Birinci gruptakiler Kürt dilinin varlığı, Kürtlerin tarihinden örnekler veriyor ve iddianamedeki suçlamaların yersizliğine değiniliyordu. Kürtlerin demokratik hak taleplerinin doğal olduğunu bunun bölücülük olamayacağını ileri sürüyorlardı.

İkinci gruptakiler ki bende bu gruba mensuptum, ulusun çağdaş tanımı ve gelişkin ülkelerle özellikle sosyalist ülkelerdeki çok halklı olarak sorunun çözümlenmiş olduğu ve bunun örnekleri üzerinde durulmuştu. Türkiye’de de Kürt sorununun barışçı ve demokratik yollardan çözümünün olanaklı olduğu bunun içinde ceza müeyyideleri yerine demokratik haklarının verilmesinin ön koşul olduğu ve bu nedenle kendilerinin halkların birliğinden ve eşitliğinden yana oldukları doğrultusunda görüşler vardı. Savunmalar Kürtlere karşı açılan davalarda bir dönüm noktası olmuş oluyordu.

Savunmaların etkileri dışarıya da yansıdı. Kürt yurtsever kesimleri olayla ilgilendi. Savunma sırasında birçok dinleyici de salonda bulunuyordu. Ancak metinlerin sonuna kadar okunmasına izin verilmedi. 15 dakikalık okuma olanağı her gruba verildi. Ama biz orda okunması gereken yerleri daha önce belirlemiştik, onları okuyarak amacımıza vardık. Metinleri mahkeme aldı. Bir grubun metinlerinin dışarıya da gitmesi sağlanmıştı. O günün koşullarına göre Kürt halkının demokratik hak ve özgürlükleri savunulmuş oluyordu. Bu bir dönüm noktası olarak belirlenmiş oluyordu.

1974 yılında çıkan afla birlikte Diyarbakır hükümlüleri salıverilmişti. Kısa süre sonra gruplar halinde örgütlenmeler gerçekleşti ve her grip kendi görüşlerini açıklayan yayınlar çıkardılar. Grupların oluşmasında ideolojik anlayışlar ağırlıklı rol oynadı. Ancak birbirlerine çok yakın görüşlerin ayrı durmaları gereksizdi. Bu daha çok kişisel kaygılardan ve yer edinme isteminden kaynaklanmıştı. Aynı görüşleri paylaşsanız bile eğer insan olarak birbirinize güveniniz yoksa birlikte çalışma olanağı da yok demektir. Tabii bazı kariyer arzuları da bu işte her zaman rol oynar. Yani salt iyi niyetle, yurtsever fedakârlık ve alçak gönüllülükle işler yürümüyor. Bu uzun ve etraflı bir inceleme gerektiren, toplumsal, ideolojik ve psikolojik bir konu. Geride kaldı. Marks’ın bir değişi vardır: “Neler olmuşsa olması gereken şeylerdi”. Yaşandı. Şimdi yeni bir dönemi ve buna uygun yeni koşulları yaşıyoruz.

Kuzey Kürdistan’da savaşım bir kilitlenme ve muğlaklık sürecinden geçiyor. Bunun çok yönlü nedenleri var. Başlı başına bir araştırma ve irdeleme konusu. PKK ve yandaşı örgütlenmelerin Kürt sorununa çözüm getirmesi ve bu sahiplenmesi olanaklı değil. Yapıları buna uygun değil. Ancak elde ettikleri büyük maddi güç sayesinde ayakta duruyor ve Kürt sorununun çözüm yollarının önünü tıkıyorlar. Kuşkusuz istesek de istemesek de bu durum geçici bir süreçtir. Bu oturup sürecin tamamlanmasını beklemek anlamına değildir. Ancak Kürt demokrat, ilerici ve özgürlüklerden yana kesim küçümsenmeyen bir sayıya sahip. Bunun derlenip toparlanması epey güç. Bir kez güvensizlik ve bıkkınlık var. Bunların çoğunun yaşları ilerlemiş. Genç kesimi PKK yanına almış. Yeni nesillere uzanmakta hayli güç. Örgütlenmeyi ve ciddi bir çalışmayı gerektiriyor. Kısa ve öz olarak Kürt sorunu şunu ifade ediyor: Kürt halkı kendi kendini yönetmek istiyor. Bu Kuzey Kürdistan’ın özgül koşullarına uygun olarak programlanır. İsmi şu veya budur. Önemli olan Kürtlerin kendi kendilerini yönetmeleridir. Bu özgül koşullara uygun olarak programlanır. Orta Doğunun yeniden şekillendiği ve Dünyanın tek kutuplu bir güç tarafından yönlendirildiği, küreselleşmenin egemen olmaya başladığı bir dönemde silahlı savaşımın hiçbir çözücü etkisi olamaz. Demokratik muhalefet yükseltilerek, AB’nin ve Batı blokunun barış istediği, etnik sömürünün kalkmasından yana olduğu bir süreçte dünya ölçüsünde yandaş kazanılarak Kürt ulusal mücadelesine ivme kazandırılır. Sürekli geleneksel politikalarla, PKK politikası arasında dönüp durmak Kürt ulusal demokratik savaşımını kilitler ve kısır bir döngüye sürükler. Bunu aşmak içinde çağdaş, demokratik, bilimsel esaslardan Dünya ve bölge gerçeklerinden hareket edip programlaşan bir örgütlenmeye, buna güç verecek kadrolara gereksinim var.  13 Eylul 2006

Kovara BÎR, jimar: 5,  Havîn, Payîz 2006,