Türkiye’de Kürt millet meselesi kadar tartışmalı olan en başta gelen konulardan birisi demokrasidir. Hiç şüphe yok ki, Kemalist Türk Devletinin kuruluşu döneminde demokrasi kaygısı olmadı. Devlet, tek millet, tek lider, tek ideoloji ve tek parti diktatörlüğü niteliğiyle kurgulandı ve yapılandı. Sivil ve asker seçkiciler topluluğuna dayanarak varlığını devam ettirdi. Türk halkını bile dışlayan, Türk milletinin devleti bile olmadı. İleri sürüldüğü gibi bir ulus devlet, Türk ulus devleti de olmadı. Ulus devlet için oldu. Yani devlet Türk ulusunun hizmetinde olmadı, Türk ulusu devlet hizmetinde oldu.

Kemalist Türk Devleti, kurulduğu günden itibaren, kuruluş felsefesi olarak, Kürt milletini inkâr etti, Kürtlerin Türk olduğu ırkçı tezini resmi devlet tezi olarak kabul etti. Kürt milletini kuruluşunda kesinlikle dışladı,  karşı aldı, düşmanlaştırdı. Kürt milletinin en küçük hak talebini, devletin bölünmesi olarak nitelendirerek şiddetle ve kanla bastırdı. Kürt milli Direniş Hareketlerini katliamlarla engelledi. Devlet, sömürgeci, işgalci, ilhakçı bir devlet karakterini ta başından itibaren benimsedi.

Bundan dolayı, Sömürgeci-Faşist Kemalist devlette, demokrasiden bahsetmek olanaklı değildi. Kurulan sömürgeci-faşist diktatörlük yönetimi halk adına her şeyi yapmaya muktedirdi. Yaptığı işlerin ve uygulamaların hepsi halka karşıydı. Kürt halkı devletten ve kurulan faşist yönetimden en çok çekti ve akıl almaz uygulamalarla karşılaştı.

Sömürgeci-Faşist Kemalist Devlet, İkinci Dünya Savaşı’nda, savaşa doğrudan katılmamakla birlikte Almanya Faşizmi ile işbirliği içinde oldu. Savaş sonrası, Alman Faşizmi ile olan işbirliğini gizlemek, uluslararası planda cezalandırılmaktan kurtulmak için, Çok Partili Rejimi benimsedi. Bununla da demokrasiye geçildiğini, dışarıda dünyaya, içerde de Türk, Kürt milletine ve diğer ulusal topluluklara lanse etmeye ve anlatmaya çalıştı. Oysa olan şey, CHP dışından Demokrat Partinin (DP) kurulmuş olmasıydı. Demokrasi olmadığı için, 1946 seçimlerinde açık oy ve gizli sayım metodunu uyguladı. DP seçimi kazanmasına rağmen, DP’nin seçimi kaybettiğini iç ve dış kamuoyuna kabul ettirmeye çalıştı. Ama iç ve dış kamuoyu gerçeğin bu olmadığını biliyordu. Bu nedenle de 1946 genel seçimleri özellikle dış kamuoyunda olmak üzere, içerde de çok yoğun eleştirilerle karşı karşıya kaldı.

Bu eleştiriler,  1950 genel seçimlerinde CHP’nin hile ve oy yolsuzluğunu engelledi. DP’nin seçimi kazanmasına ve hem de mecliste akıl almaz bir çoğunluğu kazanarak, seçimleri kazandı. DP, Hükümeti kurdu.

Demokrat Partinin seçimi kazanması ve hükümeti kurması hiç şüphe yok ki, sömürgeci-Faşist Kemalist Devlette bir değişiklikti!! Ama Çok Partili Rejimin benimsenmesi ve kabul edilmesi, DP partinin seçimi kazanması ve hükümet olması; devlet yönetiminin, devletin değişmesi, niteliksel bir değişiklik değildi. Demokrasinin devlette hayat bulduğu, benimsendiği anlamına gelmiyordu. Tabir caizse sadece Türkler için bir “seçim demokrasisinden” bahsedilebilinirdi.

Demokrasi, bir yönetim biçimidir. Halkın kendi kendisini doğrudan ya da temsilciler vasıtasıyla yönettiği bir rejim ve devlet modelidir. Demokraside seçim teknik bir metot olmaktan öteye halkın kendi kendisini yönetmesine yol açan niteliksel bir metottur. Türkiye’de ise seçim, bir “demokrasicilik oyunu” metodudur.

Türkiye’de Çok Partili Rejime geçildikten sonra, Türk halkı kısmi de olsa kendi kendini yönetmeye sahip oldu. Ama bu rejim Türk halkı için de bir güvence olmadı. Devletin gerçek sahibi sivil ve asker bürokratlar, devleti yeniden dizayn etmek, devletin kuruluş felsefesinin sınırlarının dışına çıkmasını engellemek için CHP dışındaki Türk partilerine karşı askeri darbeler yapıp, yönetimi onlardan almıştır. Ama yeni seçim döneminde de sivil ve asker bürokratlar, CHP, Kemalist seçimleri yeniden kaybetmişlerdir. Ama kendi egemenliklerini ve kontrollerini sağlamak için ardı ardına darbeler yaptılar. 27 Mayıs 1970, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat ve 15 Temmuz darbeleri açık olan askeri darbelerdir. Amaçları da Kemalistlerin egemenliğini korunmak, sömürgeci-faşist devlet yapısının devamını sağlamak içindi.

Demokrasi, aynı zamanda vatandaşların ve farklı milletlerin bireysel hak ve özgürlüklere sahip olmasıdır. Bu özgürlüklerin güvence altında olmasıdır. Türk milleti, sınırlı da olsa bireysel hak ve özgürlüklere kavuştular, bu hak ve özgürlüklerini kullanabildiler, kullanmaya devam ediyorlar.

Kürt milleti, Çok Partili Rejime geçildikten sonra da, tüm milli hak ve özgürlüklerinden, bireysel ve kolektif hakları konusundaki yoksunlukları ve yoklukları devam etti. Kürdistan’da sömürgeci sistem, işgal ve ilhak devam etti.  Kürtler, kendi partilerini kuramadılar, kendi adlarına, toplumsal, milli, ekonomik çıkarları için siyaset yapamadılar, temsil edilmediler. Bugüne kadar da bu durum devam ediyor. Esas olarak bundan dolayı da, Türk Devleti demokrat değildir, Türkiye’de demokrasi yoktur.

Türkiye’de genel seçimler yaklaştığı zaman, devlet-sistem partileri, demokrasi konusundan bol laf etmeye başlarlar. 2023’te yapılacak cumhurbaşkanı ve genel seçimlerle ilgi de aynı retorik var. Partiler bol keseden demokrasi konusunda konuşuyorlar.

Çok Partili Rejim benimsendikten sonra da Kürtler, Türkler, diğer ulusal topluklar, farklı dinler ve mezheplerden vatandaşlar hükümetlerin değişmesiyle demokrasinin gerçekleşeceği, demokrasinin bir yönetim tarzı haline geleceği, bireysel hak ve özgürlüklerin eksiksiz kabul edileceği ve uygulanacağı hikâyesine de inandırılmışlardır.

Ama 1950 yılından bu yana onlarca hükümet geldi ve gitti demokrasi gerçekleşmedi. Buna rağmen vatandaşlar, üstelik de kendisine aydın ve entellektüel diyen insanlar, yine yeni hükümetle demokrasinin gelmesine inanmaya devam ettiler, insanları da inandırmak için ne yazı ki büyük çaba içinde oldular.  Bu yeni dönemde de aynı ezberlerini devam ettiriyorlar.

Eğer bu bir aldatmaca değilse, tam anlamıyla boş bir hayal ve inançtır. Bilinmeli ki,  mevcut hükümette değişse, Türkiye’de demokrasi olmayacak. Türkler gerçek anlamda kendilerini temsil etme koşullarına kavuşamayacaklar. Bireysel hak ve özgürlüklerini özgürce, çoğulcu demokrasi, çağdaş demokrasi denilen hayal kapsamından gerçekleştiremeyecekler, kullanmayacaklar. Kürtler de hiç mi hiç temsil edilmeyecekler. Milli haklarına kavuşmayacaklar, Kürdistan’daki işgal, ilhak, sömürgecilik son bulmayacak. Bireysel ve kolektif haklar hayat bulamayacak.

Bütün bu gerçekleri göz önüne aldığımız zaman, demokrasinin yönetim tarzı, herkesin ve her milletin olması için, yeni bir yol ve yöntem, yeni bir değişim, programı, yeni bir uygulama gereklidir.

Başka bir ifadeyle demokrasinin kaderi Kürtlere bağlıdır. Bunun için de devletin değişmesi, devletin Kürtlerin, Türklerin, diğer ulusal toplulukların ortak devlet, federal devlet olması gerekir. Kürtlerin, kendisine demokrat diyen Türklerin bunun üzerinde yoğunlaşmaları, bunun için çalışmaları gerekli ve bir vazgeçilmez görevdir. Yeni ortak ve federal devlet için yeni bir toplumsal sözleşmenin (Anayasanın) yapılmasında ısrarlı olunmalıdır.

Yoksa yapılan laf-ü güzaftan başka bir şey olamaz.

 Diyarbekir, 8 Kasım 2022