Ruşen Arslan’ın “Ömrü Kısa Etkisi Büyük Kürt Örgütlenmesi DDKO” kitabı hakkında görüşlerimi belirtmeye devam ediyorum.

Ruşen Arslan’ın kendisi kitabının önsözünde, kitabını 4 yılda sonuçlandırdığını yazıyor. Bu görüşünü doğrulayan belgelerden biri, Ruşen Arslan’ın kitap çalışmasına başlamasından sonra bana sorduğu sorular ve verdiğim yanıtlardan da açığa çıkıyor.

Ruşen Arslan anlaşıyor ki Aralık 2016’in başlarında benimle ilişki kuruyor. Sorularını gönderiyor. Ben de 12 Aralı 2016’da cevaplıyorum.

Ruşen Arslan kitabını kamuoyuna sunduğuna göre, benim de Ruşen Arslan’ın sorduğu sorulara verdiğim cevapları kamuoyuna sunmamda bir sakınca yoktur. Tersine yarar vardır. Okuyucu benim yazıklarımla, DDKO kitabında yazılanları da karşılaştırma olanağı bulabilir.

Sorulan soruları ve cevapları değiştirmeden aktarıyorum.

SORU 1: DDKO’ların kuruluşuna katılmış ve önemli rol almış biri olarak, DDKO’ların kuruluş amacındaki öncelikler nelerdi? Bağımsız örgütlenme, Kürt ulusal demokratik haklarının savunmasına öncelik verme, faşizme karşı mücadele vb.

CEVAP: Kürdistan’ın Kuzeyinde, 1919 yılında Koçgiri’de başlayan ve Dersim’deki Katliamla sonuçlanan Milli Direnme ya da Ayaklanma Hareketlerinin başlangıcı ve sonuçları, birçok şekilde tanımlanabilir, açıklanabilir, yorumlanabilir. Konumuzu ilgilendiren üç tanımlanması var.

Birinci tanımlama: Kürtlerin, kendi yöneticilerini kaybetmeleridir. Yöneticilerinin katledilmesi ve ya da tümden sindirilmesi, politik hayatın dışına sürülmesidir. Bir anlamda da tarih yapmanın aktörleri olmaktan çıkarılmalarıdır.

İkinci tanımlama: Kürtlerin, Türklerden ayrı ve bağımsız örgütlenmesi ile milli direnme ve ayaklanma hareketlerini başlatmalar ve sürdürmeleridir. Türklerle, hangi ideolojiye sahip olurlarsa olsun, birlikte örgütlenme ve hareket etme kaygılarının olmaması. Kürde dair örgütlenme yapmaları ve bu örgütlerle, bağımsızlık ve özgürlük mücadelelerini başlatmaları ve sürdürmeleridir.

Üçüncü tanımlama: Kürtlerin, kendileri için, Türklerden özgür, özerk, bağımsız siyaset yapmaları, kendi kaderlerini kendi siyasetleri ile çizmek istemeleri, kendi kendilerini yönetme sanatı olan siyaseti, kendi adlarına, kendi çıkarları için sürdürmeleridir.

Kürdistan’ın Kuzeyinde, Direnme ve Ayaklanma Hareketlerinden sonra, Kürt milli hareketi bastırıldı. Kürtlerin, kendi örgütlenmelerini gerçekleştirmeleri,  kendileri ve kendi milli çıkarları için siyaset yapmaları geçici de olsa son buldu.

O tarihten sonra, Kürtlerin siyasi hayatında, Türk siyasi örgüt ve partilerine entegrasyon dönemi başladı.

Kürtler tek parti döneminde, Atatürk’ün partisi Cumhuriyet Halk Partisine angaje ve entegre oldular.

Kürtler, Atatürk’ün partisine entegre olurken, Kürtlüklerini zora ve yasağa dayalı olarak bir tarafa bıraktılar. Hiçbir zaman kendi kimliklerini açığa vurma hak ve özgürlüğüne sahip olamadılar. Devletin, Kürtlerle ilgili yaptığı kötülüklere, aldığı kararlara açıkça karşı çıkamadılar. Partide muhalefet edemediler.

İkili partili dönemde (1946 sonrası), Kürtler iki parti (CHP ve Demokrat Parti)’den birini tercih ettiler. Kürtlerin okumuşları, Kemalist ideolojiyle beslenenleri, Kemalist Türk Devletinin Kürtlere yönelik katliamlarını görmezlikten gelen ya da o katliamları meşrulaştıranları, CHP’yi tercih ettiler.  Kürt kimliklerinden vazgeçerek, Türkler adına siyaset yaptılar.

Kemalist Türk Devletinin, Kürt milletine yaptığı kötülüklere doğrudan hedef olan, Kürt katliamlarını katliamları iyi bilen/tanıyan ve yaşayan; Kemalist Devlete bir biçimde muhalefet olan Kürtler de, Demokrat Parti’yi tercih ettiler. Demokrat Parti’yi tercih edenler, çoğunlukla Kürdistan’da yönetici sınıftı. Ekonomik, siyasi, dinsel nüfuz sahibi olan kimselerdi.  Medreselerde eğitim gören Kürtlerdi.

Demokrat Parti’de de Kürtlere, Kürtlük adına siyaset yapma hakkı ve özgürlüğü yoktu. Ama Kürtlükten vazgeçmek diye de bir barbarlık söz konusu değildi. Demokrat Parti’de olan Kürtler bireysel anlamda “Kürdüz” diyebiliyorlardı.

Yani bu dönem, Kürtlerin kendileri için politika yapmama ve Türk partilerinde örgütlenme dönemidir.

1959’a gelindiğinde, Kürdistan’ın Güneyindeki Barzani Hareketinin de etkisiyle ulusal haklara sahip çıkmak için, Kürt okumuşlarının örgütlenme ve politika yapmak için oldukça zayıf, güçsüz bir hamlesine rastlanılır. Ne yazık ki bu hamlenin ömrü, uzun olmaz. Devlet tarafından şiddetle bastırılarak tasfiye edilir. Ama buna rağmen bu hareketin, Kürt okumuşları içindeki manevi ve milli etkisi yayılmaya başlar.

27 Mayıs Askeri darbesinden sonra, Türkiye’de tam anlamıyla “çoklu” bir parti yapılanmasına doğru bir evrimleşme oldu. Türkiye’de Kemalist CHP, ekonomik liberalizmi benimseyen Demokrat Parti yerine Adalet Partisi, Türk Milliyetçiğini ırkçı yorumla ele alan parti, İslamcı Parti, sol parti TİP kuruldu.

Böylece egemen sınıflar yanında, emekçilerin yasal ve açık anlamda temsilcisi bir parti de siyaset hayatına katıldı. Kürtler de, dolaylı bir şekilde, bu parti kanalıyla/aracılığıyla siyaset hayatında yer aldılar.

1965 yılına kadar, Kürtler yine bu partilerde değişik oranlarda tercih yaptılar. O partilerin içinde yer aldılar ve angaje/entegre oldular. Ama bu dönemde, önemli bir ayrım ve davranış farklılığı ortaya çıkar. TİP içinde yer alan Kürtler, Kürtlüklerini bir tarafa bırakmadan, hatta o düzlemde Kürt haklarından bahsederek siyaset yaptılar.

Kürt okumuşları ve üniversite gençleri bunun dışında da yayın ve kültürel alanda da, Kürtlük adına çalışmalar yürüttüler. Bu çalışmaların hiç biri, Kürtler adına bağımsız ve özerk örgütlenme, siyaset yapma kapasitesinde değildi.

Kürtlerin kendilerine dair politika yapması, 1965 yılında Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin (TKDP) kuruluşuyla yeniden gündeme geldi. Bu gelişme, Kuzeydeki Kürtlerin siyaset yapmasında ve ulusal hakları için mücadelesinde, bir kırılmayı, köklü bir atılımı ve değişimi, önemli bir reform ve Rönesans’ı anlatıyordu. Kuzeyin ulusal hareketinde, politika yapmasında ve örgütlenmesinde yeni bir dönemi, hem de tarihi bir dönemi ifade ediyordu.

TKDP, doğal olarak Kürt milliyetçilerinin partisi olarak kuruldu. Doğru ve yerinde bir kuruluştu. Sömürgeci Kemalist Türk Devleti karşısında mutlak anlamda meşru bir örgütlenmeydi. Türkiye koşullarında, Kürtlere yönelik inkâr ve yok etme politikası karşısında, yasal olmayan bir biçimde kurulması kaçınılmazdı.

Kürt milliyetçi üniversite gençleri de, 1966’dan sonra İstanbul ve Ankara’da Koma Azadî ya Kurdistanê /Komaleya Azadîxwazên Kurdistanê örgütünü, Türk devrimci ve sosyalist gençlerinden bağımsız kurmuşlardı. Kürt ulusal hakları için mücadele ediyorlardı. Dolayısıyla Kürtler için bağımsız ve özerk siyaset yapma ve örgütlenmede ikinci atılımdı.

Kürdistan’ın Kuzeyinde, Kürt milliyetçilerinin yanında, gelişen bir sol ve sosyalist gelişme vardı. Sosyalist Hareketi temsil eden Kürt okumuşlar ve gençleri, TİP içinde ve FKF/DEV-GENÇ içinde örgütlenmişlerdi. Çoğu da ya Kürt milliyetçi hareketinin bağımsız örgütlenmesinden, bağımsız siyaset yapmasından habersizdi. Ya da haberdar olanlar, Kürt milliyetçi hareketin örgütlenmesini önemsemiyor, küçümsüyor, tehlikeli buluyor, meşru kabul etmiyordu. Bundan dolayı da, Türklerle örgütlenmeyi her şeyin üstünde tutuyorlardı.

Her şeye rağmen sosyalist saflarda, TİP ve FKF içinde zamanla, milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi konusunda yapılan tartışmalarda, doğal olarak Kürt Millet sorunu öne çıkıyordu. Bunun iki nedeni vardı. Birinci neden, Kürtlerin sosyalist hareket, FKF, TİP içinde belirli bir ağırlıklarının olmasıydı. İkinci neden, Kürt sosyalistlerinde, kendi sosyolojik ve tarihi gerçeklikleri, kendi millet sorunlarıyla ilgili genişleyen ve derinleşen bir bilinçlerinin oluşmasıydı.

Daha da ileri gidilince, Türklerle ortak örgütlenmenin, Kürt milletinin kendi kaderini kendi iradesiyle ve bağımsız bir şekilde tayin etmesi için elverişli olmadığı, olmayacağı, olamayacağı gerçeğinin ortaya çıkmasıdır.

Aslında bu basit gerçeği anlamak için çok tartışmaya ve zaman harcamaya bile gerek yoktu. Ama ne yazık ki, Kürt sosyalistlerindeki akıl tutulması, bu gerçeği kavramalarını geciktirdi.

Basit gerçek ve doğru şuydu ki: Her millet doğal olarak kendi kurum ve kuruluşlarıyla, kendi parti ve örgütleriyle kendi kaderini kendi iradesiyle ve bağımsız bir şekilde tayin edebilir. Bağımsızlığını, kendi özgün örgütlenmesiyle kazanabilir. Kendisi için siyaset üretebilir. Kendi milli ve sosyal çıkarlarının gereğini yapabilir. Bağımsız, federal, konfederal olarak devletini kurabilir.

Bu bilinç ve tutumun sonucunda, Türk sosyalistlerinden ayrışma gündeme geldi. Bu ayrışma aynı zamanda Kürt sosyalistlerinin kendi aralarındaki bir ayrışmaydı. Kürt sosyalistlerinin bir kesimi, Türklerle ortak örgütlenmenin gerekliliğinde ısrar ediyorlardı.

Bu ayrışmadan sonra, DDKO’nun kuruluşu gündeme geldi. Ama DDKO, sadece Kürt sosyalistlerinin ideolojik, yasal, açık nitelikli bir örgütlenmesi olmadı. DDKO, Kürt sosyalistleri ve milliyetçilerinin birlikte kurdukları örgütlenmeler oldu.

DDKO’nun kuruluşunda öne çıkan ana sorun ya da başka bir ifadeyle belirleyici sorun, Kürtlerin bağımsız örgütlenmesinin gerçekleşmesiydi.

Buna bağlı olarak, Kürt milletinin ulusal hak ve hukukunun savunulması geliyordu. Türkiye’nin o günkü yasal, siyasal koşullarında Kürtlerin ulusal haklarını, Kürtlerin devlet kurmaya tekabül eden kendi kaderini kendi iradesiyle tayin etmesi boyutunda da görüşleri ifade etmek zor olduğundan, DDKO açısından yasal anlamda ifade dilen milli haklarla, ifade edilmeyen ve benimsenen milli haklar konsepti vardı.

Bir gerçek vardı ki, DDKO’nun fiziki/örgütsel varlığının şu veya bu şekilde yasal açıdan ve açıklık politikasına bağlı olarak ortaya çıkarılması önemliydi. Bu fiziki yapı için büyük tereddütler vardı. Böyle bir örgütlenmenin milli direnme ve ayaklanma hareketlerinden sonrasındaki olumsuz sonuçlara yol açacağı korkusunu taşıyanlar vardı. Bu nedenle de, tehlikeyi milletimizden ve halkımızdan uzak tutmak için, öncelikle DDKO’nun, metropollarda (Ankara ve İstanbul’da) kurulması düşünüldü. DDKO ona göre projelendirildi.

DDKO, fiziki ve örgütsek yapı olarak, Türkiye’de Kemalist Devletin ve Türk ırkçılarını yok saydığı ve inkâr ettiği Kürt milletinin varlığının somut ispatının bir abidesi olması anlamında, örgütselliği ön plandaydı.

Karşı olanlar, önce DDKO’nun fiziki/örgütsel yapısına bakarak tutum takınıyorlardı. Arkasından da ne savunduğuna bakıyorlardı.

Elbette bu gerçeklik DDKO için, Kürt milletinin kendi kaderini kendi iradesiyle tayin etmesi, Kürt milli, demokratik,  sosyal, siyasal, ekonomik haklarının savunulmasının önemini ortadan kaldırmıyordu.

***

Türkiye’de Kürt meselesi, bir devlet meselesidir. Osmanlı İmparatorluğunu yıkan ve yerine geçen Kemalist Türk Devletinin sömürgeci, ırkçı politikalarının sonucu ortaya çıkmış bir sorundur. Kürdistan hem parçalanmış, sömürgeleştirilip işgal edilmişti. Hem de Kürt milletinin varlığı inkâr edilmiş, tüm milli hakları, milli iradesi gasp edilmiştir.

Bundan dolayı da Kürt millet sorunu, Türk Devletinden kopuşla bağımsız bir devlet kurmakla, ya da en azından Türk milleti (komşu milletler) federal devlet kurarak çözülecek bir sorundur.

Bu bağlamda, Kürtlerin sorunu, stratejik ve ana amacı faşizmi, alt etmek değildir. Devletten kopmak, devleti en azından federal yapıya dönüştürmektir.

Böyle olunca da DDKO, hiçbir zaman anti-faşizmi ön plana çıkarmadı. Devletin içselleşen bir niteliği olarak, faşizme karşı oldu. Anti-faşist ilkeyi benimseme yoluna gitti.

Faşizme karşı mücadeleyi, Türk solunun ele aldığı ve strateji olarak benimsediği gibi, sivil faşist harekete karşı bir mücadele olarak ele almadı. Faşizme karşı mücadeleyi, sömürgeci devlete karşı mücadeleye endeksledi.

DDKO, bünyesinde bu konuda farklı düşünen ve farklı davranış içinde olan arkadaşlarla yollarını ayırdı. O arkadaşlar da bu nedenle DDKO’yi, pasifist örgüt olarak tanımladılar.

Yine bu nedenden dolayı, Dr. Tarık Ziya Ekinci’nin başında olduğu TİP Grubunun, “faşist Harekete karşı güçlenmek ve mücadele etmek için, Diyarbakır DDKO’yu kurduk tezi”, DDKO ana stratejik yapısallığına karşı, Kürt milletini Türklerle güdümleyen bir anlayıştı.

Bu anlayış, DDKO tarafından hiçbir zaman kabul görmedi.

SORU 2- DDKO kadrolarının 1970’in legal veya illegal Kürt örgütlerindeki rolleri nedir? Kimin hangi siyasette rol aldığına dair bir liste yapabilir misin?

CEVAP: 12 Mart 1971 Askeri Darbesinin hedeflerinden biri de,  “bölücülük” dediği Kürt milli ve demokrat hareketini, örgütlerini tasfiye etmekti. Bu da örgütsel anlamda, DDKO’nun, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP)’nin, Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP)’nin, TİP içindeki Kürtlerin, bağımsız milliyetçi aydınların ve halkın kanaat önderlerini, Kürdistan’ın Güneyinde Milli Harekete ve Milli lider Mustafa Barzani’ye yardım eden insanları, toplumsal kesimleri tasfiyeyi öngörüyordu..

Bunun gereği olarak, binlerce Kürt insanı gözaltına alındı ve işkence gördü. Yüzlerce Kürt insanı tutuklandı. Kürtçülükten yargılananlar, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı kampında toplandı ve yargılandılar.

Açıktı ki, bu hem bir tasfiye hareketi, hem de aynı zamanda yeni ve beklenilmeyen gelişmelerin başlangıcı oldu. Hapishanelerde DDKO merkezli direniş ve siyasi savunma refleksi, Kürtlerin varlığına ve mili demokrat haklarına sahip çıkılması, Kürt ulusal hareketindeki örgütlenmeyi yeni bir aşamaya getirdi.

1974 yılından sonra, Kürt milli demokrat hareketin örgütlülüğü alanında hayati, önemli, niteliksel, kaliteli, yeni tarz gelişmeler oldu. Ben bu döneme, Kürt milli demokrat hareketinin “2. Bahar Dönemi” diyorum.

DDKO kurucu ve üyelerinin, Kürdistan’ın bu dönemdeki milli demokrat örgütlenmelerinde önemli ve hatta tayin edici ağırlıkları vardı.

DDKO, siyasal bir örgüt değildi. Milli kitlesel, çoğulcu,  demokrat bir örgüttü. Değişik düşünceye sahip olan, Kürtlerin bağımsızlığını savunan ve gerçekleştirmeye çalışan, Kürt millet davasında ve Kürt milli hakları konusunda ortaklıkları olan Kürtlerin örgütlenmesiydi.

Ama buna rağmen, Kürtlerin yasal siyasi partisi olmadığı, TKDP’nin de yeterince misyonunu oynamamasından dolayı, bir siyasal parti gibi davrandığı, bir siyasi partinin görevlerini de yüklendiği söz konusu olmuştur.

Tartışılmaz bir gerçek var ki DDKO, ilk bülteninde, amacını ve yapacaklarını açıklarken, dile getirdiği en önemli konulardan biri, Kürdistan ve Kürt siyasal örgütlenmeleri için kadro yetiştirmek, eğitmek, olgunlaştırmak konusuydu.

Kürdistan’ın Kuzeyinde 1974 yılından sonra gelişmeye başlayan ve kısa sürede kitleselleşen çoğulcu parti ve örgütlenmeler incelendiği zaman, DDKO’nun bu alandaki etkisi ve belirleyiciliği hemen ortaya çıkar.

DDKO kadrolarının 1974’ten sonra kurulan örgütlenmelerde kişi olarak var olmalarının ötesinde, bu partilerin kuruluşunda etkin ve belirleyici dinamiklerden ve aktörlerden biri olması, daha önemli bir konudur.

Bu durumu somutlaştırırsak karşımıza çıkan tablo ilginç olacaktır.

a) T-KDP: DDKO’dan sonra kurulan bir parti. DDKO üyeleri, TKDP’nin kuruluşunda önemli bir etkinliğe sahip olmuşlardır. Eğer T-KDP’deki isimleri sıralarsak: Hikmet Buluttekin, Ömer Çetin, Ahmet Karlı, Osman Aydın, Mele Abdulkerim Ceylan, Melle Mahmut Okutucu, Muhterem Biçimli, Necmettin Büyükkaya, Eyüp Alacabey.

b) Rizgari-Ala Rizgari Siyasi Yapılanması/Örgütlenmesi: DDKO geleneğine doğrudan bağlı gelişen bir yapı oldu. DDKO’yu da hep sahiplendi. DDKO Kurucu ve üyesi olmayıp da, bu yapılanmada yer alan arkadaşlar da kendilerini DDKO’lu gibi tanımlıyorlardı. Bunun somut örneği, Ruşen Arslan, Orhan Kotan, Şerafettin Kaya, Feqî Hüseyin Sağnıç, Mehmet Uzun, Hatice Yaşar, İkram Delen, Zülküf Şahin, Kâzim Baba, Ali Yalçın, Recep Maraşlı’ydı.

Rizgari/Ala Rızgarî’deki DDKO’lular: Mümtaz Kotan, İbrahim Güçlü, Ali Beyköylü, Mahmut Kılıç, Fikret Şahin, Ali Yılmaz Balkaş, Bettal Batte, Mahmut Kılıç, Abdurrahman Demir, Ömer Kan, Hasan Çakır.

c)TKSP/Özgürlük Yolu: Kemal Burkay yurt dışında döndükten sonra, DDKO’nun yarattığı potansiyel gelişme olmasaydı parti kurması zordu.

TKSP/Özgürlük Yolu’ndaki DDKO’lular: İhsan Aksoy, Faruk Aras, Mehdi Zana.

d) Kawa: Ferit Uzun, Ahmet Zeki Okçuoğlu.

SORU 3- DDKO’nun legal örgütlenmesinin yanında, illegal sayılabilecek bir yapılanması var mıydı? Legal yöneticiler dışında, DDKO’ları yöneten arka plandaki bir komite var mıydı? Varsa rolü somut olarak ne oldu?

CEVAP: DDKO, daha önceki bölüm ve satırlarda niteliğini belirlemeye çalıştığım gibi açık ve yasal bir örgütlenmeydi. DDKO’nun yasal örgütlenmesi yanında illegal sayılabilecek bir örgütlenmesi yoktu. DDKO’nun kuruluşuna öncülük eden bir kısım kurucu ve yönetici arkadaşlarımız, kendi konumlarını yanlış tanımladıklarından ve kendilerine farklı bir yerde konum sağlamak bağlamında, DDKO’nun illegal bir grup tarafından örgütlendirildiği kanaatini yayıyorlar ya da bu görüşü sunuyorlar.

Bu kesinlikle yanlıştır.

Bu görüş ve yaklaşım içinde olan arkadaşlar, illegaliteye olağanüstü rol, misyon, üstünlük tanıyan; illegaliteyi fetişleştiren anlayıştır. Bu yaklaşım, en azından DDKO’nun doğrusuyla, gerçeğiyle, yapısıyla bir alakası yoktur.

Bu yaklaşım, DDKO’yu olduğundan başka göstermedir. Biraz da siyasette, takiyeci ve riyakâr olarak tanımlanmasına yol açacak bir yaklaşımdır. Gönüllerde taht kurmuş DDKO’yu, olduğundan başka tanıtmaktır. Buna kimsenin hakkı yoktur. Kürt insanı, DDKO’nun yasal ve açık bir örgütlenme olduğu için destek vermiş, kurmuş, kurucusu ve yöneticisi olmuştur. Bunun şeffaflığını ve açıklığını, karatmaya ve kirletmeye izin verilmemelidir.

Bütün siyasi olan ve olmayan kuruluşlarda kabul etmek gerekir ki, ilk girişimciler ve ilk başlatanları vardır.

DDKO’nun çalışmalarını da kabul etmek gerekir ki, ilk başlatan arkadaşlar var. Bunları minnetle anmanın yanında, bu gerçeği görmek ve göstermek de gerekli ve anlamlıdır. Ama aynı zamanda bir görevdir.

Şu bir gerçek ki, Ankara DDKO çalışmalarında Mümtaz Kotan, Yumnü Budak, Halit Çetin Yalap arkadaşlarımız önde, girişimci, öncü, başlatan arkadaşlar konumundaydı.

Ama bunlar illegal bir grup değillerdi.

Bunun yanında, DDKO bütün milliyetçi eğilimlerden Kürtlerin örgütüydü. Ama hiçbir grup, parti ve örgüte ait değildi.

DDKO’nun kurucuları arasında, Koma Azadi ya Kurdistanê’nın üyeleri (Hikmet Buluttekin, Ali Beyköylü, Ömer Çetin gibi), TKDP üyeleri, TİP ve FKF üyeleri, bağımsız Kürt milliyetçisi şahsiyetler vardı.

Koma Azadî ya Kurdistanê, illegal Kürt milliyetçi gençlerin örgütüydü. TKDP illegal siyasal bir Kürt partisiydi.

Eğer olay bilimsel gerçekliğe, olan gerçek duruma ve yapıya göre doğru bir şekilde yerli yerine oturtulmazsa, o zaman denilebilir ki bu iki illegal örgütler de DDKO’nun arkasında ve kurucusuydu. Ya da DDKO bunların da kontrolündeydi.

Bu yaklaşım doğru değildir.

***

DDKO, örgütsel anlamda tüzüğüne göre hareket eden bir yasal ve açık bir örgüttü. Bu nedenle, tüzüğünde belirlenmiş organlar tarafından yönetiliyordu.

Bu organlarının dışında, DDKO’yu yöneten herhangi bir komite, kuruluş, yapı söz konusu değildi.

Böyle bir komite olmadığına göre, komitenin görev ve yetkilerinden de bahsedilemez.

Ben, Ankara DDKO’da kuruluş döneminde yönetim kurulu üyeliği, ikinci dönemde Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptım.

Bu nedenle de DDKO ile ilgili her konuya vakıf olanlardan biriydim. Bundan dolayı da sorgumda, kişisel ve ortak savunmamızda bu konuyu olduğu gibi ve açık bir yüreklilikle ifade ettim ve ettik. Bu konuda bir gönül rahatlığı içindeydim. İçindeydik.

DDKO’da bilimsel bir danışma kurulu vardı. Bu kurul da yasaldı, illegal değildi. DDKO’da bu yapıyı da illegal olarak tanımlamak isteyenler var. Bu da doğru değildir.

SORU 4- DDKO’ların federasyonlaşma düşüncesi yahut siyasal bir örgüte dönüşme düşüncesi var mıydı?

CEVAP: DDKO, başından beri bir federasyon olarak kurgulanmış ve düşülmüştü. Ama yasal kaygılar, ilk planda federasyonlaşmayı ilân etmeyi engelledi. Bu nedenle önce federasyonu kurmak, sonra ünitelerini, şubelerini oluşturmak yoluna gidilmedi.

Önce üniteleri ve şubeleri açarak, federasyonlaşmaya gitmek benimsenmişti.

Değişik DDKO ünitelerinden ve şubelerinden federasyonlaşma yaratılabilirdi. Böyle de düşünülüyordu. Ama peşinen ilân etmeyi de doğru görmüyordu.

Çünkü değişik illerde kurulacak DDKO’ların ayrı hukuklara tabi olacağı ve kapatılması halinde birinin kapatılıp, diğerlerinin en azından ömrünün uzun olacağına ve yaşayacaklarına karar verilmişti.

Ama 12 Mart 1971 Askeri Darbesi, 26 Nisan 1971’de DDKO’nun kapatmasına karar verdiği için, federasyonlaşma planı engellenmiş oldu.

Federasyonlaşma halinde, merkezinin Diyarbakır olacağı konusunda bir uzlaşma vardı. Hatta genel başkanının kim olacağı bile tartışılıyordu. Bu konuda birçok alternatif üzerinde duruluyordu.

***

DDKO’nun bu gerçeğinin yanında, DDKO’nun bir siyasal partiye dönüşmesi ve dönüştürülmesi kesinlikle yoktu.

DDKO, siyasal bir partiye dönüştürülmeye göre kurgulanmamıştı ve yapılandırılmamıştı. Bundan dolayı da, çalışmaları bu merkezde sürdürmedi. Milli sivil ve demokratik bir kitle örgütü olarak çalışmalarını yürüttü.

DDKO’da başka siyasi partilerin üyelerinin olması da, zaten böyle bir gelişmeyi dışlayan ve yok sayan bir durumdu.

DDKO’daki TİP, TKDP, T-KDP, Koma Azadiya Kurdistanê üyelerinin,  DDKO’dan bir siyasal parti çıkmasını benimsemeleri de düşünülemezdi.

SORU 5- DDKO davasındaki savunmalara nasıl hazırlanıldı? Ayrı savunma yapma, ideolojik yarılıktan mı yoksa başka nedenlerden mi kaynaklandı?

CEVAP: DDKO’nun siyasi savunmalarına karar vermek ve bu savunmaları hazırlamanın karmaşık, uzun, çatışmalı ve çelişkili bir serüveni vardır. Bu nedenle,

DDKO Davasında siyasi savunmaların hazırlanması, uzun bir görüş alışverişi, tartışma, çatışma, çelişki süreci sonrası hazırlandı.

DDKO Davasından önce, Kürtlerin yakın siyasi ve milli tarihlerinde, 1949 yılında “49’lar Davası”, 1963 yılında “”23’ler Davası”, 1967 yılında “TKDP Davası” gibi toplu davalar, Kürt yargılanmaları olmuştu. Bu davalarda toplu siyasi savunmalara rastlanılmamaktadır. O davalarda, çoğu Kürt siyasetçisi, siyasi savunma bile yapmamış. Bazı Kürt siyasileri, şahsi siyasi savunmalar yapmışlardı. Bu kişisel siyasi savunmalar da, DDKO yargılanmasına kadar sistemli bir şekilde ulaşmamışlardı. Hatta hiç ulaşmamışlardı.

DDKO yargılanmaları sırasında, biz bunun büyük bir eksiklik ve hatta zaaf olduğunu saptıyorduk. Böyle bir tutumun, Sömürgeci Türk Devleti’nin hedeflerine rahatlıkla ulaşmasını ve devletin sömürgeci politikalarının rahatlıkla hayat bulmasını sağlamakla kalmayıp, Kürt milletinin milli haklar mücadelesinde geleceğe bir birikim sağlamayacağı, teslimiyet gibi bir sonucu objektif olarak yarattığını/yaratacağını saptıyorduk.

Savunma hakkı, uluslararası hukuk, milli hukuk, geleneksel hukuk, toplumsal davranış olarak kutsal ve mutlak bir hak olduğu da tartışmasız. Ayrıca, bu nedenle savunma yapmamanın,  savunma hakkının, ihlaline yol açtığını düşünüyorduk.

Bunun yanında, siyasi savunma hakkının, devletin Kürtlerine yönelik sömürgeci, ırkçı, asimilasyoncu, inkârcı politikalarını teşhir edeceğini; siyasi savunmanın bir direnme ve hak talebi davranışı olduğunun da bilincindeydik.

DDKO Komünü, ta başından itibaren, bu tespit ve gerekliliklerden dolayı, ortak siyasi savunma yapmanın gerekliliğine karar verdi. Bunun için de, DDKO’dan yargılanan tüm DDKO kurucu ve üyelerin, hatta taraftar ve sempatizanlarının ortak ve siyasi savunma yapmasının savundu. Bunun gerçekleşmesi için çaba gösterdi, ilişkiler geliştirdi, toplantılar yaptı.

Öncelikle, TİP Grubunun lideri konumunda olan Dr. Tarık Ziya Ekinci ile bu konuda görüşmeler yapıldı. Ne yazık ki Dr. Tarık Ziya Ekinci, TİP Grubunun lideri olarak toplu siyasi savunmaya karşı büyük direnç, tepki gösterdi.

Böylece ne yazık ki, toplu siyasi savunma yapma düşünce ve davranışı, en başta Dr. Tarık Ziya Ekinci’nin başını çektiği TİP Grubunun direnciyle karşılaştı.

Tarık Ziya Ekinci’nin başını çektiği TİP Grubu, kendilerine yakın olan DDKO kurucu ve üyelerini etkilediler. Bu kesim de, toplu siyasi savunma yapmaya karşı çıktı.

Davayı savunmaktan yana olmayan, korkak ve ürkek bir kesim de vardı. Bu kesim de, TİP Grubunun toplu siyasi savunma yapma hakkındaki olumsuz düşünce ve davranışına sığınarak, toplu siyasi savunmalara karşı çıktı.

Kürt şahsiyetleri ve siyasi gruplar arasındaki ideolojik ayrılıklar, cezaevinde daha net bir hale gelmeye başladığı bir gerçek ve bilinen de bir konu.

DDKO Davasında toplu siyasi savunma yapmama da ideolojik ayrılıkların, Kürt şahsiyetlerinin karşılıklı tutumlarının olumsuz etkisinin olduğu bir gerçekti. Ama bu etki zayıf ve ağırlıklı olmayan bir etkiydi.

DDKO Davasında toplu savunma yapılmamasında asıl ve belirleyici nedenler: Kişisel gelecek kaygıları. Fazla ceza alma korkusu ve hatta idam edilme korkusu. Ceza neticesinden toplumsal haklardan mahrumiyetti. Milli ve medeni davranış göstermemekti. DDKO kanalıyla savunduklarına sahip çıkmamak. O düşünceleri mahkemede savunma kültürüne sahip olmamaktı. Kürtçü ve bölücülük damgasını yemenin bedelinin ağırlığını taşımamaktı.

DDKO Kömününün toplu siyasi savunmaya karar vermesiyle birlikte, başta TİP Grubu olmak üzere, o grubun etki alanı içinde olanların, kendi çıkarları gereği o grubun görüşlerine ve gerekçelerine sığınanların yaptıkları yıpratıcı propaganda, yürüttükleri dehşetli kampanya, bunun en büyük göstergesiydi.

Toplu siyasi savunma yapmanın, hatta mahkemede “Kürdüm” demenin büyük felaketlere ve sonuçlara yol açacağı, genç beyinlere sokulmaya çalışılıyor ve dikte ettiriliyordu.

SORU 6- Devletin siyasi savunma yapmama konusunda baskı veya telkinleri oldu mu?

CEVAP: Devletin siyasi savunma yapmama konusunda bir telkininin olup olmadığını genel ile ilgili somut bir şey söyleyemem. Ama DDKO Komünü ki benim de içinde olduğum grup hakkında kesinlikle diyebilirim ki, bir telkin olmamıştır. Bize Kürt yurtseverlerinin telkini olmuştur. Bizim özgür irademizin telkini olmuştur. Bu telkin de, pozitif, olumlu, milli davanın lehine olan bir telkindi.

Diğer Kürt kesimlerine de devletin yaptığına dair elimde bir delil yoktur. O kesimlerin kendilerinin durumdan vazife çıkardıklarını, ortak siyasi savunmaya karşı durduklarını düşünüyorum.

Yukarıda savunmanın hazırlanması ile ilgili verdiğim bilgiler ve yaptığım açıklamalar da bu görüşün doğru olduğunu gösteriyor.

Savunma yapılmaması, kişisel özelliklere ve karaktere, kişisel gelecek kaygısına bağlıydı, diye düşünüyorum.

Uzun tartışmalardan sonrasında, DDKO Kömünü dışında da savunmaların gündeme gelmesi bu görüşlerimi doğrular niteliktedir.

SORU 7- 1974 yılındaki genel aftan çıkan DDKO kadroları da içinde olmak üzere, 1970’li yıllarda oluşturulan legal ve illegal siyasi örgüt ve hareketlerdeki derin ideolojik ayrılıklar DDKO kadroları arasında var mıydı? Daha doğrusu 70’li yılların Kürt örgütlenmesinde aktif ve önemli rol alan DDKO’lu kadrolar arasındaki ideolojik ayrılıklar geçmişten taşınan ayrılıklar mıydı, yoksa siyasi örgüt ve hareketlerden kurulduktan sonra mı oluştu?

CEVAP: DDKO’lu kadrolar arasındaki ayrılıkların bir kısmı derin, bir kısmı yüzeyseldi. Bu ayrılıklar, geçmişe dayandığı gibi, DDKO yargılanmaları sırasında ortaya çıkan derin ayrılıklardı da.

Bu nedenle, 1974’ten sonra oluşturulan, kurulan legal ve illegal yapılardaki ayrılıkların bir kesimi de, geçmişe dayanıyordu. Bir kesimi kuruluş sırasında ve bir kesimi de kuruluş sonrasından ortaya çıktı.

Bu ayrılıkların da derin olanları vardı. Yüzeysel olanları vardı.

DDKO kadroları arasında var olan en derin ve daha sonra da kendisini ortaya koyan ayrılıklardan biri, Kürtlerin her alanda, her düzlem, her ideolojik yapıda bağımsız örgütlenip örgütlenmemesi sorunuydu.

Bu konuda DDKO kadrolarının bir kısmı, mutlak anlamda Kürtlerin her alanda ve düzlemde kendi bağımsız örgütlerini savunuyorlardı. Rizgarî geleneği bu görüşe sahipti.

Özgürlük Yolu, Türk Sol Hareketteki sosyal şoven yapıdan dolayı bağımsız örgütlenme yapılmasını gerektiğini savunuyordu.

DDKO kadroları arasından, bağımsız devlet, federal devlet, Birleşik Kürdistan olup olmaması konularında da derin ayrılıklar vardı.

Mücadele biçimiyle ilgili de derin ayrılıklar vardı. Silahlı mücadeleyi savunanların yanında silahlı mücadele karşı olanlar vardı.

Birleşik Kürdistan konusunda ayrılıklar vardı. Kürdistan’ın Birliğini reel görenlerle görmeyenler arasında da bir çelişki ve ayrılık vardı.

Legalite ve illegalite konusunda ayrılıklar vardı. Bir kesim, legaliteye kesinlikle karşıyken, bir kesim de legal ve illegal örgütlenmenin birlikte olacağını, olabileceğini savunuyordu.

Amed, 12 Aralık 2016 – 21 Aralık 2020

([email protected])