İnsanlarda, insanlıkta, toplumlarda var olan bir kısım negatif ve pozitif değerleri, o değerlerin güttüğü davranış tarzlarını gözden geçirdim. Hiç şüphe yok ki bu negatif ve pozitif değerlerin hepsinin kaynağı insandır, insanlardır. İnsanların, insanlığın, toplumların başına bela olan değerlerin yaratıcıları olarak, nasıl kendilerine kötülük ettiklerini görmek zor değildir.

Üzerinde durduğum değerlerin, onların güttüğü davranış tarzlarının, insanların, insanlığın, toplumların kendilerinin yarattığı virüsleri ve korkutucu aktörleri olduğu düşünüyorum. Özel, sosyal, siyasal, eğitim, iş, sosyal ilişkimizde de bu değerlerin ve bu değerlerin güttüğü davranış tarzlarının zaman-zaman bizler için de korkutucu olduğunu yaşayarak görüyoruz.

Üzerinde sığ şekilde de olsa duracağım değerler, bana insanlara, insanlığa, toplumlara sonradan bulaşan ve insanın kendisinin de yaratıcısı olduğu olumsuzluklar olduğunu açıktır. Bir kesiminin kesinlikle sonradan, iktidarlar, sistemler, ideolojiler, felsefeler, dinler tarafından bulaştıkları konusunda da şüphe duymuyorum. Bir kısmının ne zaman, hangi dönemde, hangi koşullara bağlı olarak insanlara, insanlığa, toplumlara bulaştıklarını saptamak da tabi ki oldukça zordur. Çünkü o değerlerin bir kısmı yüz binlerce, milyonlarca sene öncesine dayanan değerlerdir.

Bu değerlerin ve davranış tarzlarının hepsi, hemen-hemen bütün toplumlarda, milletlerde ve insan topluluklarında, halklarda var olan ortak değerler ve davranış tarzlarıdır. Ama bu değerlerin ve davranış tarzlarının seviyesi, oranları, toplumlardan toplumlara, milletlerden milletlere göre:  Eğitim seviyesi, kapalı ve açık toplum olma, demokratik rejimde yaşamakla, faşist ve otoriter rejimlerde yaşamak arasında değişmektedir.

Bu değerler hangileridir onların bir kısmına geçen yazımda baktım. Bu makalemde de başka bir kısım değerler üzerinde duracağım. Bununla bu değerlerden ve değerlerin güttüğü davranış tarzlarından uzaklaşma, uzak durma konusunda uyarıcı etki yapacağımı düşünüyorum.

Yalan ve Kürtlerin inkârı yalanı: Her toplumda belli oranda var olan bir değerdir. Özellikle de geleneksel ve kapalı otoriter rejimler altında yaşamak zorunda kalan toplumlarda daha çok kadastrofik bir değerdir. Yalan aldatmak amacıyla gerçeğe aykırı olarak söylenen sözdür. Doğru, gerçek olmayan, uydurma, asılsız söz, bir insan davranışı, bir ahlâktır.

Geleneksel toplumlarda bireyler, aile içinde anne ve babalar, çocuklar çoğu zaman yalana başvururlar. Yaptıklarını gizlerler. Bu davranış tarzı aile içinde büyük tahribatlara yol açara. Kavgalara neden olur.

Öğrenciler öğretmenlerine karşı yalana başvururlar. Buda öğretmen ve öğrenci ilişkisinde sakatlığa yol açar. Sağlıklı ilişkilerin kurulmasını engeller.

Köy, ilçe, şehir ünitelerinde yaşam biriminin çapına göre yalanlar söylenir. Toplum ve yaşam üniteleri bu yalanlarla zehirlenir. Yalanlardan dolayı yanlış yollar izlenir.

Yalan sözler, yani gerçeğe uygun olmayan sözler aileler, aşiretler arasında, farklı toplumsal çıkar grupları arasında çatışmalara yol açarlar.

Devlet kurumlarında yalanlar, basiretli ve verimli iş yapılmasını engeller. Bürokratlar arasından çelişki ve çatışmalara yol açar.

Siyasi parti ve örgütler içindeki yalanlar, partilerin ve örgütlerin sağlıklı yoluna devam etmesini engelledikleri gibi; parti ve örgüt üyeleri arasından güvensizliğe, giderek çatışmalara yol açar.

Devletler egemenlik sistemlerini devam ettirmek, sömürgeci uygulamaları, faşist işlemlerini, haksızlıkları ve hukuksuzlukları, adaletsizlikleri gizlemek ve göstermemek için yalana başvururlar. Bir dönem sonra bu yalanların toplamı ve sentezi resmi ideoloji haline gelir.

Türk Devleti böyle bir yalan gerçeğiyle karşı karşıya. Türkiye’deki hükümetler, iktidarlar çoğu zaman yalanlara, yanıltıcı bilgileri yaymak için olağanüstü çaba gösterirler.

Türk Devleti’nin en büyük yalanı, Kürtlerle ve Kürt milletiyle ilgilidir. Türk Devleti kuruluşundan kısa bir süre sonra, Kürtlerin ayrı bir millet olmadığını, Türk olduğu yalanını savunmaya başladılar.  O tarihten sonra söylenen bu yalan resmi devlet tezi ve ideolojisi haline getirildi. Bu ideolojik, siyasi, toplumsal koca yalandan sonra Kürtlere her türlü insanlık dışı uygulama reva görüldü. Kürtlerin Türkleştirilmesi için, olağanüstü strateji, politika, uygulamalar geliştirdiler.  Kürtlerin meşru milli, toplumsal hak arayışları kanla bastırıldı. Kürdistan’da toplu kıyımlar ve kırımlar yapıldı. Jenosid sürekli ve sistematik hale getirildi. Günümüzde halen de Kürtler milli haklarından mahrumdurlar.. Türk Devleti, Kürtlerin ülkesi Kürdistan’da sömürgeci, faşist, ilhakçı sistemi çok kanlı, çok acımasız, çok adaletsiz, hak ve hukuk dışı yürütüyor.

Türk Devleti kendi Türk vatandaşını da bu yalana inandırmış durumdadır. Bu nedenle hem devlet ve hem de toplumsal bir yalan mekanizmasından bahsetmek olanaklı.

Türk Devletinin bu koca yalanı halen de çatışma için şartları yaratan durumdadır. Kürtleri sürekli provoke ederek kendi devlet olma imkânlarından yararlanarak, Kürtlere kötülük yaptı. Katliam taptı. Halen de bu kötülüğünü devam ettiriyor.

Koca bir yalanın yol açtığı, tarihi ve büyük bir trajedi ortada var. Bu trajedinin varacağı yer itibariyle Türk Devletinin neler yapabileceğini de kestirmek olanaklı değildir.

Nefret ve Nefret suçu: Yalanla nefret arasından doğrudan bir bağ vardır.

Nefret, “bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygudur. Birinin kötülüğünü istemeye varan tutkudur; yok etme isteğine varan bir yansımadır. Bu yüzden nefretin en yüksek derecesi öldürmeyi isteyen nefret olarak adlandırılır. İnsanları, nefret ettiği insanı sevmemek; uzaklaştırmayı ve ortadan kaldırmayı istemedir.

Bizim içinde yaşadığımız toplumlarda insanların bu davranış ve hareket tarzına rastlamak olağan bir durumdur. Üzülerek belirtmek gerekir ki, bu nefretten dolayı birbirini yok eden, birbirine zarar veren yüz binlerce insanın davranışına şahitlik ediyoruz. İnsanların bu nefret duygularından dolayı birbirlerine akıl almaz zarar verdiklerini yaşayarak görüyoruz.

Hiç şüphe yok ki, Türk Devletinin Kürtlere karşı beslediği duygulardan biri de, nefrettir. İşlediği suç da nefret suçudur.

Bu nefret sucunun günahı çok büyüktür. Tahribatının sınırları geometriktir.

Ne yazık ki, Türk Devleti bu zehrini Türk insanına da akıttı. Onları da kendine benzeterek, Onların Kürtlerden, sonra da birbirlerinden nefret hissini geliştirdi. Normal Türk insanı nefretle Kürtlere zarar vermekle, onları küçük gören düşünceler üretmekle kalmamakta,  birbirine zarar vermeye başlıyorlar. Nefret suçuna kitlesel anlamda bulaşıyorlar.

Türk Devleti’nin Kürtleri yok etme duygusu bir nefret duygusudur. Uygulamalarıyla yaptıkları bir nefret suçudur.

Nefret suçunun vardığı yer soy kırım ve jenosiddir.

Çok açık ki, Kürtlere karşı bir Türk Devlet nefreti, aynı zamanda Türk toplumsal nefreti söz konusudur. Kürtlere karşı devlet ve toplumsal nefret suçu işlenmektedir.

Diyarbekîr, 18. 05. 2021

* * *

İnsanlar, insanlık, toplumlar için korkutucu değerler, davranış tarzları (I)

İnsanlarda, insanlıkta, toplumlarda var olan bir kısım negatif ve pozitif değerleri, o değerlerin güttüğü davranış tarzlarını gözden geçirdim. Bu değerlerin hepsine, onların kavramlaştırılmasına bir makale kapsamında ulaşmanın olanaksız olduğunu gördüm. Bu gözden geçirmede, insanların, insanlığın, toplumların başına bela olan bazı değerleri ve o derlerin güttüğü davranış tarzlarını öne çıkardım. Onlar üzerinde durmayı, bu konuda uyarıcı olmayı bu makalemde konu edindim.

 Üzerinde durduğum değerlerin, onların güttüğü davranış tarzlarının, insanların, insanlığın, toplumların virüsleri ve korkutucu aktörleri olduğunu düşünüyorum. Özel, sosyal, siyasal, eğitim, iş, sosyal ilişkimizde de bu değerlerin ve bu değerlerin güttüğü davranış tarzlarının zaman-zaman bizler için de korkutucu olduğunu yaşayarak gördük.

Üzerinde sığ şekilde de olsa duracağım değerler, bana insanlara, insanlığa, toplumlara sonradan bulaşan olumsuzluklar olduğunu düşünüyorum. Bir kesiminin kesinlikle sonrada bulaştıkları konusunda şüphe duymuyorum. Bir kısmının ne zaman, hangi dönemde, hangi koşullara bağlı olarak insanlara, insanlığa, toplumlara bulaştıklarını saptamak oldukça zordur. Çünkü o değerlerin bir kısmı yüz binlerce, milyonlarca sene öncesine dayanan değerlerdir.

Bu değerlerin ve davranış tarzlarının hepsi, hemen-hemen bütün toplumlarda, milletlerde ve insan topluluklarında, halklarda var olan ortak değerler ve davranış tarzlarıdır. Ama bu değerlerin ve davranış tarzlarının seviyesi, oranları toplumlardan toplumlara, milletlerden milletlere göre değişmektedir.

Bu değerler hangileridir onların bir kısmına bakalım. Bu sığ duruş bile bu değerlerden ve değerlerin güttüğü davranış tarzlarından uzaklaşma, uzak durma konusunda uyarıcı etki yapar, diye düşünüyorum.

Yabancılaşma değeri, insanları, insanlığı, toplumları yakından ilgilendiren dramatik bir değerdir. Bireyin, kendi ürettiği nesnelerin, emek ürünlerinin boyunduruğu, egemenliği altına girerek kendi sorunlarına, bulunduğu ortama, toplumsal, insansal olana yabancı durumuna gelmesi, emek ürünlerinin bağımsız ve ezici ekonomik bir güç olarak belirmesidir.

Aynı zamanda insan, toplumuna, milletine, ailesine, çevresine de yabancılaşarak normal olmayan davranış tarzları içinde dünyasını sürdürmeye çalışır Bir millet de millet olarak kendisine yabancılaşarak, başka millete benzeme özelliğini gösterebilir. Örneğin Kürtlerin Türkleştirilmesi, Araplaştırılması, Farslaştırılması böyle bir yabancılaşmadır. Oldukça tehlikeli ve işlenen bir suçtur.

İnsanların, insanlığın, toplumların, milletlerin böyle bir yabancılaşmaya pabuç bırakmaması gerekir. .

Kendi milletine ve milli değerlerine karşı olmak da, insanların, insanlığın, toplumların en sorunlu ve problemli durumlarından biridir. Bu durum köksüzleşmeyi, bir yere, bir millete ait olmama gibi tehlikeli bir durum yaratır.

Bu nedenle insan, ait olduğu millete, ülkeye değer vermelidir. Kendi milli, sosyal değerlerine, haklarına sahip çıkmalı. Devletleşmiş bir milletin bireyleri, kendi devlet koşullarında milletini ve milli değerlerini geliştirmeli. Devlet olmayan milletin bireyleri de, özgürlük, bağımsızlık için mücadeleyi ve fedakârlığı göze almalıdır. Kendi milletine, ülkesine, özgürlüğüne ve bağımsızlığına sahip çıkamayanlar köleliği kabul etmek, esaret altında yaşamak zorundadırlar.

İhanet, değer olarak ve güttüğü davranış tarzı olarak çok kapsamlı ve iç acıtıcı, insanın, insanlığın, kendisine ve ait olduğu değerlere, milletine, başkalarıyla birleşerek saldırması, savaşmasıdır.

Sosyal hayatta, sosyal birliktelikte evlilikte, sevgide aldatma ve sadakatsizliktir. Bir arkadaşın, bir arkadaşını arkadan hançerlemesidir.

En büyük ihanet de, bir bireyin ait olduğu millete karşı, başka devletlerle ve milletlerle birleşerek kendi milletine kötülük etmesidir. Bireyin kendi milletinin bağımsızlığı, özgürlüğüne karşı, karşı saflarda yer alması, savaşması, içerden milletine onarılması zor zarar vermesidir.

Birçok milletin tarihinde bu tür ihanetler olmuştur. Kürt milletinin tarihinin bir boyutu da ihanetler tarihidir. Kürtler en son ihaneti, Kürdistan’ın Güneyindeki bağımsızlık referandumundan sonra Kerkük’ün ve diğer bazı Kürt bölgelerinin işgalinde karşılaştı. O ihanet Kürtler içinde kanayan yara olmaya devam ediyor.

İhanetten, insanın, insanlığın kendisine yönelik en büyük darbesi ve çatışmasıdır. Kendi kendisini gerçekte inkâr etmesidir.

Irkçılık,Kişinin bağlı olduğu ulus ya da ırkın üstünlüğüne inanarak onun dışında kalan toplulukları aşağı ve hor görmesine dayanan tutum ve davranış.  Toplumu kendi kümesi, yabancı küme diye iki bölüme ayırarak kendi kümesine üstünlük ve başatlık tanıma, dış kümeye ise düşkünlük ve uyrukluk tutumunu benimsetmedir.”

Irkçılık, insanın, insan topluluklarının kedine karşı işledikleri en büyük suçtur. Irkçılık sonucunda toplu katliamlar, soykırımla gerçekleşmiştir. Uluslararası düzlemde tanınan ırkçılık eylemi Yahudi soykırımıdır. Ama başka milletlerin de ırkçılık sonucu toplu katliamlara ve soykırıma tabi tutuldukları geçmiş tarihlerde, 20 yüzyılda, günümüzde de vardır. Bu milletlerin başında da Kürt milleti gelmektedir.

Kürtlere yönelik bu ırkçılık suçundan dolayı halen Kürtler devlet sahibi değiller, milli haklarından mahrumdurlar. Ülkeleri, dört parçaya bölünmüş, uluslararası düzlemde sömürgeleştirilmiş,  işgal ve ilhak edilmiş durumdadır. Kürdistan topraklarında sürekli Kürtlerin kanı dökülmektedir.

Irkçılık, soykırımlar, faşist rejimlerde rahatlıkla gerçekleşme şansına daha fazla sahiptir. Denilebilir ki, ırkçılık faşizmi tanımlayan aktörlerden biridir. Faşizm öncesi ve öncelleri jakobenizm, asker ve sivil bürokrasi diktatörlükleri de faşist karakterlidir. Irkçılığı koruyan, kollayan, besleyen rejimlerdir.

Faşizm, İtalya’da, Musolini’nin önderliği altında 1919’da başlayan, adını 1922–1943 yılları arasında iktidarda bulunan partiden alan, sendikalara, meslek kuruluşlarına dayanan, devlet sınırlarını genişletmek amacını taşıyan, emperyalist saldırgan, tüm yetkilerin tek partinin ve tek kişinin elinde toplandığı düzendir. Katı ve kan dökücü bir diktatörlüktür. Soykırımcı ve toplu katliamcıdır.

Faşizm, Almanya’da Hitlerle daha saldırgan ve emperyalist, kan dökücü, soykırımcı halen gelen rejimin adıdır.

Faşizm, demokratik düzen yerine aşırı, çarpıtılmış bir ırkçı ulusçuluğa dayanan bir baskı ve diktatörlük düzeni kurmayı amaçlayan sistemdir.

Kürt milletinin parçalanmışlığı, Kürdistan’ın dörde bölünmesi, sömürgeleştirilmesi, soykırımı, toplu katliamları, faşizm rejimi ile sürdürülmektedir.

Diyarbakır, 11 Mayıs 2021

 

(devam edecek)