Sayın Kemal Burkay’ın görüş ve tezlerinin değerlendirilmesi konusunda sona geldim. Bu son yazımda bazı başka temel tezlerini ele alacağım.

12-KÜRTLERİN BİLGELİĞİNİ KABUL ETMİYOR. KÜRTLERİN İÇİNDE DE MARKSLARIN VE ENGELSLERN OLDUĞUNU VE OLABİLECEĞİNİ KABUL ETMİYOR. BU GÖRÜS, SAYIN KEMAL BURKAY’IN KENDİSİNİN İNKÂRIDIR. NASYONALİSTLERİN MİLLİ MÜCADELEDEKİ ROLÜNÜ KÜÇÜMSÜYOR. REAL SOSYALİZMİN KÜRT DAVASINA ZARAR VERDİĞİNİ GÖRMÜYOR.

Sayın Kemal Burkay diyor ki, “şimdi bütün bu yaşananlardan ve bu yaştan sonra tekrar oturup aynı konulara el mi atmalıyım? Sosyalist olmanın Kürt davasına bir zarar vermeyeceğini, aksine sosyalistlerin herkesten çok ulusal baskıya karşı olduklarını, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunduklarını, Marks’tan ve Engels’ten örnekler vererek yeniden mi anlatmalı mıyım?”

Sayın Kemal Burkay’ın görüşlerinde iç içe geçmiş üç temel mesele üzerinde durmak istiyorum. Bu konuların soğuk savaşın son bulması ve sosyalist sistemin yıkılmasından sonra hal edilen meseleler olduğunu düşünürken, Sayın Kemal Burkay’ın yeniden bu görüşleri gündeme getirmesi konumu itibarıyla anlamlıdır, Bu görüşlere önem vermek, değerlendirmek gerekir.

Birinci mesele: Sayın Burkay, sahaya inip Marks ve Engels’in düşünceleriyle “facebook modacıları”, “cesur cahil” milliyetçilere cevap vereceğini, tekrardan hortlayan milliyetçiliğe karşı başarı ve etkin bir mücadele vereceğini düşünüyor.

Sayın Burkay’ın bu görüşlerine Lenin, Stalin, Mao, Castro’yu mantığın bütünlüklü yapısını ifade etmek ve ele almak bakımından anlamlı olacaktır.

Bu bakış açısı, eski klasik sosyalistlerin ve komünistlerin bakış açısıdır. Yeni dönemde bile sosyalistler ve komünistler, Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao, Castro’nun tümden eski bilgi referanslarıyla; sosyalist sistemin yıkılmasını bilince çıkaran, Lenin Stalin, Mao, Castro gibi komünistlerin kitaplarının kitap evlerinden satılmadığın ve hatta yasak olduklarını bildiklerinden hareket ediyorlar. Dönemin ruhuna uygun yeni bilgilerle kendilerini tanımlamaya, dünyayı anlamaya çalışıyorlar. Bu yeni dönemde yerel bilgi kaynaklarının hayatı anlamak, dünyayı değiştirmek, yeni bir yol haritasını tayin edebilmek için önemli olduğunu, düşündüklerinden şüphe duymuyorum.

Sayın Burkay’ın eski sosyalist bilgi referanslarıyla sorunları açıklamaya çalışması çok hoş ve hayırlı bir duruma işaret etmiyor. Yerel bilgi kaynaklarını önemsememesi de büyük bir olumsuzluk. Sayın Burkay’ın da içinde olduğu sosyalist akımın yerel bilgi kaynakları önemsememesi geçmişte Kürdistan ve Kürt millet meselesine zarar verdi. Günümüzde bunu yapma yanlışlığını göstermemeliyiz.

Kürdistan vatanseverleri hangi düşüncede olurlarsa olsunlar, Kürt milletini belli bir ideolojiye, felsefeye hapis etmeleri büyük bir yazık olur ve ulusal kurtuluş mücadelemizi yeni handikaplarla karşı karşıya bırakır. Bu kötülüğü milletimize yapmamalıyız.

Sayın Burkay’ın bu yaklaşımı, yani yerel bilgi üretme kaynaklarını küçümsemesi, Bu yaklaşım Sayın Burkay’ın kendisine de haksızlıktır. Şu çok iyi bilinmeli ki Marks, Engels kadar etkin Kürt bilim adamları, fikir üreten insanlarımız var.

İkinci mesele: Sosyalist sistemin Kürdistan ulusal hareketlerine, özellikle Kürdistan’daki ulusal kurtuluş mücadelesine, karşı olan tutumunda dolayı, sosyalist sistemin eklentisi durumunda olan Kürt sosyalistleri, örgütleri de ulusal kurtuluş mücadelesine doğru bir yaklaşım içinde olmadılar. Bu konuda yapılan tartışmalarda, Kürt sosyalistlerinin ulusal meselede zaaf sahibi oldukları konusunda yapılan eleştirilere tepki duyma yerine, bu eleştirileri anlamak gerekir. Irak faşist Baas Rejimi Sovyetler Birliğinin desteğiyle 1975 yılında Kürdistan Otonomisini ortadan kaldırdığı zaman, Sayın Kemal Burkay’ın da içinde olduğu akım, Sovyetler Birliğini destekledir. Barzani’ye karşı bir tür savaş açtılar. Kürtler olarak buna tepki duyulmasını sosyalistlere ve sosyalizme karşıtlık olarak yorumlanması haksızlık olmaz mı?

Üçüncü mesele: Her Kürt Sayın Kemal Burkay’ın çalışkan, uzun vadedir bildiği ve savunduğu doğrular, ideoloji uğruna mücadele ettiklerini kabul eder. Ama bunun yanında Sayın Kemal Burkay’ın milli mücadeleden ziyade real sosyalizme hizmet konusunda da hâkim bir görüşe sahipler. Hatta Sayın Kemal Burkay’ın konumu gereği mili meselede zaaflara yol açtığını da Kürtler belirtmekten geri durmuyorlar. Avrupa dönüşünde sonra Kürdistan’a yerleşmemesini bu zaafın bir parçası olduğu düşünüyorlar.

Sayın Kemal Burkay ise herkesten, nasyonalistlerden daha çok milli mücadeleye hizmet ettiği konusunda düşünce ifade etmektedir. Bu ciddi bir çelişki değil mi? Sayın Burkay’ın bu konu üzerinde de düşünmesi gerekmez mi?

13- SOSYALİST KÜRTLER ENTERNASYOLİST OLARAK BAŞKA MİLLETLERİN MÜCADELELERİNİ CANI GÖNÜLDEN DESTEKLEDİLER, ONLAR İÇİN DEVLET İSTEDİLER. KENDİ MİLLETLERİ İÇİN GÖNÜL RAHATLIĞIYLA DEVLET İSTEMEDİLER.

Sayın Kemal Burkay, “Dünyanın her yanındaki sömürüye, baskıya ve ulusal kurtuluşa yönelik mücadeleleri destekledik; bu da enternasyonalist bir tavırdı. Ben kendi payıma bundan hep onur duydum. Ve abesle iştigal gibi de olsa, modacılara bir kez daha duyurmakta da yarar görüyorum.”

Bu konuda yapılacak hiçbir eleştiri yok. Sosyalist Kürtler dünyadaki bütün milletlerin ulusal kurtuluş mücadelesini canı gönülden desteklediler. Bağımsızlık için mücadele eden bütün milletler için devlet istediler. Örneğin Ortadoğu Bölgesinde Arap olan Filistinliler için devlet istediler. Bunu yüksek sesle ifade ettiler. Üstelik Arapların 22 devlet sahibi oldukları halde, Filistinlilere devlet olmaması söylenmedi, ya da Yahudi milletiyle federal bir devlet içinde birlikte yaşamalarını önermediler.

Ne yazık Kürt milleti için çok açık ve net bir yaklaşımla devlet istemediler. Sayın Kemal Burkay bunun Kürt sosyalistleri için bir sorun olduğunu kabul etmesi gerekir. Bilindiği gibi bu yaklaşım tarzı halen Kürtlerin başına bela olan bir yaklaşım tarzı olmaya devam ediyor. Kürt sosyalistleri, nasyonalist olan Kürtlerin bir kesimi bile federal devlet talebini bir anlamda mutlaklaştırmış durumdalar. Oysa federal devlet, Kürtlerin ve Türklerin ortak devleti olarak, Kürtlerin bağımsız devlet mücadelesinde bir aşama olarak ele alınacak bir durumdur. Kürdistan Güneyinden bu serüveni yaşıyoruz. Irak, Kürtlerin, Arapların, diğer milletlerin ortak federal devletidir. Ama buna rağmen Kürtler federal devletten bağımsız devlete geçiş yapmaları ve kendi devletlerini kurmaları için 25 Eylül 2017 tarihinde bağımsızlık referandumunu yaptılar.

14- KÜRTLERİN TÜRKİYE’DEKİ STRATEJİK HEDEFİ TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİ DEĞİLDİR. TÜRK DEVLETİNİN RADİKAL DEĞİŞMESİNİ TALEP ETMEKTİR. KÜRTLERİN MİLLİ HAKLARININ KAZANILMASINDA VE DEVLET OLMASINDAN İSRARLI OLMALIRIDIRLAR…

Türkiye’de Kürtlerin stratejik hedefi demokrasi değildir. Geçen makalemde de Türkiye’de genel anlamda sorunun saf bir demokrasi mücadelesi olmadığını da ifade etmiştim.

Eğer ila da Türkiye’de demokrasi mücadelesinden bahsedilecekse, bu sorun devletin niteliğinin değişmesidir. Türkiye’de demokrasi mücadelesi, devletin federal ortak devlet merkezinde devletin radikal ve nitelik olarak değişikliğini istemektir. Öyle olmalıdır.

Türkiye’de gerçek bu olmasına rağmen, Kürtlerin en azından federal devlet talebine sahip olmaları, demokrasi mücadelesini küçümsemeleri anlamına gelmez. Tersine üniter, tekçi, Kürtleri yok sayan, Kürtlerin bütün milli haklarını gasp eden, Kürtlere katliam uygulayan, sadece Kürdistan’ın Kuzeyinde değil, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürdistan milli mücadelesini kendisi için tehdit gören ve müdahalelerde bulanan sömürgeci Türk devletin radikal değişmesi istemek en büyük demokrasi mücadelesidir. Yoksa Türkiye’de demokrasi mücadelesinden bahsetmek söz konusu olamaz. Kesin olan bir şey var ki Türk sömürgeci devleti nitelik olarak radikal bir şekilde değişmeden, yeni federal bir karakter kazanmadan demokrasinin bir olgu haline gelmesi olanaklı değildir

 Bu nedenle, Kürtlerin demokrasi konusundan birbirlerini suçlamaları, birbirlerinin kafaların kırmaları anlamlı değildir. Böyle davranmak, farkına varmadan Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini sekteye uğratmaktır.

Açık ki Kürtlerin Türkiye’de de asıl amacı dünyadaki diğer milletler gibi devlet istemeleridir ve devlet için mücadele etmeleridir.

15-MİLLETLERİN İLİŞKİSİNİ ESKİ POPÜLİST MANTIKLA ELE ALMAK BİZİ YENİDEN BÜYÜK YANLIŞA GÖTÜRÜR. KÜRTLERLE TÜRKLER, FARSLARIN KARDEŞLİĞİNİ SAVUNMAK EGEMEN ULUSLARA BİR DALKAVUKLUK OLACAĞINI İTİRAF ETEMEK GEREKİR.

Milletler (halklar) kardeş olamazlar. Milletlerin kardeşliği tanımlaması, bir popülist tanımlamadır. Bilimsel değildir. Her millet farklı koşullarda doğmuş ve gelişerek 21. Yüzyıla gelmiştir. Milletler arasındaki ilişkiler çıkar ilişkisidir. Bu çıkar ilişikleri milletlerin devlet sahibi olmalarıyla daha somut bir hale gelmiştir. Devletler, başka bir ifade ile milletler diğer milletlerle ilişkileri çıkarları çerçevesinde de değişime uğrarlar. Döneme, somut koşullara, devletlerin ve milletlerin sahip oldukları pozisyonlara göre değişirler.

Milletler arasındaki çıkar ilişkileri bazı zamanlarda Miletler arasında bir savaşa da yol açar. Devlet arasındaki savaş, milletler arasındaki savaşlardır. Eğer bu gerçek kabul edilirse, o zaman milletler arasındaki ilişkilere dünden farklı bakmak zorundayız.

Kürt milleti, Türk, Arap, Fars milletlerinin kardeşi değildir.

Kürtler, ezilen, sömürge, ülkeleri parçalanmış, devlet sahibi olmayan bir millettir.

Arap, Fars, Türk milletleri egemen, sömürgeci, devlet sahibi olan Miletlerdir. Egemen milletler olarak kendi devletleri eliyle Kürtleri yok etmek için sürdürdükleri uygulamalarını biliyoruz. Bugünde bu uygulamaları sürdürmektedirler.

Kardeş kabul edilen Türk, Arap, Fars milletleri hiç bir zaman Kürtlere reva görülen sömürgeci uygulamalara karşı çıkmamışlardır, Kürtlerin sömürge statüsünün devamını kendi çıkarlarının korunması denkleminde ve tarihsel gerçeklik çerçevesinde ele almışlardır.

Bu egemen ve sömürgeci milletler, “Kürtlerin de hakları verilmelidir, Kürtler de bizim gibi devlet sahibi olmalıdırlar” demediler, demezler de.

Egemen ve kardeş bilmemiz istenen milletlerin, Kürtlere katliamlar yapıldığı zaman, “Kürtlere bu katliamlar yapılmamalıdır” bile demediler. Demiyorlar da.

Bu gerçeklik kavranmadığı zaman da, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini geliştirme olanağı olamaz. Bu gerçeklik, bizim de o egemen milletler gibi onların ülkesini işgal etme, onlara katliamlar uygulama davranış ve düşüncesi için olmamız anlamına gelmez. Gelmemelidir.

Bizim temel sorunumuz, milli haklarımıza kavuşmamız, ülkemizde sömürgeciliğin ve işgalin son bulmasıdır

 Bu hedef için mücadele etmemiz, Türk, Arap, Fars milletlerine düşmanlık değildir. Mevcut karşılıklı ilişkinin değişmesini istemektir.. Onların gasp ettiği haklarımızı elde etmedir. 

16-KÜRDİSTAN’DA SOSYALİSTLERDE VE SAYIN BURKAYIN ARKADAŞLARINDAKİ DEĞİŞİKLİK MODACI NASYONALİSTLERİN VE “CESUR CAHİLLERİN” ESAS İŞİ DEĞİLDİR. BAZI GEÇMİŞ DEĞERLERİN VE GÖRÜŞLERİN ANLAMSIZLIĞININ AÇIĞA ÇIKMASIDIR…

Sayın Burkay, geçmişte savunduğu ve ileri sürdüğü tezlerin yol arkadaşları tarafından da değiştirilmiş olmasından oldukça rahatsız. Başka bir ifadeyle en genel anlamda yol arkadaşlarının değişmesinden rahatsız. Bu rahatsızlığında haksız bir konumdadır diye düşünüyorum. Arkadaşlarının değişmesi oldukça normaldir. Çünkü Sayın Burkay’ın yol arkadaşları da dünyadaki değişimlerden, özellikle de sosyalist sistemdeki değişiklikten etkilendiler. Değiştiler.

Normal olmayan durum ve olmaması gereken durum, Sayın Burkay’ın eski yerinde durmasıdır. Değişimlerden etkilenmemesi, kendisinin değişmemesidir. Bundan dolayı yol arkadaşlarını suçlaması, horlaması, küçük düşürmesi haksızlığıdır. Bu davranışı olumlu karşılamak olanaklı değildir.

Sayın Burkay’ın yol arkadaşlarının da, Kürt millet meselesine belli bir ideoloji çerçevesinde bakmanın doğru ve yararlı olamayacağı yaklaşımlarından etkilendiğini söyleyebiliriz.

Sovyetler Birliği ve egemen olduğu sosyalist ülkelerde demokrasinin olmadığını onlar da kavradılar. Sovyetler birliğinin devlet çıkarları için hareket ettiğini, bundan dolayı başka milletler üzerinde emperyalist uygulamalar yaptığı, başka milletleri asimile ve Ruslaştırmak istediklerini, ama bunu beceremediklerini; Sosyalist sistemin ve S. Birliği sisteminin çökmesinden sonra da onların egemenliği altında olan milletlerin bağımsız devletlerini kurduklarını gördüler.

  1. Birliğinin M. Kemal ve arkadaşlarına bakış açısının yanlışlığını anladılar. Sovyetler birliğinin, M. Kemal’i destekleme uğruna Kürt milli direnme hareketlerine karşı tutum takınmasının yanlışlığını, katliamlara göz yummasının tam anlamıyla katliam destekleyiciliği olduğunu bilince çıkardılar.
  2. Birliğinin, Kürdistan Mehabad Devletine karşı ihanet içinde olduğunu, Kürdistan devletini kendi devlet çıkarları için desteklediği, yine kendi devlet çıkarları için yıkılmasına göz yumduğunu daha iyi anladılar.

Sovyetler Birliğinin, Irak’ta faşist ve sömürgeci Baas rejimine destek sağlayarak, bütün Kürtlerin yuvası ilan, Kürdistan Otonomisinin yıkılmasına destek olduğunu anladılar.

 Mustafa Barzani ve arkadaşlarının S. Birliğinde yaşadıkları gerçeklerin hayal ettikleri sosyalizmle bir alakalarının olmadığını tespit ettiler.

Geçmişte Mele Mustafa Barzani’ye bakış açılarının yanlışlığını gördüler.

 Türk, Irak, İran, Suriye devletlerinin yaptıkları zalimliğe ve katliama karşı Türk, Arap, Fars milletinin sesiz kalmasının sonucu olarak;, halkların kardeşliği tezinin yerinde ve doğru olmadığını bilince çıkardılar.

Bu listeyi uzatmak olanaklıdır.

Sayın Burkay’ın yol arkadaşları bu yeni parametrelerle, yeni bir siyasi proje amacıyla HAK-PAR kuruluşunda yer aldılar. Bunlardan dolayı, HAK-PAR’ın geçmiş örgütlerden niteliksel olarak farklı olması gerektiğini bilerek kurucu oldular.,

Ne yazık ki, daha sonra Sayın Burkay’ın HAK-PAR’a genel başkanlık yapmış olmasına rağmen bu gerçekleri görmemesini anlamak olanaklı değildir.

Diyarbekîr, 28. 09. 2021

Sayın Burkay’ın görüşlerini değerlendirme ve bazı tezler (III)

İkinci makalemde Sayın Kemal Burkay’ın görüşlerini analiz ettim. Ama sonuçlanmadı. Bu yazımda Sayın Burkay’ın görüşlerini değerlendirmeye devam edeceğim. Bazı tezler üzerinde de duracağım.

9- EĞRİ OTURUP DOĞRU KONUŞACAKSAK TÜRKİYE’DE GENEL ANLAMDA DEMOKRASİ SORUNU YOK. TÜRKİYE OLACAĞI KADAR DEMOKRASİDİR. BUNDAN ÖTE BİR DEMOKRATİK HALİ OLAMAZ. ÖTESİNİ DÜŞÜNMEK BİR HAYALDİR. BU DURUM TÜRK DEVLETİNİN KURULUŞ FELSEFESİNE VE TÜRK MİLLETİNİN SOSYOLOJİK YAPISALLIĞIYLA İLGİLİDİR. BU KONUDA BİR POPÜLİZM VAR. SORUN DEVLETİ DEĞİŞTİRMEKTİR.

Bu konu, Kürt ve Türk demokrasi savunucularının hepsini – kendilerinin de demokrasi ile bir alakaları yok- ilgilendiriyor. Tartışılması gereken bir tez olarak ileri sürüyorum. Bu konunun çok yönlü, kapsamlı tartışılacağını umut ediyorum.

Türkiye’de son 70 yılda bir demokrasi havariliği var. Türkiye hep demokrasiye kavuşturulmak istenir, fakat bir türlü de Türkiye demokrat olmaz. Sonunda da demokrasi havarilerinin tüm isteğinin, bir Kemalist Hükümet yerine, Kemalizm’den doğrudan etkilenen, Kemalizm’in içselleşmiş hali içinde olan sivil denen hükümetlerin yer değiştirmesi; ya da tersinin olmasıdır. Yani birbirine benzeyenlerden, ya da aralarında çok küçük farklar olanlardan birinin gelip, birinin gitmesidir.

Şimdilerde de demokrasi havarilerinin dediği demokrasi de, Cumhuriyet İttifakı Hükümetinin gitmesini sağlamak, Cumhur İttifakı Cumhurbaşkanını göndermek onun yerine Millet ittifakının Hükümet olmasını sağlamak ve bu ittifaktan birilerinin cumhurbaşkanı yapılmasıdır. Millet İttifakı, da, sivil faşist geleneği olan İyi Parti, demokrasinin has düşmanı Kemalist CHP, diğer bazı Kemalizm kalıntılarından oluşuyor. Millet İttifakı içinde olanların, demokrasi havarilerinin hayal etikleri bir demokrasiyi gerçekleştirebilmesini düşünmek tam anlamıyla ham hayaldir.  Millet İttifakı da demokrasiyi gerçekleştirmeyeceklerine göre, bu demokrasi havariliğinin bir anlamı olmazsa gerek.

Eğri oturup doğru konuşacaksak, demokrasi havarilerinin göremediği ve görmek istemediği gerçek, Türkiye’de tahayyül edilen genel anlamda demokrasi sorununun olmadığıdır. Türkiye, olacağı kadar demokrasidir. Bundan öte bir demokratik hali olamaz. Ötesini düşünmek bir hayaldir. Zaten 70 yıldan fazla sözde demokrasi mücadelesinin tecrübeleri de bunu gösteriyor.

Çünkü mevcut devletin kuruluş felsefesi, dayandığı insanlık dışı dayanaklar, Anti-Kürt, Anti-Türk -İslam, sivil asker diktatörlüğü yapısallığının ortaya koyduğu sosyolojisi ve devletin Türk milletinde yaratığı Kürt düşmanlığı ve ırkçılığı yapısallığıyla ilgilidir.

Onun için Türkiye’de Türk demokrasi savunucularının bir kere, Kürt demokrasi havarilerinin bin kere yaptıkları bir popülizmdir. Dipsiz kuyuya taş atmaktır. Yel değirmenleriyle savaşmaktır. Bugüne kadar da yapılan maalesef budur.

1977 yılında Milli Cephe yönetimdeydi, anti – faşist mücadele gereği ve demokratikleşmenin sağlanması için Sayın Kemal Burkay (Özgürlük Yolu) CHP-Ecevit’i destekledi. CHP-Ecevit, Süleyman Demirel’in öncülük ettiği milli cepheye karşı seçimleri kazanmasına rağmen, Türkiye’ye demokrasi gelmedi.

O zaman Türkiye’nin herkes için, özellikle demokrasi savunucuları ve Kürtler için temel sorunu saptamak gerekir.

Türkiye’nin birinci sorunu devleti değiştirmektir. Eğer devlet değişirse demokrasi denilen şey olacaksa olacak. Yoksa demokrasi istemek bir hayaldir ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir olgudur.

Bunun yanında daha acı gerçekler de var.

Türk Devletini ya da hükümetlerini demokrat görmeyenler, onlardan daha demokrat değiller. Belki de daha da geri bir düzeyi temsil ediyorlar. Daha kötü bir noktadadırlar. Yeni tarz bir diktatörlük peşindeler.

Türkiye’de, eğer stratejik, güncel, acil bir amaç tespit edilecekse o da tekçi, üniter, ırkçı, sömürgeci, bir elitin/bir anlamda bir milletin diktatörlüğü olan üniter devletin köklü ve radikal olarak değiştirilmesidir. Kürtlerin ve Türklerin ortak devleti olacak federal devlet sistemini en azından acil olarak istemektir.

Federal devlet, belki o düşünülen demokrasiyi sağlayacaktır.

Bu nedenle, federal devlet atlar, demokrasi arabadır. Tersi arabayı atların önüne koşmaktır.

10- TÜRKİYE’DE MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM VE SOSYALİST DEVRİMCİLİK, SOSYALİSTLERİN GÖREVİNİN SOSYALİZM İÇİN MÜCADELE OLDUĞUNU ANLATIYOR. BUNUN YANINDA DEMOKRASİNİN ACİL OLMADIĞINI ORTAYA KOYUYOR. SAYIN KEMAL BURKAY SOSYALİST DEVRİMCİ OLARAK TÜRKİYE’DE DEMOKRASİYİ DEĞİL SOSYALİZMİ SAVUNUYORDU.

Türkiye’nin stratejik sorununun demokrasi mi, sosyalizm mi olup olmadığı konusu 1960’larda çok büyük tartışmalara yol açtı. Bu konuda sol ve sosyalistim diyen herkes bu tartışmalara taraf oldular.

Bu tartışma büyük iki bölünmeye yol açtılar. TİP içindeki ve M. Ali Aybar’ın başını çektiği sosyalist kesim, kendilerini “Sosyalist Devrimciler” olarak tanımladılar. Bir dönem TİP içinde parti içinde muhalefet olan ve zamanla parti dışına çıka sosyalistler ise kendilerini “Milli Demokratik Devrimciler” olarak tanımladılar.

Bu iki büyük sosyalist bölünme de kendi içlerinde homojen değillerdi. Değişik grupları, hem önemli grupları içinde barındıran bölünmelerdi.

Sayın Burkay’ın da üyesi olduğu TİP içindeki “Doğulular Grubu” “Sosyalist Devrimciler” grubu içinde yer alıyorlardı. Kürt sosyalistlerinin küçük bir bölümü, “Milli Demokratik Devrimciler” grubu içindeydiler.

Milli Demokratik Devrimciler, “Türkiye emperyalizme bağımlıdır. Bağımsızlık sorunu diye stratejik bir sorunu vardır. Türkiye önce bağımsız ve demokratik devlet olmalıdır. İkinci aşamada da sosyalizm kurulmalıdır.”

Sosyalist Devrimciler, “Türkiye’nin bağımsızlık sorunu yoktur. Türkiye bağımsızlığını kazanan bir ülke ve devlettir. Sosyalistler olarak, sosyalist devlet ve düzeni kurmak için çalışıyoruz ve mücadele ediyoruz” diye açıkça görüş sahibiydiler. Yani sosyalistlerin görevi, demokrasiyi getirmek değildir, demokrasinin alternatifi sosyalizmi kurmaktır demek istiyorlardı. Ben de o zaman grubun içindeydim.

Bu tezin o gün de bu günde Türk sosyalistleri için doğru olduğu ortada. Ayrıca bizim/benim sosyalist devrimcilerden yana olmamızın nedeni, Mili Demokratik Devrimcilerin Türk milliyetçisi olmaları, askere güvenmeleri, iktidarı sol ve Kemalist dedikleri sivil ve asker bürokrasiyle kurguladıkları ve yeniden bir Kemalist düzen kurmak istemelerindendi. Kürtler olarak ben/biz böyle bir düzen ve sistemin Irak ve Suriye Baas Faşist Diktatörlükleri gibi olacağını, bunun da Kürtler için felaket olacağını düşünüyorduk. Doğru da düşünüyorduk.

Sayın Kemal Burkay da “Sosyalist Devrimcilerin” aktif bir üyesiydi. Emek Dergisinin de yazarıydı. Türkiye’de sosyalist düzen için mücadele ediyordu. Bir sosyalist olarak bunu yapması doğruydu da. Ama bugün için Türkiye demokrasisini stratejik bir amaç haline getirmesi, hem sosyalistliğine aykırı, hem eski sosyalist devrimci dönemindeki doğru düşüncesine aykırıdır.

Sayın Burkay’ın, Kürtler için entegrasyoncu, yeni bir bağımlılık biçiminin devamından yana olmak anlamına gelecek demokrasi mücadelesini strateji anlamda savunması, oldukça sorunlu ve üzerinde durulmaya değer bir konu olduğunu düşünüyorum. Çünkü Kürtlerin mücadelesi Kuzey parçasında da her hal ve şartta milli hakların kazanılması mücadelesidir. Kürt milletinin, kendi kaderini kendi iradesiyle tayin etmesidir. Bağımsız Devlet olmasıdır.

11- SAYIN BURKAY’IN TEZİNE VE GÖRÜŞÜNE GÖRE BÜTÜN KÜRTLER İŞBİRLİKÇİ OLABİLİRLER. BUNUN KADAR TEHLİKELİ, KÜRDİSTAN ULUSAL KURTULUŞUNA KARŞI OLAN BİR DÜŞÜNCE OLAMAZ. KÜRT EGEMEN SINIFLARI BUGÜNE KADAR MİLLİ MÜCADELEYE ÖNCÜLÜK ETMİŞLERDİR. MİSYONU ABARTILAN SOSYALİSTLERİN ÖNCÜLÜK ETTİĞİ BİR KÜRT MİLLİ MÜCADELESİ YOKTUR. SADECE KATILIMLARI VARDIR.

Sayın Kemal Burkay, Kürt sosyalistlerinin geçmişte, ittifaklar, Kürt milliyetçileri, Kürt egemen sınıfları hakkında yaptıkları yanlışı, bulunduğumuz aşamada da devam ettirmekle kalmıyor, daha tehlikeli bir boyut kazandırıyor.

 Sayın Burkay diyor ki: “Kürt feodalleri, burjuvaları ise, şu son iki yüzyıllık tarihimizde görüldüğü gibi, çoğu zaman sömürgeci güçlerle işbirliği içinde oldular. (Bugün de düzen partileri içinde, parlamentoda ve hükümette milletvekilliklerini ve bakanlıkları paylaşıyorlar.) Elbet bunlar arasında Mir Bedirhan, Şeyh Ubeydullah, Şeyh Sait, Seyit Rıza gibi yurtsever harekete katılanlar, hatta başı çekenler oldu ve biz bunları işbirlikçi kesimden ayırdık, hep saygı ile andık, anıyoruz.”

1960-70’lerde de Kürt egemenleriyle ilgili tartışmalar ve niteliksel farklı yaklaşımlar vardı. Niteliksel yaklaşım farklılığı Kürt milliyetçileriyle, Kürt sosyalistleri arasındaydı. Kürt milliyetçileri Kürt egemen sınıf ve tabakalarını milli mücadelenin mantığı, çıkarları, sonuç alıcılığı, tarihsel ve toplumsal misyon olarak düşman kabul edilmesini yanlış buluyorlardı.

Kürdistan milli kurtuluş mücadelesinin tarihi, öncülük yapısı da onların görüşlerinin doğruluğunu ortaya koyuyordu.

Kürt sosyalistleri ise, Kürt egemen sınıf ve tabakaları bir bütün olarak düşman gösterdiler. Bununla farkına varmadan toplumsal bölücülük yapmakla kalmadılar, Kürt milli kurtuluş mücadelesine büyük zarar verdiler. Kürt milli ittifakını ve birliğini engellediler. Kürt milli cephesinin kuruluşunun önüne geçtiler. Kürt milliyetçiğini ya küçümsediler, ya önemsemediler, ya yok saydılar; ya da Kürt milliyetçiliğine düşmanlık yaptılar.

Her ne kadar Rizgarî Hareketi, bir dönem bu anlayıştan farklılık göstermişse de, bir dönem sonra Sovyetçi Sosyalistlerin karşı saldırıları karşısından geri adım atmak zorunda kaldı. Bütün bunlara rağmen, Kürt sosyalistleri arasında da bu konuda da küçük ve ince ayrım hep devam etti. Rizgarî Hareketi, KUK Hareketi Sayın Burkay tarafından milliyetçi hareketler olarak tanımlandılar. O dönemde de bu konuda en farklı olumsuz görüş Sayın Burkay’ın ve hareketinin görüşleriydi. Bugün de bu görüşlerini ileri sürmeye devam ediyor.

Sayın Burkay, Kürt egemen dinsel ve sosyal aristokrat sınıf ve tabakaların milli kurtuluş hareketinin önderlerini –Ki bunlardan, Şeyh Abdulselam Barzani’yi, Şeyh Mahmut Berzenci’yi, Mele Mustafa Barzani’yi, Simko Ağayı, Qadi Mihemed’i, İhsan Nuri Paşayı ve Kör Hüseyin Paşayı, Mele Selim’i saymaması da ayrıca bir ilginç yaklaşım biçimi ve kategorileştirme- bir kaçını sayarak, hem onları ve hem de Kürt egemen sınıflarının niteliksel milli mücadeleye katılımını küçümsüyor diye düşünüyorum.

Ayrıca sayın Burkay’ın Kürt egemen sınıflarının milli kurtuluş mücadelesindeki öncülüğünü liderlere indirgeme gibi sosyolojiye, toplumsal gerçeklere, Kürt milli kurtuluş mücadelesi yapısallığına aykırılığı da ayrıca üzerinden durulmaya değer bir konudur.

Sayın Burkay’ın başka tehlikeli düşüncesi de o ki, onun kriterlerine göre her Kürt işbirlikçidir, ya da işbirlikçi olur. O kriter de devletle bir şekilde ilişkili olmaktır.

Bu kritere göre Kürt egemenleri işbirlikçi oluyor. Bunun yanında Kürtlerin işçileri, köylüleri, avukatları, doktorları, öğretmenleri, memurları ve diğer toplumsal kesimlerin hepsi bir şekilde devletle ilişkililer, ya da devletten maaş alıyorlar. Onların da işbirlikçi kabul edilmesi gerekir.

Eğer Türk partilerinde milletvekili olmak işbirlikçilik kriteri ise, o zaman Kürt siyasi sınıfının bazı üyeleri milletvekili oldular, çoğunluk üyeleri de milletvekili olma arzusu taşıdılar. Bugün de taşımaya devam ediyorlar. O zaman Kürt siyaset sınıfının da işbirlikçi sayılması gerekir.

Bu yaklaşımda sanki Türk burjuva ve muhafazakar partilerde yer alanlar Kürtler işbirlikçi sayılıyor. Ama TİP, CHP, SHP ve benzeri solum diyen örgütlerde yer alan Kürtler işbirlikçi sayılmıyor. Bunu da anlamak oldukça zordur.

Bu yaklaşım tehlikeli, yanlış, Kürt gücünü kıran bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımımın benimsenmesi olanaklı değildir.

Kürdistan’ın Kuzeyinde milli ayaklanmalardan sonra Kürt egemenlerinin çoğunun idam edilmesi ve Kürt milli hareketinin katliamlarla bastırılmasından sonra onların sessizliğe gömülmelerini işbirlikçilik olarak nitelendirmek hem büyük bir vicdansızlık, hem de büyük tarihi bir yanılgıdır. Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin tarihsel mahiyetini ve içeriğini anlamamaktır.

Bu düşünce kesinlikle yanlıştır.

Sayın Burkay halen Kürt egemen sınıflarının, Kürdistan milli hareketlerinin öncüsü olduğunu da görmek istemiyor. Kürdistan Federe Devletinin kuruluşunda etkin ve belirleyici irade olan KDP ve Barzaniler, bu egemen sınıfların temsilcileri konumundadırlar. Halen onlar adına halkla birlikte milli kurtuluş mücadelesine öncülük etmektedirler. Bağımsız Devlet hedefinden vazgeçmedikleri gibi, o hedefe adım-adım yaklaşıyorlar. Aynı egemen sınıfların temsilcileri 25 Eylül 2017 tarihinde yapılan bağımsızlık referandumuna da öncülük ettiler. Olumlu sonuç aldılar. Halkın iradesiyle Bağımsız Kürdistan kararın alınmasını sağladılar.

Tarih boyunca Kürdistan milli hareketlerine öncülük edenler, Sayın Kemal Burkay’ın işbirlikçi dediği Kürt egemen sınıflarıdır.

200 yıllık tarih boyunca, Mir Bedirhan, Şeyh Ubeydullah Nehri, Şeyh Abdulselam, Sımko Ağa, Şeyh Sait Efendi ve Cıbranlı Halit Bey, İhsana Nuri Paşa ve Kör Hüseyin Paşa, Seyit Rıza, Şeyh Mahmut Berzenci, Şeyh Ahmet Barzani, Mele Mustafa Bazrani, Qadi Mihemed, Mele Selim, diğer tüm diğer milli liderler Kürt egemen sınıflarından geliyorlardı. Onlar Sayın Burkay’ın ifade ettiği gibi tek şahıslar  değillerdi. Kürt egemen sınıflarını, Kürt milletini temsil ediyorlardı. Kürt milletinin çoğunluğuydular. İdam edildikleri zaman da birçok bey, şeyh, aşiret reisi, ağa, aydın, mele arkadaşlarıyla idam edildiler.

Ayrıca Kürdistan’da, Şey Abdulselam’ın liderlik yaptığı özek Kürdistan Bölgesinin, Ağrı Kürt Hükümeti, Kürdistan Mehabad Devleti (1946), Kürdistan Otonomisi (11 Mart 1970), Kürdistan Federe Devleti (1992) onlar tarafından kuruldular.

Bugün de Kürdistan Federe Devletinin incelenmesi bize bu gerçekleri anlatır.

Sayın Burkay’ın “Öte yandan biz Kürt sosyalistleri, başından beri aşiret, mezhep sınırlarını aştık, ağalık, şeyhlik gibi feodal biçimlere karşı olduk, ulusal bilince ulaşmanın yanı sıra, her türlü sömürü ve baskının olmayacağı daha ileri bir toplum düzenini, sosyalizmi savunduk” diyor.

Bu yaklaşım Kürt sosyalistlerin misyonunu abartmaktır. Çok açık ki sosyalistlerin öncülük etiği bir Kürdistan milli kurtuluş hareketi yoktur. Sosyalistlerin Kürtlük adına yarattıkları bir statü olmamıştır.

Şu çok iyi bilinmeli ki, Kürt egemen sınıflarında, feodallerde milli şuurun olmayacağı tezi, büyük bir haksızlık, Kürdistan tecrübesiyle dışlanan bir durumdur. Tersine onlar tüm halk kesimlerinden daha fazla milli şuura sahiptirler. Kürt milli değerlerini yaşatmaktadırlar. Dünyadaki milli kurtuluş mücadeleleri de bu görüşü genel anlamda bize anlatmaktadır.

Sosyalist kurama göre de, milli kurtuluş mücadelesi milletin milli burjuvalarının işidir. Sosyalistler sadece destekleyicidirler. Çünkü sosyalistlerin işi sosyalizmi kurmaktır. Tabi ki ezilen ulusun sosyalistleri de vatansever olmak gibi bir görevle de karşı karşıyadırlar. Geçmişte Kürdistan’ın Kuzeyindeki Kürt sosyalistleri bu görevlerini yeterince yerime getiremediler. Umut edilir ki önümüzdeki dönemde bu görevlerini yerine getirsinler.

Diyarbekîr, 21. 09. 2021

 

(Devam edecek)

Sayın Burkay’ın görüşlerini analize devam (II)

Birinci makalemde Sayın Kemal Burkay’ın görüşlerini değerlendirmeye devam edeceğimi açıklamıştı. Çünkü makale kısa bir makale olsa da çok temel ve önemli konuları gündeme getiriyor.

Değerlendirmemdeki temel kavramların daha iyi anlaşılması, yerli yerine oturması için, geçmişte de gündeme gelen ve açıklanan bazı kavramsal konuları gündeme getirmenin ve ifade etmenin yararlı olacağını düşünüyorum.

5- KÜRT MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİYLE İLGİLİ BÜTÜNLÜKLÜ BİR DÜŞÜNCE VE SAĞLIKLI TEZLERE SAHİP OLMAMIZ OLANAKLI DEĞİLDİ. BU DÜŞÜNCE VE TEZLERİMİZN ÇOĞU DEĞİŞTİ, BİR KISMI DA ANLAMSIZ HALE GELDİ, BİR KISMI DA İHTİYATLA DİYORUM KI DERİNLEŞTİLER. SAYIN BURKAY BUNU GÖRMEK İSTEMİYOR…

Kürdistan’ın Kuzeyinde Milli ayaklanma hareketlerinden sonra; derin bir sessizlik, imha, değerlerin yok edilmesi ve unutturulması gibi uzun bir felaket dönem yaşandı. 1965 yılında Türkiye Kürdistan demokrat Partisinin kurulması, Kürdistan milli hareketinde bir bahar olsa da; çok zor şartlarda, hazırlıksız ve sayısal olarak da oldukça küçük bir milliyetçi grup tarafından kuruldu. Partinin kuruluşu, devam eden sistemli bir milli hareket çalışmasının yarattığı bir birikime dayanmıyordu. Partinin kuruluşunda sonrada çok sistematik, mili kurtuluş mücadelesi normlarına uygun bir çalışma yürütemedi.

1969 yılında da kurulan DDKO, her ne kadar daha geniş, döneme uygun, belli bir birikime, değişik dünya görüşlerine sahip sol yurtsever ve milliyetçi kadrolar tarafından kurulmuş olmasına rağmen, ömrü çok kısa oldu. Çok büyük etki bırakmasına rağmen, Kürdistan milli kurtuluş mücadelesi için gerekli çok olgun tezler da yaratamadı. Ayrıca da böyle bir özel amaca da sahip değildi.

Kürt milli kurtuluş mücadelesinin formatına bir ölçüde uygun olan gelişme 1974’den sonra oldu. Ama bu dönemde uzun sürmedi. Bu dönemi omuzlayan siyasi kadrolar (özellikle de sol yurtsever kadrolar) oldukça genç, tecrübesizdiler.  Aralarında çok az sayıda birikimli ve tecrübeli bir kadro vardı. Bu kadrolardan Kürtçe yazanların sayısı parmak sayısı kadardı. Kürt tarihi ile ilgili kapsamlı bilgileri yoktu. Kürt milli mücadele tarihimizle ilgili bilgileri oldukça sınırlıydı. Teorik bilgi kaynakları Türklerdi. Çoğu da Kemalizm’den arınmış değildi.  Yabancı dil bilenlerin sayısı birkaç kişiydi. Kürdistan’ın diğer parçalarını bir tarafa bırakalım, Kuzey parçasını bile tanımaları söz konusu değildi. Kürdistan milli hareketinin çoğu yönetici kadrosu Kürdistan’ın birçok şehrine bile gitmemişlerdi. Düşünce ve tez üretecek insanların sayısı bir elin parmakları kadardı.

1974 sonrası daha sistemli iki fikir hareketi Rizgarî Hareketi ve Özgürlük Yolu hareketiydi. O hareketin merkezinde olan değerli insanlar da, eklektik düşünce yapısına sahiplerdi. Görüşleri de oldukça hamdılar. Düzeyleri de öyle ahım ve şahım değillerdi.

Kürdistan’ın Kuzeyinde çoğu hareketin ve örgütün merkez komiteleri bildiri yazma kapasitesinden bile uzaktılar.

Bu durumda, o dönemde çıkan tezleri mükemmel, tartışmasız, organik kabul etmek çok doğru olmazsa gerekir.

Açıkça belirtiyorum ki o dönemde,  Kürt milli kurtuluş hareketiyle ilgili bütünlüklü ve organik bir düşünce ve sağlıklı tezlere sahip olmamızın olanaklı olmadığını söylemek gerçeğimizle örtüşür.

Böyle olunca da tezlerimizde ve ürettiğim düşüncelerde iddialı olarak tartışma yapmak da çok doğru ve sağlıklı olmadığını düşünüyorum.

Bu görüş ve tezlerimizin bir kısmı değişti, bir kısmı anlamsız hale geldiler, bir kısmı da derinleştiler.

Görüş ve tezlerimiz çok sağlıklı da olsalar üzerlerinden 40 yıla yakın bir zaman geçti. Değişmeleri, anlamsız hale gelmeleri, derinleşmeleri kadar olağan bir şey olamaz.

Biliniyor ki, o günden bu yana dünyada büyük değişikler oldu. Birçok felsefe ve ideoloji kendilerini yeniden revize ettiler, değiştirdiler, zenginleştiler. Sovyetler Birliği ve sosyalist sistem (ki Sayın Kemal Burkay, diğer Sovyetçi arkadaşlarımızın ve örgütlerin kâbesiydi) glasnost perestroika sonrasında yıkılarak değiştiler. S. Birliği, Yugoslavya, Çekoslovakya parçalandılar. Doğu Almanya Batı Almanya ile birleşti. Onlarca yeni milli devletler kuruldu. Çin değişti. Doğu Avrupa sosyalist ülkeleri değişti. ABD ve Avrupa Birliği ülkeler, Arap Dünyası büyük değişiklikler gösterdi. Kürtler ve Kürdistan değişti.

Biz tezleri oluşturmaya çalıştığımız zaman Kürdistan Otonomi Yönetimi savaşla yıkıldı. Şimdi Irak’ta federal bir devlet var. Kürdistan Federe Devleti var ve demokrasi rejimin benimsemiş durumda.

Sayın Kemal Burkay’ın yazısı okunduğu zaman bu değişiklikleri görmezlikten geldiği görülüyor. Değişim gerçeğini kabul edilmiyor.

Sayın Burkay, kendi tezlerinin değişmez olduğunu düşünüyor. Böyle düşünmesi onun hakkıdır ve söylenecek bir şey yoktur.

Sayın Burkay’ın asıl sorunu, kendi dışındaki değişimleri de anlamsız görüp, onların önüne geçmek istemesidir.

6-DEVLETLER OLMADAN DEMOKRASİ, SOSYALİZM, MONARŞİ, FAŞİZM, ŞERİAT KURUMSAL ANLAMDA OLMAZ. REJİMLER DEVLETLERİN SAHİP OLACAĞI OLGULARDIR. YOKSA ARABAYI ATLARIN ÖNÜNE KOŞMAK OLUR.

Milletlerin en ileri ve gelişkin, hem de doğal ve sahibi olması gereken örgütü devleti  anlamadan doğru bir rotada yürümek olanaklı değildir. Devlet, milletlerin en son ve en kapsamlı güvenlik, egemenlik, iktidar örgütlenmesidir. Bütün milletlerin, devlet sahibi olmak için çalışması ve çaba göstermesi oldukça doğaldır. Milletlerin devlet örgütlenmesi ayrıca gerekli, milletin ihtiyaçlarını karşılayacak bir örgütlenme ve kurumdur.

Dünyada bütün milletlerin tecrübesi bunu da bize gösteriyor. Milletler bundan dolayı da kendi devletlerin kurdular.

Milletler, devletlerle, kendi topraklarını dış güçlere ( emperyalistlere, sömürgecilere)  karşı en iyi koruma imkânını elde eder. İçerde de iç yıkıma karşı da kendisini koruyan en ileri örgütlenmedir.

Devletler kurulduktan sonra, kuruluş sürecindeki mücadeleye ve birikime bağlı olarak rejimler edinmişlerdir. Devletler demokrat, sosyalist, monarşik, şeriatçı, faşist devletler olmuşlardır. Bundan dolayı, “Demokratik Devlet”, “Sosyalist devlet”, “Monarşik Devlet”, “Faşist Devlet”, “Şeriatçı Devlet” milletlerin tarihine girdi.

Sayın Kemal Burkay, yazısında sadece demokratik devletleri görüyor, diğer devletleri görmezlikten geliyor. Hatta onların meşru olmayacağı gibi bir düşünce ifade ediyor.

Diyor ki, “Oysa dünyamızda bir devletleri olduğu halde o devletin sınırları içindeki emekçilerin, yani o devletin vatandaşlarının acımasızca sömürüldüğü, baskıya, zulme uğradığı pek çok devlet var. (….) Demek ki bir devleti olmak yetmiyor. O devlet aynı zamanda demokratik olmalı. Orada emekçilerin, kadınların hakları çağdaş standartlarda var olmalı. Orada sömürü ilişkileri tümden son bulmalı.”

Sayın Burkay’ın demokratik olmayan devletlerin emekçiler ve tüm vatandaşlar üzerinde baskı ve zulüm uyguladıkları tezine katılıyorum.

Ama biliyoruz ki, dünyada sadece devletlerin belli bir kesimi, demokratik olmayan devletler, baskı ve zulüm yapmıyorlar. Benim görüşüme göre, demokratik olsun ve olmasın tüm devletlerde haksızlıklar, hukuksuzluklar, sömürü var.

Demokratik olmayan devletlerin her türü (Sosyalist devlet de içinde olmak üzere) içerde baskı ve zulüm yapıyorlar. Bu devletler sadece emekçilere de değil tüm toplumsal kesimlere baskı, zulüm uyguluyorlar. Devleti yöneten elitin dışındaki herkes ve her kesim zulüm görüyor.

Demokratik emperyalist devletler de, başka ülkelerde milletler ve halklar üzerinde baskı ve zulüm yapıyorlar.

Sayın Kemal Burkay, demokratik olmayan bir devleti devlet kabul etmiyor, ya da demokratik olmayan devletleri meşru görmüyor. Devlet mutluluk getirmiyorsa o devlet olmamalıdır diyor. Subjektif niyet olarak, bu bir yaklaşım. Ama eğer bu yaklaşım demokratik olmayan devletleri küçümseme ve önemsememe olarak ele alınırsa, bu oldukça sorunlu bir durumdur.

Sayın Kemal Burkay diyor ki: “Hitler döneminde de bir Alman devleti vardı. Saddam dönemindeki Irak, Mollalar yönetimindeki İran… Bütün bunlar devlet işte. Peki halklarına özgürlük ve mutluluk getirdiler mi?..”

Bu devletler mutluluk getirmediler. Ama Almanlar, Araplar, Farslar hiçbir zaman demediler ki “madem demokrasi yoksa devleti yıkalım”, ya da “demokrasi yoksa devleti ne yapacağız” demediler. Devletlerini savundular, ama devleti karakterini rejimini, yönetim biçimini değiştirmek için çalıştılar ve çalışıyorlar.

Çünkü biliniyor ki, Hitler dönemindeki Faşist Devlet, İkinci Dünya Devletinden sonra karakter değiştirdi. Büyük bölümü demokratik Devlet oldu. Küçük bölümü sosyalist devlet oldu. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra Sosyalist Doğu Alman Devleti, demokratik devlete katıldı. Demokratikleşti.

Doğu Avrupa ülkeleri demokratik devletlerdi, İkinci Dünya Savaşından sonra sosyalist devlet oldular.

İran Devletinde monarşik diktatörlük vardı. Monarşik Şah Devletiydi. 1979’dan sonra Devlet, Şeriat Devleti olarak değişti. Şimdilerde de bu Şeriat devleti devam ediyor. Şeriatçı olmayan toplumsal kesimler, siyasi güçler, İran’daki milletler rejimi değiştirmek istiyorlar. Milletler ve özellikle Kürtler Devletin Federal Devlet olmasını istiyor. Farsların Şeriata karşı olanları, İran devletinin ortadan kalkmasını istemiyorlar. Demokratik İran Devletinin kuruluşu için çalışıyorlar ve mücadele ediyorlar. Bir kısmı da devletin sosyalist olmasını istiyorlar.

Saddam Dönemindeki Devlet, faşist bir devletti. Ama Araplar kendi devletlerini yıkmak istemediler. Devletin demokratik ya da şeriat devleti ve hatta sosyalist devlet olması için çalıştılar. Sonuçta Irak Devleti, 2003’ten sonra demokratik federal Devlet oldu. Federal devlet ihtiyaca cevap vermediği için, Kürtler Irak devletinin değişmesi ve devletin konfederal bir devlet olması için çalıştılar. 25 Eylül 2017 yıkındaki Bağımsızlık referandumu da bunun en somut göstergesidir.

Rusya’da monarşik bir imparatorluk vardı. 1917’de geçici olarak Burjuva Demokratik devlet oldu. Komünistler (Leninistler) Ekim 1917’de darbe yaparak Rusya’yı sosyalist devlet haline getirdiler. Sovyetler Birliğini kurdular. Eğer sosyalistlerin amacı demokrasi olsaydı, 1917 Ekim’inde darbe yapmalarına gerek olmazdı. 1989 yılında glasnost ve perestroika ile sosyalist sistem çöktü, Sovyetler Birliği parçalandı. Bünyesinde 16 milli devlet çıktı. Kendisi de burjuva demokratik rasyonellere döndü. Bugün yarı-demokratik bir ülkedir.

Yugoslavya, 1918’de krallık ve monarşik bir devletti. 1943 yılında demokratik bir devletoldu. İkinci Dünya Savaşından sonra 1946’da sosyalist devlet oldu.  Glasnost ve perestroikadan sonra yeniden demokratik devlet rasyonellerine döndü. Yugoslavya bünyesinden de 6 milli devlet çıktı.

Ayını Gerçek Romanya, Polonya, Çekoslovakya (iki milli burjuva devlet oldu), Bulgaristan, Macaristan için de geçerli değişim süreçleri oldu.

Çin devleti, emperyalistlerin işgali altındaydı. Milli Devrim gerçekleşir gerçekleşmez sosyalist devlet haline geldi.

Açık ki, devlet olmadan, sosyalizm, demokrasi, monarşizm, faşizm, şeriat olmaz. Eğer devlet olmadan bu rejimlerin geçerli olacağı düşünülürse, (Sayın Burkay böyle düşünüyor) o zaman da arabaları atların önüne koşulmuş olur.

7- SAYIN BURKAY KÜRT DEVLETİ DEMOKRAT OLMALIDIR DEMESİNE RAĞMEN, YAZISI BÜTÜNLÜKLÜ OKUNDUĞU ZAMAN KÜRDİSTAN DEVLETİNDEN YANA OLMADIĞINI SAPTAMAK ZOR DEĞİLDİR…

Sayın Burkay diyor ki: “Günde bin kere “Kürt Kürt!” (hatta öyle de değil, “Kürd Kürd!”) diye haykırmak, “bir devletimiz olsun!” demek yetiyor. Oysa dünyamızda bir devletleri olduğu halde o devletin sınırları içindeki emekçilerin, yani o devletin vatandaşlarının acımasızca sömürüldüğü, baskıya, zulme uğradığı pek çok devlet var. Hitler döneminde de bir Alman devleti vardı. Saddam dönemindeki Irak, Mollalar yönetimindeki İran… Bütün bunlar devlet işte. Peki halklarına özgürlük ve mutluluk getirdiler mi? Demek ki bir devleti olmak yetmiyor. O devlet aynı zamanda demokratik olmalı. Orada emekçilerin, kadınların hakları çağdaş standartlarda var olmalı. Orada sömürü ilişkileri tümden son bulmalı.

Bunu söylemek elbette Kürtlerin de kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını savunmaya engel değil. Bağımsız bir Kürt devleti olmakla dünya yıkılmaz.”

Bu satırları okuyunca Sayın Burkay adına üzüldüm. Kürtlerle nasıl böyle bit literatür kullanabilir. BU literatür bende  şaşkınlık yaratmış durumdadır. İleri sürdüğü görüşleri nerede tutmak gerektiğini bile kestirmek oldukça zor.

a-Sayın Burkay’ın, “Kürd” kavramıyla, onun haykırılmasıyla,  “Kürd- Kürd” diyenlerin “bir devletimiz olsun” demesiyle alay etmesini onun kişiliğine layık görmedim. Elbette ki Kürtlerin devlet olmasını istemek her şeyden önemlidir. Devletin kurulması için yapılması gerekenleri de yapmak gereklidir. Kürt Devletini isteyenler kişi olarak bunu tek başına yapmayabilirler. Bunun gereklerini yapmak da Kürdistan parti, örgüt, tüm milli kurumları el ele vererek yapacakları bir iştir. Ama ne yazık ki yapamadılar. Açıkça söylüyorum, demokrasi devletten daha sonra gelir. Kürdistan Devleti olmadığı zaman da demokrasinin beş kuruşluk kıymeti harbiyesi olmaz ve uygulanacak alan bulunması da olanaklı değildir. Çünkü devlet olmadan demokrasi olmaz. Ayrıca milletin tercihi önemli. Belki de milletimiz şeriat devletini isteyecek. Şeriatçı kurma olanağına sahip olduğu zaman, biz o zaman devleti yıkmak için çalışamayız. Demokrasi, sosyalizm isteyenler demokratik devlet ve sosyalist devlet için mücadele edecekler. Doğal olarak Sayın Burkay da sosyalist devlet için çalışacak. Bugün Irak’ta, Kürdistan Federe Devletinde, dünyanın başka yerlerinde, Avrupa’da, Afrika’da, Arap Dünyasından da devleti sosyalist yapmak için çalışanlar var. Ama konumları çok parlak değiller.

b-Kürdistan devleti kurulmadan önce, demokrasi, Kürdistan parti ve örgütleri, diğer milli kurumları için gerekli. Ne yazık ki, Sayın Burkay’ın partisi başta olmak üzere Kürdistan’ın parti ve örgütleri demokratik örgüt olamadılar. Otoriter özelliklere sahip oldular, lider parti ve örgütleri olmaya devam ettiler.

c-Demokrasi devlet kurulması aşamasından önce, Kürdistan örgütleri arasındaki ilişkide lazımdır. Bunu da beceremiyoruz.

d-Demokrasi, aile ilişkilerimizde bize lazım, bunu da becerip becermediğimiz çok tartışmalıdır.

e-Demokrasi, arkadaşlarla ilişkilerimizde bize lazım, onu da beceremiyoruz.

f-Demokrasi halkımızla ilişkilerimizde bize lazım, bunu da becerdiğimiz söylemek zordur.

***

Sayın Burkay’ın faşist, şeriatçı, baas gibi sosyalist otoriter devletlerdeki baskı ve zulmü gerekçe göstererek, demokrasiyi Kürdistan Devletinin kutuluşunun önüne geçirmesinin doğru olmadığını yukarıdaki bölümde uzunca anlattım.

Bütün bunlardan sonra Sayın Burkay lütfen babından diyor ki, “bunu söylemek elbette Kürtlerin de kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkını savunmaya engel değil. Bağımsız bir Kürt devleti olmakla dünya yıkılmaz.”

Bu cümleyi okuduğum zaman, ben Kürtler için devlet çok gerekli değil, ama olursa “dünya yıkılmaz” olduğunu anlıyorum.  Sayın Kemal Burkay bu tanımlaması karşısında dehşete kapılmamak olanaklı değil.

8-DEMOKRASİ, SOSYALİZM, MONARŞİ, ŞERİAT REJİM VE FARKLI SİSTEMLERDİR. SOSYALİSTLER DEMOKRASİ SEVDALISI DEĞİLLER. TERSİNE DEMOKRASİYE ALTERNATİFTİRLER…

Demokrasi ve sosyalizm, diğer rejimler gibi birbirinden çok farklı rejimlerdir. Demokrasi farklı, sosyalizm farklı nitelikte iki rejimdirler.

Çok açık söylüyorum sosyalizm, demokrat değildir. Demokrat olmasına da gerek yoktur. Çünkü sosyalizm, demokrasiye alternatif bir rejim olduğu iddiasındandır. Sosyalizm, demokrasiden daha ileri olduğunu ileri sürmekte ve tahayyül etmektedir. Sosyalizm, bütün sorunları çözme, bütün hastalıklara tedavi edecek bir sistem ve rejim olduğu iddiasındadır.

Ama dünya ve sosyalist ülkelerin pratiği bunun tersini gösterdi. Sosyalizm, üretimi artıramadı. Yoksulluğu çözemedi. Ezilenler üzerindeki baskıyı kaldırmayı bırak bir tarafa, tersine artırdı. Hak ve özgürleri tanımadı. Düşünce, ifade ve örgütlenme gibi hayati, insanı olmazsa olmaz özgürlüklerine hayat hakkı tanımadı. Bütün muhalifleri ya öldürdüler, ya hapishanelere doldurdular, ya da sürgüne gönderdiler.

Geçmişte da yazdım, sosyalist rejimler, Batının demokrasisi karşısında kendi diktatoryal ve sosyal faşist sistemlerinin tutunamadığını gördükleri zaman,  demokrasiyi bir demagoji olarak kullandılar. İşçi demokrasisi ve halk demokrasisinden bahsettiler. Uygulamada diktatoryal ve sosyal faşist uygulamalar yaptılar.

Şu çok iyi biliniyor ki, sosyalizm, demokrasiye alternatif bir rejim ve sistemdir. Bundan dolayı, Rus Komünistleri Bolşevikler, Lenin öncülüğünde Rusya’da demokrasiyi yıktılar. Yerine Sosyalist, başka ifade ile İşçi diktatörlüğü dedikleri aslında, Kemalistler gibi sivil ve asker bürokrasinin, siyaset teokrasisinin diktatörlüğünü kurdular. Başka bir deyimler bürokratik parti diktatörlüğünü kurdular. Batının demokrasisine savaş açtılar.

Zaten klasik sosyalist teori, demokrasiyi, burjuvazinin rejimi olarak kabul eder ve tanımlar. Onun burjuva diktatörlüğü olduğunu ifade eder. Buna karşı, proletarya diktatörlüğünü yani başka bir diktatörlüğü alternatif yolarak savunur.

Sovyetler Birliği hiçbir zaman demokrat olmadı. Kendi halkına ve milletlere zulüm ettiler. Emperyalist uygulamalarına devam ettiler. Onun için milletler bir dönem sonra (1989 sonrası) onlardan koptular.

Yugoslavya demokrat olmadı. Halkına ve milletlere zulüm yaptı. Milletler de kopuş gösterdiler.

Sosyalist ülkeler ve sistemin yıkılmasının en önemli nedenlerden biri, demokrat olmamaları, milletlerin ve ezilenlerin düşmanı olmalarıdır..

Kuzey Kore sosyalisttir, diktatörlüktür. Demokrasiye karşıdır ve düşmandır.

Küba sosyalisttir, bir diktatörlüktür. Demokrasiye karşıdır.

Onun için sosyalistler demokrasi sevdalısı değillerdir. Çünkü onların  demokrasi rejimine alternatif, sosyalist bir düzen kurma amaçları vardır.

Diyarbekîr, 14. 09. 2021

  (Devam edecek

 

* * *

Devlet, Rejim (Demokrasi ve Sosyalizm) bağlamında arabayı atların önüne koşmak (I)

Sayın Kemal Burkay son günlerde “face’teki bazı modalar üzerine” başlıklı bir makale yazdı. Makalenin içeriği incelendiği zaman, başlıkla orantılı olmadığı görülür. Gerçekten makalede çok temel konuların ele alındığı hemen tespit edilebiliyor. Bundan dolayı da büyük eleştirilere maruz kalan ve tepki çeken bir makale oldu.

Makaleye yapılan eleştirilerde sonra, Burkay’ın verdiği cevaplar ve yaptığı yeni eklemeler sorunu daha anlamlı kıldı.

Ben de makaleyi okuyunca değerlendirmeye değer olduğunu saptadım.

Makalemin başlığını, “Devlet, Rejim (Sosyalizm-Demokrasi) bağlamında arabayı atların önüne koşmak” koydum. Çünkü Sayın Burkay’ın makalesi, birçok temel meselenin yeniden gözden geçirilmesini, hatırlatılmasını, yerli yerine oturtulmasının gerekli olduğunu hatırlatıyor.

Sayın Burkay’ın makalesi kısa görünse de onun düşünce çerçevesini, eylem manifestosunu, yol haritasını anlatan bir makale. Geçmişte savunduğu görüşleri hiç değiştirmediğini anlatan bir makaledir. Sorun demokrat olmak ve sosyalist olmanın ötesinde bir kapsamdadır. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin temel konularına yakın durup durmamakla yakından ilgilidir. Bu anlamıyla çok önemli bir makaledir. Titizlikle üzerinde durulması gerekir. Ben de birçok dost ve Kürt yazarı gibi bunu yapacağım.

Benim görüşlerim, Özgürlük Vakfı’nın açılışında Sayın Burkay’la ilgili dile getirdiğim düşüncelerimin bir kelimesini bile değiştirecek durumda değildir. Umut ederim ki görüş ve eleştirilerimle Sayın Burkay gibi mücadeleci ve usta bir yazarı kırmış olmam.

SOSYAL MEDYA PLATFORMU, ÖNEMLİ FİKİRLERİN SERGİLENDİĞİ ETKİN BİR PLATFORMDUR. DÜNYADAKİ DEĞİŞİMİN DİNAMİKLERİNDEN BİRİDİR. BU PLATFORMU KÜRTLER OLARAK, ETKİN, KALİTELİ, SOSYAL VE SİYASİ ETİĞE UYGUN KULLANMALIYIZ…

1-Sayın Burkay’ın sosyal medya platformu hakkında  “Herkesin özgürce yazabileceği, kendi düşüncelerini ifade edeceği”  saptamasına katılıyorum. Makalesi hakkında da bunu yapıyorum. Facebook hakkındaki “sokak” tanımlaması çok yerinde mi bu konunun uzmanı olmadığım için bir şey demiyorum.  Ama bu tanımla ilgili benim bir sorunum yok. Ama “sokağın” içeriğiyle ilgili itirazım var. Sokak şehrin bir mekânıdır. Sokakta kaliteli insanlar da, kalitesiz insanlar da gezerler, yürürler. Çapulcular da dolaşırlar. Aristokratlar, gerçek anlamda şehirliler, aydınlar, okumuşlar da dolaşırlar. Sokakta sarhoşlar da gezer, aklı başında olan sarhoş olmayanlar da gezer. Sayın Burkay facebook bağlamında sokağa bakarken, sadece Facebooktaki birilerini, küfürbazları görmüş, sadece bunu görmemeliydi.

Oysa Fecabookta çok değerli görüşleri ifade eden Kürt yazarları, araştırmacıları, gazetecileri, siyasetçileri, dava adamları/kadınları var. Üstelik de yazdıklarıyla öğreticidirler ve yeni açılımlara sebep oluyorlar. Ben o yazılanlardan çok şey öğreniyorum.

Ben de facebookta çok aktif, twitterde orta aktiflikte bir yazar ya da faceboook takipçisiyim. Beni de beğenenler var, beğenmeyenler var. Benim görüşlerimi destekleyenler var, karşı çıkan ve eleştirenler de var. Buna rağmen, sosyal medya platformundan çekilmeyi hiçbir zaman düşünmedim. Düşünmüyorum da.

Sayın Burkay, “ama birileri aynı zamanda facebook’ta canlarının istediği gibi küfrediyorlar. İşte bu onların hakkı değil; çünkü edepsizlik bir hak değil” diyor buna da yüzde yüz katılıyorum.  Ama bu tespit bizi sosyal medya platformlarını ret etmemiz sonucuna vardırmamalıdır. Söylenenleri de böyle anlamıyorum.

Bundan dolayı diyorum ki, sosyal medya platformu, önemli fikirlerin sergilendiği etkin bir platformdur. Dünyadaki değişimin dinamiklerinden biridir. İnsanların birikimlerini artırıyor. İnsana yeni perspektifler kazandırıyor.

Bu platformu Kürtler olarak, etkin, kaliteli, sosyal ve siyasi etiğe uygun kullanmalıyız

BEN YAZIYI OKUDUĞUM ZAMAN SAYIN BURKAY’IN GENEL KAMUOYUNDAN DAHA FAZLA EN AZINDAN BAZI ESKİ-YENİ YOL ARKADAŞLARININ DİKKATİNİ ÇEKMEK İÇİN YAZDIĞINI SAPTIYORUM. ACABA O ARKADAŞLAR DA BÖYLE ALGILIYORLAR MI?

2- Sayın Burkay, faceboktaki “cahil cesurların” düşüncelerinden, ki bu düşünceler “sosyalizm düşmanlığı”, “demokrasi düşmanlığı”, “halkların kardeş olduğundan söz edenlere ateş püskürmek” gibi düşüncelerdir. “Bu konularda Kürt olsun,  başka halktan olsun, ilerici aydın bir insana yakışmayan bu yanlış söylemlerin bizim yakın çevremizi bile etkileyecek bir moda derecesine dönüştüğünü zaman zaman gözlüyorum ve bu durum beni son derece üzüyor.”

Burada iki noktaya işaret etmek lazımdır.

Birinci nokta, sosyal medyada yazanlardan aklı başında, etkin, düşünce üreten fikir sahibi olanlar, Sayın Burkay’ın ileri sürdüğü ve ifade ettiği konularda düşmanlık yapmıyorlar. O kavramları yeniden tanımlıyorlar ve sorguluyorlar. Bunu da iyi ediyorlar. Çünkü geçmişte kullanılan bu kavramların hepsi Kürtler bağlamında eklektik, yanlış, gereksiz, yerinde olmayarak kullanıldılar. Öyle yanlış kullanıldılar ki, Kürdistan’daki milli kurtuluş mücadelesinin muhtevasını, örgütlenmesini, mücadele yönetimini nitelik olarak derinden etkilediler.

Bu anlamıyla Sayın Burkay’ın bu yaklaşımlardan ve görüşlerden rahatsız olmaması; yapılan yeni yorumları, ileri sürülen yeni görüşleri, tanımları anlamaya çalışması gerekir. Buna kızmaması gerekir.

İkinci nokta, Sayın Burkay’ın söz ettiği kavramlar stratejik kavramlardır. Bu kavramlar dünyada da, Kürtlerde de çok değiştiler. Kürtler bu kavramları daha çok yanlış kullandıkları için, daha çok değiştiler. Bu değişim sadece “cesur cahillerin” görüşlerinden dolayı değil, Sayın Burkay’ın eski-yeni yol arkadaşlarının kendilerindeki değişimlerden, dünyayı, Kürdistan’ı yeniden algılamalarından dolayı da gündeme geldi.

Sayın Burkay’la birlikte olan arkadaşların da içinde olduğu HAK-PAR projesi böyle bir amaçla ve değişik bir düşünce ile kuruldu.

Bundan dolayı, eski yol arkadaşlarının bir kısmı benim gözlemime göre sosyalizmden vazgeçmiş olmazsalar bile, eski sosyalizm yorumuna ve özelde Özgürlük Yolu sosyalizmi yorumuna sahip değiller. Sosyalizmin bir rejim sorunu ve bir yönetim sorunu olduğunu, bundan dolayı sosyalizmin Kürdistan Devletinden sonra geleceğini düşünüyorlar.

Demokrasi konusunda da aynı şekilde düşünüyorlar. Kürdistan Devleti olmadan demokrasi nerede bir yönetim ve rejim konusu olacak. Onun için Kürdistan devlet olmalı, sonra demokrasi bir rejim olarak uygulanmalıdır diyorlar. Ama partilerinde demokrasinin uygulanmasının gerekli ve imkan dahilinde olduğunu düşünüyorlar.

Halkların kardeşliğine düşmanlıktan öteye, bunun içeriğinin yanlış bir kavram olduğunu düşünüyorlar. Kürtler, Türklerle, Farslarla, Araplarla kardeş değiller.  Komşu iki millet, çıkarlar gereği ilişkili olacağımız halklar. Ama egemen milletler olarak, sömürgeciliği ve ırkçılığı, Kürt düşmanlığını da içselleştiren halklar olduğunu düşünüyorlar. Bu niteliklerinden dolayı, 100 yıldır devletlerinin Kürtlere reva gördüğü sömürgeci politikaları, katliamları destekliyorlar. Bu gerçekleri görerek Arap, Türk, Fars milletlerine yaklaşılması gerektiğini düşünüyorlar:

Bilmem Sayın Kemal Burkay’ın bir kısım eski-yeni yol arkadaşları bunlara ne derler? Onlarında bir sınavla karşı karşıya olduklarını düşünüyorum. Ya daha ileri gidecekler. Ya da eskiye takılıp kalacaklar. Bununla da kendilerine yazık etmiş olurlar.

Sonuçta diyorum ki, ben yazıyı okuduğum zaman Sayın Burkay’ın genel kamuoyundan daha fazla en azından bazı eski-yeni yol arkadaşlarının dikkatini çekmek için yazıldığını saptıyorum. Acaba o arkadaşlar da böyle mi algılıyorlar?

SAYIN KEMAL BURKAY’IN DEĞİŞİMİ SAĞLAYAN VE ONLARIN ARKADAŞLARINI DA ETKİLEYEN DÜŞÜNCELERİ, “CESUR CAHİLLERİN” GÖRÜŞÜ OLARAK KABUL ETMESİ DE BÜYÜK BİR YANILGI VE HAKSIZLIKTIR…

3- Sayın Kemal Burkay’ın eski-YENİ yol arkadaşlarındaki değişimi de sağlayan görüşlerin, genel anlamda değişimi sağlayan, sosyolojik, pratik karşılığı DA olan önemli görüşlerdir. Bu görüşler, Kürdistan’da önemli siyasetçilerin, dava adamlarının, araştırmacıların, yazarların görüşleridir. Bu görüşler, onlarca yıl içinde sorgulama, eleştir, araştırma, hayatı, dünyayı, Kürdistan’ı yeniden tanıma ve yorumlama sonucu ortaya çıkan görüşlerdir. Bu konuda yazılan yüzlerce kitaba, yüz binlerce makaleye, televizyon ve radyo programına, araştırmalara bakmak yeterlidir diye düşünüyorum.

Bu konuda Sayın Kemal Burkay’ın kitaplarına, makalelerine bakmak bile önemlidir. Onlarında bir biçimde değişime katkı sundukları görülecektir. Sayın Burkay’ın şu an şikâyet ettiği değişime kendisinin temel oluşturduğunu görebiliriz. O zaman Sayın Burkay’ı suçlamayız, onu anlamaya çalışırız.

Bu görüşleri,  “cesur cahillerin” görüşü kabul etmek büyük bir yanılgıdır. Haksızlıktır. O düşünce, insanlarını farkına varmadan küçümsemedir. Emeği küçümsemedir. Bunu Sayın Kemal Burak’a kondurmak istemiyorum. Bu yaklaşım, Sayın Kemal Burkay’ın kendisine zarar verir.

SAYIN KEMAL BURKAY’IN MİLLİYETÇİLİK KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİ NİTELİKSEL ANLAMDA TARTIŞMALIDIR. DÜNYADA MİLLİYETÇİLİK YENİLMEDİ. ASIL YENİLEN LENİST, STALİNİST, MAOİST SOSYALİZM OLDU. BUNA KARŞILIK SOVYETLER BİRLİĞİNDE MİLLİYETÇİLİK 16 DEVLET, YUGOSLAVYA’DA 8 DEVLET, ÇEKOSLOVAKYA’DA 2, BAŞKA YERLERDE YIĞINLA DEVLET KURDU.  KÜRDİSTAN’DA DA GELENEKSEL VE SOL MİLLİYETÇİLER KAZANDI.

4- Sayın Kemal Burkay diyor ki, “Geçmişte, Kürt milliyetçiliği adına piyasaya sürülen bu tezlere karşı ciddi ideolojik bir mücadele verip onları bozguna uğrattık. Bunun milli davayı savunma olmadığını, dünyaya dar bir pencereden bakmak olduğunu söyledik.”

O zaman biraz gerçeği tarihin dehlizlerine dalarak biraz eşeleyelim.

Birinci gerçek: Sayın Kemal Burkay’ın da içinde olduğu TİP’li “Doğulular Grubu”  uzun bir dönem Kürt milliyetçiliğine ve Kürt milliyetçilerine karşı oldular. Kürt milliyetçiliğini ve milliyetçileri ulusal mücadelede bir güç olarak kabul etmediler. Kürt milliyetçiğinin Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde temel dinamik olduğunu anlamadılar. Milletlerin doğal davranış ve ideolojisinin milliyetçilik olduğunun farkından olamadılar.

Bu grubun elemanları, bu görüşlerini her fırsatta ifade ettiler ve yazdılar. Bundan dolayı,  KDP örgütlenmesine, bağımsızlıkçı ve Kürdistan devletini savunan Kürt aydınlarına ve yurtseverlerine karşı hep uzak mesafeli durdular. Diyebilir ki Diyarbakır merkezinde bağımsızlıkçı Kürt aydın ve yurtseverlerinin çalışmalarını engellediler. Kürdistan’da bağımsız örgütlenmesi onların hep korkulu rüyası oldu. Ama daha sonra yararlanılması gereken bir güç olduğunu kabul ederek, TİP çalışmalarında ve Ortak Basın yayın Şirketi kurmada ittifak kurdular.

Kürt milliyetçiliğinin tayin edici kriteri ve mihenk taşı, Kürtlerin mutlak anlamda kendi milli bağımsız örgütlenmesine sahip olmasıydı. “Doğulu Grup” şiddetle buna karşıydı, bunun sosyalizme zarar vereceğini, Türkiye sol devrimci hareketini böleceğini ileri sürüyorlardı.

Bu konuda 12 Mart sonrası, cezaevlerinde ve dışarıda, Sol Milliyetçi Kürtlerle kendine enternasyonalist diyen ama Türkiye için sosyalizm yapanlar arasında yoğum tartışmalar oldu. Ciddi bir ayrışma yaşandı.

1974 sonrasında da Doğulu Grup tutumunu devam ettirdi. Yeni TİP’in kurucuları oldular. Açıkça birçok yalın gerçek açığa çıkmasına rağmen bağımsız Kürt ve Kürdistan örgütlenmesine karşı bir pozisyon takındılar.

Sayın Burkay ve arkadaşları da bu hareket çizgisini izlediler. Ama buna rağmen Sayın Burkay ve Doğulu Grupla şu veya bu ölçüde ilişkili olan arkadaşlar TKSP’yi kurdu. Ama Sayın Burkay ve arkadaşları, bağımsız parti kurmasına rağmen, Türkiye sosyalist hareketiyle ortak örgütlenmede umudunu kesmediler. Çok açıkça Türkiye sosyalist Hareketinin şovenizmden arınması halinde onlarla ortak örgütlenebileceğini açıkça yazdılar.

Bilindiği gibi, Kürdistan’ın Kuzeyinde Kürt milletçiliği adına yazılı ve sözlü tezler ileri sürüldü. Ayırt edici milliyetçi tezler, Kürtlerin bir millet olarak değişik niteliklerde kendi bağımsız örgütlerine sahip olması, Kürdistan Devletinin kuruluşunun ana hedef ve öncel olması, Kürdistan Devletinin sosyalizmden ve demokrasiden önce gelmesi, sömürgeciliğe karşı silahlı mücadele, Kürdistan’ın her parçasında milli cephe, Kürdistan’ın dört parçası için milli cephe tezleriydi.

Sayın Kemal Burkay’ın başını çektiği Özgürlük Yolu, bu tezlere karşıydı. Milli, milliyetçi kavramları onlar için ağza alınmayan kelimelerdi. Bu kavramlar onlar için tehlikeli ve zararlı kavramlardı. Bağımsız örgütlenmede, ayrı örgütlenilmiş olunmasına rağmen, ikircikli olmak, sosyalizm ve demokrasiyi Kürdistan Devletinden öncel ve stratejik hedef hale getirmek, egemen ulusların vicdan sahibi aydınlarının Kürtler isterse Devlet, isterlerse otonomi, isterlerse federalizm olabilir tezine, sahip olunması söz konusuydu.

Sayın Kemal Burkay son tartışma konusu olan yazısında da bu tezleri aynen savunmaya devam ediyor.

 Milliyetçi Tezler, geçmişteki literatüre bakarsak ve Özgürlük Yolu’daki görüşleri baz alırsak, Rizgari tarafından ileri sürülen görüşlerdi. Bu nedenle de Özgürlük Yolu gurubuyla Rizgari Grubu arasından dergilerde çok şiddetli polemikler oldu.

Rizgari Tezleri, genel anlamda aynı zamanda KDP, KUK, DDKD, Têkoşin, Kawa, heta “o dönem bağımsızlıkçılığı taktik olarak savunan”  PKK tarafından da savunuluyordu.

O dönemde Sayın Kemal Burkay’ın ileri sürdüğü gibi milliyetçi tezlerden bu grupların hiçbiri vazgeçmedi. Birlikte de Kürdistan’ın en etkin gruplarıydılar.

Geldiğimiz noktada yine Sayın Kemal Burkay’ın itiraf ettiği gibi milliyetçi tezler bugün Kürdistan’ın Kuzeyinden ve bütün Kürdistan parçalarında egemen hale gelmiş durumdalar.

Dünya genelinde Sosyalizm yenildi. Sosyalist sistem yıkıldı. Milletlerin milliyetçi iradesi hâkim hale geldi. S. Birliği bünyesinde 16 milli devlet, Yugoslavya’da 8 milli devlet, Çekoslovakya’da 2 milli devlet kuruldu. Başka milletlerde milliyetçi kalkışmayla devlerini kurdular. Sınıfların tarihinin özgün, ama milletlerin tarihinin genel ve tarih yapıcı misyonu ortaya çıktı.

Kürdistan’ın Güneyinde Kürt milliyetçileri Sayın Kemal Burkay’ın 200 yıl boyunca işbirlikçi dediği sınıflar (gelecek yazımda bu konu üzerinde duracağım) Kürdistan Federe Devletini kurdular. Başka bir ifadeyle geleneksel milliyetçilerle, sol milliyetçiler Kürdistan Federe Devletini kurdular. Şu an orası bütün Kürtlerin evi ve umudu halinde.

Kürtler siyasetçilerinde ve Kürt yurtseverlerinden büyük bir olgunluk var. Kimse Kürdistan’da sosyalistlerin, liberallerin, sosyal demokratların, sosyal liberal demokratların, milliyetçilerin, nötr insanların varlığından rahatsız değiller. Çünkü Kürdistan federe Devletinde bütün fikirlerin, bütün farklı düşünce ve milletlerin örgütlenmesinin olduğu bir modelin sahibi Kürtler. On modele bağlılar. O modelin diğer parçalar için de geçerli olmasını savunuyorlar. Demokrasinin Kürdistan evinde olması gerektiği konusundan büyük titizlik gösteriyorlar. Sosyalistler de kendilerini özgürce ifade ediyorlar, örgütlüyorlar, mecliste ve devlet kurumlarından kendilerini temsil ediyorlar.

                                                 (Devam edecek)

Diyarbekîr, 07. 09. 2021