Osmanlı Devleti’nin aldığı büyük yenilgiden ve TC Devleti’nin kuruluşundan günümüze kadar memleketi yönetmek üzere yüzlerce siyasi partinin kurulduğunu ve bunlardan onlarcasının iktidara gelerek Türkiye’yi iyi veya kötü yönettiklerine şahit olduk.

Türkiye’de kurulan bu partilerden iktidar olanlarının adları, amblemleri, kadroları ve kaderleri birbirinden farklı olmasına rağmen ülke yönetiminde ve pratik uygulamada birbirleriyle benzeşip mutabık oldukları bir tek konu vardır ki O da Kürdlerin varlığını ve kimliğini inkâr ederek Kürdlere düşman gözüyle bakıp onları köleleştirmeleridir.

Kürdlerin TC Devleti’nin kuruluşu ve bağımsızlığında ayrıca büyüyüp gelişmesinde önemli katkıları olmasına karşılık yine Kürdlerin tüm siyasi ve insani haklarından mahrum bırakılmış olmalarının hiçbir hukuki ve insani gerekçesi yoktur. Oysa Dünyanın tüm ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’deki devlet yapısını, düşüncesini, iktidarı ve muhalefetiyle siyasetin belirlediğine göre O ülkede yaşayan tüm kimliklerin huzur, refah ve barış içerisinde ve yine herkesin temel insan haklarına uygun bir ortamda yaşamalarını sağlamak yine siyasetin görevidir.

Ancak Türkiye’deki uygulama böyle midir: Elbette ki buna verilecek cevap hiç tereddütsüz hayır olacaktır çünkü cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve kurumları Türk ırkını önceleyen bir anlayışa sahip olduğu için Türk olmayan diğer halkları ve kimliklere inkâr temelinde şoven bir anlaşıyla hamurlanıp yoğurulduğundan dolayı daha işin başında ret, inkar ve imha politikaları adım adım ve son derece sinsice devreye sokularak başta gayrimüslim millet ve azınlıklar kafirlik yaftasıyla düşmanlaştırılmış Rum, Ermeni, Süryani ve Keldaniler zorba ve sinsi politikalar sonucunda ya katledilmiş ya sürgünlere tabi tutularak ülkenin dışına çıkarılmışlardır.

Böylece kendilerine dikensiz gül bahçesi yaratmak isteyen bu Türkçü ve ırkçı şoven anlayışın sahipleri ikinci aşama olarak da bölgenin kadim milletleri olan Kürd, Laz, Çerkes, Arap ve Azerileri baskı altına alarak onların haklarını da görmezden gelerek Türkleştirmek üzere olmadık entrikalar ortaya koyarak bahsi geçen azınlıkları da devşirip kendi kirli dünyalarında eritmeyi başarmışlardır.

ŞİMDİ SIRA BAŞ BELASI OLARAK GÖRÜLEN KÜRDLERDE

Yazımın Kürdlerle ilgili kısmına Türklerin çoklukla kullandığı ve yine Türklere ait atasözüyle girmek istiyorum: “Dereyi geçinceye kadar ayıya dayı diyeceksin”

Bu basit ve iğrenç atasözüne uygun davranmayı marifet gibi bellemiş olan ırkçı şoven çevreler ne yazık ki Kürdleri bu anlayışa uygun davranışlarıyla uzun yıllar kullanmış ve kandırmışlardır. İşte bu ilişki biçiminin somut örneklerinden bir kaçını sayacak olursak Kürdler kurtuluş savaşında Kore’de, Kıbrıs’ta ve son zamanlarda ise Bosna Hersek’te, Libya ve Karabağ’da savaş cephelerinin en önlerine sürülerek şehit edilmiş ve yine bu ülkenin ekonomik kalkınmasında ucuz iş gücü olarak kullanılmış ve en ağır işlerde köle gibi çalıştırılmışlardır. Bütün bunlarla da yetinmeyen bu düşmanca anlayış son kırk yıldır çatışmalarda yüz binlerce korucu devşirerek Kürd’ün Kürd’ü öldürmesinde sebep olmuştur.

Kürdleri uzun yıllar kardeşlik ve ümmetçilik yalanlarıyla kandırıp kullanan bu ırkçı anlayışın sahipleri Kürdlerin kendi yaşamında çokça kullandıkları bir atasözündeki duruma düşürmüşlerdir. Bu ünlü Kürd atasözü aynen şöyledir: “Ez dıxebıtım dıqehırım Le Bıraye be parım” Her türlü zorluklara ve külfete ortak edilen Kürdler ne yazık ki hakkaniyete, huzura ve refaha hiçbir koşulda ortak edilmemişlerdir. Bu ülkeyi idare eden anlayışa göre Kürdler sadece din kardeşidir ama hak ve hukuklarından bahsedip bir takım istekler söz konusu edildiğinde ise sorgusuz sualsiz kafası ezilmesi gereken bölücü, yıkıcı düşman bir millettir.

Bu ülkenin bugünkü hale gelmesinde büyük emekleri, katkıları ve fedakârlıkları olan 25 milyon Kürd halkının yine bu ülkenin her karış toprağına kanını, terini ve emeğini kattığı için anasının ak sütü gibi helal olan ulusal demokratik haklarını istemesi ve kendi topraklarında insanca ve onurluca bir yaşam kurma hakkı tartışmasız bir biçimde kabul edilmelidir. Dolayısıyla günümüzde Kürdlerin milli ve insani haklarını talep edenler ne sizin dün dayı dediğiniz ayılardan ne de din kardeşimiz diyerek kandırdığınız hissesi olmayan insanlardırlar. Tarihi gerçeklik Kürdlerin ayrı bir millet ve bu coğrafyanın en kadim halklarından olduğunu işaret ediyor. Bu anlamda Kürdlerin onurlu bir yaşam kurmak için kendi coğrafyasında mücadele etmesi hem haklı hem de meşru bir eylem tarzıdır.

Kürdleri her alanda temsil etme yetkisine sahip olan şiddeti reddederek demokratik bir zeminde sorunların çözümünü isteyen biz Kürd siyasetçileri 25 milyon Kürdün yaşadığı topraklarda Kürdlerin tüm ulusal ve insani haklardan mahrum bırakılarak her türden zulme muhatap edildiklerini söylerken Kürdü, Lazı, Çerkesi, Rumu, Ermeniyi, Arabı, Boşnağı, Tatarı, Azeriyi, Asuriyi ve Yahudiyi çıkardığımızda bu topraklarda geriye kaç Türkün kalacağını sorma hakkına da fazlasıyla sahibiz. Dolayısıyla bütün bu maddi gerçekleri dikkate almadan ve demokratik bir hakkaniyet zemini yaratmadan bu ülkede ne 84 milyon Türkten ne de huzur, refah ve istikrardan asla söz edilemeyecektir.

Unutulmasın ki Türkiye’nin kaynaklarını küresel güçlere peşkeş çeken ve bölge ülkeleriyle kalıcı olamayacak ilişkiler geliştiren bu sinsi anlayışın Kürdlere zulüm ettiği kadar kendi halkına da doğru bir hizmet etmesi asla mümkün değildir. Küresel güçlere her vesileyle eğilen ve bölge ülkeleriyle Kürd anasını görmesin diye dans edenler bilmelidirler ki bu ilkel anlayış yine bu coğrafyaya hiçbir şekilde huzur, güven ve barış getirmesi mümkün değildir.

Saygılarımla

11.07.2021 İST