Söyleşi | Sabiha Temizkan

HDP cumhurbaşkanı adayı çıkarmayacağını açıkladı. Siz bu kararı nasıl karşıladınız?

Şu anda Türkiye’de bir dinamizm yaratılmış durumda. Çok değişik katmanlardan bir değişim beklentisi var. Bu değişim beklentisi bir demokrasi beklentisi, demokratik dönüşüm beklentisi değil. Fakat iktidarın ya da daha geniş bir anlamda rejimin tümüyle tükenmiş olduğunu görmekteyiz. Sanıyorum şu koşullarda bu dinamizmi, sonuçları ne olursa olsun sonuna kadar götürmekte fayda var. Ve bu dinamizmden yola çıkarak demokrasi sorununu gündeme oturtmak gerekiyor. Çünkü şu anda “Türkiye kötü yönetiliyor” söyleminin ötesinde, mevcut rejim antidemokratik olduğu için bir krizde. Bu rejimin aynı zamanda toplumu çökertmesinin altındaki nedenleri araştırmak, görmek ve göstermek gerekiyor. Sanıyorum şu anda HDP gibi bir hareketin ya da daha genel bir anlamda demokrasi hareketinin yapması gereken, sorunun sadece ekonomi olmadığını, sadece deprem sorunu olmadığını, sadece nepotizm ya da kleptokrasi sorunu olmadığını, genel anlamda bir demokrasi sorunu olduğunu ve bu sorunun temelinde de en azından şimdilik Kürt meselesinin yattığını göstermek olacaktır. O yüzden seçimlerin sonuçları ne olursa olsun gündeme bu meseleleri oturtmak gerekir diye düşünüyorum.

Mevcut değişim beklentisinin demokratik bir dönüşüm beklentisi olmadığını söylediniz. Ancak öte yandan Millet İttifakı’nın ortak adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununu çözme konusunda bir irade gösterip göstermeyeceğine dair tartışmalar da var. Siz bu konuda ne söylersiniz?

Gelecekle ilgili bir tahminde bulunabilmem söz konusu değil. Ancak şu anda görebildiğim iki olgu var. Birincisi, Altılı Masa’nın imzaladığı belgede acil çözülmesi gereken 2 bin 200 sorun sıralanmış ama Kürt meselesi belirtilen bu acil sorunlardan birisi değil. Ya da Türkiye’nin dış politikası, (özellikle Kürtlere, Ermenilere yönelik olan dış politikası) bu 2 bin 200 maddeden birisi değil. Bu, Türkiye’deki demokratik sürecin henüz beklentimizin çok çok gerisinde olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Şunları da unutmamak gerekiyor, CHP ittihatçı, Kemalist gelenekten gelen bir parti. Soykırımı gerçekleştiren radikal bir milliyetçiliği cumhuriyet olarak kuran bir müesseseden, gelenekten gelmekte. Bu CHP’nin antidemokratik olduğu anlamına gelmemekte. Fakat CHP bu geçmişiyle ilişkilerini ne kadar koparabilecek? Bunu bilemiyorum. Susurluk olgusunu yaşayan nesiller açısından İYİ Parti’nin şeceresi pek de demokrasi eğilimde olan bir şecere değil. Davutoğlu, “Sur’u Toledo yapacağız” diyen bir başbakan. Bütün bunların bilincinde olmak gerekiyor ve her şeyi 2023 seçimlerine yatırmamak gerekiyor. Söz konusu olan sadece 2023’te bir iktidar değişikliğinin olması değil, Türkiye’nin yeni bir sürece girmesi. Türkiye’nin hem geleceğini düşünebileceği hem geçmişini sorgulayabileceği bir sürece girilmesi gerekiyor. Bu da ancak ve ancak demokrasinin acil sorunlarını meşrulaştırarak yapılabilir. Kürt meselesi bu sorunlar arasında birinci sırada yer almakta. Şu anda en önemli olgu Kürt meselesinin meşrulaştırılması. Kürt meselesi her şeyden önce tabii Kürtlerin meselesi. Fakat aynı zamanda Türkiye’nin meselesi, aynı zamanda demokrasinin mihenk taşı ve bu nedenle bir iki konuşmada İspanya örneğini vermiştim. İspanya’da Frankizm’den çıkış, sadece ‘Kötü şeyler oldu, Franco İspanya’yı kötü yönetti ya da insan hakları konusunda karnesi çok zayıf’ denilerek yapılmadı. Demokrasinin gelişmesi bütün siyasi partilerin özgürleşmesi anlamına gelmekteydi. Fakat bunun ötesinde Katalan ve Bask sorunlarının meşru sorunlar olarak görülmesi, İspanya’daki demokrasi ve Katalan ve Bask’ın milli sorunları arasında bir bağ kurulması oradaki sürece katkı sundu. Eğer Türkiye’de bu bağ kurulamayacaksa, “Kürt meselesi yoktur” temelinden yola çıkılacaksa o zaman pek ilerleyebilmemiz mümkün değil. O yüzden Türkiye’nin geleceğini ille de 2023’ten yola çıkarak değil, 2030’lardan, 2040’lardan yola çıkarak düşünmek gerekli. Var olan dinamizmi sonuna kadar kullanmak gerekli ama seçimlerin her şeyi çözebilecek bir moment olmadığını da görebilmek gerekiyor.

Kürt oylarının belirleyici olacağı bir seçime doğru gidiyoruz. Bugün HDP ile doğrudan masaya oturmayan bir Altılı Masa var ama ilkelerinden taviz vermeyen de bir HDP var. Seçim kazanılırsa nasıl bir sürece gireceğiz?

Bunu tahmin edebilmek mümkün değil. Fakat son 4-5 yıla baktığımız zaman rejimin tükendiğini görmekteyiz. Afrin’i hatırlayınız, “Reis bizi Afrin’e gönder” diyen yüz binler varken, Karabağ savaşı olduğunda sokaklarda hiç kimse yoktu. Geçmişte Mısır’la, Amerika’yla, Hollanda’yla krizler yaşandığında, iPhone’lar kırılırdı, laleler ayaklar altına alınırdı. Fransa ile bir kriz olduğunda hiç kimse sokağa çıkmadı. Rejimin kitle oluşturması ve kitleleri seferber edebilme kapasitesi son derece zayıflamış durumda. Türk milliyetçiliğinin, İslamcılığın, kindar ve dindar nesil beklentisinin ancak ve ancak şehit kanlarıyla sulanma koşuluyla toprakların vatanlaştırılması sloganlarının sonuna varıldı. Sanıyorum artık buradan yola çıkarak bir mobilizasyon kurabilmek mümkün değil. Tabii bu arada şunu da hatırlatmak gerekiyor. Rejim özellikle son 7-8 yılda tamamen bir kartel haline dönüştü. Paramiliter güçlerin var olması son derece kaygı verici bir olgu. Seçimlerden önce ya da sonra yeni bir terör dönemi yaşanabilir. Bunları göz ardı etmemek gerekiyor. Fakat rejimin kalkıp 2015’te, 2017’de, 2019’da olduğu gibi yüz binleri düşmanca, kindarca sloganlarla sokaklara sürebilmesi bana artık çok zor gelmekte. Bu şu anlama da gelmekte, belki artık toplumda, “Kürt meselesi sadece bir terör meselesi değildir. Demokrasi meselesi, dış düşmanların bize dayattığı bir olgu değildir. Ekonomimiz dış düşmanlar müdahale ettiği için çökmüyor. LGBTİ+ meselesi dış düşmanlarının bir komplosu değildir. İstanbul Sözleşmesi Türk medeniyetini, İslam medeniyetini yok etmek isteyenlerin komplosu değildir” diyenlerin sayısı artabilir. Yani toplumda bir değişiklik görülmekte ama dediğim gibi bu değişiklik beklentisi henüz bir demokrasi beklentisi değil. Bu iki beklenti arasında çok önemli bir farklılığın olduğunu görmek gerekiyor. Fakat bu değişiklik beklentisinin demokratik beklentiye dönüştürülmesi gerekiyor. Hem Kürt hareketinin hem de genel olarak Türkiye’deki demokratik akımların, bu beklenti değişimini gerçekleştirebilmesi gerekiyor. Ve bu 2 ay içerisinde gerçekleşecek bir olgu değil.

Kürtlerin demokratik siyaset yapması her dönem gerek parti kapatmalarla gerekse tutuklamalarla hep engellendi. Ancak sanıyorum siyaset yapma kanalları ilk kez bu kadar tıkandı. Buna katılır mısınız? Kürtlerin demokratik siyaset tarihinde dünden bugüne ne tür süreçler yaşandı?

Kürtlerin meselesi kendilerine dayatılan, tam bir azınlık bile olmayan statüden kurtulmak ve eşitlik, özgürlük statüsüne ulaşmak. Bu sadece hukuki bir olgu değil. Bu aynı zamanda Kürtlerin bir tarih bilincine, bir kolektif özne olma bilincine ulaşma süreci. Sanıyorum bu süreçte Kürt hareketi ve son Newroz’a bakmak gerekiyor. Kürt toplumu çok büyük bir aşama kaydetti. Türkiye’de özgür olan tek bir halk ya da tek bir millet var, Kürtler. Niye özgürler? Hapishanedeler, belediyelerine sahip değiller, milletvekilleri belki yarın milletvekilliklerini kaybederler, belki HDP kapatılır, belki siyasetin yolu tümüyle kapatılır. Fakat Kürtler özgür çünkü tahayyüllerinde özgürler. Bir de tarih okumaları var, coğrafya okumaları var. Bir gelecek tahayyülleri var. Bir yaratıcılık olgusu var. 30 yıl önce Türkiye’de bir Kürt romanı yoktu şu anda yüzlerce roman var. Kürt sineması yoktu, şu anda dünyanın her yerinde Kürt sinema festivalleri düzenlenmekte. 30 yıl önce Kürkler üzerine İngilizce, Fransızca, Almanca’da var olan kitapların sayısı 30’a varmazdı, şu anda sadece İngilizce’de bazen haftada bir kitap yayınlanmakta. Yani bu özgürleşme süreci çok açık bir şekilde ortaya çıkmakta. Özgür olan Kürtler. Özgür olmayan Türkler. Türkler kendilerinin özgürleşmesinin önündeki engelleri nasıl kaldıracaklar? Türkler nasıl bir özneleşme sürecine girecekler? Çünkü başka bir halkı özne olarak değil nesne olarak gören bir milletin kendisinin de özneleşebilmesi mümkün değil. Belki de artık Kürt hareketini yapması gereken, Türklerin bu özgürleşme sürecine katkıda bulunmak olabilir. Bir de bunun demokratik pedagojisini geliştirmesi.

Kürtler Türkiye’de hep ötekiydi ama artık AKP iktidarı tarafından doğrudan “terörist” olarak anılıyorlar. Erdoğan katıldığı bir programda bir çifte 3 çocuk yapmasını öğütlerken, “PKK 10-15 tane yapıyor” demişti ve aslında Kürtleri kastediyordu. Bu konuda ne dersiniz?

Bu ittihatçılığa kadar giden, toplumları, milletleri biyolojik bir temelde tanımlayan, sosyal darwinizmin devamı. Sosyal darwinizm milletleri birbirlerine düşman türler olarak değerlendirmekteydi. Milletler sosyal kategorilerden değil de biyolojik kategorilerden yola çıkarak tanımlanmaktaydı. Ermeni soykırımının gerçekleşmesinde de sosyal darwinizm anlayışı önemli bir role sahipti. İttihat ve terakki tümüyle Sosyal darwinizme katılan bir hareketti. İttihat ve Terakki’nin doktorları -ki bunlar arasında Bahaddin Şakir ve Doktor Nazım var- Sosyal darwinizmin temsilcileriydi. Türkiye’de 1925 raporlarına baktığınız zaman, Abdülhalik Renda’nın Kürt raporları ve yine devletin iç raporlarında Kürtler biyolojik düşman olarak tanımlanmakta. Sanıyorum dünyayı biyolojik kategorilerden yola çıkarak ele alan bu sosyal darwinizin bugün AKP’de, MHP’de ve ulusalcılığın çok büyük bir kısmında hakim olan bir kısmında hakim olan bir ideoloji. Bu ideoloji Avrupa’da çok büyük felaketlere yol açtı. Çünkü Avrupa’daki 1870 ve 1945 arasında, en fazla yayılan ideolojilerden birisi sosyal darwinizmdi. Ve sosyal darwinizm aynı zamanda nasyonel sosyalizmin harçlarından birisini oluşturmaktaydı. Nasyonel sosyalizm, sınıf savaşı kategorilerini ve kavramlarını ele almakta fakat bunları milletler arası, etnik gruplar arasına, ırklar arası savaşa aktarmaktaydı. Sosyalizm ve biyolojik milliyetçiliğin bu şekilde birleştirilmesi, Avrupa’da 1. Dünya Savaşı’na yol açan faktörlerden birisi oldu. Yine 2. Dünya Savaşı’nı bu olguyu dikkate almadan ele almak mümkün değil. Bugün Erdoğanizm ya da Putinizm gibi rejimlerin sahip olduğu ideoloji de bu nasyonel sosyalizm ve sosyal darwinizm anlayışından besleniyor.

Kürtlerin ulusal birliği yıllardır tartışılmasına rağmen bunun sağlanamamasını neye bağlıyorsunuz? Sizce Kürtler ulusal birliği sağlamak için gerekli iradeyi gösteriyor mu?

Bazı tarihsel zaman dilimlerinde Kürtler bunu gösterebildi. Mesele bunu 1930’larda, kısmen 1940’larda görüyoruz. Fakat ondan sonraki dönemlerde özellikle de devletler arası ilişkilerin şiddetli bir boyut kazanması ya da işte Türkiye ve İran gibi ülkelerin çok yoğun bir şekilde geniş Kürdistan’a müdahale etmeleri, Kürtlerin manevra sahalarını oldukça azalmakta. Bir de şunu hatırlatmak gerekiyor, özellikle Irak Kürdistanı’nda bu çok açık şekilde görülüyor. Hem Türkiye’nin ve İran’ın müdahaleleri var. Hem de Kürt hareketinin geçmişten kalan bir parçalanması olgusu var. Ve Kürt hareketinin Irak Kürdistanı’nda artık kendisini Kürt hareketi olarak değil de demokratik bir Kürt sistemi olarak düşünememesi, bu noktaya varamaması olgusu var. Türkiye’nin Irak Kürdistanı’na çok büyük bir müdahalesi var. Belki Rojava’da da hegemonik bir beklenti oluşabilmekte. Şunu sürekli tekrarlamak gerekiyor. Kürt hareketinin şu anda iç entegrasyonu yok. Ne Irak Kürdistanı’nda ne de Rojava ve İran Kürdistanı’nda. Ve bu iç entegrasyon bir zorunluluk. Bu iç entegrasyon Kürtler arası ihtilafların yok olması anlamına gelmemekte. Kürtler tarihsel nedenlerle bölünmüş bir halk. Bu bölünmüşlüğün getirdiği çok ağır bir hissiyat var. Fakat bu bölünmüşlüğün getirdiği çok büyük zenginlikler de var. Değişik gelenekler, değişik diller, kültürel gelenekler, değişik tahayyüller, değişik mahalli hikayeler… Kürtler bu çoğunluğu ve iç ihtilaflarını korumalı fakat bu çoğunluğun ve ihtilafların muhakkak barışçıl düzeye getirilmesi, müzakereler yoluyla çözülmesi gerekiyor. Şu anda sanıyorum Ortadoğu’da çok kültürlü diyebileceğimiz tek toplum Kürtler. Daha önce Ermeniler de vardı fakat Ermeniler soykırıma uğradı. Daha önce Yahudiler de vardı. Fakat Yahudilerin çok büyük bir kısmı Arap aleminden kovuldu. Şu anda eğer yeni, çok kültürlü bir Ortadoğu kurmak istiyorsak sanıyorum bunun başlatabilecek tek yer Kürdistan ve bu Kürtlerin elinde olmayan nedenlerden. Hatta tarihsel zulümlerden gelen nedenlerden dolayı bu olgu söz konusu. Kürtlerin bunun bilincinde olması gerekiyor. Diğer yandan şunu da hatırlatmak gerekiyor. Avrupa’da ve ABD’de Kürtlerin imajı çok iyi. Fakat bu imaj aynı zamanda bölünmüş bir grubun imajı olarak biraz lekelenmekte. Kürtler eğer iç entegrasyon sürecini hızlandırabilirse sanıyorum dış dünyadan gelebilecek destek oldukça yüksek olur.

Türkiye’de Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünün önündeki en büyük engel ne?

Sünni Türklüğün üstünlüğünden feragat etmemesi ve demokratik bir kültürün olmaması. İnanç, inançsızlığa üstün değil. Bir din diğer bir dine üstün değil. Bir mezhep diğer bir mezhebe üstün değil. Bir cinsiyet diğer cinsiyete üstün değil. Bu üstünlüklerden feragat etmek bence demokrasinin en önemli koşulu. Eğer bu üstünlüklerden feragat edilemezse ne kendisini üstün olarak kabul eden grup özgür olabilir ne de diğer grupların özgürleşmesini sağlayabilir. Üstün ırk olduğunu iddia eden, her şeyi Türkleştirmek ya da Sünnileştirmek arzusunu güden bir milletin özgürleşebilmesi mümkün değil. Önümüzdeki 10 yılın en önemli meselelerinden birisi belki de Kürtlerin Türkleri özgürleştirmeye davet etmesi olmalı.

Türkiye’de sürekli kaşınan bir bölünme paranoyası var ve Kürtler adeta bu ülkenin “nankör” bir kesimi gibi görülüyor. Çünkü o bahsettiğiniz “üstün ırk”ın verdikleriyle yetinmiyor, işte Kürtçe okul da istiyor mesela. Peki ama Kürtlerle ilgili bu algı nasıl oluştu?

Bunun sebepleri Tanzimat’a kadar uzanıyor. Tanzimat kesinlikle demokratik bir an değil. Fakat en azından teorik olarak Müslümanların ve Müslüman olmayanların eşitliğini kabul etmekte. Tanzimat’a karşı gelişen Genç Osmanlı Hareketi, hem bir özgürlük beklentisini dile getirmekte ama aynı zamanda Hristiyanlarla varılması düşünülen bu eşitliği de kesinlikle reddetmekte. Daha 1850’lerde, 1860’larda Namık Kemal ve Ziya Gökalp gibi şahıslar ki Türkiye’de aydınlanmanın, özgürlüğün öncüleri arasında kabul edilmekteler. Bunlar Hristiyanlara verilen özgürlüklere kesinlikle karşılar. Ondan sonra İttihat ve Terakki dönemini düşünün, aynı şey. Ziya Gökalp’in Yeni Hayat şiiri -ki yeni hayat kavramı Türkiye’de de. Erdoğan tarafından kullanılmaktaydı ama artık sanıyorum terk edildi. Gökalp’ın “Yeni Hayat”ı neydi? Mealen aktarıyorum, tersanelerinin tümüyle Türk olduğu, şimendiferlerinin tümüyle Türk olduğu, pazarlarında sadece Türk mallarının olduğu, sermayesi sadece Türk olan ve Boşo’ların söz hakkının olmadığı bir Türkiye. Boşo kimdi? Demokrat ve Osmanlı İmparatorluğu’nun eşitlik temelinde kurulmasını isteyen bir Rum milletvekiliydi. 100 yıl sonra Yeni Hayat ve Türkiye’nin ne durumda olduğu görülmekte. Ermenilerin ya da Rumların yerine şu anda Kürtler geçmiş durumda. Ve sürekli bu parçalanma korkusu, sürekli bir güvensizlik duygusu hakim. Hrant Dink bir güvercinin tedirginliğinden bahsetmekteydi. Türkiye’de bir tedirginlik var. Bu güvercinin tedirginliği değil, kartalın da tedirginliği değil. Artık o tedirginliği nasıl tanımlamak gerekiyor bilemiyorum. Fakat bu korku aleminden çıkmayan bir Türkiye’nin önünü görebilmesi mümkün değil. Hala “Bizim İstanbul’daki varlığımız, Anadolu’daki varlığımız kabul görmüyor. Bizi buradan atmak istiyorlar” diyorlar. Şunu anlayabiliyorum, 150 yıl önce Çarlık Rusya’sı Konstantinopi ya da İstanbul’u ele geçirmek istiyordu. Bugün 15-16 milyon kişiyi barındıran, bir beton yığınına dönüşmüş olan İstanbul’u kim ele geçirmek ister? Tümüyle bir beton yığınına dönüşmüş olan Anadolu’yu kim ele geçirmek ister?

Siz Kürt tarihi ile yakından ilgilenen bir akademisyen olarak Kürtlerde özellikle 2015’ten sonra yaşanan kırılmayı nasıl yorumluyorsunuz?

Newroz’a bakınız. Son Newroz sahneleri bile bunu çok açık bir şekilde gösterdi. Toplumlar yorulabiliyor. Toplumlar sürekli mobilize edilen, seferber olan toplumlar halinde değil. O sosyal yorgunlukları anlayabilmek gerekiyor ve sanıyorum Kürt toplumunda bu sosyal yorgunlukların yaşandığı ilk an değil. Yani mesela benim neslim açısından Kürtler var olabilecek mi? Kürtler ayakta kalabilecek mi? Yaşayabilecekler mi? sorularını ciddi olarak sorduğum dönem 1980’ler. O yılları Kürdistan’ın karanlık yılları olarak tanımlıyorum. Çünkü o yıllarda Kürtlüğün ortadan kaldırılma tehlikesi vardı. Kürtlük yaşadı ve Kürtler ayakta kalabildi. Şu anda bir özgür Kürt toplumu var, özgürleşen Kürt toplumu var. Bu özgürleşme ille de sürekli sokakta olmak ya da ille de partiyle organik bir bağın kurulması anlamına gelmemekte. Kürtlüğün dilleri değişmekte, çok dilli bir Kürtlük oluşmakta. Bu diller arasında sokak sohbetleri olabiliyor, kahve sohbetleri olabiliyor, bu diller arasında Foucault’dan yola çıkarak, Kürt meselesini tartışan bir makale olabiliyor. Bir tiyatro oyunu olabiliyor. Yani Kürtlük artık sadece bir siyasi partiyle belirlenen bir varlık değil. Ve bu sadece Türkiye Kürdistanı’nda görülmüyor. İran Kürdistanı’nda aslında son 30 yıldır Kürt hareketleri son derece zayıf. Yani Kürt gerillasının bastırılması, 1970-1981 arasında çok ağır sonuçlara yol açtı. En az 40 bin kişi öldürüldü. Fakat ondan sonraki döneme baktığınız zaman Kürt toplumu sanki suskun bir toplum gibi gözüküyor ama hem Kürdistan’da hem İran’da müziğin yenilenmesi, sinemanın yenilenmesi, biraz da Kürtler sayesinde oldu. Ve şu an İran kaynıyorsa bir Kürt kadının öldürülmüş olmasından dolayı kaynıyor. Mesela 1980 darbesinden sonra Kürt hareketi aslında tümüyle çökmüş durumdaydı. Ama Kürt gençlerinin bir yeraltı sosyalizasyonuna kaydını görmekteydi. Ve bu yeraltı sosyalizasyonu olmasaydı, ondan sonra PKK’ye duyulan sempati bu kadar büyük olmazdı. Ve 1980’lerin 90’ların başındaki kırılmalar, canlanmalar yaşanmazdı. Ben sizin kadar kötümser değilim. Bu arada şunu dünyanın her yerinde görüyoruz. Siyasi partilerden bir kopuş demesek bile bir soğuma var. Bu kesinlikle Kürdistan’a has olan bir olgu değil. Şunu da hatırlatalım, binlerce üyesi hapishanede olan, belediye başkanlarının tümü devrilmiş olan, eş başkanları hapiste olan bir parti bütün bu baskılara rağmen yüzde 10-12 oy alabiliyor. Bu küçümsenebilecek bir şey değil.

Kötümserlikten ziyade ben bu kırılma diye tarif ettiğim şeyi aslında halkın partisine dönük bir eleştirisi olarak düşündüm…

Bu da mümkün. Hem mümkün hem zorunlu. Çünkü Kürt siyasetinin bir fildişi kulesinde olması mümkün değil. Olmaması gerekir. Halktan gelen tepkilerin, eleştirilerin dile getirilmesi, bunların dinlenmesi, Kürt hareketinin buradan yola çıkarak sürekli dinamik bir hareket olması, kesinlikle statik bir hareket olmaması gerekiyor. Fakat yeniden altını çizmek istiyorum, dünyanın birçok yerinde toplumlar artık siyasi partilerin ötesinde, mekanlarda yeniden üretebiliyorlar. Türkiye’deki direniş sahalarından bahsetmiştim. Bu direniş sahaları kesinlikle partiler değil.

Nereler o direniş sahaları?

Konferans salonları, tiyatro salonları. Gençler arasındaki sohbetler. 4-5 gencin siyaset tartışması ya da kültür tartışması bence çok önemli ve bu sahaların genişletilmesi, bu sahaların birbirlerinden izole adacıklar olmaması gerekiyor. Yani sanıyorum sadece ve sadece siyasi partilere ağırlık verirsek çok büyük hayal kırıklıklarıyla karşılaşacağız.

26 Mart 2023, Pazar

Kaynak: https://gazetekarinca.com/hamit-bozarslanla-soylesi-kurtler-turkleri-ozgurlesmeye-davet-etmeli/