İran’ı anlamaya onun ne kadar geniş olduğunu kavrayarak başlamalısınız. Yüzölçümü 1.684.000 km2 olan İran Dünya’nın 17. büyük ülkesidir. Bu yüzölçümünün Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika, İspanya ve Portekiz -yani Batı Avrupa- ‘in toplam büyüklüğünden daha büyük olduğu anlamına gelmektedir. İran 70 milyonluk nüfusu ile de nüfus açısından Dünyadaki 16. büyük ülkedir. İran’ın nüfusu hem Fransa’nın hem de İngiltere’nin nüfusundan daha büyüktür.

Bu koşullar altında İran’ı Irak ve Afganistan ile kıyaslamak faydalı olabilir. Irak 25 milyon nüfuslu ve 433.000 kilometre karedir. İran, Irak’tan yaklaşık olarak yüzölçümü olarak 4 kez ve nüfus olarak üç kez daha büyüktür. Afganistan ise 30 milyon nüfusu ile yaklaşık 652.000 kilometre karedir. Birlikte değerlendirdiğimizde İran’ın Irak ve Afganistan’ın toplamından %68 daha büyük ve %40 daha fazla nüfusa sahip olduğunu görürüz.

Her şeyden önemlisi onun topografik engelleridir. İran her şeyden önce onun sınırlarını belirleyen, şehirlerini çevreleyen ve tarihsel kalpgahını belirleyen dağları ile tanınmıştır. İran’ı anlamanız için yalnızca coğrafi büyüklüğünü anlamanız yetmez onun ne kadar dağlık olduğunu da anlamanız gerekir.

İran’ın en önemli dağları Zağros dağlarıdır. Zağros dağları Kafkasların güney uzantısıdır. İran’ın kuzeybatı sınırında Türkiye ve Ermenistan ile kesiştiği yerde başlar ve güneydoğuya doğru 900 mil boyunca uzanarak Hürmüz Boğazındaki Bender Abbas’a uzanmaktadır. İran batı sınırının ilk 150 milini Türkiye ile paylaşmaktadır. Bu sınırın her iki yanı da yoğun biçimde dağlıktır. Türkiye’nin güneyinde sınırın Batı tarafındaki dağlar Irak tarafında gözden kaybolmaya başladıkları noktaya kadar sürekli küçülüyorlar. Bu noktadan devam edildiğinde, Kürt bölgelerinin güneyinde, Irak tarafındaki Fırat Dicle çanağının parçası olan toprak artan biçimde düzdür. Sınırın İran tarafı dağlıktır, dağlar sınırın sadece birkaç mil doğusunda başlıyor. İran Türkiye ile dağlık bir sınıra sahiptir ancak bu dağlar Irak sınırı boyunca düz bir arazi ile karşı karşıyadır. Bu Persliler ve Mezopotamya (iki nehrin arasındaki toprak) arasındaki tarihi sınırdır.

Batı sınırında bu modele uymayan tek bölge Fırat ve Dicle Nehirlerinin Şattül Arap suyolunu oluşturmak için birleştikleri yerdeki bataklıkların bulunduğu en güneydir. O noktada Zağros dağları güneydoğuya doğru dönüyor ve İran ile Irak’ın güney sınırı 125 mil boyunca düz bir araziden Pers Körfezine akan Şattül Arab’a ulaşana kadar güneye doğru zikzaklar çiziyor. Bataklığın doğusunda nüfusu Farisilerden değil etnik Araplardan oluşan İran’ın Kuzistan eyaleti bulunmaktadır. Toprağın bataklık niteliğindeki doğası sayesinde arazi kolaylıkla savunulabilir ve ayrıca Batıdan gelen ve İran’ın Pers Körfezine üzerindeki sahil düzlükleri boyunca hareket etmeye çabalayan herhangi bir güce karşı İran’a tampon bir bölge sağlamaktadır.

Hazar denizi boyunca doğuya ilerleyen dağlar Kafkas Zağros dağ sırası ile en nihayetinde Hindikuş dağlarında sona eren Afgan dağları arasında bir dağ köprüsü olarak hizmet eden Elbruz dağlarıdır. Elbruz dağları Hazar denizinin güney kıyıları boyunca Afgan sınırına kadar devam ediyor Türkmenistan’daki Karakurum Çölü’ne karşı bir tampon oluşturuyor. Elbruz dağlarının yükseltisi azalıyor ve sonra güneye doğru dönerek Afgan ve Pakistan sınırları boyunca hemen hemen Arap Denizine kadar uzanıyor.

İran yaklaşık 800 millik bir sahil şeridine sahip ve bu sahilin kabaca yarısı Pers körfezinin doğu kıyısı boyunca uzanmaktadır ve geri kalanı da Umman Körfezindedir. İran’ın en önemli limanı Bender Abbas Hürmüz Boğazında bulunmaktadır. Umman körfezi boyunca onun ayarında bir liman bulunmamaktadır ve Hürmüz Boğazı dışarıdan müdahaleye son derece müsaittir. Bu nedenle İran önemli bir deniz gücü değildir. İran bir kara gücüdür ve her zaman öyle olmuştur.

İran’ın merkezi neredeyse insansız ve insan yerleşimine uygun olmayan iki çöl platosundan oluşmaktadır. Bunlar Kuzeybatıdaki Kum’dan Afgan Sınırının yakınlarına uzanan Dasht-e Kavir ve güneye Belucistan’a doğru yayılan Dasht-e Lut’tur. Dasht-e Kavir kalın çamuru kaplayan bir tuz tabakasından oluşmaktadır ve tuz tabakasının kırılması ve çamura batmak kolaydır. Burası Dünya üzerindeki en sefil yerlerden biridir.

Nüfusu Farslı olmayanların oluşturduğu güneydoğu ve güneybatı dışında İran’ın alçak kesimleri insan yerleşimine uygun olmadığı için İran’ın nüfusu alçak kesimlerde değil dağlarda toplanmıştır. İran 70 milyonluk nüfusun dağlarda ikamet ettiği bir ülkedir. Hatta en büyük şehri Tahran bile yüksek dağların eteklerinde bulunmaktadır. İran nüfusu Hazar’ın doğu kıyısından Zağros ve Elbruz dağları boyunca Hürmüz boğazına uzanan bir hat üzerinde yayılmıştır. İkinci bir insan yoğunluğu da Kuzeydoğu’da Meşhed’de bulunmaktadır. Ülkenin geri kalanı çok az nüfusa sahiptir ve tuzlu – çamurlu düzlükleri nedeniyle bu bölgelerde ilerlemek neredeyse imkansızdır.

Eğer bir İran haritasına dikkatlice bakarsanız ülkenin batı kısmı – Zağros Dağları – nın aslında Güney Asya için bir Kara Boğazı olduğunu görebilirsiniz. Bu boğaz Kuzeydeki Hazar Denizi ile Güneydeki Pers Körfezi arasındaki tek yoldur. İran Hindistan alt kıtasını Akdeniz’e bağlayan rotadır. Ancak genişliği ve coğrafyası nedeni ile İran kolayca aşılamayan, zapt edilmesi zor bir ülkedir

Burada petrol İran’ın en stratejik ve en önemli ihraç ürünü olmaya devam ettiği için İran’ın petrol alanlarının konumu kritik önemdedir. Petrol üç noktada bulunmaktadır: Güneybatı ana bölgedir, kuzeyde Irak sınırı boyunca daha az depolanmakta ve bir de Kum yakınlarında bulunmakta. Güneybatı petrol alanları Kuzey Irak’taki Kürt bölgesindeki petrol alanlarını yaratan jeolojik oluşumun bir uzantısıdır. Bu nedenle Şat’tül Arap’ın doğusundaki bölge İran için kritik önemdedir. İran Dünya’daki üçüncü büyük petrol rezervine sahiptir ve dördüncü büyük petrol üreticisidir. Bu sebeple Dünya’daki en müreffeh ülkelerden biri olması beklenir ancak değildir.

İran Dünya’daki 28. büyük ekonomidir ancak satın alma gücünü ifade eder kişi başı gayrı safi yurt içi hasıla açısından ancak 71. sıradadır. Belarus ve Panama gibi ülkeler ile birlikte sıralanır. Bunun sebebi kısmen İran petrol endüstrisindeki verimsizlik ve kısmen de hükümet politikalarıdır. Ancak daha derin coğrafi problemlerde vardır. İran çoğunlukla ulaşılması zor dağlarda yerleşmiş devasa bir nüfusa sahiptir. Dağlık bölgeler nadiren gelişmiştir. Taşımacılık maliyeti endüstrinin güçlenmesini zorlaştırıyor. Düşük yoğunluklu nüfusa sahip dağ bölgeleri genellikle fakirdir. Yoğun nüfusa sahip dağlık bölgeler çok daha fakirler.

İran’ın coğrafyası ve büyük nüfusu ekonomik yaşamın zorlaşmasında büyük bir etki yapıyor. Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi daha az nüfuslu ve daha az coğrafi tehdide sahip ülkelerden farklı olarak İran yüksek petrol fiyatları ve daha fazla üretimin geliştirdiği ekonomisinin temelindeki zayıflığı ortaya çıkaracak herhangi bir değişiklikten hoşlanmayacaktır. Yaşamaya elverişsiz düzlüklerin yokluğu, endüstriyel tesislerin altyapı maliyetlerinin karları baltalama eğiliminde olduğu bölgelerde geliştirilmesinin zorunlu olduğu anlamına geliyor. Petrol İran’ı daha derine batmaktan koruyor ancak tek başına İran’ı koşullarının dışına çıkaramaz.

GENEL HATLAR

İran bir kaledir. Üç taraftan dağlarla ve dördüncü taraftan deniz ile çevrilmiş, merkezinde kullanılamayan bir alan bulunan İran fethetmek için aşırı derecede zordur. Bu bir kez ülkeye kuzeydoğudan giren Moğollar tarafından başarıldı. Osmanlılar Zağros dağlarını aştı ve Hazar denizine ulaşana kadar kuzeydoğuya ilerlediler ancak İran’ın kalbine ilerlemek için hiçbir girişimde bulunmadılar.

İran yerleşime uygun düzlükler arayan dağlık bir ülkedir. Afganistan altyapısının pekte davetkar olmadığı doğuda ya da yalnızca daha fazla dağ ve çöl bulunan kuzeyde hiç düzlük bulunmamakta. Güneye doğru sadece bir okyanus bulunmakta. Bölgedeki düzlükler batıya, bugünkü Irak ve tarihi Mezopotamya ve Babil’e doğru uzanmaktadır. Şayet İran bu düzlükleri domine edebilse ve buraları kendi nüfusu ile kaynaştırabilirse onlar İran gücünün temeli olabilirdi.

Gerçektende bu düzlükler Pers imparatorluğunun temeliydi. Persliler savaşçı insanlar olarak Zağros dağları kökenliydiler. Persliler Fırat ve Dicle çanağındaki düzlükleri fethederek bir imparatorluk inşa ettiler. Bunu engelleyici sınırların olmadığı bir zamanda zamana yayarak yavaşça yaptılar ve Batıya doğru çok az direnişle karşılaştılar. Alçak bölgelerde yaşayan bir insanının dağlara doğru saldırması zorken dağlarda üstlenmiş insanlar için düzlüklere yönelmek daha kolaydır. Nüfus ve verimli düzlüklerin bu kombinasyonu Perslilerin genişlemesine izin verdi. İran’ın kuzeye ya da kuzeydoğuya, Kafkasya’nın içlerine saldırması mümkün değildir. Ruslar, Türkler ve İranlıların hepsi 19. yüzyılda da şu anki sınır boyunca duruyorlardı. İran’ın toprakları o kadar elverişsiz ki hareket millerden ziyade yardlar (ç.n:91 cm uzunluğu ifade eden bir ölçü birimi) ile ölçülebilir. İran toprakları çok düz ve vahşi çöl olmasa kuzeydoğusundaki Türkmenistan’a saldırabilirdi. İranlılar Doğu’da Afganistan’a ilerleyebilir ancak bu aynı nitelikte olduğu için değeri sorgulanabilir bir toprak için dağlık bir savaşı gerektirir. Batıya, Fırat – Dicle çanağına saldırmak ve sonra Akdeniz’e ilerlemek mümkün görünüyor. Bu, Perslilerin imparatorluklarını yarattıklarında takip ederek Yunanistan ve Mısır’a ilerledikleri yoldur.

Genişlemek konusunda İran’ın problemi dağlarıdır. Dağlar etkili bir koruyucu olduğu kadar etkili bir engeldir de. Bir saldırı gücünü desteklemek lojistik gerektirir ve büyük miktarda malzemenin Zağros dağı kanalıyla gönderilmesi imkansızdır. Şayet Persliler Irak’ı işgal edip kullanamazsa daha fazla genişleme imkansız olur. Irak’ı kullanmak için ise İran’ın Irak’tan üst düzey aktif işbirliğine ihtiyacı bulunmaktadır. Bu işbirliği olmazsa İranlılar, Irak’ın zenginliğini politik ve askeri gücü dönüştürmekten ziyade yalnızca yoğun çabalarla Iraklıları etkisizleştirmeyi başarabilirler.

Batıya ilerlemek için İran’ın fethedeceği ülkelerin uluslarının aktif desteğine ihtiyacı vardır. Herhangi bir saldırı lojistiğin sağlanacağı dağların sergilediği tehdit nedeni ile süreci durduracaktır. Bu Perslilerin neden yarattıkları türden bir imparatorluk kurduklarının sebebidir. Persliler fethettikleri ülkelere büyük miktarda otonomi verdiler, kültürlerine saygı duydular ve bu ulusların Pers emperyal sisteminden faydalanmalarını sağladılar. Persliler Zağros dağlarını terk ettiklerinde bir imparatorluk barışı sağlayamadılar. En az maliyetle en büyük sonuca ihtiyaç duydular. Ve bu durum Pers/İran gücünü geçmişten beri sınırladı. Fırat Dicle çanağının – bugünün Irak’ı- yerleşikleri ile yeniden bir ilişki yaratmak oldukça zordur. Gerçekten de tarihin çoğu döneminde düzlüklerin İran tarafından domine edilmesi imkansız olmuştur. Diğer emperyal güçler – İskender’in Yunanistan’ı, Roma, Bizanslılar, Osmanlılar, İngilizler ve Amerikalılar – ya düzlükleri kendileri ele geçirdiler ya da düzlükleri Perslilere karşı tarafsız bir tampon olarak kullandılar.

İran’ın dış problemlerinin altında yatan sert bir içsel problemdir. Dağlar ülkenin kendisini korumasına imkan veriyor. Bir kültürü tamamen söküp atmak zordur. Bu yüzden dünyadaki çoğu dağ bölgesi kendi karakteristiklerini koruyan çok sayıda ulus ve etnik grubu barındırır. Bu durum bütün dağlık bölgelerde yaygındır. Bu gruplar ele geçirilmeye ve yok edilmeye karşı direnirler. İran nüfusunun % 55 – 60’ı etnik Farisi olan Müslüman bir devlet olmasına rağmen çok sayıda etnik gruba bölünmüştür. İran ayrıca büyük ölçüde baskın Şia ve ülkenin üç bölgesine, kuzeydoğu, kuzeybatı ve güneydoğu, dağılmış olan azınlık Sünniler arasında da bölünmüştür. İran ile ilgilenen herhangi bir yabancı güç merkezi yönetimin gücünü baltalamak amacıyla İran’ın içinde müttefikler yaratmak için bu etno-dini grupları kullanacaktır.

Bu yüzden herhangi bir Pers ya da İran yönetiminin öncelikli stratejik amacı ayrılıkçı gruplara karşı ülkenin dahili birliğini sürdürmekti. Bu nedenle İran için bir aşırı güçlü güvenlik yapılanması ile birlikte oldukça merkezileşmiş bir devlete sahip olmak kaçınılmazdır. Birçok ülke için etnik grupları bir arada tutmak önemlidir. İran içinse bu hayatidir çünkü şu anki sınırlarından geri çekilebileceği herhangi bir yer bulunmamakta ve istikrarsızlık onun bütün güvenlik yapısını baltalayabilir. Bundan dolayı İran merkezi hükümeti her zaman içsel birliği sağlama problemi ile karşı karşıya olacak ve bu amacı sağlamak için herhangi bir başka şeyden önce ordusunu ve güvenlik güçlerini kullanacaktır.

JEOPOLİTİK ZORUNLULUKLAR

Birçok ülke için birincil coğrafi zorunluluk içsel bütünlüğünü sürdürmektir. İran için ise birincil zorunluluk önce güvenli sınırlarını devam ettirmek ve sonra ülkenin iç birliğini güvenceye almaktır. Güvenli sınırlar olmaksızın İran, sürekli olarak içsel dinamiklerini manipule etmeye, rejimini istikrarsızlaşmaya ve sonrada oluşan boşlukları istismar etmeye çalışan dış güçlere karşı kırılgan olacaktır. İran önce kapsadıklarını belirlemeli ve sonrada kapsadıklarını kontrol etmelidir. Bu nedenle İran’ın jeopolitik zorunlulukları:

Zağros ve Elbruz dağlarını kontrol et. Bu dağlar İran’ın kalpgahını oluşturuyor ve Batı ve Kuzey’den gelecek saldırılara karşı tampon görevi görüyor.

Dasht-e Kavir ve Dasht-e Lut’un doğusundaki, İran’ın Pakistan ve Afganistan ile olan doğu sınırlarını koruyan Meşhed’den Zahedan’a ve oradan Markan kıyılarına uzanan dağları kontrol et. Türk ve Rus tehditlerini sınırlandırmak için kuzeyde ve batıda olabildiğince derin ve uzak bir hattı devam ettir. Bunlar ikincil hatlardır.

İran’ın Pers körfezindeki batı kıyılarını korumak için Şattül Arap üzerinde bir hattı güvencede tut.

Farklı etnik ve dini grupları bu kutunun içinde kontrol altında tut.

Sınırları potansiyel tehditlere, özellikle bölge dışından büyük güçlere karşı koru.

İran beş temel amacının dördünü başardı. Ülke içindeki nüfusun kontrolünün sağlayacak güvenli sınırlar yarattı. İran’a yönelik en büyük tehdit Büyük İskender zamanından beri karşı karşıya olduğu gibi bölge dışından büyük güçler tarafından sergilenmektedir. Tarihsel olarak, derin sularda ulaşım sağlanmadan önce, herhangi bir batılı güç için İran, Hindistan’a ulaşmanın doğrudan yoluydu. Modern zamanlarda Zağros dağları Türk gücünün Doğu Çıpası olarak kalmaya devam etti. Kuzey İran Rus genişlemesini engellemekte. Ve elbette İran’ın petrol rezervleri çağdaş büyük güçler için İran’ı cazip hale getirmekte.

İran’ın içlerine giden iki geleneksel yol bulunmakta. İran’ın Kuzeydoğu bölgesi Orta Asya’dan gelen güçler karşı dayanıksızsa da İran’a Batıdan yaklaşmak en çok kullanılan yada denenendir. Zağros dağları içinden doğrudan bir saldırı, Saddam Hüseyin’in 1980’de keşfettiği gibi, verimli değildir. Yinede İran’ın içindeki etnik grupları manipule etmek mümkündür. Örneğin, İngilizler Irak’ta üstlendiklerinde, aynı, İran’ın neredeyse ulusal egemenliği kaybettiği 2. Dünya savaşında Sovyetlerin yaptığı gibi, İran’daki iç politik bölünmeleri manipule edebildiler.

Son yüzyıllarda İran’a yönelik en büyük tehdit – Osmanlı veya İngilizler- bir dış gücün Irak’ı domine etmesi ve gücünü asıl güçlerle değil ama istikrarsızlaştırma ve politik manipulasyonla doğuya doğru genişletmesidir. 1950’ler boyunca Britanya’nın İran politikasını manipule etmek için Irak’taki pozisyonunu kullandığı ve Şah’ı iktidara geri getirdiği varsayılmaktadır. Bugünkü İran yönetiminin ABD’ye yönelik bakışı da budur.

İran ve Irak arasındaki 1980-1988 savaşı iki devlet içinde her iki taraftan da birkaç milyon kayba sebep olan korkunç bir çarpışmaydı. Bu savaş iki gerçeği de gösterdi. Birincisi, Mezopotamya’dan Zağros dağlarına doğru kararlı, iyi finanse edilmiş, topyekün bir saldırı, savunmacıya oldukça pahalıya mal olmasına rağmen, başarısız olacaktır. İkincisi, önceden belirlenmiş sınırlar ve düzenli ordular ile ulus devlet çağında Zağros dağlarının sergilediği lojistik tehdit İran’dan Irak’a önemli bir saldırıyı eşit derecede imkansız hale getiriyor. Bu cephede bir çıkmaz var. Yine de İran’ın bakış açısından Irak’ın öncelikli tehlikesi doğrudan saldırısı değil istikrarsızlaştırıcılığıdır. İran’ı sadece Irak endişelendirmemektedir. Tarihsel olarak İranlılar Rus manipulasyonundan da, Afganistan kanalıyla İngiliz ve Ruslar tarafından yapılan manipulasyondan da kaygılıydılar.

Şu Anki Durum

İranlılar için şu anki durum 20. yüzyılın başlarında İngiltere’den kaynaklanan tehdit ile karşı karşıya kaldıklarına benzer bir tehlikeli senaryo sergiliyor. Birleşik Devletler Afganistan ve Irak’ta İran’ın doğu ve batısını işgal etti ya da en azından büyük miktarda asker yerleştirdi. İran bu askerlerin ülkelerini işgal edeceğinden endişeli değil. Bu askeri bir olasılık değil. İran Birleşik Devletlerin bu pozisyonları İran’da etnik huzursuzluk çıkarmak için platform olarak kullanacağından endişeleniyor.

Gerçekten de, Birleşik Devletler birkaç bölgede bunu yapmak için uğraştı. Güneydoğuda, Belucistan’da, Amerikalılar ayrılıkçı hareketleri desteklediler. Amerika bunu Pers körfezinin kuzey bitimindeki Kuzistan’ın Arapları arasında da gerçekleştirdi. Ve Amerika kuzeybatı İran’daki Kürtleri manipule etmek içinde uğraştı. ABD’nin Azerbaycan’ı İran’ın kuzeybatı kesimindeki İran Azerileri arasında etnik huzursuzluk yaratmak için fırlatma rampası olarak kullandığına dair de bazı kanıtlar var.

İran Bütün bunlara birkaç şekilde karşılık verdi:

  1. Bu hareketleri karşılamak için aşırı güçlü ve baskıcı güvenlik yapılanmasını devam ettirmek. Özellikle İran’ın sadece fiziksel açıdan en dayanıksız bölgesi olan değil aynı zamanda İran petrollerinin çoğunun bulunduğu bölge olan Kuzistan bölgesindeki herhangi bir müdahaleyi püskürtmeye odaklanmak. Bu İngiliz denizcilerin ele geçirilmesi gibi çatışmaları ve bölgedeki ABD özel operasyon timlerine ilişkin sürekli raporları açıklıyor.
  2. ABD’nin pozisyonunu baltalamak için Irak ve Afgnistan’da etnik ve dini gerilimi manipule etti ve ABD’nin dikkatini saldırgan amaçlardan daha çok savunmaya çevirtti.
  3. Önemli Amerikan güçlerinin sızamaması için çevreleyen dağları koruyacak yetenekte bir askeri güce sahip olmayı sürdürdü.
  4. Uzun dönemde bir saldırıyı caydırmak ve kısa dönemde müzakereler için İran’a bir pazarlık malzemesi sağlamak için oldukça açık biçimde bir nükleer güç yaratmak amacıyla hareket etti.

İran stratejisinin kalbi her zaman olduğu gibi dağları bir kale gibi kullanmaktı. Bu dağlarda tutunduğu sürece İran istila edilemezdi. İskender bunu başardı ve Osmanlılar bunu sınırlı biçimde başardı ( Zağros dağlarında gedik açmaktan biraz daha fazlasını başardılar), ancak ne Romalılar ve ne de İngilizler bölgede ana güçlerini kullanmayı denemek noktasından çok fazla ileri gidemediler. İran’ı istila ve işgal bir seçenek değildir.

İran için nihai problemi içsel gerilimleridir. Ancak bu gerilimler kontrol altında olsa bile bu öncelikle İran’ın güvenlik sisteminden dolayıdır. Pers imparatorluğunun kuruluşundan beri İranlıların başarılı olduğu şey hem kendilerinin hem de diğer etnik grupların yararına olacak ve şayet yoldan saparlarsa onları cezalandıracak sistemler yaratmaktır. Bugün İran’da aynı mantık güçlü İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığında ile elit İslami Devrim Muhafızlarının (DM) varlığında görülür. İran ordusu temelde bir piyade gücü olarak düzenlenmiştir. Düzenli ordu kara birlikleri ile DM kara birlikleri toplamda yaklaşık 450.000 kişilik bir askeri güçtür ve bütün diğer kuvvetlerin toplamından daha büyüktür.

Bu yüzden İran kendini çevreleyen bir ülkedir. Göreceli olarak fakirdir ancak mükemmel biçimde savunulabilir sınırlara ve mükemmel bir istihbarat ve iç güvenlik sistemi ile disiplinli bir merkezi yönetime sahiptir. İran bu güçleri Amerika’nın (ya da bölge dışı herhangi bir gücün) pozisyonunu istikrarsızlaştırmak için kullanmakta.

Gerçekten de, İran yeterince güvendedir ve İran’ı çevreleyen ülkelerin konumları İran’ınkinden çok daha tehlikelidir. İran, örtülü güçlerini kullandığı düşük maliyetli, düşük riskli güç operasyonlarında oldukça başarılıdır. Ancak başkalarının kendisine karşı yürüteceği örtülü operasyonları engellemekte de oldukça başarılıdır. Dağlar İran’ın ellerinde oldukça ve içerdeki durum kontrol edildikçe İran istikrarlı bir devlettir ve İran’a karşı herhangi bir Güç, sadece sınırlı bir dış tehdit sergileyebilir.

İran’ın bir nükleer program yaratması iki şeye hizmet ediyor. Birincisi, şayet başarılırsa, nükleer program dış tehditleri daha fazla caydıracaktır. İkincisi, yalnızca nükleer programa sahip olmak bile İran’ın gücünü geliştiriyor. İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırı, sonuçları belirsiz olduğundan ve İran’ın Pers körfezinden petrol akışını engellemeye yönelik bir girişimde bulunma ihtimalini artıracağından saldırganın ekonomisine yönelik stratejik risk böyle bir saldırı gerçekleştirmek isteyen ülkelerin cesaretini azaltıyor. Bölgesel güvenlik ve güç için ticaret programının diplomatik rotası, karşılık verme potansiyeline sahip bir ülkedeki potansiyel bir tehdide saldırmaktan çok daha cazip hale gelmektedir.

İran hayal edilebilecek bir istilaya karşı güvendedir ve güvenliğini güçlendirmek için iki taktik kullanmaktadır. İran, ilk olarak, saldırgan bir nükleer güce sahip olup olmadığı konusunda belirsizlik yaratıyor. İkinci olarak, dikkatli bir biçimde kendini, ideolojik aşırılığa dayalı sert bir imaj ile dışarıya yansıtıyor ve bu İran’ın davranışlarına öngörülemezlik katıyor. İran kendini tehditkar ve istikrarsızlık kaynağı olarak gösteriyor. Paradoksal biçimde bu müteakiben bir kara saldırısı gerçekleştirilmeksizin etkisiz kalacağı tarihsel olarak bilinen İran ile ilgili ana seçenek durumundaki hava saldırısına ilişkin ihtiyatı artırıyor. Şayet yalnızca nükleer tesislere saldırılır ve saldırı da başarısız olursa İran’ın tepkisi öngörülememekte ve bu tepki orantısız da olabilir. İran’ın tavrı belirsizliği artırıyor. Bir hava saldırısı tehdidi İran’ın deniz hatlarına yönelik bir saldırı tehdidi tarafından caydırılmaktadır. Bu tip saldırılar etkili olamayacak olsa ve hatta dünya petrol arzının kesintiye uğraması düşük bir olasılıkta olsa, bu alınmaması gereken bir risktir.

Ne zaman Persliler dağlarının sınırlarında sinsice dolaşan büyük bir güçle karşılaşsalar Dağlar, istikrarsızlık tehdidinden değilse de, bu büyük güçten onları koruyacaktır. Bu nedenle Persliler ülkelerini politik yerleşim ve baskı kombinasyonu ile bir arada tutmakta. Büyük güç sonunda bölgeden ayrılacak. Persliler ise dağları durdukça var olacaklar.

George Friedman/Stratfor