Fransa gizli diplomasi arşivinde, Kürtlerin yüz yıllık kayıp tarihi

 Ruken Hatun Turhallı  2020/09/23

Ruken Hatun Turhallı

BasNews – Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde savaştan en fazla etkilenen halk olmalarına rağmen, İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği müzakere masalarında dışlanan bir halk oldu.

İngiltere ile Fransa, Balkan ve Arap halkları için Osmanlı’nın yıkıntı küllerinden var olmalarına destek oldu. Yeni ülkelerin tarih sahnesine çıktığı ve müzakerelerin anlaşmalara dönüştüğü bu gizli konsensüs masalarında Kürtler için nelerin dile getirildiği ve konuşulduğu hep bir gizem oldu.

Kürtlerin neden uluslararası sistem dışına itildiklerini yüz yıl sonra adeta kendi yağında kavrularak gelişen Kürt Akademisyen ve entellektüellerin başarılı araştırmaları sonucu Kürtlerin makus tarihinin gizem perdesi Kürtler için yeniden aralanıyor.

Paris Parid, Saint Denis üniversitesi’nde öğretim görevlisi Kürt akademisyen Doçent Sabri Cıgerlı, Fransız arkadaşı Profesör Didier Le Saout ile birlikte Fransa Diplomasi gizli arşivinin yüz yıl sonra açılması kararı ardından, Kürtler üzerine yazılan, gizli tutulan bütün belgeleri büyük bir titizlikle ve bilimsel yöntemlerle inceleyerek, hummalı bir çalışma sonucunda Kürtlerin gizli tarihine ışık tutacak bir kitap yazdılar. Kitabın ismi; Kürt Milliyetçiliğinin Ortaya Çıkışı (1874-1945) Fransa’nın Diplomasi Arşivi’nden. (LES KURDES L’émergence du Nationalisme Kurde (1874 – 1945) dans les Archives Diplomatiques Françaises) L’Harmattan Yayın Evi tarafından Ekim 2019 tarihinde Fransızca dilinde basıldı.

Siz değerli okuyucularımız için Yazar ve akademisyen Sabri Cıgerlı ile yüz yıl öncesi Kürtlerin makus tarihine ışık tutan kitabı üzerine bu söyleşi gerçekleştirdik.

Fransızların Kürtlere ilgisi hangi tarihlerde başlıyor? Bunun sebepleri nelerdir? Fransızların Kürtlerle ilgilenme yöntemleri nelerdir?

Fransa ve İngiltere İkinci Dünya Savaşına kadar süper güçtüler. Dünyanın her tarafına asker gönderir ve yön verirdiler. Fransa’nın, Kürtlerle ilgisi, belki de ilgisizliği Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla gün yüzüne çıktı. Irak ve Suriye’nin kurulmasında Fransa’nın rolü belirleyicidir. Fransa, Kürdistan’ın kurulmamasında son sözü söyleyen ülkelerden biridir aynı zamanda.

Fransız arkadaşım Profösör Didier Le Saout ile Fransa gizli arşivlerinden faydalanarak yayınladığımız kitapta bulduğumuz çok gizli bir belge, Paris Barış Konferansı’nda Fransa’nın temsilcisi Georges Picot, bırakın bağımsız, otonom bir Kürdistan’ın kurulmasına bile karşı olduğunu açıklıyor. Belgelerde bunun Sebebi açıklanmamış. Kuvvetle ihtimaldır ki çevre ve Arap devletlerin etkisi bu kararda büyük. Her devlet halkının milli çıkarlarını gözetir. Fakat yine bu tarihi arşiv belgelerinden anlıyoruz ki Kürt temsilcilerin kendi aralarında anlaşamamaları, bazen parti bazen de kişisel öncelikleri, Kürtlerin ulusal haklarından daha fazla ön planda tutulduğu için yürütülen ayrı ayrı çabalar sonuç vermiyor. Acı olanda verilen yüklü bedellere rağmen ulusal bir neticenin alınamaması.

Fransızlar yüz yılda bir kamuoyuna açtıkları belgeleri nasıl oluşturuyorlar? Araştırma yöntemleri nedir? Alan çalışmaları olarak hazırlanan bu belgelerin doğruluk payı nedir? Kürtlere karşı olan kesimlerin bu belgelerin hazırlanmasında yer almadığından nasıl emin olabiliriz?

Belgelerin arşivde kalması önemlerine göre, yani ülkenin çıkarlarına zararı olurmu olmazmı gibi olasılıklar göz önünde bulundurularak konuya hakim bir komisyon tarafından karar veriliyor. Buna göre belgeler önemine göre 25 – 50 – 70 – 100 sene sonra kamuoyunun erişimine sunuluyor. Bazı belgeler ise hiç yayınlanmıyor. O kadar ilginçtir ki Fransa’nın konsolosluk yetkilileri o dönemler Kürtler hakında neredeyse günlük olarak not tutmuşlar. Tuttukları notlar hayatın bütün alanlarından. Politika, günlük kavgalar, hastalıklar, aşiretlerin sayıları, eldeki silahlar, atlar, hayvan sayıları, Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkiler vb. Gayet tabi Türkler, Araplar, Perslerin Kürtlerle ilişkileri hakında da önemli bilgilere de yer verilmiş. Yani kitabımızı okuyanların Kürtlerle ilgili yeni bilgilere sahip olacakları kesin. Uzun yıllardan beri Kürtlerle ilgili farklı kitap ve belge okudum fakat Fransız arşivlerinde bulduğumuz bu belgelerden, bir çok şeyi yeni keşfettim. İşin iyi tarafı bu belgeler Fransız devlet idarecileri için hazırlandığından azami dikkat, objektiflik, gerçek bilgilere yer verilmiş ve devlet yöneticileri bilgilendirilmiş. Doğru bilgilerle sağlıklı karar verileceği için doğruluk payı çok yüksek denilebilir. Gayet tabi arşivlerde eksiklikler var. Fakat bilerek yapılan yanlışlar olduğu kanaatinde değilim.

Fransa’nın kendi Milletler Cemiyeti Temsilcisine gönderdiği Kürt ve Hristiyanlarla ilgili bilgileri içeren belge: 21 Haziran 1931

Fransız gizli arşivlerine göre, Fransa yöneticileri o süreçlerde Kürtleri ve Kürdistan coğrafyasını nasıl okumuşlar? Kürdistan’daki öncelikleri nedir?

Osmanlı İmparatorluğu zamanında Kürtler’le ilgili Diyarbakır, Erzurum ve Malatya’daki Fransız konsolusluk görevlilerinin Kürtler hakkında genel bilgileri içeren haberler gönderilmiş Fransa yönetimine. Bazen de arşiv belgelerinin içerisinde bölgeyi gezen gezginler ve yazarların verdikleri bilgilerle karşılaştık. Kürt Ağa ve aşiretlerinin ilişkileri, valilerin çalışma tarzları, problem çözme yöntemleri ve günlük yaşam konuları işlenmiş. Birinci Dünya Savaşında özelikle İstanbul’da kurulan Kürt dernekleri ve bazı Kürt Şahsiyetlerinin konuşmaları, gönderdikleri mektuplar arşivlerde önemli belgeleri oluşturuyor.

‘‘Fransız arşivlerinde, 1908 yılından itibaren ‘Kürtler’ kelimesi ‘Kürdistan’ kelimesine dönüşüyor’’

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ile Kürt temsilciler, zamanın önemli belgesi olan ‘Wilson prensipleri’ne bağlı olarak Kürtlerin’de kendi devletlerini kurma hakkı olduğunu her defasında uluslararası antlaşmalarda dillendirmişler ve politikalarını günceleştirmişler. Mesela 1908 yılında Kürtlerin, ‘‘Kürt Teâvun ve Terakki Cemiyeti’’ 1918 de ‘‘Kürdistan Teali Cemiyeti’’ ismi ile değiştiriliyor. Yani Kürt kelimesi yerini Kürdistan kelimesine bırakıyor. Birinci Dünya Savaşından sonra, haritaların yeniden çizilme aşamasında, Kürt olgusu Kürdistan olgusuna dönüşüyor. Bunu Fransız belgelerinde açıkça görüyoruz.

‘‘M. Kemal’in reform sözü vermesi ve uygulamaya başlamasıyla, Fransa dahil diğer galip devletlerin gözünde Kürtler reform karşıtı görülmeye başlanıyor’’

Mustafa Kemal, yeni Cumhuriyeti kurup, Fransa dahil diğer galip devletlerin onayı doğrultusunda reformlar sözü verip uygulamaya koyunca, Kürtlerin istekleri, haklı davaları daha az görünmeye başlıyor bu belgelerde. Belgelerden anlıyoruz ki Türk temsilcilerinin ‘’Kürtler için bir şey talep etmeyin karşılığında bizden ne isterseniz feda ederiz’’ dedikleri açık bir şekilde karşımıza çıkıyor.

‘‘Şeyh Said Hareketi Kürt başkaldırısı olarak değil, münferit geri bir ayaklanma olarak ele alınmış’’

Mesela Şeyh Said İsyanı’nı bir Kürt isyanı olarak değil birkaç kişinin dini başkaldırısı olarak, Dersim katliamı sakilerin ezilmesi ve moderniteye karşı ayaklanma olarak girmiş arşivlere. ‘’Kürtlere karşı olan kesimlerin bu belgelerin hazırlanmasında yer almadığından nasıl emin olabiliriz’’ sorusuna karşılık şunu belirtebilirim ; T.C nin kurulması ardından Fransız belgelerinin içerisine propaganda amaçlı dokümanlar ve bilgiler konmaya başlanmış. Çünkü kaynak olarak Türk gazetecilerinin milliyetçi ve Kürt karşıtı yazıları tercüme edilerek bu gizli belgelere yerleştirilmiş. Bu belgelerden anlaşıldığı kadarıyla Fransa, devletler arası ilişkiler gereği Kürtlerin sesini kısmakla yetinmediği gibi bazen yanlış bilgilerde vermiş. Veya diplomatlarını buna yönlendirmiş. Mesela bu tarihlerde Fransa’da yaşayan çok az sayıda ki Kürtlerin, Türkiye’nin isteği doğrultusunda bunlara Fransa’da kısatlamalar getirilmesi, politika yaptırılmaması, peşlerine gizli ajan takmaları vb. Uygulamalar yapılıyor. Tabi bunu yanlızca Türkiye ile ilişkilendirmek eksik olur. İran, Irak ve Suriye devletleri de Kürtler konusunda Türkiye ile aynı yaklaşımı sergilemişler bu dönemlerde.

Fransız arşiv belgelerine göre 1910’dan başlayan ve en son 1938 yılına kadar süren Kürt Serhildan Hareketleri nasıl ele alınıyor ve yorumlanıyor? Bu Serhildan Hareketlerinin öncüleri ile yakın temasları olmuş mu? Hakeza o dönem Kürtlerin Fransa’ya yaklaşımı nasıl olmuş ve ne türden talepleri olmuş?

Belirtiğim gibi, bu belgelerde Kürt serihıldan hareketleri ile ilgili bilgiler, Cumhuriyetin kurulusuna kadar daha nötr ve objektif iken, 1923 sonrasında Kürt liderler ve hareketleri için, Türkiye yöneticilerinin söylemleri, gazetelerin Kürtleri yansıtma biçimleri belge olarak kullanılmış. Fransız yetkililerin, Kürtlerle ve onların liderleriyle irtibata geçme gibi bir çabaları olmamış. En azından bizim ulaştığımız belgelerde böyle veriler yok. Fakat Seyit Rıza, Alişer, Seyid Abdulkadir, Emin Ali Bedirhan gibi bazı Kürt temsilcilerinin ve İstanbul’da kurulan Kürt derneklerinin Fransa devlet yetkililerine gönderdikleri mektuplar ve bazen bunlara verilen cevaplar belgelerde mevcut. Bu mektuplar bazen el yazıları bazende daktilo ile yazılmış. Mektupların büyük çoğunluğunda Fransa devletinden yardım talep ediliyor ve Yaşadıkları zülümlere sesiz kalınmaması gerektigi vurgulanıyor. Örneğin ; Seyid Riza ‘’Benim Kürt halkımı zehirli bomba ile katlediyorlar, bunları durdurun’’ diye yazmış mektubunda.

Fransız yetkililerinin Kürtlerin bu çığlığına duyarlı davrandığını söylemek mümkün değil, en azından incelediğim belgelerde bu yok. O dönem de Kürt dostu diyebileceğimiz, Fransız bir devlet adamının ismi öne çıkmıyor maalesef.

Dersim aşiret liderlerinden Seyit Rıza, Koçgirili Alişer, İbrahim Hüseyin Mustafazade ve Mahmud…’un Paris Konferansında Kürt Şerif Paşa’ya gönderdikleri güven mektubu. Şerif Paşa aleyhine Türkiye’nin örgütleyerek gönderdiği aşiret telgraflarını kınama mektubu.

‘‘Seyid Abdulkadir ılımlı, irfan sahibi ve barış yanlısı biri olmasına ve Otonom Kürt yönetimi önermesine rağmen insafsızca idam ediliyor’’

Belgelerden anlıyoruz ki Kürt hareketinde çok önemli rol oynayan bir kaç Kürt lider var ki, Kürtlerin çok azı bunları tanıyor. Hemen hemen bütün Kürtlerde bunların hayat hikayelerini ve hayata nasıl veda ettiklerini bilmiyorlar. Fransız belgelerinde, Fransa devlet erkanına gönderilen mektuplardan öne çıkan isimlerden en çok dikkat çeken Seyid Abdulkadir. Birçok Kürt dernek ve kuruluşun kurucusu ve başkanı. Seyid Abdulkadir, her zaman ılımlı ve barış yanlısı olmuş. Kürtlerin kültürel haklarının verilmesini yeterli gören ve Kürtler için otonom yönetim öneren bir lider. Arkadaşlarıyla bu konuda ayrı düşmesine rağmen bu tavrı her zaman böyle devam etmiş.

‘‘Seyid Abdulkadir önce Senatör daha sonra Danıştay Başkanı oluyor’’

Seyid Abdulkadir önce Senatör daha sonra Danıştay Başkanı oluyor. Kürt – Türk birlikteliğini savunan görüşlere sahip. Bulduğumuz bir belgede Şeyh Said isyanında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Seyid Abdulkadir’i o kadar tehlikeli görüyor ki onu en büyük cezaya çarpıtıyor. Seyid Abdulkadir ve üç arkadaşının İstanbul’dan alınıp uçakla Diyarbakır’a götürülmeleri ve burada asılmaları ayrıntıları ile anlatılıyor. Burada size bulduğumuz bir belgede yazılanların kısa bir tercümesini yapayım ; ‘‘Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyid Abdulkadir İstanbul’dan uçak ile Diyarbakır’a götürüldü, halbuki Şeyh Said isyanına katılmamış ve desteklememiş birisi. Mahkeme 14-23 Mayıs 1925 tarihinde yapıldı. 27 Mayıs’ta arkadaşlarıyla birlikte asıldı. Seyit Abdulkadir idam edilirken ipi kötü bağlandığı için 20 dakikadan fazla boğulmadan çırpındı dar ağacında. Arkadaşı Şükrü bey üç kere dar ağacından düştü. Nail iki kere asıldı, ikisinde de düştü. O yerde debelenirken onu asanlar ipe yeni irmikler yapıyorlardı ve Nail’in kanlı gömleğini değiştirip tekrar astılar. Bu hem asanlar hemde asılanlar için korkunç görüntüler oluşturdu.’’ Seyid Abdulkadir’in hayatı önemli çalışmalara konu olmalı diye düşünüyorum. Türkiye’deki arşivlerde Seyit Abdulkadir ile ilgili belgeler muhakkak vardır. Bu barış insanının neden idam edildiği ögrenilmeli kanaatimce.

Kürt Şerif Paşa

Kürtlerin ilk ve doğrudan diplomasi faaliyetini yürüten Kürt diplomat Şerif Paşa, bu belgelerde hangi süreçlerde ele alınıyor? Şerif Paşa nasıl bir diplomasi yürütüyor ve kimlerle irtibat kuruyor? Hangi tarihlerde ve hangi platformlarda yer alıyor? Kürtler için neler talep ediyor? Talepleri nasıl karşılanıyor?

Şerif Paşa, ünlü Sait Paşa’nın oğludur. Çok kültürlü, yüksek okuları başarıyla bitirmiş, birkaç yabancı dil bilen, zeki ve modern bir entellektüeldir. Ünlü Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı ile evlenmiş, Stockholm Büyükelçisi olmuş, zengin ve aynı zamanda çok yakışıklı olduğu için ‘‘Beau Şerif’’ yani yakışıklı Şerif olarak tanınmış Fransa’da. Zengin ve kültürlü olan Şerif Paşa, çok lüks bir hayat sürme imkanı varken, Kürtlerin haklarını elde edebilmeleri için, içerisinde bulunduğu rahat hayatı elinin tersi ile iterek, Paris Barış Konferansı’nda Kürtlerin temsilcisi oluyor ve bütün zorluklara göğüs geriyor.

‘‘Emin Ali Bedirxan, Kürt Temsilciler Başkanı olarak Şerif Paşa’yı temsilcilikten azlediyor’’

Belgelerde özellikle Paris Barış Konferansı sürecinde Şerif Paşa’nın girişimleri, toplantıları ve yazışmaları ‘’önemli’’ ibaresiyle ele alınmış. Şerif Paşa’nın bir ara Ermeni temsilcileriyle görüşmesi, Kürdistan’ın bazı vilayetlerini Ermenistan temsilcilerine bırakma yaklaşımı ve bu temelde yeni haritalar belirlemeleri, Kürt yöneticileri tarafından hoş karşılanmıyor ve temsilcilikten çekilmesi isteniyor. Örneğin 14 Nisan 1920 tarihinde Emin Ali Bedirxan, Kürt Temsilciler Başkanı olarak Şerif Paşa’yı temsilcilikten azlediyor. Şerif Paşa’nın görevinden alınması şu şekilde açıklanıyor : ‘‘Katıldığı bazı toplantılar ve yaptığı bazı açıklamalar Kürdistan’ın yüksek menfaatlerine ters düşmekte.’’  Böylesine fedakarlık yapmış bir şahsiyetin bu kadar ucuzca harcanmasının doğru olmadığı inancındayım.

‘‘Emin Ali Bedrixan ile oğlu Kamuran Bedirxan’’

Bedirxan ailesine de bu belgelerde çok geniş yer verilmiş. Bedirxan ailesinin politik tecrübeleri, aile fertlerinin çokluğu konusundaki bilgiler arşiv çalışmalarını yürütenlerin hakimiyetlerinin göstergesidir. Bedirxan ailesinin ağırlıklı politik ve kültürel çalışmaları arşivlerde ön plana çıkıyor. Ailede en aktif olarak kabul görünenlerin başında Emin Ali ve oğlu Kamuran Bedirxan olduğu belirtiliyor.

Dayandırdığınız arşiv belgelerine göre, Dersim’e yönelik 1800’lü yıllardan başlayarak sayısız kez askeri seferler yapılmış. Bu düzeyde yoğun seferlerin amaçları arşivlerde nasıl işlenmiş? Bu seferlerde ne tür yöntemler kullanılmış? Kürtlerin bu askeri seferlere yaklaşımı ve mücadele biçimi nasıl olmuş? Sonuçları bu arşiv belgelerinde nasıl verilmiş?

Diğer Kürt bölgelerine göre Dersim’e, Osmanlı Devleti zamanında 2K olarak adlandırabileceğimiz bir yaptırım uygulanıyor. Yani hem Kürt hem Kızılbaş kimlikleri nedeniyle. Ya Türk ve Suni mezhep olun yada ömür boyu ızdırap çekin tarzında bir politika uygulanmış.

‘‘Dersim’e 1800’lü yıllardan itibaren askeri seferler düzenlenmeye başlanmış’’

Dersim’e 1800’lü yıllardan itibaren askeri seferler düzenlenmeye başlanıyor. Belgelerden gördüğümüz kadarıyla bu seferler, asileri hizaya getirme, boyun eğdirme, devletin direktiflerini kabul ettirme vb. Sebeplerden dolayı yapılıyor. Dersim savaşları için ‘‘Seferberlik’’ terimi kulanılıyor. Yani ülkenin degişik bölgelerinden buralar için özel savaş birlikleri getiriliyor. Bölgeye birkaç cepheden saldırı düzenleniyor. Fakat her seferinde önce hükümetle ilişki halinde olan bazı aşiretler ya tehditle yada maddiyatla Kürt mücadele kimliğini savunan aşiretler karşısında kullanılıyor ve askerlerde bölgeye son darbeyi vuruyor. Belgelerde karşılaştığımız en önemli husus 1937 ve 1938’e kadar Türk askeri Dersim’e giremiyor. Fakat halka ve sivil insanlara karşı uçaklar kullanmaya başlanıp, halkın sığındığı mağaralara gaz bombaları yağdırttıktan sonra, insanların direniş gücünün kırıldığı ve Dersim’i savunamadıkları görülüyor.

Dersim’deki aşiret ve bölümleri gösteren kroki: 1937 yılında Fransız Konsolosluğu tarafından hazırlanmış belge

‘’Kürt isyanlarında savaş uçaklarının kullanılması Türkiye’ye üstünlük sağladı’’

Serhildanlara karşı uçakların kulanılması maalesef ki serhildanların başarısızlığa uğramasına sebep oluyor. Mesela Ağrı Dağı isyani lideri İhsan Nuri Paşa kendileri ile Türk devletinin ellerinde bulunan askeri teçhizatları karşılaştırırken, kendi ellerindekini ‘Bir bardak su’ Türk devletinin elindekilerini ise ‘Bir okyanus’ olarak değerlendiriyor. Dersim’le ilgili belgelerde, bölgeye giden bir Fransız yetkilinin olduğuna rastlamadık. Bölgenin sakıncalı bölge olarak lanse edilmesi ve yabancıların girişlerine izin verilmiyor olması muhtemelen gidişlerin önünü engelliyor. Dersim ile ilgili bilgiler ağırlıklı olarak Erzurum, Malatya veya Diyarbakır’daki Fransız Konsolosluk görevlilerinin ulaştığı ve gönderdikleri bilgilerle sınırlı kalıyor.

Fransız Diplomat Georges Picot’un, özerk bir Kürt bölgesinin kurulmasına karşı çıktığı belirtiliyor. Buna, Güney Kürdistan’ın Musul kentinin de dahil olduğu biliniyor ? Aynı zamanda Georges Picot, Mark Sykes ile birlikte ‘Sykes- Picot’ anlaşmasını hazırladı. Kürtlerin bu düzeyde kaderini etkileyen bu diplomat kimdir ? Kürtleri neden sevmedi ya da benimsemedi ?

Georges Picot, 1974-1981 yılları arasında Fransa’da Cumhurbaşkanlığı yapmış Valéry Giscard d’Estaing’in amcası. Yani etkili bir aileden geliyor. G. Picot, Kürtlerin otonomi taleplerine karşı çıkıyor. Bunu 12 Ocak 1919 tarihinde yazdığı gizli bir belgede açıklıyor. Hatta İngiliz temsilci Sir Marc Sykes’ın getirdigi otonomi önerisini red ettiğini yazıyor. Bulduğumuz başka bir belgede bu öneriyi neden kabul etmediğini, daha önceki bir belgede belirtiğini yazıyor. Söz konusu bu belgeyi biz bulamadık. Bu nedenle Kürtleri sevmediğinden mi yoksa başka sebeplerden mi bu öneriyi kabul etmediğini ancak o belgeyi ele geçirdiğimizde anlayabiliriz diye düşünüyorum.

Kürdistan Kürtleri Birliği, Paris Barış Konferansı Başkanı’na mektuplar yazıyor ve telgraflar çekiyor. Yine Türkler bu konferansa bazı Kürt aşiret reislerini yanlarına alarak telgraflar çekiyorlar. Bu süreçte kimler neyi ve nasıl etkilemeye çalışıyor ? Kürtler açısından bu konferansta neler olup bitiyor ?

Paris Barış Konferansı’nda İtilaf ve İttifak devletleri ile azınlıklar dahil hemen hemen kimsenin kafası net değil. Kim ne istiyor, kime ne verilecek bilinmiyor. Zaten arşivlerde karşılaştığımız ve iki sene sonra olanları görünce (anladığımızda) kargaşanın dozu rahatça görünüyor. Bu dönemde Kürt temsilcilerinin konuşmaları, söylemleri ve yazdıkları belgelere yansımış. Kürtler başlangıçta iyi başlıyorlar konferansa. Hep birlikte Kürtleri temsil eden Kürt kulübü kuruyorlar. Sonra ayrışmalar, bölünmeler başlıyor. Yani dernek ve kuruluşlar ulusal davayı bırakarak biribirleriyle mücadele evresine giriyorlar. Türkiye’nin desteği veya baskısıyla bazı Kürt aşiretleri, temsilcileri Barış görüşmelerine çektikleri telgraflarla Türklerle beraber yaşamak istediklerini bildiriyorlar. Buna karşı Bağımsız Kürdistanı savunan bir çok Kürt aşiret reisi, Fransa’ya ve Milletler Cemiyetine dilekçeler göndererek Türklerle yaşama talebinde bulunanların Kürtleri temsil etmediklerini belirtiyorlar ve altına isimlerini yazarak imzalarını atıyorlar.

‘’ Kürt siyasi aktörlerinin organizasyon da çok kötü ve amatörce davrandıkları görülüyor’’

Fakat bu dönemde Kürt siyasi aktörlerinin organizasyon da çok kötü ve amatörce davrandıkları görülüyor. Örneğin, savaş galibi devletler Osmanlı ile yaptıkları Sevr antlaşmasında ‘‘Kürtler önce otonom bir bölgeyi idare etsinler, idari kapasiteye sahip olduklarına inanırsak bağımsız devlet kurabilirler’’ şeklinde bir madde koyuyorlar. Sonuç ortada, Kürt temsilciler istenilen performansı gösteremiyorlar.

Londra Barış Konferansı ne zaman ve kimler arasında oldu ? Kürt Sosyal Birliği’nin Londra Barış Konferansı Başkanı’na sundukları taleplerde neler var ? Bu talepler nasıl karşılanıyor ? Kürtler açısından bu konferansın ne tür sonuçları oluyor ?

Londra Barış Konferansı 16 subat ile 17 Mart 1921 tarihleri arasında yapıldı. Fransa, İngiltere, İtalya, ve Japon devletleri bu konferansı organize ediyor. Konferansın amacı Almanya ile ilişkilere yeni bir yön verme, Türkiye, Yunanistan ve Ermeni temsilcileriyle görüşme, bu ülkelerin yeni sınırlarını belirleme. Bu konferansta Kurdistan için otonomi şartının korunacağı belirtiliyor fakat Sevr antlaşmasında olduğu gibi uygulanamayacağı kararı alınıyor. Alınan yeni karar ise şu şekilde : ‘‘Ermenistan ve Kürdistan ile ilgili madelerin yeniden ele alınması.’’ Konferansa Türkiye deki Ermenileri ve Ermenistanı temsilen iki kişi katılıyor. Sevr Antlaşması’nda Ermeniler ile ilgili olan kısmın uygulanmasını talep ediyorlar. Kürtler bu konferansta temsil edilmiyor ne yazık ki. Bu konferansta Türkiye delegasyonu, katılımcı devletlere ‘‘ilerici ve modern bir Türkiye olma’’ sözü veriyor. Burada sözü edilen, TC’nin kuruluşundan sonra yapılan yenilikler ve devrimler. Mesela bu ilerici sözler içerisinde bu günlerde gündeme giren ve üzerine çokça konuşulan Ayasofya’nın müze yapılması vaadi de var.

‘‘Lozan’a gidilecek yol maalesef ki Londra Barış Konferansı’ndan geçiyor’’

Kürtlerin kültürel hakları dahil, hiç bir hak verilmemesi şartı ile savaş galibi devletlerin her önerisi Türkiye delagasyonu tarafından kabul edilmiş görünüyor. Fakat bu konferansta kesin sonuç alınamıyor. Burada tekrar belirtmemiz gereken, Kürtlerden herhangi bir temsilcinin konferansta olmaması. Emin Ali Bedirxan Kürt Sosyal Ligi Başkanı olarak, Konferans başkanlığına mektup yazıyor ve Kürtlerin haklarının göz ardı edilmemesi ricasında bulunuyor. Tarihin cilvesine bakiniz ki ‘‘Eski delegemiz Şerif Paşa’nın daha önce savunduğu görüşler doğrultusunda’’ diye başlıyor mektup. Bu temelde Kürtlere haklarının verilmesini talep ediyor. Fakat tahmin edileceği gibi Kürtlerin isteklerine cevap verilmiyor. Lozan’a gidilecek yol maalesef ki Londra Barış Konferansı’ndan geçiyor.

Kürt Ligi’nin 24 Ekim 1924’te Milletler Cemiyetine gönderdiği memorandum. Emir Ali Bedirxan ve Memduh Selim Bey tarafından imzalanarak gönderilmiş belge.

Milletler Cemiyeti’nde, Irak’taki Kürt sorunu kimlerle ve hangi esaslara göre ele alınmış ? Kürtler kimler tarafından ve nasıl temsil edildi ? Kürtler için hangi kararlar alındı (Dört parça Kürdistan bazında).

Lozan antlaşmasının imzalanması ile Kürtlerin ülkesi bölünüyor. Bunun üzerine Kürt temsilcileri Milletler Cemiyetine baş vuruyor. Başvurular çok değişik grup ve kişiler tarafından organizasyon olmadan amatörce yapılıyor. Yani gerek galip devletler gerek uluslararası kuruluşlar ne yazık ki karşılarında Kürtleri temsil eden tek bir grup bulamıyorlar. Ayrışmalar, istifalar, bölünmeler Kürt isteklerinin kredisini kıran durumlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle Kürt temsilcilerin mektupları yanıtsız kalıyor. Bu konuyla alakalı arşivlerde karşımıza en çok çıkan durum şu ; Uluslar arası kuruluşlarda ve devletler arası görüşmelerde, Kürt ve Kürdistan konuları konuşulduğu zaman Kürt temsilcilerinin yetersiz ve hazırlıksız oldukları vurgulanıyor.

‘‘Kürtler, Miletler Cemiyetine mektuplar gönderiyor ve başvurular yapıyor’’

1 Ekim 1924 tarihinde Kürt Ligi bir memorandumu (Diplomatik Nota) Miletler Cemiyetine sunuyor ‘‘Kürtlerin haklarının verilmesi, korunması ve geliştirilmesi’’ talebinde bulunuyor.

2 Ekim 1926 da Milletler Cemiyeti ‘‘Irak’taki Kürt bölgelerinin idari yöntemine’’ karar vermek için toplanıyor. Çünkü Iraklı Kürtler ‘‘Kürt bölgelerinde Kürt memurlarının çalışması, mahkemelerde, okullarda Kürt dilinin kulanılması’’ taleplerinin Milletler Cemiyeti tarafından karar altına alınmasını istiyorlar.

8 Haziran 1932 tarihinde Yussel Malek ve Tevfik Vehbi, Asuri ve Kürt temsilcileri olarak Fransa’nın Miletler Cemiyeti Başkanına mektup gönderiyorlar. Bulduğumuz baska bir belgede Tevfik Vehbi’nin Türk ordusundan 1919’da kaçıp Kürt güçlerine katılan Kürt bir subay olduğudur. Tevfik Vehbi’yi Fransız yetkililer tanımadıkları için istek karşılıksız kalıyor.

20 Kasım 1937 tarihinde Dersim’den Miletler Cemiyetine bir mektup gönderiliyor ve mektupta ‘‘Halkımıza karşı yapılan soy kırımın önlenmesini istiyoruz’’ deniliyor. Mektuplar Fransızca kaleme alınmış. Bu dönemde karşımıza çıkan en vahim durum Kürtlerin hiç dostlarının olmayışı ve Kürt liderlerin mektuplar, dilekçelerle Kürtlerin haklarını aramaları. Kürdistanı kurmak istiyorlar ama doğrudan hiç bir ülkeyle temasları yok. Fransızların meşhur bir sözü vardır ; ‘‘Gelmeyenler her zaman hatalıdır (bir hak alamazlar) ’’ Bu söz o zamanki Kürt temsilciler için söylenmiş gibi duruyor.

Fransa, İngiltere’nin Kürdistan Bölgesinde ayaklamayı tesvik ettigini söylüyor bir belgede. Bunu hangi somut gerekçelere dayandırıyor ? Fransa ve Türkiye’nin o günlerdeki ilişki ve çelişkileri nelerdi ?

İkinci Dünya Savaşına kadar dünyayı idare eden iki güç vardı. Fransa ve Ingiltere. Doğal olarak çıkarları da çakışır, anlaşmazlıklarıda olur. Bu devletler önce kendi aralarında anlaşır, sonra bölerler. Suriye’de Fransa’nın, Irak’ta İngiltere’nin misyonu gibi. Diğer taraftan Fransa ve Osmanlı’nın her zaman yakın ekonomik, ticari ve politik ilişkileri var. Fransızca dilinin 1960-70 yıllarına kadar Türkiye’de konuşulan birinci yabancı dil olması bu ilişkiyle yakından ilintilidir.

‘’Fransa ile Türkiye’nin ilişkileri 1930’larda en üst seviyededir’’

Fransa’nın, Türkiye ile ilişkileri 1930’larda, Kürtlerle ilişkilerinden daha üst seviyededir. Örneğin Türkiye’nin bu gün Rojava’ya dayattığı Kürtlerin sınırdan 20-30 KM uzak kalmaları talebi, yani sınır boyunca bir Türk kemeri oluşturma niyeti, daha o zamanlara dayanır. Bulduğumuz bir arşiv dokümanında, Türkiye resmi olarak 1942 yılında Fransa’dan (Suriye, 1946 yılına kadar Fransa mandasıydı) Suriye’ye sığınan Kuzeyli Kürtlerin Türkiye sınırına 50 KM’den daha fazla yaklaşmamalarını talep ediyor.  Özellikle 10 ağustos 1942 yılında Kamuran Bedirxan ve arkadaşlarına bunun uygulanması isteniyor. Fransız devleti de bunu uyguluyor. Ek bilgi olarak ; Hatay’ın Türkiye’ye bırakılmasındaki Fransa’nın rolüde, Türk- Fransız dostluğu küçümsenmeyecek düzeydedir.

Ağrı isyanının yenilgisinde Türkiye, İran ve Rusya İşbirliği hangi esaslar üzerinden yürütüldü ? Bu devletler İsyanın bastırılmasında nasıl bir rol oynadı ?

Ağrı isyanı, Türkiye-Rusya-İran üçgeninde yaşanmış büyük bir serihıldandır. Ele geçirdiğimiz arşiv belgelerinde her 3 devletin bu Kürt Serihıldanı’na karşı birlikte hareket ettikleri bariz bir şekilde görülüyor. Bölgede her üç devletinde sınırlarda askeri güçleri var. Ağrı Dağı sınırlarına yakın Türk askerleriyle savaşan Kürt güçleri taktik gereği ya İran sınırına yada Rus sınırına çekiliyorlar. Bu iki devletin güvenlik güçlerinin ateşi arasında kalıyorlar. Bir çok Kürt savaşçısı öldürülüyor. Tutuklananlar oluyor, Türkiye’e iade edilenler oluyor. Bu devletlerden İran, hiç bir zaman Kürtlerin güç olmasını istemedi. Bunuda Türkiye ile yaptığı anlaşmalarla yasallaştırıyor. Mesela Sadabat Paktı 8 Temmmuz 1937 yılında imzalandı. Bu sağlanan pakt sınırların korunmasdıyla ilgili gelişen bir anlaşmadır. Ruslara gelince, Kürtler kendilerini ne kadar, kominist, Marxist, Leninist olarak deklare ederlerse etsinler (Kürtler o zamanlar Rusya’ya sempati duyarlardı) Ruslar kendilerini her zaman Türkiye’ye daha yakın gördüler. İstanbul Taksim’de bulunan Atatürk ve arkadaşlarının heykelleri arasında iki Rus generalin oldugunu bilmeyen Kürtlerin çoğunlukta olduğu kesin bir durumdur.

‘’SSCB, Ağrı Kürt serihıldanının bastırılmasında önemli bir rol üstleniyor’’

 SSCB, Kürt hareketlerinin bastırılmasında aktif roller üstleniyor. O dönemler bunun farkında olmayan Kürt gençleri meydanlarda Lenin’i savunuyorlar. Belgelerde, Doğu Kürdistan’dan Agrı Dağı isyanına katılmak için gelmek isteyen Kürt aşiretlerinin sınırı geçmelerinin İran ve Rus askerleri tarafından önlendiği rapor ediliyor. Sınırları geçenlerde ya vuruluyor yada hapse atılıyor. Örneğin, İran askerinin koruyamadığı dağlık İran bölgesine Türk güçleri yerleştiriliyor. Belgelerde olaylarla ilgili Fransa’nın Türkiye, İran ile Irak Büyükelçi ve Konsoloslukları ayrıntılı bir çok bilgiye yer veriyor.  Ancak hepsini burada anlatmak mümkün değil.

Fransız Arşivi’ndeki 7 Kasım 1931 tarihli belgeye göre Xoybun silahlı mücadeleden geçici olarak vazgeçecek ve İsrail modeline göre topluluklar içinde örgütlenecek. Bu Xoybun ile yapılan bir anlaşma metni mi ? Bu anlaşma kimler arasında ve hangi esaslara göre yapıldı ?

Arşiv belgelerinde Ağrı başkaldırısı, Kürt serihıldanları içerisinde önemli bir yer tutuyor. Koçgiri İsyanı gibi iyi organize edilmiş bir serihıldandır. Kürt güçleri belli bir bölgeye hakimdirler. Profösyonel askerleri ve değişik kalitede silahları var. Gazete çıkarıyorlar, bildiri yayınlıyorlar. Bir kaç defa Türkiye temsilcileriyle barış görüşmeleri de yapıyorlar. Serihıldanın Lideri İhsan Nuri Paşa asker kökenli, entellektüel ve modern bir kişi. Aşiret ağaları ve din adamlarının bu serihıldanlardaki rolleri ikinci planda kalıyor. Koçgiri serihıldanı Kürdistan Teali Cemiyeti tarafından, Ağrı serihıldanı ise Xaybun tarafından destekleniyor. Ağrı serihıldanı bastırıldıktan sonra, 5 Mayıs 1932’de ‘‘Mecburi İskan Yasası’’ çıkartılıyor ve tehlikeli görülen Kürt aşiretleri Batı’ya sürgün ettiriliyor. Yani bölgede Kürt gücü bırakılmıyor. Xaybun’da bu şartlar altında politika degiştirerek yeni yöntemler bulmaya çalışıyor. Bulduğumuz bir arşiv belgesinin başlığı şu şekilde : ‘‘Xaybun İsrail modelini uygulayacak’’. Elimizde bu belgenin ilk iki sayfası var. Diger sayfaları kayıp. Bu kayıp sayfaları bulamadığımız için elimizde ayrıntılı detaylar mevcut değil. Bu nedenle belgenin sonuna doğru kalan sayfalar bulunamadı notunu düştük. Arşiv belgelerinden öğrendiğimiz kadarıyla Xaybun bu dönemde aşırı düzeyde maddi sıkıntılar yaşıyor.

‘’Şeyh Said’in özel sekreteri Liceli Fehmi Bey, Türkiye’nin çıkarttığı bi raf kapsamında ‘‘Bin Xet’’ten Türkiye’ye dönüyor’’

Şeyh Said’in özel sekreteri Liceli Fehmi bey, Xaybun’un aktif bir üyesidir. Türkiye’nin çıkardığı bir af kapsamında Türkiye’ye dönüş kararı alıyor. Af kanununa rağmen mahkemeye çıkartılıyor ve hapis cezasına çarptırılıyor. Daha sonra zorunlu olarak Burdur’da ikamet ediyor. Hayatını bir PTT şubesinin önünde arzuhalci olarak geçiriyor. Aynı şekilde diğer bir çok Kürt lideri ve aydını da gittikleri farklı ülkelerde maddi sıkıntılar yaşayarak hayatlarına devam ediyorlar.

Fransa’nın Suriye ve Lübnan’da Kürtlerle ilişki biçimleri hangi esaslara göre yürütülüyor ? Fransa’nın Rojava Kürtleri için çözümü nedir ? Hangi anlaşmalarla Kürt aşiretleri sılahsızlandırıldı ve Arap aşiretlerinin insafsızlığına teslim edilerek daha sonradan Kürt bölgelerinde ‘Arap Kemeri’nin oluşumuna izin verildi ?

Suriye’yi kuran Fransa. Kurmakla kalmadığı gibi, Suriye’nin başına geçen Arap liderleri de destekledi. Kürtlere yapılan zulme göz yumdu ve sesiz kaldı. Kürtlerin Suriye’de Fransız devleti tarafından yüz üstü bırakılmış olmaları, bu gün oldukça geniş Fransız entellektüelleri tarafından haksızlık olarak dile getiriliyor. Tabi bunda Kürtlerin Fransa’yı IŞİD belasından kurtarmalarının payı büyük. Bilhassa 2015 yılında IŞİD’ın Fransa’da yaptığı katliamlar, Fransızların bilinçaltında canılığını koruyor. Bu tür olayların Fransa’da bugün son bulmuş olmasını bir çok Fransız, Kürt güçlerinin varlığına bağlıyor. Fransa’da her tabakada insanın Kürtlere karşı büyük bir sempatisinin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu görüş en sağından en soluna bütün Fransızları kapsıyor.

Haco Ağa’nın Fransa’nın Beyrut Yüksek Komiserliğine gönderdiği mektubun ön yüzü

‘‘Türkiye ile Fransa ilişkilerinde bugünkü durum üzerine’’

1990 ve 2000’li yıllarda Fransa ve Türkiye’nin ilişki ve antlaşmaları, iki ülke arasındaki ticari iliskilerle yakınen bağlantılıydı. Oysa politik görüş ayrılıkları son dönemlerde daha çok önem kazandı. Suriye, Libya ve Yunanistan bağlantılı Doğu Akdeniz problemleri ticari ilişkileri ikinci plana itti. Geçmişte olduğu gibi Fransa’nın Türkiye içerisinde yaşanan Kürt sorunu, insan hakları ve demokrasi ihlalleri gibi konulara müdahale etmezse şayet ilişkiler belli bir düzeyde ilerleyebilir.  Fakat eskisi gibi Türkiye’nin Fransa’ya ‘sizden uçak alırız, size büyük ihaleler veririz vb. Ticari teklifler ilişkilerin düzelmesine yol açamaz. Macron ile Erdoğan çekişmesi Yunanistan’la alakalıdır. Şunu da belirtmekte fayda var ; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış politikası doneleri bu versiyonları içerir. Bu açıdan bakıldığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürtlere yaptığı iyilik küçük görülmemeli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’in Kürt sorununu ulusal düzeyden uluslararası bir sorun haline evirmesi Kürtler için her yönüyle kazançtır. Diyebiliriz ki Fransa ile Türkiye arasında 1930 yıllarındaki iyi ilişkiler bu gün çelişkilere dönüşmüş durumda. Rusya ve Çin’in bilhassa Afrika’da etkili olmaları Fransa’ya 1945 özlemini aratıyor. Türkiye’nin Suriye ve Libya girişimleri, Fransa’yı daha da motive ettiği intibası var. Aslında rekabet daha yeni başlıyor.

Sonuç olarak şu temel noktaya dikkat çekmek istiyorum ; bugün Kürtler üzerine iyi bir çalışma yapabilmek için geçmiş olayları doğru bilmek gerekir. Tarihini bilmeyenler geleceklerine yön veremezler ve doğruya ulaşamazlar. Bu gizli belgeler Kürtlerin atalarının yaptıkları eksik ve yanlışları öğrenmek ve bu hatalara bir daha düşmemek için kıymetli ve değerlidir. Değerli okuyuculara geçmiş tarihimizle ilgili belge ve bilgileri mutlaka okumalarını tavsiye ederim.

Kaynak: https://www.basnews.com/tr/babat/636165

Doçent Sabri Cigerli Kimdir ?

Sabri Ciğerli, Bingöl’ün Yayladere nahiyesinde doğdu. 1982 yılında Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. İki sene Londra’da yaşadıktan sonra 1988’de Fransa’ya yerleşti. 1992’de Paris X Nanterre Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde yüksek lisansını, 1995’te doktorasını tamamladı ve 1996 yılında yine aynı üniversite ile Paris VIII Saint Denis Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Doçent Dr. Ciğerli, 1998 yılında Fransa Üniversitelerarası Kurulu tarafından doçentliğe lâyık görüldü. Türkiye’de yüksek öğrenim sisteminde de doçent ünvanı taşıyan Sabri Ciğerli’nin Ortadoğu, Türkiye ve Kürtler konularında yayımlanmış çok sayıda Fransızca makalesi ve kitapları bulunmakta.