Bu yazımızda jurnalcilik yanı ağır basan ve Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketiyle ilgili bir muhbirlik faaliyetinden söz edeceğiz. Meseleyi kavrayabilmek için de hadisenin faili ve öznesi olan ve bir dönem bu örgüte mürşitlik yapan Suriye İhvan’ının tarihi şahsiyetlerinden Adnan Saadeddin’den bahsedeceğiz. 1929’da dünyaya gelen A. Saadeddin Hama, Halep ve Kahire şehirlerinde hem ilahiyat hem de Arap edebiyatı dersleri alarak büyüdü. 1945’te kurulan Suriye İhvan’ı örgütüne girdiğinde yaşı henüz 16 idi. Çok sayıda tanınmış Mısırlı ve İslam dünyası din âlimiyle görüşüp kitaplarını okudu. 1947’de İsrail işgaline karşı mücadele etmek isteyen gönüllü İhvancılar Birliği’nin başına geçti. Şam’a dönüp 1960’ta üniversiteyi bitirdi. Hızla yükselerek 1975 yılına kadar örgütün mürşidi (dini rehberi); bir yıl sonra da örgüt önderi (El Murakqib’ul Em) oluverdi.

A. Saadeddin, Levant (Ürdün, Lübnan, Filistin ve Suriye) İhvancılar platformu ile Nil Vadisi (Mısır, Sudan, Libya, Tunus, Cezayir, Fas ve Moritanya) İhvancılar blokunu kurmak için çok çalıştı. Bu amaçla halkı Müslüman olan birçok ülke ile Amerika ve Avrupa’nın önemli şehirlerini dolaştı.

Türkiye’ye Sığındılar

28 Eylül 1978’de örgüt, üç aşamalı bir isyan/kalkışma planı hazırladı. Maksat, başta Hafız Esad olmak üzere iktidardaki Baas rejiminin halktan ne kadar tecrit edilmiş olduğunu fiiliyatta da göstermekti. İhvan, mezhepçi ve İslamcı söylemlerle kitleleri sokaklara döktü. Anayasada “devlet başkanının Sünni olması gerektiği” maddesine istinaden “Alevi (ve dolayısıyla kâfir sayılan) inançlı Esad” karşıtı protestolar düzenledi. Suriye ordusu devreye girip sükûneti sağladı. Esad, mezhepçiliği kışkırtan İhvancıların tertibini bozmak için Emevi Camii imamı huzurunda mezhep değiştirip Sünni olduğuna dair bir merasim düzenledi. 1 Aralık 1978’de rejime karşı silahlı mücadele aşamasına geçme kararı alanlardan biri de Adnan Saadeddin idi. Gerekli silahlar ve militanlar temin edilmişti. 16 Haziran 1979’da silahlı bir birim, Halep Topçu Okulu’na baskın yapıp 83 askeri öğrenci ile 60 kadar eğitim subayını katletti. Acil tehlike kokusu alan ordu misilleme yaparak isyanı şiddetle bastırdı.

27 Haziran 1979’da ilk elde yakalananlardan 15 İhvan militanı idam edildi. Üç gün sonra Esad, “mezhepçi fitne çıkaranların mutlaka cezalandırılacağını ve tasfiye edileceğini” açıkladı. İhvan önderleri Türkiye, Ürdün, Suudi Arabistan ve Irak’a kaçarak bu ülkelere sığındı. Tutuklama ve katletme furyasına tepki koyan Adnan Saadeddin ise rejime karşı topyekûn seferlik ve silahlı ayaklanma yöntemini benimsedi.

9 Kasım 1980’de İhvan’ın üç önderi Adnan Saadeddin, Said Havva ve Sadreddin Beyanuni “Suriye’de İslam Devrimi” çağrısını yaptılar. Rejimle uzlaşmayı reddederek silah bırakmadan mücadele edileceğini duyurdular. “İslami Cephe” bu amaçla kuruldu. Suriye Baas Partisi’nin amansız rakibi Irak Baas Partisi ile lideri Saddam Hüseyin’in “silah, kadro ve para yardımı yapacağı vaadine” kanan İhvancılar, Şubat 1982’de kitlesel Hama Ayaklanması’nı başlattılar. Suriye ordusu amansız bir operasyon yaptı, sivil-silahlı ayrımı yapmadan belli mahalleleri karadan ve havadan bombaladı. Farklı kaynaklara göre katliamdan ölenlerin sayısı 5 bin ile 30 bin arasında değişiyordu. Bu kanlı olaydan sonra ömrünün büyük kısmını Körfez’deki Arap ülkelerinde siyasi mülteci olarak geçiren Adnan Saadeddin, 2010 yılında öldü.

Sürgün yıllarında Türkiye’ye gelip bir süre kalan ve bu arada dönemin Milli Görüş geleneği ileri gelenleriyle (başta Necmettin Erbakan olmak üzere) buluşan İhvan önderi, ölümünden önce yazdığı beş ciltlik anılarında Türkiyeli politikacılar ve aralarında istihbarat görevlilerinin de bulunduğu kimi yetkililerle görüşmelerine değiniyor ve onlara hangi konularda rapor tarzında bilgiler aktardığını da yazıyor. (1)

Nasıl İlişki Kuruldu?

Arapça yayımlanan hatıratı, “El İhvanu’l Muslimin F’il Suriye” (Suriye Müslüman Kardeşleri) isimli kitabının beşinci cildinde Adnan Saadeddin Türkiye’deki ilişkilerini anlatıyor. Dokuzuncu bölümün başlığı ise “Kardeş Türkiye Cumhuriyeti”dir. Biz, kitaptan (s.362-365) ilgili hususları aktaracağız: “1976 yılında Genel Başkan (Arapçası El Muraqib’ul Em) görevini üstlendikten sonra, (İhvan mensubu) kardeşlerimizle Türklerle hem resmi hem de halk düzeyinde nasıl ilişki kuracağımızı istişare ettik. Bunun birçok nedeni vardı: Tarihimiz, coğrafyamız, sınırımız ve maslahatımız müşterekti. Ayrıca çok sayıda (İhvancı) kardeşimiz Suriye’den kaçıp Türkiye’ye ve başka ülkelere sığınmışlardı. 1977’ye girmeden Türkiye’yi ziyaret ettim. Orada Prof. Necmeddin Erbakan ile buluştum. Kendisi Milliyetçi Cephe (1977’de kurulan AP-MHP-MSP koalisyon) hükümetinde başbakan yardımcısı idi. Evinde sahur yemeği yedik. İşbirliği yapmak maksadıyla özel bir sohbette bulunduk. Hususi olarak ders müfredatları üzerinde durduk.

Suriye İhvan’ı ülkenin iç savaşa sürüklenmesinde başrol oynadı.

Erbakan ve Rabıta İle İlişki

Ben, Birleşik Arap Emirlikleri okullarında dini müfredat uygulayan ilgili dairenin sorumlusu olduğumdan, Erbakan Hocaya ayrıntılı bilgiler sundum. Pek heyecanlanıp heveslendi. Zira İslami değer ve kavramların öğrenilip yaygınlaşması bakımından bu tür bir müfredatın Türkiye’deki okullarda gelecekte hayata geçirileceğini umuyordu.

O tarihten itibaren Hocanın lideri olduğu Milli Selamet Partisi (MSP) ile irtibatımız hiç kesilmedi. Hoca MC hükümetine katılmıştı. Kendisine İçişleri Bakanlığı dâhil 7 bakanlık verilmişti. İhvan hareketinin ‘İrşad’ bürosu üyesi ve örgütün Genel Başkanı olmam sıfatıyla hem Erbakan Hoca hem de MSP ile çeşitli münasebetlerde buluşabiliyorduk. Mesela İstanbul’un Fethi merasimlerine katılıyorduk. Suriye’deki sıkı polis takibi, tutuklama furyası ve suikastlar nedeniyle örgütümüzden çok sayıda insan Türkiye’ye sığınıyordu. Ancak bu ülkeye gidenlerden bazıları tutuklanıyordu. Onları himaye edecek siyasi ve kanuni bir gerekçe de yoktu. Ne yaptıysak fayda etmedi. Neyse ki Allah’ın inayeti sayesinde Abu Dabi’den yayın yapan Nur’ul İslam (İslam Nuru) adlı televizyon programında Salih Özcan ile karşılaşıp tanıştık. O programda bizi Haçlı saldırılarından koruyan Osmanlı yönetimini övdüm. Bu süreçte ilişkimiz gelişti. Kendisini Ankara ve İstanbul’da ziyaret ettim. S. Özcan o sırada Faysal Finans Bankası Müdürü, Rabıta (merkezi Mekke’de olan İslam Dünyası Birliği) örgütü üyesi ve Millet Meclisi’nde milletvekiliydi.”

II

Suriye Müslüman Kardeşler Hareketi’nin (İhvan) lideri Adnan Saadeddin anılan kitabında buluşma ve sonrasını şöyle anlatıyor:* “S. Özcan, daha sonra önemli bir mevzuyu konuşmak maksadıyla Hartum’daki (Sudan) Hilton Oteli’nde acilen buluşmamızı isteyerek şöyle dedi: ‘Türkler (Türk yetkililer-F.B.) ile bir irtibat kanalı açılması için çalışıyordunuz. O sırada böyle bir ortam yoktu. Şimdi o münasip fırsatı yakaladık. Seni büyük bir şahsiyetle tanıştıracağım. Bu zat, Türkiye-Suriye sınırında görev yapan üst düzey bir yetkili olan kardeşini, sınır çatışması sırasında kaybetmiş. Bu yüzden Suriye rejimine karşı aşırı kin besliyor. Kendisi, seninle İstanbul’da buluşmaya hazırdır. Aynı zat, çalıştığı kurumda ikinci adam (yetkili/sorumlu) konumundadır.’

Üstat Salih Özcan, bu tanımı yaptı ancak bahsedilen kurumun adını vermedi. Bu iç istihbarat dairesi mi, yoksa genel (milli) istihbarat teşkilatı mı veya askeri bir kurum muydu? Üstat buluşma yeri ve zamanını ayarladı. Genel bir mekânda görüştük. İkinci görüşme, o zatın görev yaptığı kurumdaki özel ofisinde gerçekleşti. Kabul salonunda büyük bir çerçeve içinde Kuran-ı Kerim asılıydı.

O tarihten itibaren irtibat ve ilişkilerimiz gelişip sıklaştı. Bu sayede Türkiye’de tutuklanmış bazı Suriyeli kardeşlerimiz salıverildi. Sığınmacıların ilticası kabul edildi.

1984 yılında ilişkimizin ne olacağını kararlaştırdık. Ankara’yı bir toplanma ve faaliyet yeri olarak kullanacak, örgütümüz adına bir ofis açacak ve orada bir temsilci bulunduracaktık. Nitekim bu temsilci, bizleri utandırmadı; Türk yetkililerle hoş bir ilişki kurmayı başardı. Onların güvenini kazanmakla kalmadı, hızlı bir şekilde Türkçeyi öğrenmiş oldu.

Türkiye İhvan’a Alan Açtı

Türkiye, İhvan’a geniş bir hareket alanı açtı. Bağdat’taki müttefiklerimize (Saddam Hüseyin’in askeri-sivil bürokrasisi), Erbakan Hoca ile çevresine ve başka ülkelerdeki dostlarımıza, Ankara’daki kurumla kurduğumuz ilişki hakkında bilgi verdik. Esas hedefimizin, ülkede her türlü zulüm ve zorbalığı yapan Suriye’deki azınlık rejiminden (Hafız Esat ve Baas Partisi) kurtulmak olduğu hususunda bilgiler sunduk.

Türkiyeli yetkililer, onlarla işbirliği içinde olduğumuz süre zarfında seviyeli bir muamele gösterdiler. Örgütümüzün içişlerine karışmadılar. İdeolojimize, fikirlerimize ve prensiplerimize itiraz etmediler. Tam tersine, hedef ve ilkelerimizi takdirle karşıladılar. Müslümanlığımızı ve İslam için çalışmamızı beğendiklerini ifade ettiler.

Başka bir ülkede olmadığı kadar bize imkân tanıdılar ve geniş bir hareket alanı açtılar.

Türk yetkililerini, bize böylesine yardım etmeye yönelten ana güdü ve sebep ise şuydu: Suriye rejimi, Türkiye topraklarında istikrarsızlık ve huzursuzluk çıkarmak için elinden geleni ardına koymuyordu. İlaveten Türkiye’nin güneyindeki Kilikya (Adana) ile İskenderun Livası (Hatay ili) ve çevresinde yaşayan Nusayri (Arap Alevi) azınlığa el atıp onu, bahsedilen amacı için kullanma çabasındaydı.

Bu tür istihbarat bilgileri, iktidardaki Baas Partisi içinde bulunan bazıları tarafından Türkiye’ye sızdırılıyordu. Mesela Lazkiye’deki Baas yetkilileri, 1985’te Türkiye’den kaçıp bu şehre sığınmış bazı Nusayriler (muhtemelen Hatay bölgesindeki bazı solcu-devrimci fraksiyonlar-F.B.) ile özel bir toplantı yapmıştı. Orada Türkiye’den gelenler, Baas Partisi’nin il başkanı Gazi Hadra’ya ha bire soruyormuş: ‘Türkiye’de ne zaman eylem yapacağız?’ Gazi Hadra da cevaplıyormuş: “İlgili subay ve sorumlularımız hazır olduklarında planımızı hayat geçireceğiz. Zira Türkiye’de 10 milyon kadar Nusayri kardeşimiz mevcuttur.”

Kitabın 371 ve 373’üncü sayfalarında Suriye’nin Türkiye’de kargaşa çıkarmak için planladığı karşı hamleden bahsediliyor. Buna göre: “Türkiye’den nefret eden bazı Ermeniler, Türk toplumuna zarar vermek maksadıyla birçok eylem, suikast gerçekleştirdiler. Bu yıkıcı faaliyetler Suriye yönetimi nezdinde memnuniyet yarattı. Suriye İstihbarat Şefi Ali Duba, 23 Ekim 1983 yılında ASALA şefleriyle Cenevre’de buluşmuştu. Daha sonra ASALA militanlarına Halep ve Şam’da barınacak yerler tahsis edildi. Bazı Ermeni gençlerine Suriye’deki Kamışlı, Keseb ve Ras’ul Basit gibi askeri kamplarda eğitim verilmeye başlandı.

Öte yandan Suriye, Alevi azınlığın hükmettiği bir Alevi devleti olmasından ötürü Aleviler ile Nusayrilerin Türkiye’de iktidarı ele geçirmesine yönelik planların peşindeydi. Bağlantılı olarak Nusayrilerin sürekli mal-mülk ve arazi edinmeleri teşvik ediliyordu. Paralar da Suriye yönetiminden gidiyordu. Planın hayata geçirilmesi için kurulan Yüksek Komite’nin içinde Hafız Esat’ın kardeşi Cemil Esat, kaynı Adnan Mahluf, Dr. Vahib Ğanem, Albay Riyad Hayırbek bulunuyordu. Asıl amaç, Türkiye’nin güney sahil bölgesinden Lübnan’a kadar uzanan sahil bölgesinde bir Alevi devleti kurmak idi.”

Suriye yönetiminin bahsedilen proje dâhilinde Hatay bölgesindeki Alevi militanların (muhtemelen solcu-devrimci gençler kastediliyor-F.B.) askeri ve siyasi bakımdan nasıl eğitimden geçirildiği kitabın 380-382’nci sayfalarında anlatılıyor. Ayrıca para ve silah yardımı yapıldığı iddia ediliyor. Ek olarak kendilerine Suriye kimliği ve pasaportu temin edildiği de ileri sürülüyor. Aynı çerçevede Türkiye’ye kaçırılan silahlardan bahsediliyor ve bu durum Alevi iktidarını kurmaya matuf planın bir parçası gibi sunuluyor. Bu arada Dev-Sol, Dev-Genç, PKK ve KDP gibi bazı örgütlerin isimleri de zikrediliyor. Son derece mezhepçi bir dil kullanan Adnan Saadeddin, bir adım öteye giderek şöyle bir bilgi veriyor: “Suriye rejimi; Türkiye’deki yıkıcı solcuları ve bilhassa Kürtleri desteklemektedir. Bu yüzden Suriye toprakları, Türkiyeli yıkıcı solcular ile bölücü Kürt örgütlerin meskeni, sığınıp barınma yeri haline gelmiştir. Örgüt elemanları Suriye’deki kamplarda eğitiliyorlar.”

İhbar Ediyorlar

Adnan Saadeddin’in hatıratına bakılırsa; kendisi 1976 yılından itibaren Erbakan ve MSP sorumlularıyla, daha sonra da Salih Özcan ile görüşmüş. Özcan aracılığıyla Türk istihbarat birimlerinde görevli üst düzey bir yetkiliyle buluşmuş. Şu noktalarda anlaşmışlar: Türkiye, örgüt mensuplarına dokunmayacak, kimine iltica hakkı verecek ve İhvan için bir faaliyet bürosu açacak. Buna karşılık İhvan mensupları da Suriye’nin Türkiye karşıtı faaliyet ve planları hakkında sızan bilgileri ilgili Türk kurumuna ulaştıracaklar. Aynı şekilde 12 Eylül Cuntası döneminde Suriye ve Lübnan’a kaçıp Filistinlilerle birlikte faaliyet gösteren Türkiyeli devrimcilere ilişkin istihbarat bilgilerini de sunacaklar.

Öte yandan, 1990’ların başında, dönemin basın mensupları arasında şu tür bir söylenti veya rivayet dolaşıyordu: PKK ve A. Öcalan’ın Suriye tarafından himaye edilmesinden bizar olan görevli devlet kurumları, “Bilhassa Yalova ve İstanbul’da barınan İhvan sorumlularını Türkiye’den çıkarma karşılığında, Esat yönetiminin Öcalan’ı ülkesinden çıkarması yolunda bir karar almışlar… Bu kararı, Suriye hükümetine götürmesi için de Milli Görüş geleneğinin devlete yakın aksakallı (şimdi hayatta olmayan merhum) politik şahsiyetten rica etmişler. Bahsi geçen elçi konumundaki aksakallı, bu kararı öneri şekline dönüştürerek gereken yere ulaştırmış…”

O sırada aktif gazeteciliği bıraktığımdan, hayli ilgimi çeken bu ilginç söylentinin doğru olup olmadığını teyit etmek için ardına düşemedim. Umarım günün birinde bu nokta da aydınlanır.

Faik BULUT: Araştırmacı-Yazar

1-) https://www.ikhwanwiki.com/index.php?title=, Ağustos 2010., https://www.aljazeera. net/news/arabic/2010/8/1/, 1 Ağustos 2010. http://www.odabasham.net/113942- 5 Mart 2020.

*https://www.ikhwanwiki.com/index.php?title

https://www.birgun.net/haber/suriye-musluman-kardesler-orgutu-ile-turkiye-iliskisi-414308