Seçimin birinci turu bitti ama tartışma, sürtüşme, suçlama ve sandıktaki hilelere ilişkin iddialar bitecek gibi değil. Seçim sırasında ve oylama sürecinde gerçekleştirilen oyunlar hakkında yeni belgeler ortaya çıkmaya devam ediyor. Komplo teorilerini aratmayacak türden sosyal medya paylaşımlarının ise haddi hesabı yok. CHP çevresi veya sempatizanlarınca paylaşılan sesli ve yazılı mesajlara bakılırsa aslında Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 52 oranında oy almış, Recep Tayyip Erdoğan ise yüzde 43-44 bandında kalmış. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul’dan Ankara’ya gidip duruma müdahale etmek istemiş; fakat yapılan görüşmeler ve pazarlıklar neticesinde mevcut durumda sükûneti koruyarak ikinci tur seçimlerinin yapılması kararlaştırılmış!!!

Ne olmuşsa olmuş, zamanla hepsi gün yüzüne çıkacaktır. Biz bugüne yani ikinci tur seçimlerine bakalım: Şu anda Recep Tayyip Erdoğan yüzde 49.25, Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 45.05, ATA İttifakı adayı Sinan Oğan ise yüzde 5.28 oy oranına sahip. Cumhurbaşkanlığı seçiminde rakibinin 4.5 puan (kabaca 2.5 milyon oy) önünde olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçime avantajlı girmiş görünüyor. Ancak toplama bakılırsa muhalefet önde görünüyor.

Erdoğan fiiliyatta seçime avantajlı girmiyor ancak muhtemelen moral olarak biraz daha iyi durumda. Ülke seçmeni, genellikle yarışta önde gidene veya birinci sırada olana oy vermeye eğilimlidir. Diğer yanıyla bakılırsa bu seçim kaldığı yerden devam etmekle birlikte, sayıların moral üstünlüğünün fazla kıymeti bulunmuyor. Yani yarış sıfırdan başlatılıyor.

Kanımca seçim sonuçlarını “İktidar partisi için büyük bir zafer, muhalefet için ise ciddi bir hezimet!” olarak gören Doç. Dr. Vahap Coşkun’un bu sözleri abartılıdır. Çünkü ilk turda Erdoğan ekibi lehine oy çıkarmak için teknik veya manuel hemen her türlü kural dışı yola başvurulmasına ve daha önemlisi devletin bütün imkânlarının kullanılmasına rağmen ilk tur kazanılamamıştır. Hatta 2015 seçimlerine kıyasla (yüzde 7.5 puan) oy kaybetmiştir. Yüzde 55-65 oranında oy alacaklarını böbürlenerek söyleyen AKP kurmayları ve tabanı sonucu görünce moralsiz kalmış ancak AKP önderliği ve Erdoğan, iktidarda olmanın avantajını kullanarak dağılmakta olan taraftarlarının moralini yükseltmiş, balkon konuşmasıyla onları yeniden çevresinde toplamayı başarmıştır.

Bir anlamda bu seçim, başında Erdoğan’ın olduğu devlet ile Yeşil Sol Parti (YSP) ve CHP (müttefikleri) arasında geçmiştir. Burada asıl kaybeden Erdoğan ile özdeşleşmiş olan devlet aygıtıdır.

Kâğıt üzerinde Erdoğan önde görünüyor. Peki, bu açığı kapatmak mümkün mü? Eldeki verilere bakalım:

  • T. Erdoğan ile K. Kılıçdaroğlu arasındaki oy farkı: 2 milyon 552 bin.
  • Sinan Oğan: 2 milyon 830 bin, Muharrem İnce: 283 bin.
  • Geçersiz oy: 1 milyon 36 bin.
  • Kullanılmayan oy: 8 milyon 500 bin.

Seçim sonrası sandık sonuçlarına itirazlar ile yeni yeni ortaya çıkan sahte oylar, sayım sırasındaki usulsüzlükler de göz önüne alınırsa, muhtemelen 1 milyona yakın oyla “oynandığı” tahmin edilebilir. Geçersiz oylar (1 milyon 36 bin) daha çok oy pusulasındaki karmaşadan kaynaklanmış olabilir: Mesela kimileri 4 cumhurbaşkanı adayının ve 25 partinin (ve bağımsız adayların) yer aldığı çarşaf uzunluğundaki oy pusulasındaki isimlerden hangisinin altına EVET mührünü vuracağını bilememiş, şaşırmıştır veya yanlışlıkla başkasına mührü basmıştır.

Bu kez bu türden karışıklıklar veya yanlışlıklar olmayacaktır. Hatalı ve geçersiz oyların sayısı daha da azalacaktır. Diğer yandan oy kullanmayan 8 milyon 500 bin kişinin üçte biri veya yarısı sandık başına getirilmeye ikna edilirse, Kılıçdaroğlu pekâlâ rakibini geçip yüzde 50+1 eşiğini aşabilir.

Böyle bir hedefin gerçekleşebilmesi için ilk tur ve öncesindeki uygulamalarla bakış açılarında değişiklikler gerekmektedir. Öncelikle kendini sosyal demokrat, Atatürkçü ve sıkı Kemalist sayanların halka üstten bakıp küçümseme ve hakaret etme huylarından vazgeçmeleri gerekir. Bahsedilen kesimlerin Türkiye’deki seçmenleri sınıflandırıp nitelemesinde bir yanlışlık var. Verilere bakalım:

  • Okuma yazma bilmeyen: 2 milyon 600 bin. Nüfusa oranı yüzde 3.
  • Okuma yazma bilen ama ilkokul mezunu olmayan: 9 milyon 500 bin. Nüfusa oranı yüzde 11.
  • 5 yıllık ilkokul mezunu: 20 milyon 800 bin. Nüfusa oranı yüzde 24.
  • 8 yıllık ilköğretim mezunu: 5-6 milyon (yaklaşık). Nüfusa oranı yüzde 8.

İkinci kümeyi oluşturanların profili de şöyledir:

  • Lise ve dengi okul mezunu: 18 milyon. Nüfusa oranı yüzde 21.
  • Yüksekokul mezunu: 11 milyon. Nüfusa oranı yüzde 13.
  • Lisansüstü öğrenim görmüş: 1 milyon 200 bin. Nüfusa oranı yüzde 1.5
  • Doktora yapmış kişiler: 400 bin. Nüfusa oranı yüzde 0.5

Bu durumda birinci kümedekilerin toplamı 48 milyon 500 iken, ikinci kümedekiler 30 milyon 600 bin kişidir. İlki genel nüfusun yüzde 64’ünü, ikinciler ise yüzde 36’sını oluşturuyor.

Olgu bir yanıyla doğrudur çünkü birkaç yıl önce AKP’li bir profesör açıkça, “Okulları kapatmak lazım ki iktidarda kalabilelim!” derken, AKP’li eski Enerji Bakanı Taner Yıldız da “Eğitim seviyesi arttıkça, AKP’nin oyları düşüyor” demişti. Yüksek Öğretim Kurulu Denetleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Bülent Arı ise “Ben daha çok cahil, okumamış ve tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum…” demişti.

Buna karşılık Kemalistler, Atatürkçüler ve CHP’nin farklı katmanları ise bunları “cahil veya cahil sayılabilecek kesim” şeklinde niteliyorlar. Seçim gecesi muhalefet seçmeninde hayal kırıklığı ve moral bozukluğu yaşandığında bilhassa CHP taraftarları, hayal kırıklığının yol açtığı karamsarlık sonucu, “cahil” diye sınıflandırdığı bu kesime saldırdıkça saldırdılar. Depremzedelerin AKP’ye niçin oy verdiklerini araştırmadan, adeta onların başına (‘deprem sırasında onca ekmeğimizi yediniz, giysimizi giydiniz ama bize oy vermediniz’ diyerek) kakınç ettiler.

Daha serinkanlı düşünüldüğünde, Millet İttifakı’nın “belli bir başarıyı” yakaladığı, buna karşılık ittifak yaptığı irili ufaklı ortaklara rağmen 7.5 puan kaybına uğrayan AKP’nin başarısız kaldığı görülmektedir. AKP’ye yakın bazı çevrelerin “İktidarda olmanın imtiyazlarından yararlanarak, deprem bölgelerinde ölenlerin yerine oy kullandırmak yahut kimi göçmen/mülteci kümelerini de devreye sokmak suretiyle üstünlük sağladığı” gündemdeki tartışmaların esas konusudur. CHP’den bir yetkili çıkıp bunları anlatarak kendi seçmenini sakinleştirmeyi akıl edememiştir. Dolayısıyla hayal kırıklığı ve karamsarlık, Millet İttifakı ve CHP içi didişme, sürtüşme, polemik ve suçlamalara dönüşmüştür.

Bize göre CHP’lilerin birinci grupta yer alanları “cahil” diye damgalamaları sosyolojik ve politik açıdan yanlıştır. Çünkü;

Bir: Okuma yazma eşittir cahillik denklemini kuranlar, eğitim düzeyi düşük olan sendikalı ve sınıf bilincine sahip işçiler ile örgütlü emekçilerin durumundan ya habersizdir ya da bunu bilemeyecek kadar halktan uzaktır. Örneğin HDP taraftarı Kürt seçmenin önemli oranı okuma yazması olmayan veya ortaokul-lise seviyesini aşmayan kimselerden oluşur. Ancak diğer seçmenlere kıyasla siyaseten daha bilinçli davranış ve tutum sergileyebilmektedir.

İki: AKP-MHP saflarında eğitimin her seviyesinde, yurtdışında eğitim görmüş ve yıllarca devletin çeşitli kurumlarında üst düzey görevlerde bulunmuş insanlarla Osmanlının son döneminden bugüne kadar varlığını devam ettirmiş milliyetçi-mukaddesatçı aydının varlığı görmezlikten geliniyor. Tabandaki yoksullar cemaat-tarikat himayesinde farklı ve hatta aydınlanma-cumhuriyet-laiklik karşıtı bir eğitim sürecinden geçirilmekteler. Yüksek tahsil görenleri ise daha çok Anglosakson küresel sermayesi ve Körfez petro-dolarları ile bağlantılı olan kadrolardır.

Konunun sosyal, sınıfsal ve küresel boyutu görülmeden yapılan analizler yüzeysel kalmaktadır. Sözgelimi CHP’liler 1980’lerin sonunda aldıkları belediyeler aracılığıyla öğrenci yurtları kurmuş olsaydılar çok lafı edilen “cahiller”, cehaletten kurtulmuş olacaklardı. 2000’lerin başında bile en güçlü oldukları Kadıköy Belediyesi’nin elinde tek bir öğrenci yurdu yokken, aynı bölgede Gülenciler ile diğer tarikatlara ait en az 20 yurt bulunuyordu. Avcılar Belediyesi (CHP), başta Süleymancılarla Gülenciler olmak üzere birkaç tarikata yurt yapma ruhsatı verirken, kendisine ait tek bir yurt bile yoktu. Aydınlanmacı iki özel yurt işletmesine ise destek bile verilmemişti.

Kusur ve kabahatleri “cahil halka” yükleyip işin içinden kolayca sıyrılmak olmaz. Kaldı ki suçlanan bu orta ve alt kesimlerin sanıldığı gibi cahil olmadığı; belki de sadece kendi menfaatlerine düşkün ve kaba bir deyimle “uyanık” oldukları da düşünülebilir. Gazeteci-yazar Nevzat Çiçek’ten bir alıntıyla örnekleyelim:

“Seçimlerde ‘TOGG’mu soğan mı?’ tartışmasıyla sembolleşen söylemle ilgili bazı bilgileri paylaşayım. AK Parti’nin seçim meydanlarında sık sık vurgu yaptığı yerlerde çıkan sonuçlar oldukça şaşırtıcı: TOGG fabrikasının bulunduğu Gemlik’te Erdoğan’a yüzde 46.53 oy verildi, AK Parti’ye 32.16. Güneş Enerjisi Santrali ile 2 milyon haneye elektrik sağlayacak bir güneş tarlası kurulan Konya Karapınar’da Erdoğan’a yüzde 66.74, AK Parti’ye yüzde 47.32 oy çıktı. Çin’den sonra dünyanın en büyük ikinci nadir toprak elementi sahası olan Eskişehir Beylikova’daki nadir toprak elementleri tesisinin kurulu olduğu ilçede Erdoğan yüzde 47.98, AK Parti 37.3 oy aldı. Akkuyu’nun bulunduğu Mersin Gülnar’da Erdoğan 52.37, AK Parti 24.92. Doğalgazın çıkarıldığı Filyos limanı Zonguldak Çaycuma’da Erdoğan 52.68, AK Parti 40.36…”

O halde onlara “cahil” demek yerine “eğitim ve bilgi açısından yetersiz” yahut “siyasal ve toplumsal açıdan ülkedeki/dünyadaki gelişmeleri kavrama bilinci olmayanlar, bütünsel mantık yürütemeyenler, bütünlüklü düşünemeyip günübirlik çıkarlarına bakanlar” denilebilir.

İkinci turda, AKP parlamentoda elde ettiği çoğunluğa vurgu yapacak. Böylece “Kılıçdaroğlu kazanırsa istikrarsızlık olur, güvenliğimiz tehlikeye girer” tarzında bir üslup kullanacaktır. Nitekim “milli güvenlik ve istikrar” söylemi, belli ölçüde toplumsal karşılığını buldu ve başarılı oldu. Görülüyor ki iktidar “din, iman” diyerek yani dini siyasete alet ederek, bir bakıma 20 yıldır buna inanarak kendine oy vermeyi “sevap”, karşı tarafa oy vermeyi “vefasızlık, ihanet, hidayet yolundan ayrılma ve günah” olarak algılayan kitleyi yine bu temelde kendi tarafına çekmeye çalışacaktır.

AKP’nin birinci turdaki avantajı Yeniden Refah, MHP, BBP, HÜDA PAR gibi müttefikleriyle milletvekilliği-cumhurbaşkanlığı için ortak çalışmasıydı. Bu turda sadece cumhurbaşkanlığı seçimi olacağından, acaba bu müttefikleriyle seçmenleri aynı şevk ve yoğunlukla sandık başına gidecekler mi? Üzerinde düşünülmesi gereken bir noktadır bu. Kanımca aynı durum Millet İttifakı içinde yer alan diğer partiler için de geçerli olmakla birlikte, ilk turda gördükleri sonuç bir kamçı işlevi görmelidir ki ileriyle doğru kararlı bir sıçrama yapabilsinler.

Oylamadan önce muhafazakâr kesimden aldığım bilgilere bakılırsa, İYİ Parti saflarındaki yüzde 4’lük bir kesim, AKP ile arka kapılarda diyalog içindeymiş. O tarafa oy verecekmiş! İçlerinden bazılarının boykot ettiği, diğerlerinin ise Erdoğan’a oy verdiği izlenimi var bende. En azından yüzde 1 kadar bir kesiminin Sinan Oğan’a gittiği söylenebilir. Keza DEVA, Saadet ve Gelecek Partisi seçmeninin bir kısmının sandığa gitmediği kamuoyunda konuşuluyor. O halde Millet İttifakı’nın, bu seçimi ölüm-kalım meselesi sayarak kendi tabanlarını hem motive etmesi hem de ikna ederek sıkı denetim altına alarak sandığa götürmesinden başka çıkış yolu yoktur. Esas “beka” meselesi budur, bu olmalıdır.

Erdoğan’ın ekonomi yönetimi, siyaset anlayışı, demokrasi anlayışı ortadadır. Başkanlık seçimi ‘Erdoğanizm gitsin mi kalsın mı?’ şeklindeki bir referanduma dönüştürülebilir. İktidarın ekonomi, kadına bakış, göçmen sorunu ve deprem yönetimindeki başarısızlığı sorgulanıp somut alternatifler sunulmalıdır… Keza “depremzedelere konutları bedava yapacağım” demek yerine, “kazanır kazanmaz, konutlarınızın temelini birlikte atıp yuvanızı kurarız” tarzında bir söylem kullanılmalıdır.

En başta CHP ile müttefiklerini başarısızlığa yönelten seçim kampanyası ekipleriyle danışmanların gözden geçirilip değiştirilmesi gerekmektedir.

Kılıçdaroğlu’nun “Biz bu vatanı sokakta bulmadık” başlıklı konuşmasındaki beylik sözleri ile olumlu ve olumsuz ifadeleri olduğunu söylemeliyim. Belli ki milliyetçi, vatansever çevreleri yanına çekmeye çalışıyor. Kendince anlaşılabilir bir tutum. Görünen o ki AKP ile onların trol benzeri yapılanmaları, “Kürtler, bölücülük” üzerinden o kadar yüklendiler ki, panikleyen CHP içindeki Kemalist, Atatürkçü kesimler ile Millet İttifakı saflarındaki milliyetçi-mukaddesatçı kesim, adeta bu psikolojik savaşın esiri/tutsağı haline gelivermiştir.

Sinan Oğan’ın oylarının yüzde 5 olması ve ikinci turda kiminle görüşüp oylarını hangi yöne yönlendireceği meselesini de ilave edersek ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Kılıçdaroğlu, bütün partilerden “Kürt sevmezlerin el birliği yaptığı” bir zeminde ikinci tura girecektir. Nitekim CHP’li Kemalist-Atatürkçü-milliyetçi kanadı seçimi kaybetmenin baş sebebini HDP-Yeşil Sol Parti (YSP) ile yakınlaşmada görüyor. Seçim sürecinde bile, bazı Kürt siyasetçilerinin yersiz ve zamansız, bazen de eskiden sarf ettiği sözleri vesile ederek Kürt siyasi hareketine alabildiğine verip veriştirdiler.

Bir taktik olarak seçim sonuna kadar bekleme temkinliliğini bile gösteremeyen bu yargılayıcı ve suçlayıcılar, Milli Mücadele’nin başlangıcında Dersim ağaları ile Silvan şeyhlerine gidip, taktik icabı bile olsa “Sizin dağlar bizi saklar mı?” diyen Mustafa Kemal’in akıl yürütmesini gösteremeyecek kadar tarih bilincinden yoksunlar. Şu anda sokağa egemen olmuş Türk-İslam Sentezi anlayışının gölgesinde ikinci tura adım atan Kılıçdaroğlu, önüne getirilen bu ikilemden nasıl çıkabilecek? Henüz bilmiyoruz ancak şu sözünü de not ediyoruz: “Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarını işine geldi mi Kürt, işine gelmedi mi PKK’lı, işine geldi mi mütedeyyin, işine gelmedi mi FETÖ’cü diye yaftalayan bu zihniyete vatanımızı bırakmayacağız.”

CHP liderinin iki noktadaki tavrı, kendi adına başarılı bir adım sayılabilir. Kitleye moral vermeye ek olarak Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) illerdeki seçim verilerinin girişini yapması hususundaki uyarısı ve gençlere hitap eden Babala Tv’nin bir programına katılma kararı.

Hazır YSK’dan bahsetmişken, Yeşil Sol Parti ve bileşenlerinin oylarının nasıl heba edildiğine dair bir sosyal medya paylaşımına yer verelim: @KorayTurkay_ rumuzuyla yazan kullanıcıya göre veriler şu şekildedir: Ağrı: yüzde 5.11, Bingöl: yüzde 4.95, Van: yüzde 4.85, Siirt: yüzde 4.81, Hakkâri: yüzde 4.54, Ardahan: yüzde 4.39, Diyarbakır: yüzde 4.35, Urfa: yüzde 4.34, Batman: yüzde 4.22, Kars: yüzde 4.16, Bitlis: yüzde 4.16, Iğdır: yüzde 4.04, Muş: yüzde 3.80.

Haksız yere iptal edilen oyların dışında yeni bir hile yöntemi daha bulunmuş: İstenmeyen partinin oyları, sadece AKP gibi tanınmış tek partiye değil; MHP, Halkın Kurtuluşu Partisi, Sol Parti gibi partilere kaydırılmıştır. Erdoğan’ın “Sağlam durmazsak 28 Mayıs’ta sandıkların üzerine çökerler” yolundaki konuşması, bu anlamda algılanabilir.

17 Mayıs 2023 tarihli açıklamasında HDP ve Yeşil Sol Parti, şu çağrıyı yaptılar: “14 Mayıs’ta faşizm durduruldu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci turu ise yeni bir başlangıç fırsatıdır. Karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılmadan önümüzdeki 11 gün içinde bu kötülüğü sonlandırabiliriz. Eksiksiz sandığa gidelim.”

Yeşil Sol Parti’nin (YSP) mevcut durumuna ilişkin birkaç noktaya vurgu yapabiliriz:

Bir: YSP bu seçimde tanınan bilinen, güçlü, birikimli kadrolarını değil, ikinci ve hatta üçüncü dereceden kadrolarını aday göstermekle büyük yanlış yaptı. Halk arasındaki eğilim yoklamasındaki yerel öneri ve raporları dikkate almaması da büyük hataydı. Başka bir yerde doğup büyüyen ve doğal ortamında mücadelesini yürüten insanların, hemen hiç tanımadığı ve yabancısı olduğu illerden aday gösterilmesi yanlış olmanın ötesinde yersiz tartışmalara ve yıpranmalara da yol açtı.
Seçilsin seçilmesin adaylar, seçim sürecinde Kürt meselesine yoğunlaşıp ezber sözlerin dışına çıkmadılar. Halbuki Kürtlerin açlık, yoksulluk, emekçi olarak ücret ve istihdam gibi sosyal ve sınıfsal meseleleri de vardı.

İki örnek vereceğim:

Kars’taki aday profiline baktım. Gülcan Alp, Kars siyasetinde hem fedakarlığı hem de eşi Güngör’den ötürü tanınmış birisiydi. Listenin kazanacak sırasında olmayınca, çevresinde bilinen bir şahsiyet (yanılmıyorsam kendi köylüsü ve akrabası) olan Av. İnan Akgün Alp’in CHP’den kazanması çok olağandı. Keza Kağızman ile Sarıkamış çevresinde tanınıp sevilen Hüseyin Altun’un aday gösterilmemesi, il genelinde en fazla köye sahip olan Kağızman’da oyların başka partilere gitmesine ve YSP’nin 2 yerine 1 milletvekili kazanmasına yol açtı.

İstanbul’dan Dr. Kemal Parlak’ın gelen son dakika önerisi üzerine bir gün önceden adaylık için başvurduğu halde ertesi günü listede adının bulunmamasının anlamını ise henüz çözebilmiş değilim. Buna benzer çok sayıda isimden söz edebilirim. Mesele şahıslarla değil, bir zihniyetle ilgilidir. Seçim komisyonlarının hatalı değerlendirmeleri ve kriterleri ile ilgilidir. Daha da önemlisi sistem partilerinde olduğu gibi kafa kol ilişkileriyle ilgilidir.

İki: Mevcut yapının eleştiri-özeleştiri yapması da sonucu değiştirmeyecektir. Son İstanbul mitinginde sohbet ettiğim yöre dernekleri federasyonundan birkaç yetkili bana şöyle dediler: “2015 seçimlerinde de bütün uyarılarımıza rağmen halkımızın tanıyıp istediği isimler listeye konulmadı. Sonradan özeleştiri için geldiler, bu sefer yapmayız aynı hatayı dediler. Ancak yine baktık ki Kürtlerin beğendikleri adaylar daha önce 6. sıradayken bu sefer 8. sıraya kaydırılıp daha da arkaya atılmışlar.”

Bu tavrın anlamı şudur: Bu halkın, milletin ilgililere emanet ettiği oylar, ehil ve layık olmayanlara cömertçe ikram ediliyor. Benzer şey TİP olayında da görüldü. Süreç sadece bu seçimde değil, bir önceki seçimden itibaren de iyi yönetilemedi. YSP’den hem TİP hem de CHP’ye oy kaymaları oldu. CHP’den TİP’e yönelenler de sayılırsa, toplamda muhalefetin 10-12 kadar milletvekili kaybı yaşandı. Ki bu da AKP’nin mecliste çoğunluğu kazanmasına yol açtı.

Bu halk yıllar öncesinden beri sürekli uyarıda bulunuyor. Artık anlaşılmalıdır ki halk yetersiz olabilir ama asla aptal değildir.