Mehsa Jîna Eminî, İran Kürdistan Eyaletinin Seqiz şehrinde Eylül 1999’da doğmuş bir Kürt kızıdır. Mehsa veya Mahsa, Farsça “ayça, ay gibi, ay kadar güzel” demektir. Jina ismi Kürtçede, “kadın gibi kadın” manasında kullanılır. Eminî ise aile adıdır.

Mehsa, 17 Eylül 2022’de Tahran’da Ahlâk Polisi tarafından gözaltına alınıp katledildi. Babası, onun ölümünden sonra şiirsel bir anlatımla şunları söyledi: Kürdistan’ın Jina’sını öldürdüler. O, direnişin sembolü ve hürriyet âşıklarının kızıdır.”

Olay duyulur duyulmaz, hemşerisi Seqizli Kürtler ile başkent Tahran’daki farklı çevreler, kitlesel protesto başlattılar. 18 Eylülde gösteriler İran’ın hemen her yanına sıçradı. Kürdistan, Luristan, Huzistan, Azerbaycan, Mazenderan, Gilan, Gülistan, Zencan, Horasan, Sistan ve Belucistan’a.

Kadınlarla gençler, Mehsa Jina Eminî’yi, hak hukuk ve özgürlük mücadelesinin sembolü sayarak sahiplendiler. Belucistan’da şu slogan ön plana çıktı: “Belucistan Kürdistan’ın yanındadır!” Kürtlere mesafeli durmalarıyla bilinen Azeriler de aynı tavrı sergilediler. Her eyalette Kürtçe Jin, Jiyan, Azadî (Kadın, Yaşam, Özgürlük) sloganı atıldı.

Peki, niçin?

Kürt ve İslam tarihi üzerine araştırmalarıyla tanınan yazar İbrahim Sediyanî’nin şu tespiti isabetlidir:

“İran’daki ‘başörtü takma zorunluluğu’na, polis şiddetine ve kadınlar üzerindeki devlet terörüne karşı kadınların öncülüğünde başlayan bu halk ayaklanmasında, en ilginç ve dikkat çekici husus, bu başkaldırının dalgalandırdığı bayraktır. Kadınlar, saçlarını kesip onu kendilerine bayrak yaptılar. Muhteşem bir buluş. İşte bu, bir mucize olan kadın zekâsıdır…

Kadın Peygamberlerin anaerkil şeriatı (kuralları) vardır. Bu bayrakta (başta üç semavi din olmak üzere farklı inançların tarihi simgeleri ve mücadele öncüleri sayılan-F.B.) Miryam’ın, Deborah’ın, Hannah’ın, Abigail’in, Hulda’nın ve Nadya’nın maderşahî (anaerkil) öğretileri vardır.

Kadını insan yerine bile koymayan, muhatap dahi almayan, peygamberlik ve yöneticilik makamlarını yalnızca erkeklere layık gören, kadına yalnızca itaatkâr olmayı ve suskunluğu reva gören, Cennet’te bile kadına hiçbir ödül vaadetmeyen hatta kadını ‘ödül’ diye sunan, bütün peygamberleri erkek olan, hatta Tanrı’sı da erkek olan hâkim din anlayışının ve dinî otoritelerin baskı altına almaya çalıştığı kadının, yasak meyvayı yedi diye Hevsel Bahçeleri’nden kovulmasıyla başlayıp, Gehonnim Vadisi’nde (Kudüs yakınlarında Alev Gölü-F.B.) ateşe atılmasıyla son bulan trajik hikâyesi vardır.” (Bkz. İbrahim Sediyani, “Dünyanın En Güzel Bayrağı”, Sediyanî Haber sitesi, 27 Eylül 2022)

Mısır asıllı ABD vatandaşı Leyla Ahmed, “Women and Gender in İslam: Historical Roots of a Modern Debate (İslam’da Kadın ve Cinsiyet: Modern Bir Tartışmanın Tarihsel Kökleri) isimli eserinde “Kadının örtünmesinin arka planında erkek egemen zihniyet olduğuna” işaret eder.

ABD’de yaşayan İran asıllı bir kadının ifadesiyle, “Sadece peygamber hanımlarının örtünmeleri için” vahyedilen Kuran ayetleri, izleyen dönemlerdeki din adamları ve âlimleri tarafından tüm Müslüman kadınları kapsayacak biçimde yorumlanmıştır.

Kadının örtünmesi salt İslam dinine mahsus değildir. Yahudi Şeriatı ile Katolik kilisesi de kadını örtüp şeytanlaştırmıştır (İsa Peygamber ile nikâhlı rahibe giyimi ve Cadı Avı olayı gibi).

Büşra Anbarcı’nın Türkiye’ye Göç Eden İranlı Kadın Gözünden: İran Kadın Haklarına Bakışisimli kitabına bakalım:

“İran’da yönetimde şeriat kuralları geçerli… Kadınlar İran’da ikinci sınıfta yer alıyor. Örneğin çalışma hayatında kadınların konumunun yükselmesi İran’da yasaktır. Keza kadınlar İran’da stadyumlara giremiyor. Geçtiğimiz yıllarda erkek kılığına girip stadyuma girmeye çalışan genç bir kardeşimiz fark edilip ceza aldığı için adliye önünde kendini yakarak intihar etti. Eski Başbakan Muhammed Musaddık döneminde İngiliz sömürgesine başkaldırının sembolü, Pehlevi döneminde faili meçhullere ve baskıya karşı sahaya ilk inen grubu teşkil eden kadınlar, İslam Devrimi sonrasında görmezden gelindi.”

Feminist yazar Ayşen Şahin’in tespiti ise şöyle: “Namus dünyanın en saçma kavramı, kadına ait kullanıyorlar ama bir erkeğe zimmetliyorlar, kimin namusudur, belli değil.” (Bkz. İletişim uzmanı ve yazar Ayşen Şahin: “Imposter Sendromu’na en fazla maruz kalan toplum kesimi kadınlardır”, Faik Bulut, İndependent Türkçe, 2 Ekim 2022)

Teokratik yönetiminin baskıların en şiddetlisi ve tehlikelisi sayılan din gerekçeli bir tahakküm kurması, adeta kadınları pranga mahkûmu haline getirmiştir. Dolayısıyla bu isyan, Fars milliyetçiliği ile katı İslam şeriatının ideolojik parametreleri için tehlike arzetmektedir.

Mehsa Jina Eminî böylesi bir ortamda tahakküm, zulüm ve erkek egemen topluma itiraz etmenin yanısıra cinsiyet olarak kadınların, Kürt olmasından ötürü de İranlı Kürtlerin eşitlik ve özgürlük mücadelesinin sembolü olmuştur.

İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra bağnaz İran yönetimi daha gerici ve baskıcı bir iç yapılandırma süreci başlatmıştır. Ayaklanmanın bu döneme denk gelmesi anlamlıdır. Rejim hem toplumsal hem de ideolojik olarak yara almıştır-alacaktır.

1999’da üniversite öğrencilerinin kalkışması, seçim hilesine karşı 2009’da Yeşil Devrim, her ilde ve bilhassa Kürdistan’da 2019-2020’de Güz Ayaklanması ve Ahvaz’da 2020-2021’de susuzluk başkaldırısı yaşandı. Bunların büyük bir kısmı ekonomik-akademik ihtiyaçlara ilişkin taleplerin yerine getirilmesi içindi.

Şimdiki başkaldırının özelliği ise daha sosyal ve siyasal bir nitelik arzediyor. “Merg ber diktator!” (Diktatöre ölüm!)“Şâh da olsa Rehber de olsa diktatöre ölüm!” “Azadi” (Özgürlük) şeklinde doğrudan İran molla rejimini hedef alan sloganlar atılıyor.

İran’ın kuzeyindeki Reşt kentinde yaşlı bir kadın başörtüsünü atarak sokağa çıkmaya cesaret edip ‘Rejimin başına ölüm’ sloganı atıyorsa, bu protestolar kültürel ve toplumsal bir dönüm noktasıdır. Ezilen topluluklar (etnik azınlıklar, kadınlar, emekçiler, sınıflar ve farklı inançlar) bu kez eşitlik ve özürgürlük için el birliği ettiler.

Mehsa Jina, cansız bedeniyle geçmiş zaman protestolarıyla bugünkü sivil itaatsizlik arasında bir köprü oluşturdu. İran halkları ile teokratik (dini) rejim ilişkisinin kopukluğunu gösterdi.

Temel fark buradadır. Belki de bu fark, uzun vadede İran’daki iç çatışma ve mücadelelerin yeni bir alameti/işareti olabilir.

Fazla iyimser olmaya da gerek yok. Yani kısa zamanda 44 yıllık bir İslam rejimi hemen yıkılmaz.

Neden? Çünkü:

Hedef ve talep belli değil! Mehsa’nın katledildiği mekânın yıkımı mı, bu suçu işleyenlerin cezalandırılması mı, başörtüsü (Farsça hicab diye geçiyor) giymenin mecburi olmaktan çıkarılması mı?

Hükümet iddialarına bakılırsa; protestocular camiler ve Hüseyniye isimli dini mekânları yakıp yıkmışlar. Başörtülü-çarşaflı birkaç kadının örtülerini yırtmışlar. Kuran’ı çiğnemişler. Kamu mallarına zarar vermişler!

İstanbul Gezi Parkı olayı sırasında AKP iktidarının “camide bira içildi” ve “başörtülü bacımıza saldırdılar” türünden yalanlarına ne kadar da benziyor bu tür iddialar.

Aslında sivil isyan sırasında şiddet ve tahripkâr yöntemlere başvurmak, gösterileri karalayıp bastırmak isteyen her baskıcı yönetimin eline bahane verebiliyor.

Dağınık (sporadique) protesto hareketleridir bunlar. Oysa protestoculara karşı iktidarın düzenlediği kınama yürüyüşleri sayıca daha fazlaydı, milyonları bulabilmişti. Spontane (kendiliğindencilik) ön plana çıkıyor. Merkezi ve ortak bir önderlik bulunmuyor.

Dahası var: 1980’lerin başında İran Kürdistan bölgesinin radikal ve uzlaşmaz örgütü olan Komala’nın silahlı destek verme çağrısı, Kürdistan dışındaki eyaletlerde iki tür çekinceye yol açabiliyor: Bir; silahlı iç savaş başlarsa, her yer viraneye dönebilir. İki; Fars kökenliler, “Kürtler ülkeyi böler mi?” diye düşünebilirler.

Ol hikâye budur ve devam ediyor…